Yeni Üyelik
34.
Bölüm

32. Bölüm- Sonunda...

@nurdogru26

HİCRAN

Saatler süren yolculuk sonrası nihayet yavaşlayan araç, büyük bir malikanenin kapısında durduğunda, içeriden alınan izinle birlikte açılan kapılardan geçtik, tam üç güvenlik kapısından içeri girdiğimizde içinde bulunduğumuz araç garaj yolunda durdu, bakışlarım koca bahçede dolandı.

Bahçe duvarları korumalarla doluydu ve bir kale gibi korunduğunu görmek çokta zor olmamıştı. Pars Katipoğlu'nun önemli bir adam olduğunu biliyordum fakat bu kadarını beklemiyordum.

Gördüğüm bu tablo beni giderek gererken arka kapı Davut tarafından açıldı, bakışları üzerimde sakinlikle dolandığında geri çekildi "İnin lütfen."

Dizlerimin üzerinde duran çantamı sıkıca kavradığımda, benim için açılan kapıdan aşağıya bir adım attım ve yerdeki keskin çakılların üzerine doğru indim.

Şimdi gözlerim daha net görebildiğim büyük malikanenin üzerinde dolanırken, ana verandanın ortasında ihtişamla duran oymalı kapının bir görevli tarafından açıldığını görebiliyordum.

Orta yaşlı bir yardımcı kadın, açtığı kapıyla güneşin batmasıyla kararmaya başlayan bahçeyi evin içindeki parlak ışıkla aydınlattı.

"Bu taraftan, beni takip edin."

Davut'un yönlendirmesi ile adımlarım o tarafa döndü, gözlerim tedirginlikle bahçede dolandığında sessizliğe yeminli gibi duran korumalardan çevirdim yüzümü, açılan heybetli kapıdan içeriye doğru bir adım attığımda, Davut'un peşinden ilerledim.

Solumuzda kalan büyük salon kapısından geçtiğimizde, sessiz odada yalnızca şöminenin çıtırtıları duyuluyordu.

Oldukça geniş olan salonun , bahçeye açılan cam kapılarının hemen önünde bir yemek sofrası kuruluydu.
Loş ortam ve salonu saran güzel yemek kokuları ile Davut'un bana içeriyi gösteren eli önümde uzandı.

"Geçin ve rahatınıza bakın Hicran hanım." dedi ve geri çekilerek az önce girdiğimiz kapıdan çıkarak beni burada yalnız bırakıyordu.

Adımlarım yavaşça çıtırdayan şömineye doğru tedirgince ilerlerken, bakışlarım büyük salonun ayrıntılarında geziyordu.
Geniş alanı doldurabilmek için iki ayrı bölümde iki ayrı oturma gurubu ve odanın köşesinde tavana kadar yükselen koca bir şömine vardı.

Arka bahçeye açılan camların önünde duran uzun yemek masası öyle genişti ki, ramazanda bizim mahalleye kurulsa her halde bir çok kişiyi ağırlama şansı olurdu insanın.

Şöminenin sıcağı yanında durduğumda tüm bedenimi sararken tedirgince karşısında konumlandırılan tekli koltuklardan birine oturdum.
Avuçlarımın arasındaki çantayı yavaşça yanıma bıraktığım sırada, kulaklarıma dolan topuk tıkırtılarıyla başım omzumun üzerinden arkaya döndü.

Salonun kapılarından giren genç ve güzel bir kadın elinde tuttuğu salata tabağı ile bana sıcak bir gülümseme bırakarak yemek masasına doğru ilerledi.

Kıyafetlerinden anladığım kadarıyla bir hizmetçi değildi, sivri topukluları ve üzerindeki zarif siyah tulumla , siyah saçları omuzlarından aşağıya salınırken, masaya bıraktığı salatayla birlikte bedenini bana döndü.

Ay gibi teni ve irice duran siyah gözleriyle sevecen bir ifade ile adımlarını yanıma çevirdi ve neşeli sesiyle konuşurken yanımda durdu.

"Hoş geldin Hicran, ben Nasya..." elini bana doğru uzattığında, genişleyen gülümsemesi beni rahatlatırken gülümseyerek oturduğum koltuktan kalkmama neden olmuştu.

"Memnun oldum Nasya..." diyerek uzanıp elini sıktım.

"Umarım açsındır.." dedi kıkırdarken tüm içtenliğiyle elini geri çekti ve şöminenin karşısındaki tekli koltuklardan birine çöktü, ve eliyle bana az önce kalktığım koltuğu gösterdi.

"Ayakta kaldın, otur lütfen." gülümseyerek yavaşça oturdum.

Bakışlarım bir süre üzerinde dolandığında, onun kim olduğunu sorgularken buluyordum kendimi.
Böyle sıcak kanlı ve içten olması yol boyu süren gerginliğimi alırken içten içe minnettardım bu tavra.

"Pars birazdan bize katılacak, öncesinde bir şeyler içmek ister misin?" bakışları salonun kapılarına döndüğünde, tok bir sesle konuştu.

