@nureda5
|
Media: Eda ve Nur'un tahmini kombini gibi düşünün 🧚🏻♀️
Hepinize iyi okumalar 🧚🏻♀️🧚🏻♀️
Acıyan gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Arabanın ekran kısmında parlayan ışığa baktığımda saatin beş buçuğa geldiğini fark ettim. Nur yan koltuğumda uyuyakalmıştı. Ben ise bir yandan araba sürüyor bir yandan kafamı duvara vurma isteği uyandıran baş ağrısı ile uğraşmaya çalışıyordum. Hala dün gecenin etkisindeydim ve hatırladıkça midem kasılıyordu. Orman yolundan çıkmak üzereyken Nur’a tekrar baktım, onu içine sürüklediğim bu saçma durumdan nasıl kurtarabileceğimi düşünmeye başladım. En mantıklısı benim İstanbul’dan gitmemdi. Bu şehre ayak bastığım andan itibaren yaşadığım şeyler İzmir’de kalmam gerektiğini kanıtlıyordu. Ya ben buraya uğursuz geliyordum, ya da burası bana uğursuz geliyordu. Nur’un sesiyle ona döndüm.
“Ne kadar kaldı?” dedi uykulu bir şekilde.
“Az kaldı, orman yolundan çıktık sayılır. Birazdan şehre varırız.”
Karnının guruldamasıyla ellerini göbeğine koydu.
“Acıkan ayı yemek bulamayınca şehre indi. Şehir sakinlerine duyurulur. Kapılarınızı kilitlemeyi unutmayın." dedi esneyerek.
Uykulu ve acıkmış Nur’un saçmalamasıyla gülmeye başladım.
“Nurum, ben bir karar aldım. Okul kaydımı buraya aldırmaktan vazgeçtim.”
“Neden?” diye sordu meraklı bir ifadeyle bana dönerek.
“Geleli sadece birkaç gün oldu ve ben bu birkaç günde bile başıma birsürü bela aldım. Ayrıca eğer dün bizi fark etselerdi benim yüzümden senin de başına bir şey gelebilirdi. Bunlara rağmen burada kalmak biraz bencillik gibi.”
“Eda saçmalıyorsun şuan, dağ evine gitmek benim fikrimdi." dedi kendimi suçlamama kırılmış bir şekilde. "Tamam onların seni ve çevrendekileri bulup zarar vermesinden korkuyorsun ama o adamlar nüfuzlu insanlara benziyor. Böyle kişilerin aradığında bulamayacağı bir şey yok . Seni burada bulabilirler evet, ama seni İzmir’de de bulabilirler. Şehir değiştirmen onlara engel değil ki.”
“Evet engel değil, ama mıknatıs gibi nasıl yine kendime çektiysem çektim. Yüzümü bilmiyorlar ama ya üçüncü kez karşılaşırsak ve bu sefer bir açık verirsem? En azından işler biraz sakinleşip unutulana kadar İzmir’de kalmak daha mantıklı bu yüzden.”
“Sen nasıl istersen öyle olsun. Kararına saygı duyuyorum, güvende hissetmediğin yerde kalmanı ben de istemem. Şirket ne olacak peki?”
“Belki böylesi daha iyi olur. Bir şirketi yönetebileceğimden emin bile değilim. Stajlarım çok küçük mekanlarda yaptım, gerçek bir tecrübem bile yok henüz. Ayrıca çok uzak kaldım bu şirket işlerinden.”
“Dediğim gibi sen ne karar verirsen ver, yanındayım. Ama kararını tekrar gözden geçirmeni istiyorum. Babanın yenilen hakkını sonunda geri alabilmiş ve şirketteki gücünle yeni bir dönem başlatmak üzereyken aniden vazgeçmeni istemiyorum.“
Arabayı sürmeye devam ederken içten içe Nur'un doğruyu söylediğini biliyordum.
“Tamam, senin hatrına tekrar düşünüp bir karara varacağım. Ancak gerçekten tecrübem çok kısıtlı. Nasıl altından kalkabilirim ki? Küçükken hevesliydim biliyorsun, şuan ise orası benim için bir şey ifade etmiyor.”
“Ben senin bu işin altından kalkabileceğini biliyorum. Hem kedilerle değil, aslanlarla ile savaşırsan kazandığın tecrübe daha kaliteli olur. Önünde çok güzel bir fırsat var. Sadece senin, aslında sende zaten var olan pençelerini bilemen lazım.”
“Belki de haklısın ama durumlar çok karmaşık. Yine de bana inandığın için teşekkür ederim. Düşüneceğim tekrardan.”
Moralimiz düzelsin ve konu dağılsın diye hareketli şarkılar açtım. Şarkının sesini de saatten ötürü kıstıktan sonra şarkılar eşliğinde yola devam ettik. Aradan biraz daha zaman geçtikten sonra artık eve varmıştık. İçeri girdikten sonra ilk olarak mutfağa gidip çay koydum. Nur ise yol üzerinde gördüğümüz pastaneden aldığımız yiyecekleri tabağa diziyordu. Hızlıca kahvaltılıkları da masaya koyup acıkan karnımızı doyurmaya başlamıştık. Bir sitcom eşliğinde masayı da hızlıca topladıktan sonra biraz dinlenmek için kendimizi kanepeye attık. Televizyondan da dizimizi izlemeye devam ederken kapanmaya başlayan gözlerime engel olamamaya başladım. En sonunda ise kendimi uykunun güzel kollarına teslim ettim.
Yüzüme çarpan su ile gözlerimi hızlıca açtım. Boğazım günlerce su içmemişim gibi kuruydu, ne zaman darbe aldığını bile bilmediğim kafa derimdeki yapışkan sıvının varlığı zonklayıcı bir ağrıyla baş göstermeye başladı. Vücudumun her bir hücresi, ağzımı açıp çığlıklar atmak için diretse de hırpalanmış bedenimin gücünün küçük bir fısıltıdan fazlasını çıkartmaya yetmeyeceğine emindim.
