Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın 😢🥰
Canım kızım, güzel kızım, Kardelenim, bugün artık sana bir şeyleri anlatma zamanının geldiğini düşünüyorum. Sana annenle benim sevdamızı anlatacağım. Sana annene olan sevdamı, çaresizliğimi, umudumu, takıntımı,öfkemi, nefretimi anlatacağım...
Cümlelerim eksik , ya da yeterli olmayabilir. Kusura bakma kızım. Annenden biraz öğrendiğim daha doğrusu bana öğretmeye çalıştığı birkaç şeyle kaleme alıyorum bu yazdıklarımı. Bana kalan hayat artık kısıtlı. Hissediyorum sona geldiğimi ve huzura kavuşacağımı, bu huzura o kadar çok ihtiyacım var ki ne kadar yazsam sayfalar yetmez. Bazen sadece yaşarsın, nefes alır bedenin, beklersin huzura kavuşmayı...
Şu an belki de babam çok uzatıyor diyorsundur ama ne yapayım ?
Senle konuşmaya o kadar hasret kaldım ki beni bu aciz hayatımda bir tek sen yargılamadan dinlermişsin gibi geliyor. Biliyorum sen de bana çok kırgın ve kızgınsın ama en azından nefret etmiyorsun...
Annenle tanışma hikayemiz hem çok farklı hem de çok sıradan. Anneni her zaman bir kış gecesine benzetirdim. Onla tanıştığımız gün yazın en sıcak olduğu günleri de olsa ben onu ilk gördüğümde bunu hissettim.
Küçükken kar yağmasını çok isterdim. Yağsında ben de Melisle birlikte kardan adam yapıp sonra babamın da bize katıldığı kar topu savaşını oynayalım sonra annemin artık yeter, üşütecekler Fırat diye bağırıp benle kız kardeşimi, babama yaptığımız bütün itirazlarımıza rağmen mutfağa götürmesi ve annemin bizim için hazırladığı sıcak çikolatalı sütleri içirmesi o kadar mutlu ederdi ki beni.
Çok nadirdi normal bir aile gibi olduğumuz anlar. Bunlardan bir tanesi de karlı gecelerdi. Ama annen temmuzun ortasında o sıcak günlerde bir kar tanesi gibi düştü kalbime. O zamanı her hatırladığımda her seferinde ilk defa o anı yaşıyormuşçasına heyecanlanır , kalbimin bu kadar hızlı atmasına anlam veremezdim...
Sana bunları yazdığım zamanki yaşım altmış dört Kardelenim. Kar taneme aşık olduğum da yirmi yedi yaşındaydım o zaman ki Alparslanla şimdi ki Alparslanın arasında bir ömür var. Annenle 17 Temmuz 2010'da tanıştık...
17 Temmuz 2010:
Alarm sesiyle uyandım. Saat'e baktığımda saatin 05.15'i gösterdiğini gördüm.Her zaman bu saatte uyanırdım. Lacivert yatak örtüsünü üstümden çektim. Çıplak ayaklarla banyoya ilerledim. Dişlerimi fırçaladım,dişlerimi fırçalarken her zaman incelediğim beyaz ama üstünde lacivert desenleri olan fayansları inceledim .
O an aklıma Rıhtım ihalesi geldi.Kaşlarım direkt çatıldı, bir elim yumruk oldu istemsizce. Selçuk pislik çıkarıyordu. Zaten ne zaman pislik çıkarmamıştı ki...
Sinirle ağzımda ki köpüğü tükürdüm, ağzımı çalkalayıp elimi yüzümü yıkadıktan sonra banyoda ki lacivert havluyla elimi yüzümü kuruladım. Altımda sadece bir pijama altı vardı. Odamdaki kıyafet bölümüne gittim spor bir şeyler giyinip spor yapmak için aşağı indim. Her zamanki gibi koşu bandını ayarladım. Aklıma , bu iğrenç topluluğun lideri olmadığım zamanlar geldi.
O zamanlar sahile iner, koşardım. Şimdi ise arkasında beş koruma dolu araçla koşamayacağını bilmek kim olduğunu hatırlamak bu kirli dünyada olmak beni boğuyordu. Derin bir nefes alma ihtiyacıyla doldu ciğerlerim.Koşunun hızını arttırdım. Spor salonunu zemin katta full camlı bir şekilde yaptırtmıştım. Yemyeşil bahçe ve arkasındaki göl manzarası bana huzur veriyordu. Kırk beş dakika koştum.
