@nurdogru26
|
1 HAFTA SONRA
Serhatın gergin adımları ön bahçede bir o yana bir bu yana gidip gelirken avuçlarında sıktığı telefonu gergince ovuşurdu. "Abi daha dün gece aradın, sabah sabah yeniden rahatsız etmesek mi?" korumalardan biri çekingence konuştuğunda Serhat sıkılgan bir nefesle telefonunu ceketinin iç cebine yerleştridi. "Anlamıyorum, nasıl bulamıyoruz biz bu kadını! Tek umudum Davut denen şu adam, Pamir bey bilse canıma okur, eğer yardım için Pars bey'in kapısına gittiğimi bilse.." "Zaten onlarda bulamıyor baksana... hem duysa ne olacak abi, sende patron üzülmesin diye yapıyorsun her şeyi." bakışları yerde olan genç koruma Serhat tarafından sahte bir gülüşle karşılık buldu. "Onu ilk kez böyle görüyorum , gün be gün çöküyor ve eğer bir şey yapmazsam olacak olanlar beni korkutuyor.." Bakışları evin ana kapısında gezindiğinde, içindeki kasvet omuzlarımı çökertiyordu. İçeri girip patronuna yeniden kötü haber verecek olmak tüm yaşam enerjisini sömürürken koruma kısık bir fısıltıyla konuştu. "Evde değil abi.." dedi "Ne demek evde değil? Nerede.." Serhat'ın bakışları tedirgince genç korumaya döndü. "Arka bahçede abi, gece mezarlıktan sonra oraya kuruldu sabaha kadar içti, şimdi öylece sızıp kalmış..." Serhat'ın yönü evin arka bahçesine dönerken beklemeden o tarafa doğru ilerledi.
*** Güneş sessiz yalının üzerine doğarken, bahçesindeki sandalyede sızıp kalan adamın bedeninde eğreti bir ürpertiye neden oldu. Kara gözleri rahatsızca aralandığında, başının ortasında hissettiği ağrıyla içinden küfürler savurarak çekti başını masanın üzerinden. Devrilen içki şişeleri ve üzerlerinde sinekler uçan yarısı dolu kadehi bir süre süzdüğü sıralarda bakışları masanın üzerindeki telefonuna kaydı. Hiç bir karşılık alamasa da bu lanet telefon onun karısına ulaşabilmesi için tek iletişim kaynağıydı. Bir kez dinleseydi, bir kez gözlerinin içine baksaydı her şeyi anlayacağına duyduğu inançla tüm İstanbul da aratıyordu onu ama yer yarılmıştı sanki. Nereye giderdi ? Babasından tüm akrabalarının adresini almış her birine adamlarını göndermişti ama hiç bir yerde bulamadı. Pamir'in Hicran'ı ardında hiç bir iz bırakmadan öylece gitmişti, hiç var olmamış gibi. Sanki hiç Pamir'in olmamış, bu soğuk adamın kalbini kendiyle doldurmamış gibi öylece çekip gitmişti. Pamir'i düşündükçe çıldırtan bu gerçeklik bedenine ağır gelirken bir süre önce bıraktığı alkol tek sığınağı oluyordu. Onun hicranı bir başına dışarıda bir yerlerde, belki korkarak belki kötü bir halde öylece yaşıyor ama Pamir onu bulup acısını dindiremiyordu. "Efendim, günaydın..." Serhat'ın sesi üzgünce Pamir'in üzerinde dolandığında bahçenin ortasında durup bir süre onu süzdü, tam bir haftadır gün be gün solduğunu, tüm neşesini yitirdiğini görüyordu. Gözlerinin önünde eriyip giden patronu yalnızca bir haftada sanki yıllarca yaşlanmıştı. Bu konuda kendini suçlu hissederken, Hicranı o gece evden gönderdiği için kendine lanetler savuruyordu. Belki peşine düşüp onu eve dönmeye ikna etseydi şimdi tüm sorunlar çoktan çözülmüş olurdu, düşündü; Pamir'in hicranın babasını bile ikna ettiğini biliyordu ama sorun şuydu ki ortada artık Hicran yoktu. "Haber var mı?" dedi Pamir ruhsuz bir tonlamayla, bakışları hala telefonda tutunurken tüm umudunu gün be gün kaybediyordu. "Arıyoruz efendim elbet bulacağız-" "Bulacaksınız.." dedi Pamir histerik bir gülümsemeyle başını sallarken, bunun gerçekleşeceğine duyduğu inancın yerinde yeller esiyordu. "Efendim yapmayın böyle..." dedi Serhat titreyen sesiyle. "Ben ne yapıyorum ki Serhat." ellerini