Kalbim göğsümde hızla çarpıyordu, gözlerimin önündeki yaşlar aralanınca gözümdeki buğu kalkmaya ve etrafıma biraz daha anlam vermeye başladım. Şekiller ve renkler birbirine girmeyi bıraktığında daha önce gördüğüme yemin edebileceğim tanıdık odanın ortasındaki sandalyede rahatsız bir pozisyonda otururken buldum kendimi. Huzursuzlukla kıpırdanmaya başladığımda bir milim bile hareket edemedim. Bileklerimi acıtan ve hareket etme özgürlüğümü kısıtlayan şeyin kaynağını elimi oynatarak hemen teyit ettim. Bileğim, sürtünmeyle ellerimin bağlı olduğu sağlam halatlarla temas etmiş ve bana acısını hatırlatmıştı.
Önümde eğilen adamlar üç kişiydi. Biri bana uyanmam için attığı suyun diğer yarısını içerek zıkkımlanıyor diğeri alnıma silahını dayıyordu. Bu iki kişinin yüzünü geçen dağ evinde karıştığım olaydan biliyor olsam da diğer üçüncü adamın yüzü bulanık bir figürden ibaretti.
" Seninle nasıl paramızı çalıp üstüne bize ihanet ettiğin hakkında çok hoş sohbetler ediyorduk ki hemen uyuyakaldın!"
Sözlerini pekiştirmek için silahın namlusunu beynime sokmak istercesine daha da bastırdı. "Konuşmaya başlaman için önce hangi parmağını kesmemi istersin? Biz medeni insanlarız bak!" dedi o gece beni pencereden tutmaya çalışan siyahlı adam alayla perişan halimi göstererek. "Sana seçim hakkı bile sunuyorum sonuçta."
Ağzımı açtığımda ilk başta hiç bir ses çıkmadı. Kısık bir şekilde "Ben de bana verdiğin bu fikir özgürlüğünü içtenlikle takdir ediyor, hiçbiri seçeneğini işaretliyorum. Hepsine daha yeni manikür yaptırdım, bozmana izin veremem."
" Ne güzel işte, bundan sonra indirimli yaptırırsın, ne dersin?"dedi üstüne düştüğüm dangalak.
"Bu tarz önemli konularda fikrimi sorman çok tatlı." dedim sevimsiz bir şekilde.
"Teklif var, ısrar yok."
Solumdaki tabancasının soğuk namlusunu anlıma dayamış siyahlı adam ellerime baktı ve hangi parmağımı kurban etme konusunda kararsızmış gibi bakışlarını parmaklarımda gezdirdi. Aniden bir parmağımı eli arasında sıkıştırdı.
" O bizi ispiyonlayip ihanet ederken kullandığın güzelim parmağını artık hiçbir yere işaret edemeyecek hale getirmeme ne dersin?"
"Ne ihaneti, ne ispiyonlaması be? Ben senin gibisini yolda görsem yolumu değiştiririm. Bana iki santimden fazla yaklaşsan polise şikayet ederim. Bana dokunsan cinci hocalarla şeytan çıkarma ayini düzenlerim, Cumhurbaşkanıyla görüşür yetmezse dünyayı yöneten üç aileden ikisini ayağa kaldırırım." diye bağırdım çırpınarak.
"Beni duymazdan gelerek "Yüzük parmağı?" diye önerdi yine gösterdiği parmağımı büyük bir titizlikle tutarak.
"Kalbimdeki damarlara bağlanıyor, onsuz yaşayamam. Başka bir şey seç!" dedim büyük bir panikle. Ne diyordum ben? Evet tamam, oyalayabildiğim kadar oyalayacaktım. Tabiki parmak konusunda seçim yapmayacaktım. Alçak herifler!
Düşünür gibi oldu, kaşları çatılırken yüzünde memnun olmuş bir sırıtış belirdi.
"Sanırım bir noktada birbirimizi çok yanlış anladık prenses. Seni öldürmek istemediğimiz gibi büyük bir yanılgıya nasıl kapıldın sen öyle?"
Parmağımı tutan elleri hedef değiştirdi ve bir yanındaki parmağıma geçti. Bana sorarcasına baktı. Bense adeta donmuş kalmış bir halde hareketlerini takip etmeye çalışıyordum.
"O olmadan sana bu hareketi nasıl yapacağım" diyerek hevesle iplerin izin verdiği kadarıyla karşımdakine orta parmağımı gösterdim.
Bunu söylememle silahı şakağıma geçirmesi bir oldu. Zaten darbe alan kafam bu eziyete daha fazla dayanamadı ve kurumaya yüz tutmuş yaralarım yeniden açıldı. Kafam bir ateş topu gibi yanıyor acı silahın temas ettiği yerde patlıyordu. Duran gözyaşlarım benim kontrolüm dışında tekrar akmaya başladığında durumun ciddiyetinin farkına varmıştım.
Gerçeklik her an kopabilecek bir iplik gibiydi, senaryolar değişmiş, ben yukarı katta yanlış bir zamanda yanlış bir yerde olan bir av konumunda değil, aşağıda kötü insanlarla iş yaparak sorguya çekilip işkence edilen kurban konumuna düşmüştüm.
Karşımdaki ona karşı aslında olmayan para borcum ve ihanetim hakkında bağırmaya ve etrafa ateş etmeye devam ederken artık söylediklerini anlamıyor, sadece kendi gerçekliğime geri dönmek istiyordum. İçimdeki hayatta kalma içgüdülerim ağır bastığında nereden geldiğini bilmediğim sesler benim kurtarma halatım oldu.
İsmimim Nur tarafından telaffuz edildiğini duymaya başladım ancak Nur’u göremiyordum.