Nefes nefese kalmıştım, banyoya gitmek için spor salonunundan çıktım ve üç katlı evimin en üst katı olan çatı katı yani kendi odamın bulunduğu kata doğru merdivenlere yöneldim. Üç büyük bir tane de küçük bir oda vardı. Merdivenin karşısında yatak odası, yatak odasının solunda piyano ve tuvallerinin olduğu hobi odası ve sağ tarafında ise çalışma odası vardı. İşten çıkınca gece yarılarına kadar çalıştığım çalışma odası bütün evde en çok vakit geçirdiğim yerdi. Kahve tonlarının ağırlıklı olduğu, kendi çizimlerimden olan birkaç tuvalle, ceviz ağacından yapılmış büyük bir çalışma masası ve karşılıklı birbirine bakan duvarlar da boydan boya olan kitaplık ve yerde iran dokumalı halı. Banyoya girdim.
Elime şampuanımı alıp saçlarımı köpürttüm ,suyu açtım.Köpük gidene kadar saçlarımı duruladım. Su bedenimde yeni yollar keşfetmiş gibiydi sanki. Suyu soğuğa verdim. Ellerimi fayansa dayadım. Kafamı geriye attım. Aklımdaki tilki bana rahat vermiyordu. Selçuk artık sınırı aşmış durumda kendini bilmez bir şuursuzlukta ilerliyordu. İstemsizce ellerimin yumruk olduğunu fark ettim. Sonra aklıma anneme kahvaltı için söz verdiğim geldi. Duşumu aldıktan sonra kıyafetlerimi giymek için kıyafet bölümüne girdim. Annemlerin evi yürüme mesafesinde otuz dakikadır. Dedem bu imparatorluğu kurduğu zaman bu yeri almış.
O kadar geniş bir yer ki üç malikane asla birbirini görmez. Ilgazlar hep beraber yaşasın diye düşünmüş. Onun da babasının hayaliymiş bu. Her zaman anlatırdı bunu sonra da eklerdi sen de atana layık bir evlat ol diye.
Giyindikten sonra evden çıkmak için aşağıya indim. Normalde annem her gün evin hizmetlilerinden olan Safiye teyzenin kızı Gülsümü yollar bana kahvaltı hazırlattırırdı. Bugün ise artık kaç gündür yaptığı sitemlere dayanamadığım için onlarda yemeğe karar vermiştim. Dışarı çıktığımda sağ kolum olan Demir hemen yanıma gelmişti. Arabanın kapısını açmıştı, ona:
-Bugün annemlerde kahvaltı yapacağım Demir arabayı oraya getir!
Demir kafasını sallayıp hemen Ahmet'i çağırıp bütün arabaları annem gilin evine doğru sürdürttü. Demir'e döndüm:
-Selçuk'un neler karıştırdığını buldun mu Demir?
-Arıyorum abi.
-Arama Demir hemen bul, yoksa sana takılan lakabın altında kalıyorsun. Demiştim munzur bir ifadeyle.
Demir ise yapma abi der gibi bakmıştı. Demir bu lakaptan nefret etse de cidden kurt olmanın hakkını veriyordu.
Topluluk, insanları, hayvanların toplu organize hareket edebilen biçimleri olarak görüyordu.Babam ava çıktığı bir gün dedemle ormanda küçük bir kurt sürüsünün dolandığı yer de ormanın içinde terkedilmiş bir şekil de ağlayan bir bebek bulmuşlardı.
Dedem hemen babama onu eve götürmesini söylemiş. Babam eve gelirken dedem de belki Demirin ailesini bulurum deyip ormanda adamlarıyla arama yapmış ama hiçbir şey bulamadan eve dönmüşler. Demirle aramda tahminen altı ay gibi bir süre vardır. Ona hep kurt derdi dedem. Babam onu kendi oğlu gibi yetiştirmişti.
Annem onu emzirmişti. Kısacası süt kardeşiydik Demirle. Dedem yeni doğmasına, ormanda saatlerce kalmasına rağmen ona hiçbir şey olmadığı için Demir adını koymuş. Dedem isimlerin, kişinin kaderini çizen en büyük etken olduğuna inanır ve buna göre isim koyardı. Ben ve Demir annemlerin evine doğru yürüyorduk. Yürümeyi çok sevdiğimi bilir Demir. Küçükken hep buralarda koşar, yürür, oyunlar oynardık.
