Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25. Bölüm-Pamir'in Kararı

@nurdogru26

Hicran

Odanın içinde bir o yana bir bu yana gidip gelirken, gerginlikle ensesini ovuşturuşunu görüyordum.

Önümde açık olan Bilgisayar'ın ekranında duran yıllık ciro tablosu, hiç iç açıcı gözükmüyordu ve ben ilk kez böyle şeffaf bir şekilde Boratav şirketlerinin ne denli kötü durumda olduğunu görüyordum.

Pamir bana bunu gösterecek kadar güvenmişti ve daha en başında, ufak bir mali kriz diye adlandırdığım durumun tıpkı Pars Katipoğlu'nun söylediği gibi bir batış olduğunu çok daha iyi anlamıştım.

"Eğer..." dedi elleri pantolonunun kemerine dayanırken.

"Eğer Almanlarla anlaşmayı fesih edersem sözleşme iptalinin bana yüklü bir ödemeye mal olacağını biliyorum, fakat denemezsem.. ödeyeceğim tazminattan korkup denemezsem, batan gemimin bir kaç deliğini kapatmak elime pek bir şey geçirmeyecek..." gözleri duran adımlarıyla odanın ortasından bana döndü.

Yemek masasında oturmuş, önümdeki gelir gider tablosunu incelerken, batan gemideki delik benzetmesi oldukça gerçekçi geliyor.

Almanlarla anlaşmaya devam etmek demek, bu adamların kanımızı içmesine izin vermek demekti. Riske girip anlaşma iptaline gitmek ise, zaten mali sıkıntı yaşayan şirketin zar zor tıkanan tüm deliklerini açarak batışını hızlandırmaktı.

En az 20 milyonluk bir tazminat ödemesi söz konusu ve Boratav şirketleri bunu yapabilecek durumda değil.

"Aklımı kaybedeceğim, babamın elleriyle büyüttüğü bu günlere getirdiği şirket gidiyor. Ellerimden öylece kayıyor Hicran, ben ne yapacağım..." yüzündeki üzgün kasılmayla adımları bana doğru geldi ve önümdeki sandalyeyi çekip karşıma oturdu.

"Hayatım boyunca bundan daha boktan hissettiğim tek bir an bile olmadı güzelim... ne yapacağım ben..." başını ellerinin arasına aldığında sıkkın bir nefes verdi.

Bir çıkış yolu arıyordu, bir yardım eli...
Ona yardım edebilmeyi çok isterdim, hemde her şeyden çok.
Üzerime geçirdiği şirket hisselerini satıp tüm parayı avucuna bırakmak isterdim ama bu yarasına merhem olmazdı biliyorum.

"Bak bana..." uzanıp yüzünü sıkıştıran ellerinden birini çektim kendime doğru, avuçlarımın arasına aldığım elini yavaşça okşarken fısıldadım.

"En karanlık günde bile güneş yine de doğar Pamir, eyvah der kalırsın, öldüm der yaşarsın... hayat bu, en dibe vurmanın tek iyi yanı vardır. " kara gözleri yüzümde üzgünce dolanırken beni dikkatle dinlediğini görebiliyordum.

"En dipte olmanın tek iyi yanı nedir bilir misin?" dedim zoraki bir gülümseme ile.

"Nedir.."

"Artık düşecek yer kalmaz, zaten gelebileceğin en kötü yerdesindir, verilecek tüm kötü kararlar seni o noktaya getirdiğinde, bir yenisi daha sorun olmaz ki, yolun sonudur o dip. Yukarı çıkman için pes etmeden yeniden denemen için tanınan ikinci bir şanstır." uzanıp eline sessiz bir öpücük bıraktım ve geri çekildim.

Dudaklarında yumuşak bir gülümseme oluşurken devam ettim konuşmaya.

"Almanlar bizi kullandı, ve fark edemeyecek kadar çok uğultu vardı. Hala var. Fakat tüm o sesleri sustur sevgilim, sessizliğin içinde bir cevap seni bekliyor olacak, ne yapman gerektiğini en başından beri biliyorsun fakat öyle çok konuşuyor ki kafanın içi, kendi kararlarını bile duyamaz haldesin..."

"Kendi kararlarımı bile.." histerik bir gülümseme ile yüzünü hafifçe ellerini tuttuğum avucumun içine bıraktı.