“Kızım duymuyor musun beni ya! Kalksana artık! Eda! Edaa!”
Gözlerimi açtığımda karşımdaki Nur bana bağırıyordu.
“E şükür yani Eda!”
Yatağımdan hızlıca doğrulup hemen manyak gibi zaten yerinde olan parmaklarımı yokladım. Adrenalin ve korkudan nefes nefese kalmış, terden anlım ıslanmıştı.
“Noluyor kuzum sana? Kâbus mu gördün?”
“Nur, parmaklarımı almaya çalıştı manyak Memati ya! Bilinçaltıma bile girmiş ruh hastası adam! Yok yok! Ben ona ne yapacağımı biliyorum. Üçüncü gözümü açtıktan sonra zihnine girip ona türlü türlü işkenceler ettiğim bir rüya göstereyim de görsün gününü.”
Nur kahkaha atarken üzerimden yorganı çekti.
“Hadi kalk kızım ya, kahve yaptım bize. Gel içelim sonra çıkalım. “
“Nur ben burada parmaklarımın derdindeyim sen kahve diyorsun! Neden beni uyandırmak yerine rüyama girip adamları dövmedin? Bırak yorganımı!”
“Ay deli kız, saat on oldu. Haydi kalk da çıkalım artık. Hem ben nereden bilebilirim senin rüyanda çift kale maç yaptığını? Ayrıca korkarım öyle şeylerden, çakralarımı falan açmam ben.”
“Çakra açma,yoga,papatya çayı, sinir terapisi her neyse seninle bir gün yapalım, bizi anca paklar zaten.”
Nur odadan çıktıktan sonra yatağımdan kalkıp hızlıca lavabodaki işlerimi hallettim. Aşağı inip Nur’un yaptığı kahveleri de içtikten sonra hızlıca hazırlanmaya başladım. Kısa bir duşun ardından valizimden bugüne uygun parçalar seçmeye başladım. Bugün şirkete gidecektim. Sabah saatlerinde Savaş ile telefonda konuşup ona da haber vermiştim, yani cayamazdım. Uzun zaman sonra şirkete ilk defa gideceğim için düzgün gözükmek istiyordum.
Aydın şirketinin varisi olarak bugün beni ilk kez görecek insanlar için giyeceğim şeylerin bundan sonra onların gözünde sahip olacağım imaja ne kadar büyük bir etkisi olacağının farkındaydım. Şirketteki yönetici pozisyonumu başkasına devredecek olsam da insanların bu şirketteki haklarım hakkında aklındaki soruları susturmalı, henüz üniversitede olan tecrübesiz bir genç kız yerine ne istediğini bilen ve her koşulda bunu almaya hazır olan bir iş kadını profili çizmeliydim.
Amcamın cenaze merasimi için getirdiğim siyah blazer ceket ve siyah kumaş pantolon ikilisi göz kırpınca onları giymeye karar verdim. Cenaze merasimi henüz yapılmamıştı, o zamana kadar başka bir şey alırdım. Ya da aynısını giyerdim. İki yerin de enerjisine gayet uygundu.
Nur’u bekletmemek için işlerimi hızlı bir şekilde yapmaya çalışıyordum. Temiz bir makyaj yapıp, takılarımı takıp, saçlarımı da maşa yaptıktan sonra aşağı indim. Zil çalınca Nur kapıya baktı. Kim geldi diye kapıya bakarken bir kurye olduğunu fark ettim. Sanırım kargosu gelmişti. Teşekkür edip kapıyı kapattıktan sonra oturma salonuna döndü, ben de peşinden ilerledim. Nur yanıma gelip elindeki kutuyu verdi.
“Sana bir hediye aldım!” dedi heyecanlı bir ses tonuyla.
“Ya Nur, ne gerek vardı?” dedim mahçup bir sekilde.
“Saçmalama, arkadaşım işe başlıyor. Tabii ki alacağım.Hadi aç bakalım!”
Elimdeki paketi açtığımda Louis Vuitton markasından siyah yüksek topuklu bir ayakkabı gördüm. Şakasına söylediğim lafı ciddiye almış ve bana hediye almıştı.
“Memati Beyin mahvettiği ayakkabıları artık unut. Şirketteki işlerinde şans getirsin.”
“Yaa bunlar çok güzel,çok teşekkür ederim.”
Nur’a sıkıca sarıldım ve paketleri çöpe attım. Denediğimde sanki benim için yapılmış gibi ayağıma tam oturmuştu.
“Siyah rengin her kombine uyduğunu söylemiştim, bak!” dedim topuğumun üstünde dönüp poz vererek.
“Fark ettim hanımefendi, çok güzel olmuşsunuz.”
“Buna sadece ayna diyorum arım, balım, peteğim benim.”
Artık çıkma zamanı geldiği için arabaya doğru ilerledik ve motoru çalıştırıp yola koyulduk. Ufak bir araba dedikodusundan sonra şarkılar eşliğinde şirkete varmıştık bile. Nur ile vedalaşıp teşekkür ettikten sonra eşyalarımı da alıp arabadan indim. Nur da gittikten sonra şirket binasına doğru baktım. Nereden nereye... Bu görkemli binanın zamanında bana neler hissettirdiğini düşündüm o an.
Küçükken bana çok büyük ve ihtişamlı gelen bu plazalar büyüdükçe bütün büyüsünü kaybetmiş, masumluğum ve çocukluk saflığımı yitirmemle birlikte benim için sıradanlaşmıştı. O zamanlar bu tarz işlerden anlamadığımdan dolayı burası benim için dünyayı kurtaracak kadar önemli projeler yürüten kahraman babamın başarılarının göstergesiydi, temellerini kendisinin attığı sıcak bir yuvaydı.
