Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@nurita

Lütfen yorum yapmayı ve oy atmayı unutmayın❤️😢🥰


Berfuyla göl kenarındayken nefes alışverişlerinin düzenli hale gelmesiyle uyuduğunu anladım. Onu uyandırmaktan korkarak kucağıma aldım. Saçlarının ferah kokusunu içime çekip başının üstünü öpüp eve doğru yürüdüm.

 


Kucağımda Berfu varken eve girmek sıkıntıydı bu yüzden korumaların görev değişim anlarını bekledim. Şanslıydık ki birkaç dakika sonra mutfak kapısının önündeki adam gitmişti. Hemen içeri girip ayağımla yavaşça kapıyı kapattım.

 


Yavaş yavaş merdivenleri çıkıp yatak odama girdim. Onu yatağıma yatırıp pikeyi üzerini örttüm. Ben de hemen yanına uzandım. Beni büyüleyen o buz mavisi gözlerse ben neden şu anda ona hülyalı hülyalı bakıyorum?

 


Kafamın içinde sadece o var gibi. Bütün sorularım onunla dolu. Cevaplarını bilmiyorum. Cevaplarını bilmekten korkuyorum çünkü eğer kendime cevabını verirsem onu kendimden nasıl koruyacağım?

 

Onu kendimden korumak istiyorum muyum? Onun benim için anlamı koca bir bilinmezlik. Bu bilinmezlik beni korkutuyor. Hiçbir şeyden korkmayan ben, bundan korkuyorum!

 


Kafasını huysuzca yastığa bastırdı. Bu beni gülümsetti. Saçı önüne gelmişti ve kaşları çatılmıştı. Saçını, o ipeksi saçlarını kulağının arkasına koydum. Kaşlarının ortasındaki o çatılmayla oluşan kırışıklığa işaret parmağımla hafif hafif dokundum. O kırışıklıkta düzelince biraz daha yaklaştım ona. Kokusunu içime çektim. Ciğerlerim ferah bir havayla doldu. Bu beni iyice gülümsetti. Dayanamadım yanağına tüy gibi bir öpücük bıraktım. Tekrar yavaşça uzandım.

 

 

Korkuyorum uyanmasından. Tam o sırada telefonuma mesaj geldi. Cebimdeki telefonumu hemen sessize aldım. Aklıma aniden bir fikir geldi. Kamerayı açıp onu çekmeye başladım. Aynı fotoğraftan kaç tane çektim bilmiyorum ama hepsinde aynıydı. Sonra bir fikir daha geldi aklıma. Berfuya sırtımı dönüp öyle fotoğraf çekmeye başladım.

 


O sadece pikeye sarılmış uyuyordu ama ben ağzı kulaklarına varmış bir şekilde telefonun arka kamerasına bakarak fotoğraflarımızı çekmeye devam ediyordum.

 


Berfunun elimde olan tek varlığı kendi çizdiğim portresi ama yetmiyor. Ben ki Melis fotoğraf çekmek istediğinde çoğu zaman reddeden ben, şimdi yana yakıla fotoğraf çekiyordum.

 

Telefonu kapatıp komodine indirdim. Bunlar bizim ilk fotoğraflarımızdı. Umarım son olmazlardı. Tekrar ona döndüm, Berfuya, kar tanesine…

 


Asla yapmam ya da sevmem dediğim ne varsa bana yaptırıyordu ve bunun farkında bile değildi.


Berfunun efsununa kapılalı yaklaşık bir ay oluyor. Beraber geçirdiğimiz günler bir elin parmakları kadar bile değil hatta saatler ama neden yıllardır yan yanaymışız gibi hissediyorum.

 


Keşke farklı hayatlarda tanışsaydık. Şu anki hayat bana ne çocuk olmama izin verdi ne de genç bir adam ama onun yanında olmak sanki bana yaşamadıklarımı verecekmiş gibi hissediyorum.

 


Elimin tersiyle yanağını hafif okşadım. Şu an bir rüyada gibiyim. Onun şu an yanımda uyuyor olmasının başka bir açıklaması yok çünkü…

 

Bu rüya hiç bitmesin istiyorum. Sonsuza kadar süremez mi? Sessizce güldüm. Yarın belki de ölecektim. Değil sonsuza yirmi dört saat bile sürmedi. İşte benim yaşamım buydu…

 


Kaç saat böyle geçti, bilmiyorum. Hava aydınlandı. Güneş nazlana nazlana doğdu. Ben sadece onu izledim. Zaman dursun istedim.

 

 

Düne kadar yaşamak umurunda olmayan Alparslan, şimdi yaşamak istiyordu. Onunla yaşamak istiyordu. İç çektim. Eğer bugün ölmezsem bu isteğimi yapmak için elimden geleni yapacağıma yemin ediyorum. Ne olursa olsun onunla olacağıma yemin ediyorum.