Arada gölde yüzmeye giderdik. Tabi bunlar olurken asla tek olmaz çevremizde ondan fazla koruma olurdu. Ama olsun bu bile bana özgürlük gelirdi, mutlu olurdum. O zamanları çok özlüyorum...
Eve yaklaştığımda Melisin köpeği Laviniayla ilgilendiğini fark ettim. Bizi gördüğünde koşarak geldi. Bu yaşta ( aramızda sadece iki yaş var) sanki on yaşındaki kız çocuğu gibi davranmasına alışmıştık ailecek.
-Ooo yakışıklı abilerim gelmiş!
-Yine başlama Melis! Kahvaltı hazır mı işimiz var bizim!
-Sana da günaydın huysuz, sinirli abiciğim. Ayrıca evet annem daha güneş doğmadan mutfağa soktu herkesi görsen neler yaptı neler sanki ne oğlu uzaktan geliyor. Yan evde oturuyor oğlu.
Melis'e göz devirip yanından geçerken arkadan gülme sesi geldi arkama döndüğümde Melisin beni taklit ettiğini Demirin de buna güldüğünü gördüm. Tek kaşım havada ikisine sinirli bir bakış atıp evin içine hızlı hızlı yürüdüm. Hep bu olurdu. Artık Melis ve Demirin günlük rutini olmuştu benle dalga geçmek.
Evin kapısını hızlıca açmamla bir çığlık sesi ve üstüme düşen bir koliyle biri. O an ne olduğunu anlamamıştım kız hemen toparlandı. Özürler diledi defalarca. Saçı bütün yüzünü kaplamıştı. Kafası önde koliden taşan eski örtüleri topluyordu hızlı bir şekil de. O sıra da Demir hemen koştu yanıma:
-Abi iyi misin?
-Oğlummm! Ayyy ne oluyor burda! Safiye çabuk buraya gel!
Annemin yanıma geldiğini o an fark etmiştim. Demir kalkmama yardım etti. O sırada ellerini önündeki bezle kurutan Safiye teyze koştu:
-Buyur hanımım.
-Yeter artık Safiye! Yeğenin geldiği günden beri yapmadığı sakarlık kalmadı. Şimdi de biricik oğluma zarar verdi. Canım oğlum benim! Deyip ellerini yüzüme ulaştırıp bir şeyim var mı diye baktı:
-İyi misin oğlum?
-Anne saçmalama hatalı olan benim hem hiçbir şey olmadı.
O sıra da Melis, Demir'e doğru eğilip kız dün geldi bu arada dedi. Annem ona sert bir şekilde baktı. Melis, Demirin arkasına saklandı.Safiye teyze:
-Kusura bakma hanımım, Gülsüm sofrayı hazırlayınca bende bu eskileri Berfuya götür dedim.
-Ben sana demedim mi bu kız etrafta dolaşmayacak, varlığını bile hissetmeyeceğim diye. Acıdık, izin verdik burda kalmasına ama...
Tam anneme ona saçmaladığını, abarttığını söyleyeceğim an kız kafasını kaldırdı.
Özür diliyordu. Sanırım... Bilmiyorum, anlayamıyorum, odaklanamıyorum, hayatımda ilk defa böyle hissettim ben. Nefesim kesildi ilk önce, sonra karnıma ağrı girdi, kalbimin ritmi değişti, sanki koşuyordum şu an, avuç içleriminde terlediğini hissediyordum. Yüzümün bembeyaz kesildiğine eminim ama onun gözlerinden gözlerimi ayıramıyorum.
Gözleri....
Annene aşık olduğum çok an var Kardelen. Sayamayacağım kadar çok ama nedense bu an benim için çok özel. Sana bu anı anlatabileceğim tek şey çarpıldım resmen. Buz mavisi gözleri vardı annenin. Mavinin bu tonunu ilk defa görüyordum. Buz mavisi gözlerine inat simsiyah upuzun kirpikleri vardı. İnce biçimli kaşları, minik kalkık bir burnu, iri kırmızı elmacık kemikleri vardı, yüzünün beyazlığına inat kıpkırmızı minik dolgun dudaklar.
Omuzlarını biraz geçmiş siyah ama daha çok kahve tonları karışımı saçlar...
Bir şeyler konuşuyordu, konuşurken dudağının kenarında çukurlar oluşuyordu. İtiraf ediyorum kızım annen hayatımda gördüğüm en güzel kadındı. Ben de ki bu tepkileri ilk fark eden Demir oldu:
-Abi iyi misin? Yüzün bembeyaz oldu.