çabasızca dizlerine vurduğunda oturduğu sandalyede toparlanıp ayağa kalktı, yüzünü Serhat'a çevirdiğinde yüzündeki ölü gülüşle yeniden konuştu. "Ben ne yapabiliyorum ki.. Neye yarıyorum ben söylesene" bir adım attı Serhat'a doğru. Göz göze geldiklerinde kafası karışık bir şekilde yineledi sorusunu. "Ben kendi karımı bile bulamıyorsam, yanında olamıyorsam ben ne işe yararım söyle bana..." elleri iki yana açıldığında alaylı fakat içi acı dolu bir gülümsemeyle gözleri önce evde sonra bahçede dolandı. "Her şey bunun için miydi? bunlar için... bu evler, arabalar, lanet hisseler... tüm bu olanlar bunlar için miydi?" sesi giderek yükselirken yeniden bağırdı. "Hepsinin canı cehenneme! Hicranı istiyorum! onu yanımda istiyorum- ben karımı istiyorum Serhat bunların hiç birini değil, onu - yalnızca onu istiyorum." gözleri ansızın dolarken Serhat başını üzgünce yere eğdi. "Bulacağız Pamir bey, sizi dinlediğinde hak verecek, sadece yanlış anladı... belki yalnızca biraz kafasını dinlemek-" "Şu an ne durumda biliyor musun? Nasıl hissediyor tahmin edebiliyor musun.. Onu sevmediği, hepsini bir anlaşma için yaptığımı düşünüyor... O kadın, " yutkundu... söyleyeceği şeyin ağırlığı genzini yakarken devam etti. "Benim karım, onu kardeşime sunduğumu düşünüyor, benim, onu böyle çok severken Niko'nun kollarına itebilme ihtimalimin olduğunu..." sol gözünden bir damla yaş aktığında, bedeni acıyla ve öfkeyle titredi. "Kirpiğine rüzgar değse kıyameti koparacağım kadın, onu öz kardeşimle paylaşmayı kabul ettiğime inanıyor. Ona köpek gibi aşık olduğumu bilmeden yalnızca bunu düşünüyor... yani kafayı falan dinlemiyor! aldığı her nefes ciğerini yakıyor, düşündüğü her an benden biraz daha nefret ediyor ve bense-" öfkeyle arkasındaki masaya sertçe bir tekme savurdu. Yerle bir olan masaya doğru haykırdı. "Bense durmuş burada bir korkak gibi bir kaç kadehin ardına saklanıyorum!" *** HİCRAN Oturduğum çardağın korkuluklarına konan beyaz kumrunun dakikalardır ötüşünü dinliyor ve içimdeki yitip giden her şeyin ağırlığından tıpkı bir kuşun kanat çırpışı gibi uçarak kaçmak istiyorum. Sıyrılmak istiyorum, bana ağır gelen, kalp evimi yangınlara gark eden her şeyden soyutlanmak. Yüce rabbime gecelerce yalvardım, içimdeki bu sızıyı bir sabah kalktığımda öylece çekip almış olsun içimden diye ama olmuyor. İşlediğim günahlardandır belki de, belki sırf bu yüzden ettiğim dualar kabul olmuyordur, bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var, yaşıyorum. Öleceğimi düşündüğüm bir kaç gece geçirdim, acıdan öleceğimi ve bu hayal kırıklıklarına kalbimin dayanamayıp duracağını düşündüm, fakat yaşıyorum. Her acıya dayanılırmış anlıyorum, her derde katlanırmış insan oğlu, canı çıksa, ruhu çırpınmaktan bitap düşse bile yine de dayanırmış. Derdi veren dermanını da saklarmış kuytu köşelere, bilirim. Ama ben dermanı nerede bulacağımı bilmiyorum. Derman dediğim bir adam vardı, en büyük derdim oldu... Ben şimdi dermanı yalnızca kendi içimde bulabilirim, yalnızca rabbime sığınarak bulabilirim... "Hicran.." Hamit elinde tuttuğu büyük bakır tepsiyle birlikte mutfak kapısından çıktı ve bahçeye doğru ilk adımı attı, güler yüzüyle birlikte hazırladığı kahvaltılıkları eski çardağın ortasında sallantıda duran masanın üzerine bıraktığında, bakışları bana döndü. "Kasabadan taze kaymakta aldım, sen tatlıyı seversin diye anzer balı buldum.." gülerek bana tepsideki tabağı işaret etti. Kaymağın yanına bırakılan bal kasesi ile sessiz bir iç çekiş bıraktım ona doğru. "Ben aç hissetmiyorum." diyebildim sadece. Ona böyle aksi davranmak