Arka planda gerçekleşen çapraşık olaylar sarmalını öğrenecek yaşa geldiğimdeyse yuva dediğim bu yer, iki aileyi çökme noktasına getiren, kardeşi kardeşe kırdıran ve hırslarıyla onları kör eden, içten çürümüş, dıştan ise insanları bu sahte şatafatlı hayata çekmek amacıyla allanıp pullanmış bir tiyatro sahnesi, görkemli bir şekilde ışıldayıp parlayarak kendisine kanacak kadar saf olanları avucu içine alan bir tuzak haline gelmişti.
Bu tuzağa kapılanlar kulvarındaki en zeki, en prestijli ve donanımlı insanlar arasından özenle seçilir, kafaları vaatlerle doldurulur ve gizlilik şartıyla bundan sonraki hayatında da bütün fırsatlar eline altın bir tepside verilirdi. Daha fazla kafamı bulandırmamak için düşünmeye son verdim. Artık içeri girmem gerekiyordu. Zaten uzun bir süre beklemiştim, beklediğimin bile farkında olmadan.
Tabiki heyecanımı da bastırmak için Bismillah diyerek şirkete girdim ve Savaş'ın beni beklediği yere doğru çıkmaya başladım. Uzun zamandır görmediğim bu yeri incelemeyi de ihmal etmiyordum. İçi de dışı kadar şirketin itibarını koruyup, hakkındaki beklentileri karşılayacak şekilde lüks ama en küçük bir canlılıktan yoksun bir şekilde dizayn edilmişti.
Giriş kat, ne mesaj verdiği önemsenmeden sadece böyle bir hazineyi karşılayabilecek zenginliğe sahip olunduğunu kanıtlamak için alınmış ,sanattan çok bir güç gösterisi amacıyla burada olan piyasadaki en pahalı tablo ve heykellerle doluydu. Çalışanların yeterince çabalarlarsa kapasitelerinin çok üstüne çıkabilecekleri konusunda motivasyon verici sözler belirten tabelalar bütün duvarlardaydı. Altında " Vakit, nakittir" yazan, herkese her saniye zamanı hatırlatmak için konulmuş devasa duvar saati yüksek tavandan aşağı doğru salınıyordu. İçerideki ruhsuzluğu her anlamıyla tamamlayan sahte çiçeklerle ortam, babamın zamanında bıraktığı halinden çok farklıydı. Sanki onun vefatıyla her şey canlılığını yitirmiş, tekdüze hale gelmişti.
Sonunda gitmem gereken yere vardığımda Savaş'ın beni orada beklediğini gördüm.
" Hoş geldin. Geleceğini unuttuğum için geç kalıyordum neredeyse. Uzun zamandır buraya gelmemiş olmalısın, değişiklikleri beğendin mi?" dedi içten bir şekilde fikrimi sorarak.
" Çok dinç ve canlı duruyor, eminim buraya hemen uyum sağlarım" dedim tokalaşırken yalan söyleyerek.
"Güzel, çünkü ben senin odanı çoktan hazırlattım. İstersen sonrasında sen kendi zevkine göre tekrar düzenleyebilirsin. Seni birileriyle tanıştırmadan önce kısa bir tur vereyim. Odanı göstermekle başlayabilirim sanırım. " dedi eliyle bana buyurarak.
Odama doğru giderken Savaş'a eşlik ettim. Yoğun iş temposu içinde oradan oraya koşturan insanları yararak ilerledikçe bana dikilen meraklı gözlerin sayısı artmaya başladı. Herkes Savaş'ın yanındaki bu gizemli kızın kim olduğunu, ileride kendi işlerine yarayıp yaramayacağımı anlamaya çalışırcasına beni süzüyordu. İlk izlenimimin insanlarda kalıcı olmasını istiyordum. Özgüvenli bir şekilde başımı dik tutup bana bakan insanlarla göz göze geldim. Sonunda odamın önünde durduğumuzda ismimin yönetici unvanımla birlikte altın rengi harflerle isim plaketine yazıldığını gördüm.
Aydın soyadı, sanki bu şirketteki konumumu sorgulayabilecek herhangi birine tehditkar bir şekilde meydan okurcasına büyük harflerle işlenmiş, altı çizilerek vurgulanmıştı.
Benim için bu kadar uğraşılmış olması beni sevindirse de birkaç gün içerisinde bütün bunları elimin tersiyle itip eski hayatıma geri dönmek zorunda olduğumu bilmek vicdan azabı duymama yol açmıştı. Savaş kapıyı benim için açıp kendince nezaket göstermişti. Belimden tutup beni içeri yönlendirdiğinde odanın güzelliği gözlerime serilmişti. Oda, geniş dikdörtgen biçimindeydi. 3 duvarı normal iken bir duvarı yoktu. Tamamen camdan oluşuyordu. Bu beni biraz üzse de oda çok güzel duruyordu. Çevreye önem verdiğim için cam aracılığı ile oluşturulmuş dolaşım yapılarını sevmiyordum. Renkler ise siyah ve beyaz tonlarındaydı. Bazı bitkiler konulmuştu, siyah bir deri koltuk ve yüksek bir masa vardı. Kendi içinde lavabosu vardı, hijyen açısından mutlu ediciydi benim için.
Genel hatları ile bakınca cidden güzeldi. Odayı incelemeyi bırakıp Savaş’a döndüm.
“Güzel olmuş gerçekten, teşekkür ederim. Yabancılık çekmemem için çok uğraşmışsın.”
“Evet, yabancılık çekmeni ya da burada var olmamanı istemiyorum. Ailemiz gibi olmak istemiyorum, biz bu şirket için alınacak her kararı birlikte verecek, yeni bir dönem başlatacağız.”
Savaş sözünü tutsa bile benim orada olmayacak olduğumu bilmek yüzümün düşmesine sebep oldu. Karşılıklı bir şekilde oturduktan sonra haberi artık vermeye karar verdim.