 


 

 

Sabaha kadar onu izledikten sonra gitmek vakti gelmişti. Maalesef ayrılıklar ansızın gelen misafir gibiydi ve bu misafir sabırsızdı. İstediğini almadan gitmeyi de bilmiyordu.


O ise hala mışıl mışıl uyuyordu. Onun huzurlu ifadesi içimde bir yerlerde umut ışığı yakıyordu.

 


Onu uyandırmamaya dikkat ederek önce duş alıp sessiz sedasız hazırlandım. Yanına tekrar gittiğimde pikeyi bacaklarına dolamıştı. Pikeyle sanki savaşmış gibi görmek beni gülümsetti.

 


Dün gecede yatakta kıvranıp durdu hatta bir ara bana tekme atıp elinin tersini yüzüme çarpmıştı. Bu saçma bir şekilde hoşuma gitmişti. Kahkaha atmamak için kendimi zor tutmuştum. Aklıma gelince tekrar güldüm.

 

 

Ona bakarken yüzümdeki gülümseme yavaşça söndü. Yanıma gittim. Dizimi kırıp yanına eğildim. Hafifçe üstüne eğilip kokusunu içime çektim. Dudaklarım, gamzelerinin olduğu yere değdi. İstemsizce gözlerim kapandı. Berfu umarım seninle yaşayacağımız daha çok günüm vardır.

 

 

Yüzümde kırgın bir gülümsemeyle ayağa kalktım. Tam yatak odasından çıkacakken ona tekrar baktım. Umarım seni tekrar görebilirim kar tanesi…

 

 

 

Arabada kaç dakikadır gidiyoruz bilmiyorum. Umurumda değil. Elimde telefon onun fotoğrafına bakıyorum. Ona veda edemedim. Ona veda etmek istemedim. Fotoğrafına bakarken telefonda babamın ismi belirmeye başladı. İç çektim ve aramasını cevapladım.

 

 

“Efendim!” dedim. “Bütün her şey yolunda mı?” diye sordu. “Evet!” dedim soğukça. Birkaç saniye ses gelmedi. “İyi o zaman!” dedi o da. Tam telefonu kapatacakken sıkıntılı bir sesle “Alparslan kendine dikkat et!” dedi sanki beni önemsiyormuş gibi.

 

 

“Ne yapayım mesela?” diye alayla sordum. “Ben ciddiyim Alparslan!” diye sertçe konuştu. Bu beni güldürdü. “Kafamdan vurulmamaya çalışırım Fırat Bey! Başka bir isteğiniz var mı?”. Karşı taraftan derin bir iç çekme geldi.

 

 

“Yok!” kısık sesle konuşmasının ardından hattın kesildiğini gösteren ses konuşmanın da bittiğini gösteriyordu.

 

Bu duygu neydi?

 

Pişmanlık mıydı?

 

Sanmıyorum!

 


Baba bir ailenin dağıdır. O dağ seni korur. Yeri gelir sana yoldaş olur ama benim üstüme o dağ yıkılmıştı yıllar önce. En son ne zaman babam olduğunu hissettiğimi bile hatırlamıyorum.

 

Asırlar geçmiş gibi…

 


Bu planı kurgulayan babam. Benim öz babam ölmemi umursamıyor bile. Bu eskiden olsa beni yaralardı ama şimdi o kadar normal bir durum ki!

 


“Abi birazdan orada olacağız!”, Ahmetin sesi artık sonumun kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Son kez Berfunun fotoğrafına bakıp telefonumu kapattım.

 

 

Birkaç dakika sonra yemyeşil düz ve boş bir arazide durduk. Her yer araba bizim ve karşı tarafın adamlarıyla dolu. Derin bir nefes alıp arabadan indim. Fyodor bağlantılı Çeçen mafyası bizi bekliyordu.

 


Sözde onlar Fyodora karşı bizimle görüşeceklerdi ama her şey yalandı. Benim vurulacak olmam dışında her şey yalandı. Böylelikle gizli düşman kimdi öğrenecektik. Babamın yıllardır öğrenmek istediği şeye saniyeler vardı artık.

 


Zovra liderleri olarak beni bekliyordu. Ona doğru yürürken sadece saniyeler için göğsümün sol tarafında bir acı hissettim. Bundan sonrası mahşer yeriydi. Silahlar çekilmiş bana ateş edilen tarafa doğru kurşun yağmuru vardı.

 

 

Çeçenler, Zovrayı korumaya çalışarak zar zor arabaya bindirmişlerdi. Ben ise etrafımda olanları üçüncü bir göz olarak görüyordum sanki.

