Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm-Elimde Olsa...

@nurdogru26



Keyifle okuyacağınız bir bölüm bırakıyorum , Desteklerinizi unutmayın... onlar benim için çok önemli, iyi ki varsınız, siz olmasanız bende olmazdım, muhtemelen kimse okumasa yazmayı bir yerde bırakırdım, o yüzden sabrınız için teşekkür ediyorum ve iyi ki varsınız diyerek sizi bölümle baş başa bırakıyorum ❤❤🥰

...............................

🎗


Toplantının başından beri, Almanlar ve Pamir Boratav arasında çekişmeli kural oyunları dönüp duruyordu..

Asistanı çiçek hanım orta yolu bulmaya çalışıyordu, ama Pamir Boratav , Pamir Boratav'dı işte, onun kendine has doğruları vardı, ketum herif.


Hiç bir şey demese dahi, aynı orantıda sinir edebilirdi insanları, bunu dik bakışlarını üzerinize dikerek yapabilirdi.

"Senin düşüncen ne?"

Daldığım düşüncelerle boğuşmayı, Niko Bey'in seslenişiyle yarıda keserek, bana fikrimi sormasının Tatminkârlığı ile, derin bir nefes aldım.

Masadaki gözler bana döndüğünde, bakışlarım küstahça Pamir Bey'e dönüyordu..
Bakışları yüzümde sabitlendiğinde, kısılan çekik gözleri ile beni dikkatle dinlediğini görüyordum.

"Bana sorarsanız, Niko bey.." bakışlarımı solumda oturan Niko Boratav'a çevirdim.

"Ortak bir nokta herkesin hayrına olabilir.." bakışlarımı İlerideki sandalyede memnuniyetsiz bir ifade ile oturan bay John'a çevirdim..

"Eine Gemeinsamkeit kann allen zugute kommen." yaptığım Almanca çeviri ile, yüzündeki sert ifade yumuşadı..


" Ich bin froh, wenn Mr. Pamir sich auf eine gemeinsame Basis treffen kann, Ma'am."
"Bay Pamir ortak bir noktada buluşabilirse sevinirim hanımefendi." gülümseyerek bakışlarını Pamir Bey'e çevirdiğinde, Pamir bey bana bakıyordu.

"Düşüneceğim." dedi kararlı bir sesle sandalyesini geri iterken..

'Dalga mı geçiyor benimle ? Adama böyle kafa tutarsa, işleri yokuşa sürecek , görmüyor olamaz.'



Toplantı odasından asistanı ile çıkarken, peşinden kalkıp, çıktım peşlerinden.

"Pamir bey." sesim koridorda yankılandığında, odasının kapısında durup bana çevirdi bakışını.

"Evet." havalanan kaşları ile , küstahça süzdü beni.

"Neden ortak bir çıkarda buluşmak sizin için bu kadar zor ? Adamlar ne deseniz kabul ediyor, ama onların istekleri sizden neden Ret cevabı alıyor ? söyler misiniz?" ona doğru bir kaç adım atıp, yanına yaklaştım.

"Benim kararlarımı sorgulamaya olan bu merakın, komik gelmeye başlıyor artık." yüzünde belli belirsiz bir gülümseme yayılıp ardından kayboldu.

"Sizin arkanızı toplamak alışkanlık haline geliyor olmalı." dedim iğneleyici bir kinaye ile.

"A, öylemi dersin.." yönünü bana dönüp son adımla dibimde durdu..

"Öyle. Sizi sürekli verdiğiniz yanlış kararlardan vazgeçirmeye çalışırken buluyorum kendimi, bunun başka ne gibi bir açıklaması olabilir ?" ellerimi göğsümde birleştirirken, gözlerini alayla devirdi.

"Aslında var ya, bence de gözlerini benden başka bir yere çevirmelisin, sonuçta patronun değilim, yapacağım yanlışlar seni doğrudan etkilemiyor olmalı?" haklıydı..

Ben neden karışıyorum ki, bana ne Pamir Boratav'ın müşteri kaybından, aksine benim patronum onun tam olarak bunu yapmasını istemiyor mu? derdim ne be benim.

Geriye doğru bir adım atıp, her hangi bir cevap vermeden çıktığım toplantı odasına geri giriyordum..