Sakalları parmaklarımın arasında yer ederken masanın üzerinde yastık gibi kullandığı avuç içimden yükselen sesi kulaklarıma ulaştı.

"Ne yapmam gerek biliyorum ama anlayamıyorum öylemi.." dedi belli belirsiz bir mırıltı ile.

"Öyle.." dedim diğer elimle saçlarını okşarken.

Gerginliği dinmeye başlıyordu, kaskatı duran iri bedeni yavaşça gevşerken, bu rahatlayış sesinde de dinginliğe sebep oluyordu.

"Yarın..." dedi bir kaç saniye süren sessizliğin ardından.

"Yarın Pekin'e gideceğim..." başını uyuşmaya başlayan avuç içimden geri çekti.

"Şu Almanların anlaştığı şirkete uğrayacağım, belki bir kaç başka markayla görüşeceğim. gerekirse kapı kapı dolanacağım Hicran, böyle pes edemem. çocukluğumdan beri bu şirket için dişimi tırnağıma taktım onu öylece kaybedemem... "

"Yani..." dedim ağırca yutkunurken.. "Yani Almanlara fesih ödemesini yapacaksın..." korkulu bakışlarım yüzünde durdu.

"Henüz değil, şimdilik yılanı ürkütmeye gerek yok. Eğer Pekinde işler istediğim gibi giderse, bir anlaşma bağlayabilirim ve yüklü bir ödeme almış olarak dönerim İstanbul'a, işte o zaman Sevgilim, o zaman bam başka bir alana atılıyor olacağız... bu yaşımda beni bile tedirgin eden bu yenilik Katipoğlu'nun söylediği kadar iyi giderse, Boratav şirketleri için yeni bir çağ başlayacak demektir..." cılız bir gülümseme yanaklarında yer ederken aklımdaki şüpheli fısıltıyla ona bir soru sordum.

"Beni yanlış anlama ama, amacım hevesini kırmak değil yalnızca merak ediyorum, şirkette yalnızca %30 luk bir payın var diye biliyorum... geri kalan %30 Niko beyin ve %40'lık kısım amcanın değil mi?"

Sorduğum soruyla alnı kırıştı ve başını usulca salladı. "Evet öyle ama nereye varmaya çalışıyorsun..."

"Pekinde işler iyi gitse dahi, bir anlaşma yapabilecek kadar büyük bir hissen yok, sence onları buna ikna edebilir misin ? yani riske girmek istemeye bilirler biliyorsun değil mi?"

Bakışlarını yüzümden kaçırdı ve sıkkın bir nefesle arkasına yaslandı. "Bir yolunu bulacağım..." neredeyse varla yok arası bir sesle söylemişti bunu.

"Peki, anlaşılan kendince planların var..." dedim kıkırdayarak.

"Ama benim artık gitmem gerek. Babam sabah evden çıkarken oldukça huzursuzdu, gecikmek istemiyorum..." oturduğum sandalyeden kalktım ve sırt kısmına astığım ceketi dikkatle geçirdim üzerime.

"Nefret ediyorum Hicran, yanımdan gitmek zorunda olmandan nefret ediyorum!" sesi sıktığı dişlerinin arasından öfkeyle çıktığında ona doğru ilerledim ve yavaşça sarıldım.

Oturduğu sandalye sayesinde omuzlarına sarabildiğim kollarımla saçlarına küçük bir öpücük bıraktım ve dingin bir sesle fısıldadım.

"Yanından ayrılmayı hiç istemiyorum Pamir fakat bir süre buna mecburuz, hep aynı şeyleri konuşmaktan ve tartışmaktan yoruldum...."

Sıkkın bir nefesle yavaşça kalktı oturduğu sandalyeden, ardından bana sıkıca sarıldı. belimi tamamen saran sert kol nefesimi keserken bedenlerimizi birbirine mıhlıyordu.

"Üzerine gelmek istemiyorum... sadece beni de anla, günün sonunda senden ayrılıp bu evde yapa yalnız kalan benim..." başörtümün üzerinden kulağıma bıraktığı sıcak fısıltıyla midemde bir kasılma yer etti.

"Az kaldı tamam mı ? eminim yakında her şey düzelecektir ama öncesinde sende şirkette ki sorunları bir çözüme ulaştır..." dedim.

"Pekala... sen nasıl istersen öyle olsun, sen ne dersen o sevgilim..." geri çekildi ve dudaklarıma doğru eğdiği yüzüyle yavaşça sarmaladı beni öpüşü.