 


Yanıma biri geldi. Abi, abi diye bağırıyor. Süleyman ve Demir yanımda bana bir şeyler söylüyorlar anlamıyorum. Kalbimin üstündeki acı beni hissizleştiriyor. Ayaz yerine seçtiğim doktor geldi sanırım ama artık onu da bulanık görüyorum. Gözlerim kapanıyor.

 


Bulanık gözlerimin önünde capcanlı bir siluet belirdi.

 

Gözleri…

 

Ah o gözleri yok mu?

 

Bana gülümsüyor. Bana nazlı nazlı gülümsüyor. En son her şey kararmadan önce gördüğüm şey onun gözleri. Ondan sonrası koca bir karanlık…

 


 

 

Kardelen! Bundan sonrası benim için bir soru işaretiydi. Sonra bir gün bir şey oldu. Annene özlemim artık yaşamama engel olmaya başladı. Başladığı gün onun günlüklerinin olduğunu öğrendim.


Bu en sevdiği oyuncağını kaybetmiş bir çocuğun acısını kesmezdi ama o acıya biraz da olsa dindirirdi.

 


Annenin günlük tuttuğunu öğrendikten sonra okudum. Her birini kaç defa okuduğumu saymayı bırakalı yıllar oldu. Bu yaptığım güzel bir şey değil, farkındayım ama inan bana onlarda olmasaydı, ölürdüm.

 


Berfunun küçüklükten beri günlük tutması hayatıma renk katan tek güzel şey oldu güzel kızım! Bazı günleri iki üç cümlelik geçmişti. Bazı günleri ise kalemi zar zor noktalamıştı, cümlelerini…

 


 

 

14.08.2010

Dün gece çok kötü bir şey yaptım. Ben dün gece Alparslan Beyle öpüştüm. Sabahında ise onun yatağında uyandım. Bunun nasıl olduğunu anlamadım bile. Bu yaptığım yanlıştı.

 

Beni basit bir kız olarak görürse ben ne yaparım?

 

Korkuyorum. Hem sabah uyandığımda o yoktu. Bu beni üzdü mü yoksa sevindirdi mi anlamadım.

 


Ya bir daha beni görmek istemezse?

 

O zaman ne yaparım?

 

Aklıma dün gece elimi delicesine atan kalbinin üzerine koyup “Ne hissediyorsan ben de onu hissediyorum! Korkma!” deyişi geldi. Bu beni neden bu kadar mutlu ediyor?

 


Kendine gel Berfu! O, Topluluk’un lideri. Ya sen? Basit, değersiz bir hizmetçi. Ağlamamalıyım ve umutlanmamalıyım. Onu sevemem. Kalbim sussun artık!

 



15.08.2010
Ağlamaktan yazamıyorum. Alparslan Bey hastanedeymiş. Kalbinin bir santim üzerinden vurulmuş. Ameliyat çok zor geçmiş. Durumu da ağırmış. Kalbim en son anneannem öldüğün de böyle acımıştı.

 

 

16.08.2010
Şu an göl kenarındayım. O güzel geceden bana sadece acı bir tebessüm mü kalacak?
Bugün de uyanmamış. Evde neden bir matem havası var? Ben inanıyorum. O geri gelecek!


 


17.08.2010
Bugün evde kıyamet koptu. Asu Hanımla Melis Hanım döndüler. Alparslan Beyin şu an hastanede yattığını öğrendiler. Asu Hanım bayıldı. Beni asıl şaşırtan ayıldığından bağıra çağıra Fırat Beyin üstüne yürümesi ve “Sen bunu biliyordun! Sen bile bile yolladın, onu!” deyip sinir krizi geçirmesi oldu. Fırat Bey ise sadece izledi. Tam odasına gidecekken bana baktı.

 

Bana anlamanı çözemediğim bir bakış attı. Daha sonra da yine odasına kapandı.
Melis Hanımda ağlamaktan başka bir şey yapmıyor. Ben de hep ağlıyorum. Onu özledim. Duruşu, bakışı her şeyiyle burası eksik ve ne zaman tamamlanacak bilmiyorum!

 

 

18.08.2010
Bugün Yağmur Hanım da geldi. O da sadece ağlıyor. Çok kötü görünüyor. O bakımlı halinden eser yok.

 


Gülsüm bana Alparslan Beye âşık olduğunu söyledi. Bu nedensizce beni daha da üzdü. Daha sonra bana bağırarak ağrı kesici istedi. Ona tam ilacını verecekken Alparslan Bey hakkında çok önemli bir şey öğrendim. 22 Ağustos onun doğum günüymüş. Yağmur Hanım ona sürpriz doğum günü hazırlıyormuş ama bu iğrenç olay olmuş. Ben inanıyorum o uyanacak!