Almanlar ayaklandığında, Niko Bey'i onlara doğru uzattığı eliyle beraber buluyordum odada, Bay John bakışlarını bana çevirdi..

"Ich hoffe, Sie können Ihren Boss überzeugen, Ma'am."
"Umarım patronunuzu ikna edebilirsiniz hanım efendi." dedi yumuşak bir sesle..

"Er ist nicht mein Chef"
"O benim Patronum değil... " diyebildim sadece ..

Gülümseyerek çıktı odadan, o ve yanında getirdiği Yardımcıları..
Niko Boratav bakışlarını bana çevirdi.

"İyi bir hamleydi ortak." bana göz kırparak toplantı odasından çıkıp gözden kayboldu..

Ne hamlesi, bu numara değildi, gerçekten ortak noktada buluşmaları gerek, aksi halde bu işi berbat eder..


🎗


İçeri girdiğimde, odanın kapısı Çiçek tarafından kapatılıyordu..

"Efendim, işi neden yokuşa sürüyoruz?" sesindeki meraklı tını ile bakışlarımı yüzüne çevirdim.

"Vardır bir sebebi." kestirip attığımda, yılgın bir şekilde omuzlarını aşağıya çökertti ve istemsiz bir nefes eşliğinde konuştu.

"Size ne yapacağınızı söyleyecek değilim, ama-"

Sözünü kestiğimde, çoktan masama doğru ilerleyip, kendimi deri koltuğa bırakmıştım.

"Konuşma o zaman Çiçek, sen sana denileni yap. işime de karışma." keskin ses tonu, susup durumu kabullenmesiyle karşılık buluyordu.

Kapı tıklatıldığında, bakışlarım yüzünden arkasındaki kapıya döndü.

"Gel." 

Açılan kapı ile, adını bilmediğim stajyerlerden biri, kafasını aralıklı kapıdan içeriye çevirdi.

"Rahatsız ediyorum efendim, ama Çiçek hanımın gelmesi gerek.." gözleri tedirginlikle yüzümde gezindiğinde, çiçek konuşmaya dahil oluyordu.

"Lale mi uyandı?" dedi sessiz bir fısıltıyla.

"Evet efendim, 10 dakika önce uyandı ama , oyalayabildiğim kadar oyaladım." kızın sesindeki tereddütle, bu durumla uğraşacak kafam olmadığını biliyordum.

"Her neyse." dedim önümdeki bilgisayarı yavaşça açarken.

"İzninizle, karnını doyurup hemen işimin başına dönerim." dedi

"Bak sen işine, zaten bugün erken çıkacağım."

Başını olumlu bir ifadeyle sallayarak açık olan kapıdan dışarıya çıktı.

Odada yalnız kaldığımda, derin bir nefes eşliğinde masanın üzerindeki telefona uzandım.

Çevirdiğim numara ile Serdar'ın sesi kulaklarımda dolandı.

"Buyurun Pamir bey."

Hızla yürürken sesi nefes nefese geliyordu...

"Odama, çabuk."

Kapattığım cep telefonunu masaya doğru bırakarak geriye yaslandım...
Gözlerim tavana döndüğünde , Niko ile yaptığımız saçma anlaşma zihnimde yeniden oynuyordu.

"Aptal." tükürürcesine konuştuğumda, sözlerimin hedefinde Hicran vardı.

O aptal kızı tüm bunlardan kurtarmak istemiştim ama, anlaşılan saçma sapan bir hırs içindeydi.
Gözünü nereye dikti bilinmez ama, hedefine attığı her adım hayatını kaydıracak haberi yok.

Odanın kapısı tıklatıldığında seslendim.

"Gel."

Serdar içeri girerek açtığı kapıyı kapatıp bana doğru yaklaştı.

"Aç kulaklarını iyi dinle, Hicran hakkında bir dosya hazırlamanı istiyorum..."

Söylediklerim karşısında kafa karışıklığı ile kırıştı alnı.

"Anlamadım Pamir bey , nasıl yani?..."

"Hicran kim? kaç doğumlu?... Ailesi nereli? Anne babası ayrı mı? Kaç kardeşi var? sevdiği sevmediği şeyler, alerjisi var mı? hastalıkları ? aklına ne gelirse işte, hangi okuldan mezun? okulu nasıl bir dereceyle bitirmiş? en sevdiği renk? hepsi."

"P-peki..." 