kendimi kötü hissettirse de benim için yaptıklarına minnettardım. "Günlerdir ağzına adam akıllı bir şey koymadın, itiraz kabul etmiyorum Hicran.." yavaşça yanıma oturduğunda bakışları sessiz bir tebessümle yüzümde dolandı. "Bak yumurta haşladım, en azından bir tane yer-" "Hamit..." onu susturduğumda bana bakıp durdu. "Ben bir şey yemek istemiyorum, konuşmakta istemiyorum... ben sadece..." genzim yanarken içinde bulunduğum durumun acınasılığıyla avaz avaz ağlamak istiyordum ama yapamazdım, yıkılamazdım, daha fazla yıkılamazdım çünkü beni kendimden başka kaldıracak kimse yok. "Sadece yalnız kalmak istiyorum ve yaptığın her şey için teşekkür ediyorum ama bir kaç güne gideceğim..." İtiraz edercesine aralanan dudakları benim konuşmamla yeniden kapandı. "Kendime bir yol çizeceğim... belki başka bir şehirde , belki burada bilmiyorum ama artık daha fazla sana yük olamam." "Bana yük değilsin.." dedi kızgın bir kırgınlıkla. "Hamit lütfen." Oturduğum çardaktan kalkacakken uzanıp elimi tuttu. Hızla geri çektim elimi "Lütfen yapma." dedim tersleyici bir sesle. "Hicranım bana yük değilsin... görmüyor musun? Gözünün içine bakıyorum, gül yüzünde oluşacak tek bir tebessüm için gözünün içine bakıyorum, bu kadar zor olmamalı.." ayağa kalktığında yüz yüze geldik. "Bana bir şans vermek böyle zor olamaz Hicran, beni sevmek böyle imkansız mı? ben o kadar iğrenç bir adam mıyım söyle bana-" Sıkkın bir nefes aldım ve yönümü eve çevirdim, ona ne söylesem anlamayacaktı, artık daha da eminim, bir kaç güne kalmaz benim derhal gitmem gerekiyor. "Bekle Hicran.." Eve girerken peşimden geldiğini duyuyordum. "O adamı sevmek böyle kolaydı ama beni sevmek mi zor, ona güvenmek öyle kolaydı ama benim elimi tutamıyor musun?" giderek öfkelenmeye başladığında adımlarımı yatak odasına çevirdim ve ona bir cevap verip olayı büyütmemeye karar verdim. "Tamam Hamit, bunu sonra konuşuruz." içeri girip kapıyı kapatacakken eliyle engelledi ve beni geri ittirdi. Ne olduğu anlayamadığımda ansızın sinirinin arttığını görebiliyordum. "Bak lan bana! Gurursuzca yanında duruyorum bak bana! ne istiyorsun!" hızla omuzlarımı sarıp beni sarsmaya başladığında bağırıp kurtulmaya çalıştım. "Hamit delirdin mi ne yapıyorsun bırak!" "Gördüğüm an düştün lan benim gönlüme! büyümeni bekledim büyümeni! sen ne yaptın? gidip o şerefsize aşık oldun, yatağına girdin, gönlünü eyledi, kullanıp attı bir kenara! Peki ben!" "Canımı yakıyorsun.." kollarından kurtulmaya çalışırken çaresizce çırpınıyordum. "Benim nişanlımdın benim! herkes evleneceğiz diye bakarken gidip o şerefsizin koynuna girdin! yine de yanındayım ama hala beni istemiyorsun öyle mi?!" öfkeyle beni geri savurduğunda, yatağın üzerine savruldum. "Söyle bana öyle mi?!" üzerime doğru gelirken öfkeyle yüzünün kızardığını görüyordum. "Hamit Allah rızası için sakin ol, sadece zaman istedim senden.." onu sakinleştirebilmek adına yaptığım açıklamayla hızla kalktım düştüğüm yerden adımlarım odanın kapısına dönerken tek istediğim kendimi evden dışarı atabilmekti. "Vereyim ulan! istediğin zamansa vereyim diyorum! ama kibirden burnunu indirip yüzüme bakmıyorsun! ne sanıyorsun hicran hanım." uzanıp kolumu sertçe kavrayıp beni kendine çarptı. "Okumadık diye mi beğenemedin bizi! Sen üniversite gördün, mürekkep yaladın diye hor mu gördün beni söyle! bu yüzden biliyorum söyle!" öfkeli bağırışı ağzından tükürükler saçarken tek dileğim bir an önce buradan çekip gitmekti. "Hayır Hamit.. hayır , sakinleş konuşalı-" "Az önce -" dedi ve sertçe çenemi kavrayıp avuçlarının arasında sıktı "Az önce