-Ayyy oğlum benim ne oldu sana! Annemin aniden ona döndüğünü fark ettim, bağırdı ona:
-Çabuk kaybol hemen! Seni bir daha ortalıkta görürsem bu evde ki son günün olur!
Neden bilmiyorum ama o an fark etmemiştim şimdi fark ediyorum insan anılarını her hatırladığında farklı detaylar fark ediyor. Anneme bağırdığımı çok sonradan anladım:
-Bağırma ona! Sana dedim ben hatalıydım neden anlamıyorsun!
-Ama oğlu..
-Yeter anne! Neyse ben gidiyorum. Etmeyeceğim kahvaltı falan hadi Demir!
Annem hemen kolumu tuttu:
-Alparslan lütfen bak o kadar şey hazırladım senin için!
Herkes sinirli olduğumu sanıyordu ama hayır ben o an çaresizdim nefes alamıyordum nefes almaya ihtiyacım vardı sonra kar tanesi konuştu:
-Lütfen Alparslan bey gitmeyin! Özür dilerim cidden çok özür dilerim! Sesi titriyordu, buz mavisi gözleri buğulandı bu görüntü canımı yaktı, yüzümü buruşturdum.
-Tamam! Dedim o an öl dese ölebilecek gibiydim. Ama nefes alamıyordum hala, Anneme dönüp:
-Sigara içeceğim, sonra kahvaltıya gelirim! Deyip kendimi dışarı attım. Arkamdan Demir de geldi:
-Abi iyi misin?
O an ona iyi değilim az önce bana ne olduğunu bilmiyorum sadece nefes alamıyorum ve bunları sadece onun gözleriyle karşılaştığım için yaşadım desem...
Büyük ihtimalle inanmazdı çünkü hala ben de inanamıyorum. Aceleyle bir sigara yaktım hızlı hızlı içtim ama kesmedi hala ellerim titriyordu bir tane daha yaktım.
Kardelen , canım kızım bu anı her hatırladığımda, dudağımda bir tebessüm beliriyor. Şu an bu yaşımda, o Alparslanı kıskanıyorum.
Çok keşkem oldu annene karşı ama bu anda hiçbir pişmanlığım yok . Genç Alparslanın o çaresizliği, toyluğu, masumluğunu hep kıskanmışımdır. Bana hep güzel bir anı olarak kaldı.
-Abi acaba çarpışırken kafanı falan mı çarptın bir yere!
-Çarpılan kafam değil Demir! Kafam değil!
-Hiçbir şey anlamıyorum abi!
-Bende anlamıyorum Demir! Neyse gidelim!
Derin birkaç nefes aldım. Elimin terini lacivert kumaş pantolonuma sürdüm. En son elim terlediği zaman, babamın benle Demiri eğitim için on yaşında yurt dışına gönderdiği zamandı.
Eve girdiğimde gözlerim etrafı kontrol etti. O yoktu. İçim huzursuzlukla doldu. Hem onu tekrar görmek istiyorum hem de istemiyordum. Sevdanın ben de birçok tanımı vardır ama en çok arafta kalmak derim. Masaya oturdum, tam başlayacağım an annem:
-Durun! Misafirimiz var! O da gelsin öyle. Deyip kapıya baktı tam o sıra da içeri Yağmur girdi. ADAN holdingin biricik kızı, Topluluğun güçlü ailelerinden olan Hakan ADANIN kız kardeşi.Gülümseyerek daha doğrusu bana gülümseyerek anneme doğru gitti.
-Merhaba Asu teyzeciğim.
-Aa Yağmurcuğum lütfen bana anne de!
Melisin içtiği meyve suyu boğazında kaldı.
-Anneme bak birgün bana bu kadar içten anne de dediğini duymadım yemin ederim!
Annemin, Melise seni öldüreceğim bakışlarına karşın umurunda bile değildi.
-Neyse gel Yağmurcuğum. Bak! Alparslanın yanı boş, otur oraya lütfen.
-Peki Asu anneciğim!
Annemin sevgi dolu hatta aşırı sevgi dolu karşılaması, Melisin kusuyormuş gibi yapması annemin ona bakmadığı bir an da , Demirin ise gülmemek için dudaklarını kemirmesini tek kaşım havada ve etrafı tarayarak görmüştüm.
Çünkü asıl görmek istediğim oydu. Onu gördüğüm zamanda ki hastalığım yani büyük ihtimalle hasta olmuştum, o geçmişti. Ben hala onu ararken annemin elime dokunmasıyla ona döndüm.