İsteğime bir anlam veremese de, istediğimi yapacaktı biliyorum...
Benim o dosyalara en hızlı şekilde ihtiyacım vardı, özellikle Niko şerefsizi onun böyle dibindeyken işler biraz karışıyordu.

Şirketimi öylece, aptal bir kızın bir kaç romantikliğe kanışına kurban edemezdim...
İşi ele almam gerekiyordu...

"Şimdi git, bu akşam bütün bilgilerin içinde bulunduğu bir klasörle yanımda olacaksın." gözlerim üzerinde gezindi.

"H-hemen mi..." şaşkınlıkla aralandı dudakları.

"Hemen Serdar. Acele edeceksin, ve kimseye bir şey sezdirme."

Kafasını onaylarcasına salladı ve hızla çıktı odadan..


🎗



Kafeteryaya giden merdivenlerden birer birer inerken, gözlerim şirketin içindeki yargılayıcı bakışlarda gezindiğinde, derin bir nefes aldım.

İçimde durmaksızın tekrar eden 'Benim burada ne işim var' duygusu işleri hiç kolaylaştırmıyordu.
Anksiyetem böylesine yargılayıcı bir çalışma ortamında, deli gibi tetikleniyordu...
Ama bastırmam gerekiyordu, her şeyden önce bu işe ihtiyacım vardı, Aileme yardım etmem gerekiyordu... pek onaylamasam da Niko Bey'inde yardımıma ihtiyacı olduğu açıkça ortadaydı.

İndiğim basamaklardan, yönümü ilerideki kahve standına doğru çevirdim, makinenin yanına ilerlediğimde seramik kupalardan birini alarak yönümü kahve makinesine çevirdim.

Altına yerleştirdiğim kupa ile kahve makinesinin düğmesine bastım ve hazırlanmasını beklemeye başladım...

Gözlerim önümdeki kupaya ince ince akan kahveden, beni izleyen fısıltılı kız grubuna çevirdim gözlerimi.

Kibirli bakışları gereksiz bir alayla üzerimde gezindiğinde, sinir sistemimin minik zedelenmeler aldığını hissediyordum...

Normal şartlarda, her birini teker teker başımdan savuşturmayı bilirdim ama, gel gör ki bugün resmi olarak şirketteki ilk günüm, ve göze batmak istemiyorum.

"Hicran hanım..." 

Duyduğum sesle beraber, bakışlarımı kızlardan arkamda kalan stajyer kıza çevirdim.

Boynunda asılı olan staj kartında gezinen gözlerimle , ismini de görerek cevap verdim.

"Efendim..."

Heyecanlı adımlarla elindeki Tabletle bana doğru geliyordu.

"Mine ben..." dedi nefes nefese bir sesle..

"Memnun oldum Mine..." dedim gözlerim yaka kartında bir kaç saniye gezinip yüzüne döndü.

"Şirket yılığı için, bir kaç sorum olacaktı...Müsaitseniz tabi..." heyecanlı bir sesle konuşurken, öten makine ile, dönüp kupayı elime aldım.

"Olur... bir kaç dakika ayırabilirim."

Birinin bana böyle sıcak davranması iyi hissettirmişti..

"Çok teşekkür ederim, şirketteki herkesi tanırız, ama sizin hakkında..." saçlarını kulağının arkasına verirken tebessüm ederek, ilerideki masalardan birine doğru ilerledim ve oturdum.

Yanımdaki Sandalyeyi çekerken, gözleri heyecanla bana döndü ve olduğu yerde sabırsızca kıpırdandı.

"Sor bakalım..." genişçe gülümsedim...

"T-tamam..." gözleri önündeki ekrana döndüğünde başladı sorularına...

"Öncelikle doğum yılınız, gün ay yıl haliyle..." gözleri ekrandan yüzüme döndü..

"25.09.1998..."

"Harika, terazi burcusunuz demek, bende ikizler, ikimizin de hava gurubu olması ne güzel..." heyecanlı sesi beni güldürmüştü.

"Pek anlamam burçlardan, ama böyle mutlu olduysan bu iyi bir şeydir..." gülerek, başını salladığında, sıradaki soruya geçmek için sabırsızca gözlerini ekrana çevirdi.

"Doğum yeriniz?" 

"Bursa, ama aslen Orduluyum..."