“Çok düşüncelisin Savaş ama benim sana bir şey söylemem lazım. Ben şirkette kalamayacağım. İzmir'e dönmek istiyorum. Sen bu kadar şeyi ayarlamışken bunu söylediğim için sana karşı mahcup hissediyorum ama benim hisselerimi yönetecek birisini işe alabiliriz eğer sana da uyarsa.”
“Neden böyle bir karar aldın?”dedi şaşkınlıkla bana bakarken.
“Yeterli tecrübeye sahip değilim ve açıkçası burası bana geçmişi hatırlatıyor. Ben kendime yeni bir sayfa açmak, tüm bu olaylardan uzaklaşarak bir gelecek kurmak istiyorum.”
“ Sen de işletme okudun ve çocukluğundan beri bu iş için hazırlanıyorsun sonuçta. Yapamayacağın bir şey yok. Moralini bozma, kolay olmayacak ama birkaç ay içinde alışacağına eminim."
" Kararımı değiştirmeyeceğim Savaş. Üzgünüm."
Savaş kararlı duruşum yüzünden afallamıştı, bu ani fikir değişikliğinin nedenini anlamıyor gibiydi. Daha uysal bir yaklaşımla "Ancak bir şartla istediğini yaparım. İstersen 2 haftalık bir deneme sürecine gir ve kendini test et. Eğer hala istemiyor olursan dediğin gibi yapalım. Senin hisselerin adına buraya, bir yönetici işe alalım.”dedi.
“Bilemiyorum, benim acilen İzmir’e geri dönmem gerekiyor. Hem okulum başlıyor. Alttan almam gereken derslerim kaldı.”dedim bahane olarak.
“Tek nedeninin okul olduğuna emin misin? Başka bir şey daha var gibi." Rahatsız edilmememiz için perdeleri ve kapıyı düğmeyle kapattı. "Şu sıralar biraz gizemli davranıyorsun. Geçen telefon konuşmamızda söylediğin şeyler de neyin nesiydi? Arabanı olaysız bir şekilde oradan aldırttım. Plakasını iptal ettim öncelikle, o yüzden sana yeni bir plaka almamız lazım.Ama bütün bunlara da neden ihtiyacın olduğunu bana artık anlatmalısın.”
“Evet ,konu sadece okul değil. Normalde anlatmayacaktım ama benim için yaptığın bunca şeyden sonra sana bunu borçluyum sanırım." Koltukta rahatsızca hareket ettim ve anlatmaya nasıl başlayacağımı düşündüm. " Amcamın vasiyetinin açıklanmasından bir gün önce İstanbul’a gelirken yolları bilmediğim için navigasyona bakarken saçma sapan ormanlık bir yere girdim. Benzinim de bitmişti. Araba içinde donmayayım diye bir yere sığınmaya karar vermiştim.”
“Neden beni veya babaannemi aramadın direkt?” dedi kızgın bir ses tonuyla.
“Savaş biz en son ne zaman görüştük ki? Tamam çok nadiren de olsa telefondan haberleşirdik ama bu da liseden sonra bitmişti zaten. Mecbur kalmasaydım araba için de yardım istemezdim.”
“Konu her ne olursa olsun, zor bir anda kaldığında direkt beni ara. Biliyorum sen kendin de baş edebilirsin. Ama bu bir yardımın işleri daha da kolaylaştırmaması gerektiği anlamına gelmiyor.”
Bunca zamandır birbirimizle görüşmüyor olmamıza rağmen Savaş'ın bana her ihtiyacım olduğunda yardım etmeye çalışması gelecek hakkındaki umutlarımı yeşertti.Savaş’a o gün yaşananları güzel bir şekilde anlattım. Savaş ile kardeş gibi büyümüştük biz. Her anımız beraber geçerdi. Okuldayken herhangi bir kişi ile sözlü tartışmaya girsem hemen duyar bir şekilde yanımda biterdi. Aynı şekilde ben de öyleydim. Maalesef ki ailemiz bizim de aramıza girmişti. Eskisi gibi olmak garip hissettiriyordu. O çok büyümüştü, ben çok büyümüştüm. Savaş benden üç yaş büyüktü. Her zaman bir abi olmuştu bana. Eski liseli çocuklar değildik, bahçede toprağı kazıp azar işiten çocuklar hiç değildik. İçimde bir yerler ısındı tekrardan. Babaannem ben istemesem de maddi anlamda her zaman destek oluyordu bana. Teyzemle araları da iyi olduğu için ikisi bir olup ikna etmişlerdi beni. Aslında ailemle bağlarım hala vardı. Sadece çok kısıtlı bir düzeydeydi.
Her şeyi bir kenara koyup bugüne, âna döndüm. Savaş anlattıklarım karşısında endişelenmiş ve kızmıştı. Kim olduklarını bilip bilmediğimi ve bana zarar verip vermediklerini soruyordu. Araba problemini düzgün bir şekilde hallettiğini ve bana ulaşamayacaklarını söylüyordu ısrarla. Savaş’a, Nur ile beraberken yaşadığımız durumdan bahsetmemiştim. Daha fazla olaylar büyüsün istemiyordum. Şu saçma sapan konu hızlıca kapansın istiyordum sadece. Zaten yüzümü görmemişlerdi. Arabayı görseler zaten şimdiye kadar beni bulurlardı. Bugün İstanbul’daki ikinci günümdü ve ben iki güne 3 sezonluk dizi sığdırmıştım.
“Senin burada olmak istememe nedenin bu olaydan dolayı mı?”
“Sadece bu değil, anlattım. Bu olay ise İzmir’e dönmemin daha hayırlı olduğunu kanıtladı. “
“Eda yüzünü zaten görmemişler, arabayı da bulamadılar. Biz seni koruyacak güce ve donanıma sahibiz.Ben araştıracağım bu olayı. Böyle bırakmayacağım ama işler biraz durulana kadar İstanbul’da kalman daha mantıklı. Sana koruma ayarlayacağım.”