-Oğlum sabahtandır sana sesleniyorum ama duymadın! Neyse o sakar kız sana çarptı ya kesin onun yüzünden bu kadar dalgınsın! Acaba bir yerini falan mı çarptın?
-Alparslan'a ne oldu ki?
-Ne olacak acıdık kızı evimize aldık görsen Yağmurcuğum, hayatında bu kadar sakar, salak bir kız görmemişsindir!
-Zaten ne başımıza geldiyse hep bu iyilik severliğimizden geldi. Ama sakın taviz vermeyin Asu anneciğim, yoksa bu tür kızlar sonra iyice size sorun çıkarır.
Annemin yarı sinirli yarı da güleç tavrı zaten sinirimi bozmuşken, Yağmurun dedikleriyle kan beynime sıçramıştı.
-Bence asıl yüz vermek hiçbir neden yokken birine bana anne diyebilirsin demektir! Hadi Demir kalk gidelim, çok işimiz var!
Kimseye bakmadan masadan kalktım. Arkamdan Demir de kalkmıştı. Masada derin bir sessizlik olmuştu. Çünkü kapıdan çıkarken bile hala ses yoktu tam kapıdan çıkmıştım ki, dış kapının yanında onu gördüm.
Kapının yanında ki çiçekler için yapılmış büyük beton saksıların bir tanesinin üstünde oturuyordu. Beni görünce ayağa kalktı. Çekingen bir tavırla yanıma geldi.
-Alparslan bey galiba size çarptığımda bu kağıdı düşürdünüz... Eee şey ben tekrardan özür dilerim.
Cevap vermeyi geç hareket edemiyordum bile. Hastalık geri gelmişti. Zaten bunu görünce tekrardan konuşmaya başladı kar tanesi:
-Bakın cidden özür dilerim. Lütfen affedin.
Sonra elinde ki kağıda baktı.
-Ben örtüleri toplarken buldum. Büyük ihtimalle sizin çünkü teyzem o kolide kağıt falan olmaz dedi... Alparslan bey?
-Abi! Abi iyi misin?
Hala hareket etmemem ve büyük ihtimalle ona öyle bakmam (ilerde ona sorduğumda öldürecekmiş gibi bakmıştın demişti) yanlış anladı. İlk önce yüzü düştü sonra Demir'e doğru kağıdı verdi.
Demir'de şaşkın şaşkın bir bana bir ona bakıyordu. Tekrar konuştu ama bu sefer sesi de titremişti.
-Ben gerçekten çok özür dilerim bir daha asla beni görmezsiniz bile! Yemin ederim.
Arkasını dönüp, tam giderken aniden kolundan çektim. Gücümü ayarlayamamıştım ki az kalsın düşüyordu. Arkadan Demir'in:
-Abi!
Diye beni uyardığını ve tam o zamanda iki yüzün bana şaşkın( Berfu daha çok korkarak bakıyordu) bakışıyla kendime geldim.
-Önemli değil! Ben hatalıydım, ayrıca seni hep göreyim yani insanlar hep görür birbirini çünkü insanız neden görmeyelim değil mi?
-Anlamadım?
-Yani diyorum ki göreyim gez, bak bahçe çok geniş, gez gez bitmez ayrıca benim evimin o tarafta göl de var. O gölün ayrıca çok değişik bir efsanesi de var bunları öğrenmen için de görmen, görmemiz lazım seni!
Berfunun anlamaz şaşkın buz mavisi gözleri ve Demirin gülmemek için arkasını dönmesi falan umurumda değildi. Çünkü onunla konuşmuştum. Hastalığı yenmiştim. Bunun sevinciyle ve onunla konuşmanın mutluluğuyla yüzüne sağ dudağım kıvrılmış halde bakıyordum.
Tam o sıra da Safiye teyze onun ismini bağırdı. Sıçradı, etrafına bakındı ve hemen benden iki, üç adım uzaklaştı sonra da koşar adım evin mutfak tarafında ki bahçeye doğru gitti. Arkasından saçları savruluyordu. Tam eve girecekken kafasını bana çevirdi.
Buz mavisi gözlerini saatlerce izlemek istiyordum. Hemen gözlerini kaçırdı ve içeri girdi. Ben ise arkasından yerinden çıkacakmış gibi atan kalbimle sırıtarak o tarafa bakmaya devam ediyordum...