.parmaklarımın ucundaki kupadan bir yudum aldığımda, heyecanla aldığı notları tabletine ekliyordu.

"Kalabalık bir ailede mi büyüdünüz?"

Gülümserken, kaşları merakla havalandı.

"Çekirdek ailem o kadar kalabalık değildi, bir abim var ve iki kardeş olarak büyüdük, sence kalabalık mıyız?" gülerek kahveden bir yudum daha aldığımda, ilerideki kızların süzülerek yanımdan geçerken alaylı bir kahkaha ile bana baktıklarını görüyordum.

Derin ve hırs dolu bir nefes çektim içime.

"Ne şans ama, ben 5 kardeşle büyüdüm ve inanın işler hiç kolay olmuyor..." kendi söylediğine bastıramadığı bir gülüşle konuşurken, bende tebessüm ettim.

"Okul olarak, nereden mezunsunuz?"

....Sorguları geçen yarım saatin ardından biterken, kahvemde çoktan bitiyordu.
Aldığı bütün ufak tefek bilgilerle sandalyesini geri sürerek kalktı masadan.

"Teşekkür ederim, bu yıllık işi bazen sıkıcı olabiliyor, insanlardan ne ukala tavırlar görüyorum bilemezsiniz... ama siz çok tatlısınız..." heyecanla elindeki tablete sarılarak, parlayan gözlerle konuştu.

"Elimden ne gelirse..." diyerek kalktım sandalyeden.

"O zaman... görüşürüz..." gülümseyerek gitmek için izin istercesine başıyla arkasındaki merdivenleri gösterdi.

"Görüşürüz, kolay gelsin..."

Beklemeden merdivenlere yöneldiğinde, bende peşinden yavaş yavaş ilerledim...
Giriş katına geldiğimde, Karşılamada her şeyden habersizce önündeki bilgisayara kitlenmiş Necla'ya doğru bir kaç adım attım.

Burada işe başladığımdan habersizdi, ona söyleyecek vaktim olmamıştı, kendime bile yeni yeni haber veriyor gibiydim... Şirkete geldiğimizde henüz gelmemişti, doğal olarak haberi de yoktu.

"Kolay gelsin..." kollarımı danışma masasına yaslayarak, bir süre onu izledim.

ama beni duymuyor gibiydi, bu durum beni güldürmeye başladığında, yineledim sözümü...

"Çok pardon, insan kaynaklarıyla görüşebilir miyim?" kıkırdayarak konuştuğumda, gözlerini bana doğru çevirdi..

"Tab-"

Duraksayarak gözlerini hayretle açtı... hızla etrafı süzdüğünde, heyecanla ayağa kalktı.

"Hicraan..." açılan ağzıyla şaşkınlıkla bana bakıyordu.

"Neclaaa..." dedim gülerek.

"Senin... burada ne işin var ?" gülerek bana bakıyordu...

Daha doğrusu olan bitene bir anlam vermeye çalışıyor gibiydi...

"İşe başladım burada, bilmiyor olamazsın..." şakayla karışık bir göz devirme eşliğinde, gülerek dikkatimi toparladım.

"Pamir bey mi aradı..." heyecanla gözlerini benimkilere diktiğinde, yüzümdeki gülüş siliniyordu.

"Hayır." kestirip attığım, beklemeden konuştu.

"E o zaman..." 

"Niko Boratav'ın yeni asistanıyım..." diyebildim...

"NE."

Yüksek çıkan sesini bastırarak, dikkatini topladı ve bu kez fısıltıyla konuştu.

"Dalga mı geçiyorsun..." dedi

"Hayır Necla, ne dalga geçeceğim. Niko bey bu gün evime gelip, bana bir iş teklifinde bulundu, bende kabul ettim..."

Kaşları çatılırken, burnundan derin bir nefes çekti.

"O Adam'ı sevmiyorum..." dedi dirseklerini benim yaslandığım masaya dayarken.

"İyi biri gibi, biraz tuhaf ama... en azından abisi gibi itici bir tip değil." alayla kıvrıldı dudakları.

"Pamir bey mi itici, Allahtan da korkun kalmamış..." kıkırdayarak kolunu benimkine çarptığında, bende gülmeye başladım..

"itici tabi, her şey öyle bir kara kaşa kara göze bağlı değil, boy pos devede de var, biraz insanlık lazım insanlık. "içimdeki gereksiz bu öfkeye bir anlam veremezken duraksadım..