Nefesim istemsizce hızlanıyor yanaklarım alev gibi yanıyordu ve kasıklarımda cılız bir sancı dolandı.

"Pa-Pamir tamam..." utanarak geri çekildiğimde bıkkınca gülümsedi ve burnundan dışarıya canının sıkıldığını belli eden bir nefes verdi.

"Hadi seni eve bırakalım.." uzanıp elimi tuttu ve beni istemeye istemeye de olsa evin ana kapısına doğru ilerletti.

——-

Pamir

Hicran'ı apartman kapısından içeriye girene kadar izledim ve ardından, aceleyle çalıştırdığım aracı eski mahalleden çıkarttım.

Ceketimin iç cebindeki telefonu elime aldığımda, direksiyonu sağ elimde sabitledim.

Ekranda akan isimlerin içinden, Avukatımın adına tıkladığımda, arama tuşuna bastım ve kulağıma yasladım.

İstanbul'un akşam trafiği, yoğun ana caddede kendini yer yer belli ederken, kulağıma yasladığım telefon açıldı.

"Pamir bey?"

Avukatımın Meraklı sesi kulaklarımda dolandığında, sıkkın bir nefes aldım ve canımı epey sıkacağına emin olduğum şeyi yaptım.

"Zeki, sana gönderdiğim hisse dosyalarını hatırlıyorsun değil mi? Noter onaylı olanları." Araba kırmızı ışıkta yavaşça durdu.

"Niko Bey'in imzaladığı anlaşmayı söylüyorsunuz evet efendim, zamanı geldi mi?" Tedirgin sesiyle gözlerim trafik lambalarında dolandı ve yeşil yanmasıyla beraber gaza yüklendim.

"Geldi. Şimdi nöbetçi bir mahkeme bul ve bir saat içinde, Boratav şirketlerinin hisselerini benim üzerime geçirdiğinden emin ol, uyarmama gere yoktur ama yine de söyleyeceğim, işlem sonuçlanana kadar uçan kuşun bile haberi olmayacak."

"Nasıl isterseniz Pamir bey. O halde acil çıkmam gerek, bir an önce başlamalıyım."

"Haber verirsin bana."

Telefonu kapattım ve ceketimin iç cebine yerleştirdim.

İki elim önümdeki direksiyonu sıkıca kavrarken gergin omuzlarımı boynumu hareket ettirerek yumuşatmaya çalıştım.

Ortaya çıktığında amcamın delireceğini biliyordum, yalnız amcam değil tabi, Niko ve annesi akıllarını yitireceklerdi.
Fakat umurumda bile değil, hiç bir şeyleri umurumda değil, babamın gecesini gündüzüne kattığı bu şirketi öylece kaderine terk etmeyeceğim.

Telefonu yeniden cebimden çıkarttım ve rehberden Serhat'ın numarasına tıkladım.

Kulağıma yasladığım telefonla ilk çalışında bekletmeden cevapladı.

"Pamir bey?"

"Bana Katipoğlu'nun asistanı olan Sibel'in numara gönder. Son bir kez şansımı denemek istiyorum."

"A-anlamadım efendim? Bildiğim kadarıyla Pars beyin bir görüşme daha yapmayacağını söylüyordunuz, yeni bir gelişmemi oldu?"

"Sirolayı istemiyorum. Onu vermeyeceğini açıkça söyledi zaten. Sen dediğimi yap. Bana numarasını gönder."

Telefonu kapattım ve dizimin üzerine bıraktım.
Aracın yönünü, Katipoğlu şirketine doğru kırdığımda, bu yaptığımın delilik olduğu biliyordum fakat şu noktada akıllı olmanın bana kazandırdığı pek bir şey yoktu.
Kaybedecek hiç bir şeyim yoktu. Yani, şansımı zorlamaktan bahsettiğinde, bunu yapabileceğimi de hesaba katmalıydı.

Telefonuma düşen mesaj ile aceleyle gelen numaraya tıkladım ve kulağıma yasladım.

Bir süre çalan telefon nihayet açıldığında, bir koşuşturmanın ortasında gibi nefes nefese olan kadının sesini duydum.

"Alo? Buyurun?" Topuk sesleri ve ortamın atmosferi ile hala şirkette olduğunu anlıyordum.