"Melahat hanım, bakabilir misiniz?" dedi.

bakışları yeniden bana döndüğünde "Türk kahvesi?" dedi sorgular bir ifade ile, böyle hızlı bir diyalog beni şaşırtırken neyin içinde olduğumu sorguluyordum.

Salon kapılarından içeri giren kadın sevecen bir ifade ile yanımızda durdu.

"Buyurun hanım efendi?"

"Bizim için iki kahve hazırlar mısın?" bakışları yüzüme döndü. "İçeriz değil mi?" dedi sorgular bakışlarla.

"Ben sadece bir bardak su alsam yeterli olur aslında..." dedim sakin bir sesle.

"Pekala, bize iki bardak su getirebilir misin?" dedi yardımcı kadına bakarak.

"Tabi efendim."

Orta yaşlı kadın oyalanmadan salondan çıkarken, içimdeki merakı daha fazla bastıramadım. "Siz kimsiniz?" dedim fısıltıya yakın bir sesle.

"Ben yalnızca iyiliğini isteyen biriyim Hicran, " üstü kapalı bir cevap verdi.

"Sizi tanımıyorum Nasya hanım ve neden apar topar buraya getirildiğimi merak ediyorum.." gergince kımıldanırken.

"Biliyorum, tanışmadık daha önce, fakat Pamir denen şu adam, sanırım eşin oluyor." bakışları üzerimde dolandı.

"O benim eşim falan değil!" başımı yere eğdiğimde sabırsızca nefeslendi ve oturduğu koltukta toparlandı.

Sesindeki samimi tınıyla yeniden konuştu. "Bak ilk kez böyle bir şey yapıyorum, normalde, yani bizim normalimizde, Parsın işlerine pek karışma taraftarı değilim, onun kendine ait bir dünyası var ama sen... Senin olayını duyduğumda bir kadın olarak senin buraya getirilmeni isteyen bendim."

"Siz mi beni buraya kadar sürüklediniz!" giderek öfkelenirken yüzündeki gülümseme siliyordu.

"Evet bendim, Pamir sanırım seni bulabilmek için Parstan yardım istemiş ve inan bana Pars böyle şeylerle uğraşmayı seven bir adam değildir, seni doğrudan Pamir'e verebilirdi, yani yerini ona söyleyip bu işten sıyrılırdı, ama ben.." ellerini dizlerine yasladığında öne doğru eğildi ve devam etti konuşmaya

"Ben merak ettim Hicran, insan sevdiği adamdan neden kaçar merak ettim, bulunmamak için bu kadar çabalamanın sebebini bilmek istedim, burada tutsak falan değilsin öncelikle bunu bil, yalnızca eğer Pamir'i affetmek istemiyorsan bunu gözlerine bakarak anlamam gerekiyordu, istemezsen seni ona vermem." tüm ciddiyetiyle bana neden böyle iyilikle yaklaşıyor anlayamıyordum.

"Benden ne istiyorsunuz Nasya hanım? neden bu kadar düşünüyorsunuz ki beni?" dedim saklayamadığım merakımla.

Histerik bir gülümsemeyle ellerini dizlerinden çekti ve koltukta geri yasladın. "Çünkü insanın sevdiği kişiye ulaşamaması nasıl hissettirir biliyorum, Pamir'i böyle mahveden ayrılık seni nasıl etkiledi bilmiyorum ve tekrar ediyorum istemezsem asla karşılaştırmayacağım sizi ama bildiğim bir şey var ki böyle büyük bir kırgınlık yalnızca büyük bir sevginin eseri olabilir Hicran..."

Sözleri boğazımda tok bir kuruluk oluştururken, ağırca yutkundum.

Evet kırgındım.. Ona öyle kırgındım ki, öyle yaralı ve öyle acınası bir halde bıraktı ki beni, tüm bunlar sevgimin çokluğundan mıydı.
Bilmiyorum , bildiğim tek bir şey var ki o adam beni kullandı. Sonrasında yaşayacağım şeyleri düşünmeden yaptı bunu...

"Hanımlar."

Tok tını salon kapılarından bizi bulduğunda, bakışlarımız o tarafa döndü.

Pars Bey'in emin adımlarla bize doğru gelişini gördüğümde gözlerim Nasya'ya döndü.
Oturduğu koltuktan sevecen bir kıkırtıyla kalktığında küçük adımlarla kendine doğru gelen adama doğru ilerledi ve kollarını omuzuna sardı.

"Sonunda ya, nerede kaldın." isyan eden bir çocuk gibi çıkan sevecen ses Pars Katipoğlu'ndan sıcak bir gülümseme aldı.

"Halletmem gereken bir şey vardı yavrum, çok mu beklettim." elleri saçlarını usulca okşarken Nasya'nın şımarık bir çocuk gibi boynuna sokuluşunu görüyordum.

Yüzümde bastıramadığım bir gülümseme oluşurken aralarındaki dinamiğin böyle naif oluşu beni hayrete sürükledi.

Bu adam o gün şirkette gördüğümüz o küstah ve kibirli adam olamazdı, şimdi bu kadını gördüğünde takındığı hassas tavır ve puslu gözlerine yerleşen canlı ışıltı beni şaşkına çevirirken Nasya'nın kim olduğunu az çok anlıyordum.