"Sende var ya, görende adam canına kast etti sanır, altı üstü görüşleriniz uyuşmuyor..." Pamir'i korurcasına konuştuğunda, bıkkın bir nefes verdim.

"Sen ve Pamir Bey'e olan hayranlığın..." histerik bir gülüşle geri çekildim.

"Bebeğim ona bu şirkette hayran olmayan tek bir kadın varsa, O'da sensin..." dedi kıkırdayarak.

"Neyse, benim artık işimin başına dönmem gerek, çıkışta görüşürüz... beklersin değil mi beni, beraber dönelim mahalleye."

"Olur olur, zaten bugün işim geç bitecek gibi..." yılgın bir nefesle masasının üzerinde üst üste duran mavi klasörleri gösterdi.

"Sana kolay gelsin o zaman..." gülerek onu arkamda bırakıp, asansöre doğru ilerledim...

Ortalarda asansöre binecek bir Allah'ın kulu bile yoktu, ama 12 katı çıkacak enerjimde öyle...

Açılan asansörün kapıları bana Niko beyi sunduğunda, şaşkınlıkla gözlerimi ona çevirdim.

"Benim acil çıkmam gerek, ama sende gelsen iyi olur... " alnı kırışırken benden bir cevap bekliyordu.

"T-tabi..."

Yan asansör açıldığında, Pamir Boratav bir kaç adım atarak hemen yakınımızda durup, gözlerini bize çevirdi.

"Sen çantanı alıp gel, ben otoparkta bekliyor olacağım."

Niko bey aceleyle beklemeden çıkışa doğru ilerlerken, içimi saran sıkıntı ile bakışlarım Asansöre binecek birini aradı hızlıca bir süzme eşliğinde.

Ama yoktu, sanki Lanet şirkette herkes gideceği yere çoktan varmıştı ve kimsenin asansöre ihtiyacı yoktu!

Gözlerim boş kabine döndüğünde, sertçe yutkundum... geri yalnız çıkmam gerekecekti, ya yine bozulursa diye düşünmeye başladım...

Ya yine içeride kalırsam...

"Sorun ne?" 

Pamir Bey'in sesiyle, gözlerinin üzerimde gezindiğini hissettim..

"H-hiç..." bakışlarım kabine döndüğünde, yineledi soruyu

"Rengin attı... var işte demek ki bir sorun." bana doğru yaklaştığında, açık kabinin önünde durdu.

Gözlerimiz kabine döndüğünde, hafifçe öksürdü ve konuştu.

"Telefonumu yukarıda unuttum... lanet olsun..." beklemeden kabine doğru bir adım attı ve içeride yüzünü bana döndü.

"N-ne..." şaşkınlıkla ona bakıyordum.

"Ne, ne? odada telefonum kaldı, almam gerek." bakışları düğme paneline döndüğünde, beklemeden içeriye girdim.

Aldığım derin nefesle beraber, uzanıp 12. katın düğmesine bastı.

Bilerek mi yapmıştı... o her hangi bir şeyi unutacak türde bir adam değildi, korkumu görüp... benim için mi yaptı bunu...

Çalan telefon ile, ceketinin cebine sokuşturdu elini.

'Bilerek...

Hızla sessize alıp geri sokuşturdu cebine.

Şüphelerim doğru çıkıyordu... benim için yeniden çıkıyordu onca katı, peki ama neden? ne garip adamsın sen Pamir... insanın düşüncelerini tepetaklak eden türde birisin...

"Telefonunuz..." dedim yavaşça yutkunurken.

"Anlaşılan bendeymiş..." gözleri yere dönerken, yüzümde bastıramadığım bir tebessüm oluşuyordu.

"Teşekkür ederim Pamir Bey..." dedim fısıltı ile.

Hafifçe bir nefes eşliğinde gözleri yüzüme döndü...
Kapkara gözleri benim gözlerimle buluştuğunda, sertçe yutkunuşunu görebiliyordum, orada öylece çıktığımız bütün katlar boyunca, bir birimize baka kalıyorduk...

Öyle ki sonunda duran asansörün kapıları açıldığında bile, kafasını toplarcasına sallayarak, bakışlarını benden ayırdı.