"Söyledim ya sana! Bu dosyaların GKM 'ye gönderilmesi gerekiyor, aklınız nerede sizin?!"

Azarlayıcı sesiyle sıkkın bir nefes verdim ve konuştum.

"Sibel hanım değil mi?"

Araç nihayet Katipoğlu şirketinin ana binasının otoparkına girdiğinde, motoru durdurdum.

"Evet, fakat tanıyamadım? Nasıl yardımcı olabilirim?"

"Bir görüşme istiyorum, ayak üstü yada bir kahve molası kadar kısa, lütfen bana yardımcı olun.."

Gergin sesimle bir kaç saniye afalladı.

"İsim neydi?"

"Pamir, Pamir Boratav, bu gün görüşmüştük hani şu siro-"

"Pamir bey, evet hatırladım." Dedi lafımı yumuşak bir sesle keserken.

"Sibel hanım, tüm hayatım ellerinizde... bana yardım etmeniz gerek. Bana gerçekten yardım etmelisiniz..."

Arabadan aşağıya indim ve kapıları kilitleyerek otoparkın içinde öylece kaldım.

"Bakın, sizi anlıyorum fakat ben sadece bir sekreterim, sandığınız gibi bir yetkim yok. Sirola sayılı imkanlara sahip iş markalarına veriliyor ve ben-"

"İstediğim şey Sirola değil"

Sustu...
Bir kaç saniye eminim ki bu adam benden ne istiyor diye düşünüp durdu .

"Şu anda otoparktayım ve kulağa çok sapıkça geliyor fakat konuşmamız gerek. Benim için beş dakika ayırır mısınız?" Sesim mi titredi benim? Bir tek sesim olsa iyi, tüm bedenim kasılıp duruyor.

"Ben üzgünüm, bu etik olmaz... Pars bey böyle bir şeye onay vermez Pamir bey." Dedi net bir tavırla.

"Benim için sorun ona, lütfen..." dedim boğazım kuruyordu.

"Ne?" Şaşkın bir nida gibiydi.

"Benim için ona sorun, risk almamı söyleyen oydu, risk alıyorum ve hiç yapmayacağım bir şey yaparak kapınızı tekrar çalıyorum, lütfen sorun ona..."

"Beni işimden attıracaksınız, gidip ona böyle bir soru soramam, üstelik bu ısrarınız Pars Bey'i yalnızca sinirlendirir." İkaz ediyordu. Evet açıkça uyarıyordu beni.

"Her şeyi göze alıyorum, sorun ona yalvarırım. En azından benim için bunu yapabilirsiniz?"

Bir kaç saniyelik bir sessizliğin ardından, derin bir nefes aldı.

"Şu anda şirkette değiller, bir iş yemeğindeler fakat belki yarın-"

"Nerede?" Dedim heyecanla araca dönerken.

"Bunu size elbette söyleyemem..." alayla güldü.

"Özel bir yerdeyse tabi ki söyleme ama bir restoransa, tesadüfen rastlamış gibi yapabilirim... Sibel tüm geleceğim buna bağlı, ve kötü bir adam olmadığımı biliyorsun."

"Pamir bey üzgünüm..." dedi hüzünlü bir sesle.

"Biliyorsun Sibel, kötü biri değilim, tüm dosyamı incelemişsindir. O toplantıya girmeden önce kişisel hastalıklarımı bile kontrol ettirdiğinize eminim. Ben seni tanımıyorum ama sen beni tanıyorsun. Yardım etmek zorundasın..."

Arabayı açıp içeriye girdiğimde çalıştırdığım araçla bir süre öylece bekledim konuşmasını bekledim.

"Sibel?"

"Çabanızı takdir ediyorum lakin yapamam. Güvenlik açısından bu mümkün değil. Belki yarın bir görüşme ayarlayabilirim sizin için."

Lanet olsun....
Lanet olsun!

"Peki... nasıl istersen. Peki Sibel"

Telefonu kapattım ve öfkeyle önümdeki direksiyona bir yumruk indirdim.

O sırada çalan telefonu heyecanla cevapladığımda kulağıma yasladım.

"Sibel hanım?" Neşeli sesim Hicranın fısıltısı ile bölündü.

"Sibel hanım derken?" Sorgulayıcı sesiyle yorgun bir nefes verdim.

"Üzgünüm güzelim, sandım ki... neyse boş ver, ne yapıyorsun? Bir sıkıntı yok değil mi?"