“Korumaya gerek yok çünkü Nur ayarladı zaten. “
“Şuan Nur’da kalıyorsun değil mi? Eve geri dönmelisin.”
“Eve geri dönmeyeceğim tabiki Savaş. Eğer burada kalmam gerekiyorsa o süre zarfında kendime ev tutabilirim.”
“Amcama ait İstanbul’da başka evler var. Onlar da şuan dolayısıyla sana ait. Onlardan birinde kalabilirsin.”
“Bak ben bunları bile bilmiyordum. Çok fazla iş var.”
“İş çıkış saatine kadar her şeyi öğrenmiş olacaksın. Zaten okuduğun ve mesleği de icra ettiğin bir alan. Sadece gözünde büyütüyorsun.”
“Tamam, dediğin gibi olsun.”
2 hafta burada kalmayı kabul etmiştim. İş çıkış saatine kadar Savaş beni uzun uzun çalıştırdı. Bütün gün beni insanlarla tanıştırıp, bilmem gereken – bilmemem gereken şeyler de dahil- her şeyi anlattı. Şuan birçok şey hakkında fikir sahibi olmuştum bile. Heyecanlanmıştım. Bir videoda dinlemiştim. “Sizi heyecanlandırmayan hiçbir şeyin işinde bulunmayın. “ diyordu videodaki adam. Haklı aslında.
Zaman dolduğunda Savaş ile eski zamanlar hakkında konuşup gülüşmeye başlamıştık. Çok eğlenceli bir çocukluk yaşamıştık. Savaş’ta değişen tek şey -bana belli etmese de çok net görülebilen tek şey - otorite sahibi olmasıydı. Beden üstünlüğünü kullanabiliyordu. İçimden “Ey gidi ey, ben bunun altına sıçtığı zamanları da biliyorum. “ diyip dalga geçiyordum. Fazla ciddi bir gün yaşamıştım. Hiç benlik değildi. Acilen ciddiyet ortamından çıkıp kendi tabiatıma dönmeliydim.
Bir taksiye atlayıp Nur’un evine gittim. Nur ile şirketten çıktıktan sonra haberleşmiştik. Nur şuan çoktan eve varmış olmalıydı. Bugün güzelce eğlenecektik. Belki bir pjama partisi verebilirdik.
Taksiye ücreti ödedikten sonra zile bastım. Nur gözleri dolu bir şekilde kapıyı açtı.
“Ne oldu kızım sana? İyi misin?”
“Gökhan arayıp durdu bugün. Hala her şeyi yanlış anladığımı, o gün alkol etkisinden dolayı iğrenç davrandığını söyleyip durdu. Affetmemi istedi?
“Sen ne dedin peki?”
“Asla beni aramamasını ve bir daha barışmayacağımızı söyledim. Çok uzun zamandır beraberdik Eda. Hala şaşırıyorum. Bilmiyorum duygusallaştım bugün iyice. Eski enerjime geri dönmek istiyorum.”
“O zaman bugün ne yapıyoruz biliyor musun? Bugün iyice kafayı yiyoruz, deliriyoruz, bütün acılarımızı yaşıyoruz. Sonra ise beraber olup her şeyi atlatıyoruz. Unutmayacaksın ama alışacaksın.”
“Doğru diyorsun. Ben kaybetmedim, o kaybetti.”
“Aynen öyle. Şimdi hemen yüzünü yıkıyorsun, ben bize kahve yapıyorum. Daha sonra da eğlenmeye ve senin kafanı dağıtmaya gidiyoruz. Anlaştık mı?”
“Anlaştık. Bu arada şirket nasıl geçti?”
“Onu sonra konuşuruz, boş ver.”
“Biz seninle İstanbul’un son hatırası adına güzelce eğlenecektik zaten. Hıyar Gökhan yüzünden yapamadık. Bugün o gündür.”
Nur ile kahvelerimizi içtikten sonra ikimiz de üzerimizi değiştirmeye gittik.İstanbul’dan ayrılma hatırası olarak yapabileceğimiz en akılda kalıcı şeyin son bir kez içip dağıtmak olduğuna karar vermiştik. Yani Nur buna karar vermişti. İki hafta sonra gideceğimi daha söylememiştim. Sürpriz olarak sonra söyleyecektim. Bugün amacım Nur’u güldürmekti sadece.
Ben tamamıyla parıltılı taşlarla kaplı beyaz renkli, ışık yakaladığında disko topu gibi parıldayan kısa askılı bir elbise gitmiştim. Metalik ışıltılı, beyaz yansımalı göz makyajımı incilerle süsledim. Glossla makyajımı tamamlayıp iyice kına mendiline benzedikten sonra topuklularımı ve inci takı setimi giydim. Nur’da siyah ince askılı ,fiziğini ortaya çıkartan kısa bir elbise giymiş, siyah platform topuklu ayakkabıyla tamamlamıştı. Evden çıkıp güzel bir mekanı Google üzerinden seçtikten sonra yola koyulmuştuk.
Mekana varınca araba anahtarlarını valeye teslim edip bara giriş yaptık. Sağır edici derecede yüksek müzik dans pistinde kendinden geçen çiftlere eşlik ediyor, ışık farklı renklerde yanıp söndükçe gözümüz sürekli değişen parlaklığa uyum sağlamaya çalışıyordu. Bar taburesine yerleştikten sonra gece uzun olduğu için daha hafif içeceklerle başlamak adına bira söylemiştik.
Uzun süredir içki içmediğimiz için toleransımızın ne kadar olduğundan emin değildik.