"İyi günler..." beklemeden çıktı asansörden ve odasına doğru hızla ilerledi..

Bende az önce yaşanan şeyin sersemliği ile, kızaran yanaklarımla beraber çıktım peşinden... onun tersinde kalan odaya doğru ilerlediğimde, kalbimin içindeki bu ritimsiz atışa bir anlam veremiyordum...

"Ne oluyor Hicran..." azarlarcasına çıkan sesimle hızla odaya yöneldim..

Masanın üzerindeki çantamı ve cep telefonumu alarak, beklemeden çıktım odadan.

Gözlerim asansöre döndüğünde, birilerinin önünde bir şeyler konuştuğunu gördüm, beklemeden koşarak yanlarına ilerledim...

En azından bu kez yalnızlık gibi bir tereddüttüm olmayacaktı...

Yanlarına yaklaştığım kızlar, gözlerini üzerimde gezdirerek benden bir kaç adım ileriye kaydılar.

Arkamdan duyduğum ses, Çiçek hanıma aitti, telaşla topuklularıyla bize doğru geldiğini henüz gördüğüm Pamir beye doğru ilerledi.

"Efendim... çıkmadan, bu akşam ki aile etkinliğini hatırlatmak için..."

"Haberim var." dedi homurtulu bir rahatsızlıkla..

"Sanki unutabilirmişim gibi." hızla yönünü asansöre doğru çevirdiğinde yandaki asansörün önünde durup uzandı ve düğmeye bastı.

Bakışları bize doğru döndüğünde, gözleri kızların arasında beni buldu.

Açılan asansör kapısı ile, gözleri boş kabine döndü...

Bizim Asansörümüzde aynı anda geldiğinde, bende yönümü önümdeki asansöre çevirdim ve içeriye doğru ilerledim.

Hali, hazırda içeride 4 kişi vardı ve ben dahil 5 kişi daha kabine girdiğimizde, kapılar kapandı.

Telefonumu koluma taktığım çantanın içine bıraktığımda, asansörün ışıkları göz kırptı.

Korkuyla gözlerimi yukarıya çevirdiğimde, kabinin sarsılarak hızla inmeye başladığını anlıyordum..

"Hayır.. hayır..." korkuyla yanımdaki duvarı tuttuğumda, asansörün içi çığlık sesleri ile doluyordu.

Yere çökerek, gözlerimi sıkıca yumdum...

Bağıramıyordum, panik halinde bağıramazdım... sesim çıkmazdı benim... sadece gözlerimi sıkıca yumdum ve dizlerimin üzerine oturdum...

Atılan çığlıklar beni gererken, nefeslerimin daraldığını hissediyordum, aldığım derin soluklarla kendi kendime tekrarlamaya başladım...

"Yine mi... yine mi..." korkudan titremeye başladığımda, Asansör sertçe durdu... muhtemelen bir yere takıldı ve kaldı katlardan birinde...

İçeridekiler beni ezercesine ön tarafa doğru yaklaşıp kapıyı yumruklamaya başladı..

Ezilmemek için, aldığım derin soluklarla kendimi geriye sürükledim...
Gözlerim ansızın dolan yaşları yanaklarımdan aşağıya bırakırken, içimdeki panik giderek yükseliyordu.

Ellerimi kulaklarıma dayayarak yerde oturup sırtımı asansörün aynasına yasladım.
Dizlerimi kendime çektiğimde, dışarıdan gelen seslerle, sıkıca yumduğum gözlerimi araladım...

Duyduğum cılız ses, önümde duran kızlardan birine sizi oradan çıkaracağız diye sesleniyordu...
En azından bu kez , birileri daha erken fark etmişti yalnız olmamanın verdiği güçle, yüzümdeki yaşları silerken, akan burnumu sertçe çektim içime...

"A-Allah kahretsin... yaa nefret ediyorum bu şirketten..." ağlayan panik halindeki kızı arkadaşı sakinleştirmeye çalışsa da, onunda korkuyla kabini süzüşünü görebiliyordum.

"Nefes alamıyorum..." kendi kendime yaptığım bu fısıltılı itirafla, boğazımı saran görünmez bir el beni öldürmeye çalışıyor gibiydi.

"N-ne..." ağlayan kız bana bakarken, korkuyla açıldı gözleri..

"N-nefes..." elimle göğsümü gösterirken, giderek yükselen adrenalinle, kulaklarım çınlıyordu.