Aracı yavaşça çıkardım otoparktan ve yönümü eve çevirdim.

"Bu Sibel sabahki Sibel mi? Pars Bey'in asistanı?"

Zeki kadın... hem de fazlasıyla.

"Ta kendisi . Pars Katipoğlu ile bir görüşme şansı daha elde etmek için onunla konuşuyordum fakat daha toplantı yemeğinin yerini bile söylemiyor." Sıkkın sesimle Hicran sessizce kıkırdadı.

"Az önce televizyonda bir spiker söyledi bunu ama , sana mı söylemiyor çok saçma." Kıkırdadı yeniden.

"Ne ? Nasıl... nerede ? Neredeymiş?"

Heyecanla arabayı kenara çektim.

"Ülke için büyük bir adım falan filan diyorlardı, Pars beyin adı geçince bir göz gezdirdim, şu bebekte bir lokanta var ya, kaymak tabakanın takıldığı yer, neresiydi ya?" Bir kaç saniye düşündü.

"Nersa." Dedi heyecanla.

"Emin misin? Yani... yani emin misin?" Arabayı hızla çalıştırdım ve tam yol ileri devam ettim.

"Eminim tabi ki, Nersa, sanırım yeni bir proje için yurt dışından bir kaç bakan gelmiş, o yüzden habercisi gazetecisi doluşmuş mekana, baya kalabalıktı önü."

"Hicran sen var ya, sen hayatım boyunca başıma gelen en güzel şeysin be! Çok seviyorum kızım seni! Çok seviyorum!"

Araç ana yolda hızla akarken kulaklarımdaki telefonda neşeli kıkırtısını duyuyordum.

"Bende eve geçtin mi diye arayacaktım, sahi sen ne konuşacaksın Pars beyle? Yani bu acele niye?"

"Bir şeyler var aklımda ve eğer olursa, eğer olursa harika olacak... ama şimdi kapatmam gerek."

Araba Nersa'nın çaprazındaki kaldırımda yavaşladığında Hicran neşeli bir veda ile kapattı telefonu.

"Görüşürüz o halde, bir şey olursa ara beni..."

Ardından kapandı telefon, ve ben derinden bir nefesle uzanıp kapının kulpunu indirdim aşağıya.

Adımlarım magazincilerin ardından usul usul restorana ulaşırken, ana kapıdan girersem reklam olacağımı adım gibi biliyordum. Tamda bu yüzden restoranın arkasına doğru dolandım.

Ana caddedeki gürültü ve fotoğraf makinelerinin flaşları uzaklaşırken, mutfak kapısından dışarıya elinde bir poşet çöple çıkan görevliye yetiştim .

"Pardon..."

Fısıltılı sesimle o daha ne olduğunu anlayamadan mutfağa doğru ilerledim. Kalabalık telaşın içinde kimsenin dikkatini çekmeden usulca restoranın içine doğru çıktım.

İçerideki bir çok masa servis dışıydı ve yalnızca VIP bölümdeki büyük masa üzerinde yanan parlak ışıkla aydınlanıyordu.

12 kişilik masanın etrafında dolanan bir dolu garson ve Masanın en başında oldukça kendinden emin duran Pars Katipoğlunu görebiliyordum.

Arkasındaki duvarda, üç koruma yan yana dururken, ona bunca insanın içinde yaklaşma şansımın olmadığını biliyordum.

Sıkkın bir nefes aldım ve bir süre kör noktada durarak kimsenin gözüne batmamaya çalıştım.

Bir yol arıyordum, ona yaklaşabilmek için fakat öyle sıkı bir muhabbetin içindeydiler ki, bomboş restoranın içinde yalnızca tavana doğru yükselen akıcı İngiliz aksanını seçebiliyordum.

Emin olmamakla birlikte , yaklaşık on beş dakika olduğum yerde kaldıktan sonra, artık bir yolunu bulmam gerektiğini anladım.

Gözlerim bir süre restoranın içinde amaçsızca dolandı, yangın alarmına basmayı bile düşündüm fakat böyle bir şey yapmam kulağa oldukça düşmanca gelirdi. Daha makul bir çözüm ararken arkamda kalan ve benim dakikalardır yaslandığım kapının personel giyinme odası olduğunu fark ettim.