dinlemeden arkanı dönüyordun, şimdi sütü döken kedi gibi mırıldanıyorsun ne oldu Hicran!" bağırdığında acıyla dolan gözlerimle öylece baka kaldım yüzüne. "Korkuyorum.." diyebildim fısıltıyla. Bedenim olabilecek olanların ön görüsüyle tir tir titrerken bahçede duyduğum tekerlek sesleri ile gözlerim camlara döndü. "B-BİRİ GELDİ .." dedim dikkatini o tarafa çekebilmek için. "Kal burada!" beni çenemden geri ittirdiğinde odadan çıkıp kapıyı üzerime kapattı. Korkuyla bir süre olduğum yerde kaldım. "Allah'ım ben ne yaptım... ne işim var burada benim." hızla kapının arkasındaki askıda duran çantamı elime aldım ve üzerime kapanan kapıyı yavaşça açtım. Adımlarım salona döndüğünde açık olan ana kapıdan dışarıya çevirdim bakışlarımı. Ama nasıl buldu izimi.. nasıl.. Adımlarım usul usul ana kapıya doğru ilerledi, kafamı yavaşça dışarı uzattığımda gördüğüm siluet beni şaşkınlığa itiyordu. "Kimsin Lan sen?!" Hamit'in bağırışı orta yaşlı adamı bulduğunda bakışları evin açık kapısına döndü, göz göze geldiğimizde bana doğru seslenerek Hamit'in sorusunu teğet geçiyordu. "Hicran hanım benimle gelmeniz gerek." bir adım sola attı ve Hamit'i arkasında bırakıp bana doğru ilerlediğinde yavaşça çıktım ana kapıdan dışarıya. "Hiç bir yere gelemez! hicran gir içeriye!" Hamit'in öfkeli bağırışı bahçede dolanırken, siyah arabanın arka kapısı etrafındaki adamlardan biri tarafından açıldı. "Adım Davut efendim, Pars Katipoğlu tarafından sizi almak için gönderildim binin lütfen araca." az önceki donuk suratlı adam Hamit'i duymazdan gelirken ben olduğum yerde ellerimdeki çantamın kulpunu sıktım. Pars bey benden ne istiyordu ki? Onun Pamir'le ortak olduğunu biliyordum, burayı bulabildiğine göre neden adamlarını göndermişti? Pamir'i gönderebilirdi ama yapmadı mı... "Sen beni duymuyor musun lan!" Hamit Davut'a doğru sert bir hamle yaptığında Davut denen adamın belinden çıkardığı silahı onun alnına yasladığını görerek korkuyla sıçardım. "At bir adım daha! At akıtayım pekmezini!" sözleri sakin fakat kararlı bir tonlamayla çıkarken Hamit yeniden bağırdı. "Kız gelmek istemiyor! söyle o patronuna, söyle o şerefsiz Pamir'e , Hicranın buradan ölüsü-" Sözleri yarıda kalırken silahın kabzası sertçe alnına geçirildi, acıyla yere savrulduğunda, Davut uzanıp ensesini kavradı "Patronum hakkında konuşurken dikkatli ol evlat, hayat çizgini kısaltmak için emir almadım ama beni zorlarsan bunu yapmakta çokta güçlük çekmeyeceğimden eminim! Seni bu bahçeye gömer öyle giderim !" "İstemiyor lan istemiyor!" diye acıyla bağırdı, alnı yarılmış kanlar göz çukuruna dolarken. "Hicran hanım." dedi Davut eğildiği yerden kalkarken, elleri aracı gösterdi. "Sizi götüreceğim, isterim ki sakince binin araca , sizi sürüklemek zorunda kalmayayım." dedi. Öyle ciddiydi ki, diretsem sahiden sürükleyeceğinden emindim. "Ama-" Pamir'le karşılaşmak istediğimden bile emin değilim... "Korkunuz Pamir beyse, henüz sizi bulduğumuzdan haberi yok, Pars bey sizinle birebir konuşup sonrasında isteğiniz dahilinde serbest bırakacak, emin olun evde kadınlardan bir koleksiyon kurmuyoruz, yalnızca dostlarının arkasını kolluyor, lütfen araca geçin." adımları bana doğru döndüğünde elini bana doğru uzattı, derin bir nefes aldım. "Hicran sakın!" Hamit acıyla kafasını tutarken bana bakıyordu. "Fazla vaktim yok Hicran hanı-" Davut'un sözleri yarıda kesilirken elimde sıkıca kavradığım çantayla araca doğru ilerledim ve benim için açılan arka kapıdan içeri girdim. Şu an burada kalmak delilikti, üstelik Pars denen şu adamın benden ne istediğini merak ediyordum.
|
0% |