"Bir şey oluyor..." bağırmaya başladı..

"Kıza bir şey oluyor... ay ölüyor mu.. Biri yardım etsin..." panikle olduğu yerde çırpınırken, bana dakikalar önce attığı ters bakışların aksine bu yaptığı iyi hissettirse de, odağım kayıyordu..

"Nefes alamıyor.. " dedi yanındaki arkadaşı diğerlerine dönerken.

Onların bir şey yapmasını bekliyor gibiydi ama kimse bir şey yapmadan bakıyordu.

"Çabuk olun... kız ölüyor..." biri asansörün kapısından dışarıya bağırdığında, kapı dışarıdan bir şeylerle zorlanmaya başladı...

Eşarbımın önündeki iğneyi yavaşça açtığımda, ortamdaki oksijen sanki son kırıntıya ulaşıyordu.

Gözlerim kayarken, kapının açılışını görüyordum... içeridekiler telaşla dışarıya çıktıklarını uzandığım asansör zemininden görürken, gözlerimi usulca kapatıyordum.

"ÇEKİL!" 

Pamir Bey'in sesiyle hırıltılı bir nefes çekerek araladım gözlerimi.

Dışarı çıkan kalabalığı yararak hızla kabine giriyordu.

"Hicran..." beklemeden beni kollarına aldığında, neye uğradığı şaşırıyordum, bedenim geniş kollarda salına salına kabinden dışarıya hızla ilerledi.

Nefesim giderek bir düzene girse de, deli gibi titrediğimi hissediyordum..

Elini refleksle yüzüme atarak yavaşça okşadı.." Şşşşş... bak bana.. derince..." kaşları çatılırken, nefes nefese konuşuyordu.

"Benimle beraber alıp ver nefesini Hicran, benimle beraber... duyuyor musun?"

Panikli halini sakinleştirmek için konuşulmak istiyordum ama nefesim o kadarda düzende değildi, sadece gözlerimi yavaşça yumup açtım.

"Güzel.. beraber... bir.." derin bir nefes çekti içine..

"Ver..." nefesini dışarıya verirken onunla aynını yapıyordum..

"Ve iki..." dedi ve ardından aynı anda ikinci derin nefesi aldık..

"Verelim..." dedi kafasını söylediklerini desteklercesine sallarken..

Aynı anda verdik nefeslerimizi, deli gibi çarpan kalbimin ritminin bir düzene girip, soluklarımın sakinleştiğini hissedebiliyordum, artık boğazımdaki o görünmez el uzaklaşmıştı, kendime gelebildiğim noktada, kollarından aşağıya inmek istercesine yere baktım.

"İyi misin?" dedi tereddütle

"E-Evet..." Lanet olsun... bu kadar yakın olmak iyi hissettirmiyor... bırak beni...

"Yavaşça .." dedi ve ayaklarımı yere bırakarak, elini belime sarıp ayakta durmamı destekledi, benden onu iyi olduğuma inandıracak bir hareket bekliyordu.

"İyiyim.." geri çekilerek, belimi sert ellerin temasından kurtardım.

Etrafım dönerken, çevremizdekiler içeriden çıkıp sinir krizi geçiren kızın etrafında toparlanmış, kimse dönüp bize bakmıyordu.

Bu iyi hissettirmişti, birinin beni Pamir Boratav'ın kollarında görmesini istemezdim.. sanırım.

"Bak iyi değilsen... bir hastaneye-"

"İyiyim... sadece gerildim.."

"Panik atağın var..." gözleri kısılarak beni süzdüğünde, başımı onaylarcasına salladım.

"Ben... teşekkür ederim, yani ne diyeceğimi bilemiyorum.. Her şey için sağ olun..."

Zar zor gülümseyerek yönümü asansöre çevirdim... İçerideki çantama bakarak kabine girmek ve girmemek arasında kalıyordum...

"Ben hallederim..." Pamir bey hızla yanımdan geçip, kabinde yerde duran çantamı aldı ve bana doğru döndü.

"Hadi seni eve bırakayım..." yanıma kadar beklemeden geldiğinde, elini dikkatle sırtıma yerleştirdi, dokunuşları rahatsız etmiyordu...ama rahatsız ediyordu.