Ansızın beynimde çakan şimşekle hızla kapıyı açtım ve içeri girdim.

Aceleyle askıda ütülü şekilde duran sıralı üniformaları gördüğümde yüzümde geniş bir sırıtış oluştu.

"Peki, yangın alarmından daha mantıklı."

Alaylı kıkırtımla beklemeden üzerimi değiştirmeye başladım.

***

Personel odasından çıktığımda, mutfak kapısından elinde iki tepsiyle beraber çıkan bir garsonu aceleyle durdurdum.

"Birini ben alayım." Sahte bir tebessümle hızla elindeki tepsiyi kaptım ve yönümü masaya çevirdim.

Arkamdan gelen garson bana başıyla ilerideki iki yaşlı adamı gösterdiğinde, Pars Katipoğlu'na doğru dönen adımlarım yavaşladı.

Bakışlarım bir tepsiye bir bana işaret edilen adama dönerken, sessiz bir nefesle yönümü Pars Katipoğlu'na çevirdim.

"Riskse risk."

Elimdeki tepsiyle yanında durduğumda öylece yanında dikeldim ve bekledim.

Başını kaldırıp bana bakmasını bekledim , fakat gözleri istikrarlı bir şekilde masada geziyordu.

"Pars bey..." fısıltılı sesimle gergin bir ifade ile yüzünü sesin kaynağına çevirdi.

Bakışları beni bulduğunda , daha büyük bir şaşkınlık belirtisi görmeyi bekledim fakat yalnızca varla yok arası kaşları çatıldı ardından düzeldi.

"Evet?" Dedi sorgulayıcı bakışları elimdeki tepside dolanırken.

"Konuşmak istiyorum... yalnızca beş dakika efendim..." sesim titriyor ve elimdeki tepsi zıngırdıyordu.

"Boş zamanlarında garsonluk mu yaparsın?" Alayla kıvrılan dudağı biraz olsun rahatlamama sebep olsa da tam anlamıyla indiremiyordum yelkenler suya.

"Bana risk al dediniz, ve bende alıyorum... size yaklaşmamın başka bir yolu yoktu. Ve bu akşam en azından şansımı denemeliydim."

Fısıltıyla konuşurken, garsonlardan biri arkamdan gelip kolumu sertçe kavradı.

"Gel buraya! " dişlerini sıkarak beni öfkeyle geri çektiğinde bakışlarım Pars Katipoğlu'nun üzerinde kalıyordu.

Konuşamayacağımıza neredeyse emindim artık.
En azından ben şansımı denemiştim.

Risk mi? Almıştım işte...
Şartları sonuna kadar zorlamıştım... daha fazlasına gücüm yetmez.

Garsonun kolumu sertçe tutan ellerinden çektim kolumu.

"Dokunma lan!" Elimdeki tepsiyi içeri girdiğimiz mutfakta tezgaha sertçe çarptım ve arka kapıya doğru ilerledim.

Hızla cebimden çıkardığım anahtarla üzerimdeki garson kıyafetlerine rağmen beklemeden araca doğru ilerledim.

Telefonumun çaldığını duyduğumda arabaya bindim ve avukatın aramasına cevap verdim.

"Evet?"

Gergin nefesimle Avukatın kendinden emin sesi kulaklarımda dolandı.

"İşlem tamamlandı Pamir bey, artık şirketin %60'ı üzerinize geçti. Bundan sonraki çıkar çatışmalarına dair önleminizi almanızı tavsiye ediyorum."

"Tamam. Bundan sonrası kolay..." kapattığım telefonla, sıkkın bir nefes çektim.

Telefonu yan koltuğa fırlattığımda, arabanın camı tıklatıldı.

Sıçrayarak o tarafa döndüğümde, Pars'ın sağ kolu olarak bilinen Davut denen adamı aracın dışında görüyordum.

Yüzümde ansızın beliren gülümseme ile hızla açtım kapıyı.

"Pars bey, sizi bekliyor." Geri çekildi ve bana yolu göstermek ister gibi başıyla işaret verdi.

"T-tabi..." hızla aşağıya indim ve aracı kilitleyerek Davut'un bana gösterdiği yoldan ilerledim.

Restoranın arkasına doğru uzanan karanlık yolda peş peşe ilerledik ve mutfak kapılarından içeri geçerek restoranın içine ulaştık.