"Güzelim." Pars Katipoğlu'nu sıcak sesi sert mizacını yumuşatırken kendine sarılan kadının yanağına içten bir öpücük bırakmasına neden olmuştu.

"Hicran geldi." dedi Nasya kollarını Pars beyin omuzlarından geri çekerken, Pars'ın bana dönen gözleri resmiyete bulanırken başını hafifçe salladı ve sakin bir tonlamayla "Hoş geldin." dedi

Bir an , yalnızca bir an Pamir'i özlerken buluyordum kendimi...
Şimdi şu an burada olsa, koşup boynuna atlamak isterdim bende.
Bana tüm bunları yaşatmamış olsa bir saniye düşünmez kollarına atlardım, tüm tedirginliğimi ve sızlanmalarımı onunla dindirirdim..

"Hoş buldum." dedim oturduğum koltuktan kalkarken.

Bana doğru geldi ve mesafesini koruyarak yeniden konuştu. "Tokalaşmak isterim fakat sanıyorum ki bu sana pek uygun olmaz." anlayış dolu ses beni bir kez daha dumur ederken Nasya hızla yanımızda durdu ve Parsın koluna usulca sarıldı.

"Hadi sofraya geçelim." dedi cıvıldayan sesiyle.

Parsın kolu yavaşça kolunu saran kadının ellerinden ayrılıp omuzuna doğru yükseldiğinde onu sıkıca bastırdı kendine, "Geçelim bakalım.." dedi ve bedenlerini arkaya dönerek yavaşça sofraya doğru ilerlediler.

Bende peşlerinden gittiğimde, bu gece daha nasıl tuhaf bir hal alacak kestiremiyordum.

Masadaki sandalyelerden birine oturduğumda, hizmetliler çoktan servise başlamıştı.

Bakışlarım Pars Katipoğlu'nun üzerinde dolanırken, beni neden buraya getirdiğini merak ediyordum. gerçi Nasya bana, bunu isteyenin kendisi olduğunu söylemişti ama peki bundan sonra ne olacak?

"Aslında.." dedim kesik bir sesle konuşurken, henüz biten servisin ardından dikkati üzerime çekiyordum.

"Ben yemek yemeğe gelmedim, yalnızca adamınız beni sürüklemekle tehdit ettiği için buradayım ve eğer bir tutsak değilsem ki kız arkadaşınız bana öyle olmadığımı söyledi , gitmek isterim." dedim.

Pars Katipoğlu gergince oturduğu sandalyede toparlandığında ellerini önündeki masaya yasladı ve baskın bir hırıltıyı andıran sesle konuştu. "Karım. " dedi uyarıcı bir göz ifadesi ile "Nasya benim karım, kız arkadaşım değil. Sana gelince, Pamir'de senin erkek arkadaşın değil, kocan! onu en azından dinlemeye tenezzül etsen fena olmaz!" azarlayıcı sesiyle olduğum yerde kaldım.

Az önce nerede o kibirli adam dediğim Pars tamda şu an karşımdaki Pars Katipoğlu'ydu.

"Hayatım, sakin ol.." Nasya uzanıp elini tutuğunda yavaşça çekti ellerini karısının elinden.

"Yaşanan her neyse, tek taraflı bir yargıya varman ahmakça. Buradasın çünkü Nasya seni dinlememiz gerektiğini ve neden böyle içerlediğini anlamamız gerektiğini söyledi ama bu iş bana göre değil. Seni dinlemek yada anlamak istemiyorum. Pamir'le bir ortaklığımız var ve benden yardım istedi, kadınsal buhranlarınla uğraşmak pek bana göre değil Hicran, o yüzden çocukluk yapmayı bırak ve konuş onunla." Geri yaslandığında bakışları kapıya döndü.

"Davut , Pamir'i içeri alın." dedi.

Sesindeki üstünlük beni olduğum yerde kaskatı keserken Nasya şaşkınlıkla Pars beye baka kalıyordu.

"Ne yaptın sen... bunu konuşmuştuk.." dedi afallamış bir ifade ile.

"Olması gereken buydu sevgilim." oturduğu sandalyeden kalktığında uzanıp Nasya'nın elini tuttu ve birlikte masadan uzaklaştılar.

Odanın kapılarından çıktıklarını duyabiliyordum, şimdi orada öylece kalmış neredeyse inme inen bedenimle Pamir'in kollarına nasıl atıldığımı anlıyordum.

İçeri dolan tok ayakkabı sesleriyle gelenin o olduğunu anladığımda sırtım kapıya dönük bir şekilde hiç kıpırdamadan kaldım, oturduğum sandalyede.

"H-hicran..." titrek sesi kulaklarıma ulaştığında, günler sonra onu duymak genzimi deli gibi yakarken gözlerimi dolduruyordu.

"Hicranım..." adımları giderek yaklaşırken sesi de yaklaşıyor ve beni ağlamak istemememe rağmen yakıcı yaşlara mecbur bırakıyordu.

"Sonunda..." dedi sesi boğuk bir matem gibi çıkarken bir kaç adım arkamda durduğunu hissediyordum.

Loading...
0%