Sebebi ona yaklaşınca içimde ki bu gereksiz telaş mıydı bilinmez ama dokunmasın istiyordum bana...

Sırtıma yada Yüzüme..

"Niko bey beni bekliyor, böylece gidemem.." uzanıp elindeki çantayı aldığımda, sinirle gerildi çene kası.

"Niko bey." sert bir nefes çekti içine.

"Evet.. izninizle.." yavaşça yüzümü çıkış kapısına doğru döndüğümde, suçlulukla kaçıyordum ondan..

"Neden Hicran?"

Arkamdan duyduğum sesle, yönümü Pamir Bey'e döndüm.

"Ne neden Pamir bey?" şaşkınlıkla gözlerimi gece gibi gözlerine çevirdim.

"Benim değil de onun asistanısın? neden?" ne...

"A-anlamadım..?" 

"Dün gece..." sesini kısarak bana doğru hızla ilerledi ve yanıma gelerek gizli bir şeyi anlatır gibi konuştu.

"Dün gece hayatımdan defol git dedin... bende istediğini yaptım. Ama şimdi kardeşimin Asistanısın.. yani anlamıyorum? aydınlat beni..." sorgulayıcı gözleri yüzümde başıboşça dolandı.

"Siz beni istemediniz Pamir bey.." gözlerimi iki dipsiz kuyudan yere çevirdim ve devam ettim... "Siz beni görmeye bile tahammül edemiyorsunuz.." sesim içime kaçıyordu sanki, Hicrancım kendine gel.

"Sende Pamir olmazsa Niko olur dedin.." sert çıkan sesiyle, bakışlarım yüzüne döndü.

"Ne?" dudaklarım hayretle aralandı.

"Sorum gayet açık. ben olmazsam Kardeşim olur öyle değil mi ?" çene kası yavaşça gıcırdadığında, neden bahsettiğini anlayamayarak konuştum.

"Siz etrafınızda kapalı birini istemeyen, keskin görüşleri olan bir adamsınız. Şimdi buna bu kadar içerlemeniz neden... ben anlamıyorum.."

"Niko değil öylemi?!"

Sesi , sıkarak konuştuğu dişlerinin arasından hırlarcasına çıktığında, histerik bir gülüşle konuştum.

"Kesinlikle öyle, en azından bana örtümden dolayı hakaret etmediği açıkça ortada..."

Durdu, gözlerini yüzümden kaçırırken, derin bir nefes aldı...

"Özür dilerim.." NE.

"A-anlamadım.." ne yapıyorsun sen... şimdi neden yani..

"Sebeplerim var, sizlere... yani dinini böyle yaşayan bu kesime karşı içimde oluşan bu önyargının, bir sebebi var... ama yanlıştı kabul ediyorum..."

"P-peki.. en azından farkındasınız.." sıcak bir tebessümle karşımdaki bu suçlu hisseden adama baktım... İyi bir adamdı, ama sanki nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu, ilginç ama gerçek buydu...

"Neye yarar bilmiyorum ama, seni kırdığım için, inancını küçümsediğim için üzgünüm... keşke elimde olsa da, seninle en baştan tanışabilsek..." gözleri yerden bana döndüğünde, nefesimi tuttum..

Kapkara gözler... içime ince ince işlerken, şuan olan şeyin işle bir alakası olmadığını hissediyordum, Pamir bey... başka bir şeyden bahsediyordu, benim deli gibi kaçındığım bir şeyden...

Ona yaklaşınca içimde ortaya çıkan koruma duygusunun sebebinden...

"P-Pamir Bey..." diyebildim sadece..

"Hayır... öyle bir adam değilim, o iş yerindekilere yaklaşan akılsız heriflerden değilim. Bence beni gayet iyi tanıdın."

Haklıydı... o pek çapkın bir adam değildi, üstelik Necla'da hayatında pek kimseyi göremediğini açıkça söylemişti.

Ne diyorum ben... Hicran ne diyorsun... kendine gel..

"B-ben.. müsaadenizle..." hızla arkamı dönüp, yalpalayan dengemle, beklemeden Şirketin çıkışına doğru ilerledim..
Arkama bile bakmadan attığım büyük adımlarla, kızaran yanaklarıma elimin tersini bastırarak hızla çıktım şirketin dönen kapılarından.

"Bu neydi şimdi... bu..."

.........


Loading...
0%