Davut'un adımları ilerideki büyük masaya doğru ilerlerken bakışlarım masaya döndü. Pars Katipoğlu'nun yerinde olmadığını görüyordum.

Büyük toplantı masasının yanından geçip ilerideki odanın kapısına doğru ilerledik.

Davut kapının önünde durdu ve bana beklemem için bir baş işareti vererek içeri girdi.

Bir kaç dakika orada öylece kaldığımda, gerginlikle karıştırdım saçlarımı.

Önümdeki kapı yavaşça açıldığında içeriye girmemi söyleyen tok bir ses duydum.

"Gir Pamir..."

Pars Katipoğlu'nun sesiyle içeriye doğru sessizce ilerledim.

Odanın köşesindeki masada otururken ona doğru ilerledim ve karşısında öylece durdum.

"Çok teşekkür ederim, bana bir şans daha verdiğiniz için-"

"Emri vakilerden hoşlanmam Pamir. Risk al dediğimde bunun beni barındıracağını söylemedim sana. Sirola'yı sana vermeyeceğim. Yine de çabanı takdir ediyorum. Ve sana beş dakika veriyorum. Kendini açıklaman için." Gözleri üzerimdeki garson kıyafetinde dolandı ve yüzüme döndü.

"İstediğim sirola değil.." dedim titreyen bir fısıltıyla.

"Dinliyorum o halde."

Kendinden emin tuttuğu duruşu ve kulak dolduran kalın sesi beni geriyordu. Yanlış bir şey yapmaktan yada söylemekten çekiniyordum.

"Bana risk al dediniz, hayatımın riskini alarak geldim karşınıza. Güvenli limanımdan çıkıyorum ve ne acı ki ailemi karşıma alarak yapacağım bunu fakat bir konuda bana yardım etmenizi istiyorum. Buna mecbur değilsiniz ama sizin için küçük olan bu iyilik benim tüm hayatımı değiştirecek bir güce sahip olacak."

Kuruyan boğazımı ıslatmak için ağırca yutkundum.
Fakat boğazım ıslanmak şöyle dursun, çatallı tınısından bile sıyrılamıyordu.

"İyilik?" Dedi kaşları çatılırken dudaklarında alaylı bir gülümseme yer etti.

"Bir iyilik... Onay verdiğiniz an, üzerime düşen her şeyi yapacağıma emin olabilirsiniz." Dedim.

Yavaşça oturduğu sandalyede toplandı ve kollarını önündeki ceviz rengi masaya yasladı.

"Karşılıksız bir iyilik yapacağıma gerçekten inanıyorsun öylemi? Gözünde nasıl bir izlenim bıraktığımı bilmiyorum. Fakat hakkımda yanılgıya düşmüşsün. Hayatım boyunca hiç bir iyiliği karşılıksız yapmadım. Ve bundan sonrada yapmayacağımdan oldukça eminim." Dudaklarındaki karanlık gülümseme yapay bir samimiyet barındırırken bana durmam gereken yeri açıkça belli ediyordu. Aramıza çektiği o keskin bariyere sertçe tosladığım an bu andı.

"Size verecek hiç bir şeyim yok. Çünkü bende olan hiç bir şeye ihtiyacınızın olmadığını biliyorum fakat bu iyiliği benim için yaparsanız, sizin için her şeyi yaparım. benden istediğiniz her şeyi. Sadık bir dost edinirsiniz."

Lanet ses tellerim tıpkı gergin bir yay gibi zıngırdarken alnımdan şakaklarıma doğru akan bir kaç damla terin öylece kayışını hissettim.

İkna olmayacaktı.
Bunun için bir sebebi yok.
Buraya gelirken her şeyi göze aldım. Onunla şu dakikalarda görüşebildiğim için bile kendimle gurur duyuyorum ama benim için daha fazlasını yapmayacaktı biliyorum.

"İstediğin şey ne?" Dedi...

Evet... bunu gerçekten sordu? Lanet olsun evet sordu...
Eğer rüya görmüyorsam ve kulaklarım bana oyun oynamıyorsa şu dakikalarda olan bu.

"Ben, Çin'e gidip o masaya oturmaya kararlıyım. Demiri yalnızca çıkarmayıp, işlemeye de başlayacağım ve bunun için beni yalnızca önermeniz bile, bir çok anlaşmanın kapılarını açacak bana."

Kaşları havalandı ve dudağı yavaşça yukarı kıvrıldı.