Nur’un kalp kırılmasını kaslı kollarıyla yatıştıracak bir Biscolata erkeği bulmak amacıyla keskin gözlerimi olası adaylar üzerinde gezdirip çöpçatanlık becerilerimi aktifleştirdim. Tipi fena olmayan bir adamı gözüme kestirdiğimde Nur’u elimle dürtüp kafamla birini gösterdim.
Nur biraz inceledikten sonra hoşnutsuzlukla gözlerini devirdi “ Bu adam buraya gelmeden iki saniye önce 20 yıllık evlilik yüzüğünü çıkartıp cebine koymadıysa ben de bir şey bilmiyorum.”
Bu tespiti üzerine adamı tekrar incelemeye başladım.
“ Evet sonradan düşününce bana da öyle geldi. Sürekli sol elindeki yüzük parmağıyla oynuyor, telefon ekranını da masaya çevirmiş.”
“ Boyu posu devrilsin, Gökhan aldatmalar hava yolu uçağına tekrardan yolcu olmaya hevesli değilim.”
Başımla onaylayıp gözüme kestirdiğim ikinci adayı gösterdim.
“Evet yakışıklı ama erkekler bir süre gözüme gözükmesin. Her an sırf canım istediği için birine salça olabilirim.”
“ Sana bir kum torbası alırsak siyah kuşak alırken kullandığım gizli taktikleri verebilirim.”
Tekrar adamı süzdüğümde adamın da buraya bakış attığını gördüm. “Adam Henry Cavill’in yan sanayi versiyonu gibi. İnsana bütün acılarını unutturur.” dedim başımla tekrar onu göstererek.
Nur tekrar adama baktığında mesafeler ardında göz göze geldiler. Adam hafifçe tebessüm ettiğinde Nur’da karşılık verdi ve sonra önüne döndü.
Mekandaki şarkının değişmesiyle atmosfer de daha eğlenceli bir hale gelmişti. En sevdiğimiz şarkılardan biri olan Kesha- Tik Tok çalıyordu. “Bütün gün burada oturacak mıyız yahu, gel dans edelim!” dedi ve birasının dibini tekte kafasına dikti.
Hızlıca dans pistine ilerledik ve kendimizi şarkının ritmine bıraktık. Bir yandan dans ederken bir yandan da şarkının sözlerine eşlik ettik. Zaman geçtikçe şarkılar daha da hareketlenmeye başlıyordu, biz ise zaman algımızı çoktan yitirmiştik.
Ara ara biraz daha içki almak için kenara çekildiğimizden çakır keyif olmaya başlamış, saçma sapan şeylere gülme krizi geçirerek bir ritim olmadan dans pistinin ortasında kendimizden geçiyorduk. Etraf dönüyor ,ışıklar fazla parlıyor, söylediklerimizin hiçbiri bir anlam ifade etmiyordu. Nur’la karşılıklı dans ederken yanımıza Nur’un bakıştığı adam geldi. Yanında bir arkadaşı daha vardı. Nur’un bakıştığı çocuk konuşmaya başladı.
“ Selam kızlar, size eşlik edebilir miyiz?”
“Bilmem, edebilir misiniz?” dedim sarhoşken dilimi tutmakta zorlanarak.
Nur ise sırıtarak. “Şimdilik edin bakalım, sonrasına ilgimizi çekerseniz bakarız.” Dedi sarhoş cesaretiyle konuştuğu adamı dans pistine çekerken.
Nur ile o adam dans etmeye başlayınca otomatik olarak arkadaşı ile de ben dans etmeye başlamıştım. Çocuktan ve laubali davranışlarından yavaş yavaş sıkılmaya başlayınca bahane olarak içecek almaya gideceğimi söyleyip yanından ayrıldım. Tam viski isteyeceğim esnada yanımdaki de konuştuğunda aynı siparişi verdik. Barmen ilk benimkini hazırlayacaktı. Göz ucuyla içeceği beklerken yanımdaki adama baktığımda onu bir yerden gözümün ısırdığını fark ettikten sonra nereden tanıdığımı çözmeye çalıştım.
İçkimi alıp dans pistine geri dönerken bir anda taşlar yerine oturdu ve o an ağzımdan kaçırdım.
“Tabii ya, bu geçen günki bardaki adam.” dedim. Adamı gözden kaçırmak istemediğim için fazla uzaklaşmayarak köşede içkimle ilgileniyormuş gibi yaparken aklımdaki tilkiler harekete geçip planlar yapıyordu. Nur’u, ahtapot gibi sekiz koluyla yapışmış yanındakinden ayırıp ,geçen gün Gökhan’ın ağzını burnunu kıran, güvenlikçi olmadığını iddia eden gizemli adamla bir araya getirmem lazımdı. Daha az önce kafamdan uydurduğum ‘İzmir’e Gitmeden Önce Yapılacaklar’ listesindeki tek madde bu iki salağı birbirine kavuşturmaktı. Sarhoş kafama göre onlar benim gözümde kaderi sürekli kesişen iki aşıktı, Romeo ve Julliet’in düşmandan aşka haliydi, bense tek görevi onları birleştirmek olan Erostum.
Bu kadar coştuktan sonra hızlıca harekete geçmeye karar verdim. Adını bilmediğim için ona güvenlikçi diye lakap takacaktım. Planımın ilk aşaması güvenliğin nerede oturduğunu öğrenip onun oturduğu alana yakın bir yere Nur’u çekmeye çalışmaktı.
Sapık gibi gözetlediğim adam içeceğini de aldıktan sonra arkasını dönüp hızlı adımlarla bir yere ilerledi ve deri koltukların olduğu tarafa oturdu. Miyop olmama rağmen görebildiğim kadarıyla yanında seçebildiğim iki kişi daha vardı. Biraz daha dikkatlice bakıp gözlerimi kıstığımda gördüğüm manzara başımdan aşağı kaynar sular dökülmesine neden oldu.