 

 

19.08.2010
Ona şu an bileklik yapıyorum. İsmini yazmaya korkuyorum. Gerçi ona hala bey diyorum… Aramızdaki uçurum işte bu! Kendi günlüğüm de bile ismiyle ona hitap ederek yazmaya cesaret edemiyorum. Ben korkak ve aciz biriyim! Kendimden nefret ediyorum!

 



20.08.2010
Bugün de uyanmadı. Ağlamaktan gözlerim kıpkırmızı ve ağrıyor.

 


Neden uyanmıyor? Hiç geri dönmek istemiyor mu? Doktorlar hayati tehlikeyi atlattığını ve uyanması gerektiğini söylemiş ama uyanmıyormuş. Uyanmalı! Annesi, kardeşleri, arkadaşları herkes onu bekliyor. Bir de ben… Hem uyanmazsa ona yaptığım bilekliği nasıl vereceğim?

 

 

21.08.2010
Ben lanetli miyim? Kimi sevsem ölüyor. Annem hep benim lanetli olduğumu söylerdi. Bir de varlığımın ona ağır geldiğini… O da mı bunun için geri dönmüyor? Eğer bu yüzden gelmiyorsa ben giderim.

 

 

Annem de daha çok üzülmesin diye o işten gelince odadan çıkmazdım beni görünce mutsuz olmasın diye. Annemin bana bakarken ki mavilerindeki nefret duygusu çok ağrıma giderdi ama olsun ben onu çok seviyordum.

 

 

Yeter ki üzülmesin çünkü o benim annem! Ama ya annemin dediği doğruysa ya ben lanetliysem. Kötülükten başka bir şey getirmiyorsam.

 


Eğer o geri dönecekse ben ona varlığımı bile hissettirmem! Onun için köye bile geri dönerim. Benim lanetim ona bulaşmasın ne olur! Yeter ki geri dönsün… Onu çok özledim. Hem yarın doğum günü…

 



22.08.2010
Bugün yirmi sekiz yaşına girdi ama o uyanmadı. Neyin nazı bu! Bugün herkes daha üzgün. Sabah Asu Hanım yine sinir krizi geçirdi. Doktorlar sakinleştirici verdi. Melis Hanım da Demir Beye sarılarak ağlama krizine girdi. Yanlış görmediysem Demir Bey de ağladı ama gözyaşları saklamaya çalıştı.

 


Teyzem de çok kötü durum da. Ev işlerini bile yapamıyoruz. Bu zaten kimsenin umurunda değil ama ben onun odasını her gün gizlice temizliyorum. Uyandığında tertemiz bir odada yatsın diye. Hem hastane rahat değildir. İşte bu yüzden bile uyanmalı…

 


Gece elimde bir tabakla gölün oraya gittim. Tabağın içinde bir dilim kek vardı. Etrafıma baktım korka korka. Kimse yoktu. Bu beni son bir haftadır gülümseten tek şeydi.

 


Geceliğimin cebinden küçük bir mumu ve kibrit kutusunu çıkardım. Mumu keke batırdım. Kibriti yakmaya çalışıyorum ama elim titriyordu o yüzden yakamadım ilk başta. Ağladığım için sanırım. Sinirle gözyaşımı sildim. Biraz daha uğraştıktan sonra sonunda başardım. Mumu yaktım.

 


Tabağı elime alıp tamamen göle döndüm. Göl ve ben ona kırgınız ama olsun İyi ki doğdun Alparslan deyip mumu üfledim. İlk defa ona bey demedim…

 


Bu Alparslanın doğum gününü kutladığım ilk doğum günü. Beraber kutlayamadık ama olsun söz veriyorum kutlayacağız…

 

Kutlamak zorundayız. Hayatıma yeni girdi. Bana anneannemden sonra iyi davranan tek kişi. Bana sevilecek biriymişim gibi davranan tek kişi. Bana değerliymişim gibi davranan tek kişi. Bana lanetli değilmişim gibi davranan tek kişi.

 


Bana bakarken ki gülümsemesi bana anneannemi hatırlatıyor. O her zaman benim en masum olduğumu söylerdi. Eğer ben masumsam ve lanetli değilsem neden bu hayatta sevdiğim herkes beni bırakıp gidiyordu? Allah’ım ne olur o da beni bırakmasın…

 


Ben sabaha kadar o gölde ağladım. Yıldızlarda o olmadığı için çirkin gözüküyordu. O olmadığı için bana her şey çirkin gözüküyor.

 

Uyanmalı ve tekrar hayatıma renk katmalı… Hem daha ona hediyesini vermedim!

Loading...
0%