"Fikrimi böyle benimsemen hoşuma gitti. Seni tavsiye etmemi istiyorsun demek." Geri yaslandı ve bir süre oturduğu sandalyeden süzdü beni.

"Çalışma konusunda ki disiplinimi referans göstererek sizi iş dünyasındaki dostlarınız karşısında mahcup etmeyeceğimi bilmenizi isterim." Dedim.

Dedim demesine de, sesim heyecan ve gerginliğin bir karması olarak bana geri döndü.

"Davut." Seslenişi ile arkamda duran adamına çevirdi bakışlarını.

"Emredin efendim?"

"Biz PK teknolojisinde , demir ihracatını hangi ülkeyle yapıyoruz?" Sorgulayıcı bakışlarıyla bir cevap bekledi.

"Bangladeş efendim, geçen seneden beri ürünlerin ham maddesi oradan sağlanıyor."

"Bangladeş." Dedi ve gözleri bana döndü.

Bir kaç saniye beni izleyerek kafasında bir şeyler alıp verdiğini görebiliyordum...
Sanki hızlı bir zihin taraması yapıyor gibiydi.

"Seni önereceğim Pamir." Yavaşça ayağa kalktı.

Duyduğum sözler ayaklarımı tirtir titretirken, devam etti.

"Ama sende PK şirketlerine ham maddeyi maliyetinden vereceksin. Diğer şirketlere ne kadar bir kaşe belirlersin beni ilgilendirmez. Fakat benim şirketime, sıkı bir dost indirimi yapacaksın." Eli yavaşça bana doğru kalktı ve aramızdaki mesafenin kapandığını o an anladım.

"T-tabi ki... ben, tabi ki..." başım heyecanla sallanırken uzanıp elini sıkıca kavradım.

Avuç içimin terlediğini o an anlayabiliyordum ve Pars Katipoğlu elini yavaşça çekti ellerimden.

"Güzel. Sadakatin kontrolüme tabi tutulacak bunu bil. Çünkü Güven ancak kontrole tabidir Pamir. Ve çok yakında Davut'tan bir telefon alacaksın, o zaman ilk uçağa atla ve gidip siktiğimin Çinlilerine bu iş nasıl yapılırmış göster." Sırıtarak odanın kapısına doğru ilerlediğinde Davut tarafından açılan kapıdan çıkmadan önce başını usulca bana çevirdi.

"Bu arada, ailene rağmen sevdiğin kadının yanında olmanı takdir ediyorum. Açıkçası bunu düğün hediyesi saymanı isterim. " arkasını döndü ve kapıdan dışarıya doğru bir adım attığında yeniden mırıldandı.

"Evliliğin , Her ne kadar gizli saklı yapılmış olsa da..." fısıltılı sesiyle neye uğradığımı şaşırırken yanındaki adamıyla birlikte öylece çekip gitti.

Aynı anda yaşadığım hem sevinç hem afallama ile olduğum yerde kaldım.

"Nasıl bilebilir ki? Evlendiğimi nasıl bilebilir..." bir ürperti ensemi yalayıp geçtiğinde şu an benim için en önemli şeyin, arkama Pars gibi bir adamı alıp bu piyasaya en güçlü şekilde atılmak olduğunu biliyordum.

Bunu hicran ile paylaşmam gerekiyor.
Bunu onunla derhal paylaşmam gerekiyor...

Suratımdaki koca gülümseme ile hızla odadan çıktım ve yönümü mutfak kapısına çevirdim, restorandan çıkmadan son kez geriye döndüğümde Pars Katipoğlu'nu oturduğu masada bana bakarken görüyordum.

"Ne tuhaf adamsın sen..." suratımdaki sırıtışla yavaş bir baş selamı verdim ve hafif bir tebessümle yüzünü masadakilere döndü.

Aceleyle çıktım restorandan ve mutfak bölümünden geçerek arka kapıdan dışarıya attım kendimi.

Büyük bir çığlık sevinçle karışık boğazımı yakarcasına çıkarken olduğum yerde çocuk gibi zıplamaya başladım.

"Evet be! Evet be! Hicran, bana öyle şanslı geldin ki güzelim, öyle şanslı..."

Adımlarım çocuksu bir sevinçle araca doğru ilerledi ve şu an biricik karıma bu haberi yüz yüze vermek için yola koyulmaya hazırdım...

Loading...
0%