Karşımda küçük Polat Alemdar ve onun koruması olduğunu tahmin ettiğim kişi vardı. O an düşündüğüm iki şey vardı. Birincisi koskocaman İstanbul’da Bayburt’un 10 rakımlı bir köyü gibi neden hep aynı üç kişiyle karşılaşıyordum? İkincisi özçekimdeki o yüzünü göremediğimiz arkası dönük adam, Nur’a o gün yardım ettiğini sanan güvenlikçi kılıklı herif olabilir miydi?
Onların dikkatini çekmeden Nur ile buradan sıvışmamız gerekiyordu. Ancak fark ettiğim şey beni durdurdu. Orada oturan iki adam da sert bakışlarla sadece Nur’un yanındaki adama bakarken, üçüncü güvenlikçi ise gözlerini hem Nur hem de o adam üzerinde gezdiriyor, çenesini sıkıyordu. Büyük ihtimalle geçen gün uğruna kavgaya girdiği kızı hatırlıyordu. Peki diğerleri neden bu kadar dikkatle oraya bakıyordu? İlk başta çoktan yakalandığımıza dair içim korkuyla dolsa da bu adamların Nur ve beni tanıyor olma ihtimallerinin sıfır olduğu aklıma geldi. O zaman geriye kalan tek ihtimal bu Dalton Kardeşlerin Nur’un yanındaki adamla bir derdi olmasıydı.
Biz ise Biscolata’nın yanında olduğumuz için dikkatlerini çekmiştik sadece. Bir şekilde dikkatleri üzerimizden başka yöne çekmeliydik. Önce polisi arayıp bara baskın yaptırtmayı, sonra da yangın alarmını çalıştırıp sıvışmayı düşünsem de ikisinden de emin olamadım.
İkisini de daha gerçekleştiremeden yanıma az önce kurtulmaya çalıştığım cıvık çocuk geldi. İsmi galiba Mehmet’ti ancak ilgimi çekmediği için yanlış hatırlama olasılığım yüksekti.
“İçecek almanın bu kadar uzun sürdüğünü bilmiyordum. Yoksa kayıp mı oldun bebeğim?”
Az önce 365 filminden replik çalıp etkileneceğimi sanan bu adam karşısında öğürme refleksimi zor tutup dikkat çekmemem için tatlı bir tebessüm gönderdim.
“Yok canım. Dans etmekten yoruldum da siz arkadaşınla koltuklu tarafa geçin ben de Nurla kısa bir şey konuşup yanınıza geleceğim.”
“ Çok beklemeyi sevmem, bütün eğlenceyi kaçırmanı da istemem” dedi göz kırpıp omzuma dokunarak.”. “Çabuk dön” diyerek arkadaşının yanına gidip onu Nurla ayırdıktan sonra ikisi koltuklu kısma doğru ilerlediler.
Nur aklı karışmış bir şekilde bana baktı. Hızla yanına giderek onu dans pistinden çıkartıp daha tenha bir yere getirdim.
“Bizim mafyalar ile senin geçenki kavgada kişisel güvenlik rolünü üstlenen manyak şuan bu mekandalar. Artık bahtsızlık konusunda zirve yaptık.”
Nur bir anda “Ne!” dedi bağırarak. Refleksle ağzını kapatıp etrafa baktım.
“Nedenini bilmediğim bir şekilde dans ettiğin adama kitlenmiş bir şekilde bakıyorlardı üçü de.” Diye devam ettim.
“Burada ne işleri var?”
“Ne bileyim. Götümüze kuyruk gibi yapıştılar bunlar da, utanmasalar oturma odamda bile karşıma çıkacaklar. Bıktım ya!”
“Güvenlikçi kılıklı herifle ne alakaları var peki? Selfiedeki üçüncü adamın o olduğunu mu düşünüyorsun?”
“Büyük ihtimalle. Zaten bunların yanında olduğuna göre hayır işi yapıyor olamaz. Onda da vardır bir bok. “
“Hatırlıyor musun barda da dediklerini."
Ardından kaşını çatan Nur sesini kalınlaştırarak adamın o günkü halini taklit etmeye başladı. "Hiçbir zaman bu tarz bir açlık duyduğumu hissettirecek kadar uzun süre şiddetten uzak kalmadım hanımefendi. Çünkü ben belalı, karanlık ve kötüyüm. Etkilendiniz mi hanımlar? dedi çapkın bakışlar atarak.
Nur'un abartılı taklidine gülsem de hemen ciddileştim.
"Evet, doğru. Yalnız normalde biz dikkatlerini çekmeyecektik. Aralarında normal bir şekilde sohbet ederken o Biscolata erkeği görünümlü mankafaları görünce kan görmüş av tazısı gibi hedefe kitlendiler. Belli ki bir husumetleri var.”
“ Kavga çıkması yakındır diyorsun yani.”
Aklıma gelen dahiyane fikirle sırıttım.
“ Kavgayı neden biz başlatmıyoruz ki diyorum yani.”
Öncelikle kestane balının diyarı Zonguldak'tan selamlar. Hayır, şaka yapıyorum. 1 ay sonra şükür kavuşturana 🤲🏻🤲🏻. Bu bölümü biz iki arkadaş surekli farklı zamanlarda yazmaya çalışıp birleştirdik. Çünkü vakit hiç yoktu. Zaten ciddiyet genel tavrımız olmadığı için hiç sıkıntı yok. 👯♀️👯♀️ Memati ile Eda'nın karşılaşması gelecek bölüm sizlerle olacak. Hepinizi öpüyoruuuz. Ufak bir dipnot olsun: arkadaşlar virüse dikkat edin mümkün olduğu miktarda. Gelecek bölüm görüşmek üzeree
🤍🤍🤍 🌸🌸🌸 🥹🥹🥹
|
0% |