Lütfen yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın❤️🥰😢
Dışarıdan uğultulu sesler geliyor. Gözlerimi açmaya çalışıyorum ama açamadım. Birkaç defa denedikten sonra gözlerim açıldı.
Bu beni çok zorladı. Özellikle de tavandaki lamba gözlerimi alıyordu.
Ağzımdaki oksijen maskesi de beni boğuyordu. Göğsümün sol tarafındaki acı da cabası.
Sağ elimi kaldırmaya çalıştım. Oksijen maskesi nefes almamı engelliyor. Maske beni cidden boğuyor. Elimi kaldırmaya çalıştım ama sanki üstünde bir el varmış gibi bir ağırlık vardı ve bu ağırlık izin vermiyordu. Elimin üstündeki ağırlık serum iğnesi olmalıydı.
Telaşla biri yanıma geldi. “Abi iyi misin? Doktoru çağırın çabuk! Abi dur, sana yardım edeyim!”, konuşan Süleymandı. Maskeyi çıkardı. Maskenin beni boğduğunu anlamıştı.
Derin bir nefes almaya çalıştım. Bu kalbime büyük krampların girmesine neden oldu. O yüzden nefesimi kesik kesik aldım. Böyle de göğsüme sansı giriyordu ama en azından nefes alabiliyordum.
Aldığım nefeslerle hastane kokusu ciğerlerime doldu. En nefret ettiğim kokudur bu.
Koyu kahve gözlerim Süleymanı buldu. Gözleri mi dolmuş? “Ağlıyor musun lan sen?!” diye sormam kafasını eğmesine neden oldu. “Yok abi! Şey oldu… Şey… Toz kaçtı!” diyor ama palavra elleriyle gözlerini kapattı.
O sırada doktor geldi. Rutin kontrollerini yaparken kapı o kadar hızlı açıldı ki duvara çarptı. Bunu yapmaya iki kişi cesaret edebilirdi ancak. O kişilerden biri Diegodan başkası değildi.
“Sporco (pislik), disonorevole (onursuz)! Accidenti al giorno in cui ti ho visto come mio fratello! (seni kardeşim olarak gördüğüm güne lanet olsun)” bunun gibi sadece ama sadece hakaret içeren cümleleriyle en az yarım saat konuştu.
“Sana da merhaba kardeşim!” yamuk bir gülüşle bunu söylemem onu daha da sinirlendirdi.
Bir dakika onun gözleri mi kızarıktı. Bu beni şaşırttı. Diego ağlamazdı. Asla ama asla ağlayamazdı. O ölüm eğitiminde –biz o yıllara öyle diyoruz- bile ağlamayan ve kendine bu sözü veren kişi benim için ağlamazdı değil mi?
Güldüm. Öz babamın beni ölüme yolladığı yerde başkası benim için gözyaşı döküyordu. Bu başkasının dini, dili, ırkı farklı da olsa kalplerimiz birdi.
Sonra aklıma o geldi. Sol göğsümün acısının arttığını hissettim. Acaba o da benim için üzüldü mü? Gözyaşı döktü mü? İçim tarifsiz bir özlemle doldu. Bütün ruhumla onu görmek istedim. O mavileri bana baksın! Ben hemen iyileşirim, söz veriyorum!
“Domuz gibisin ben gidiyorum artık!” Diegonun sesi sert ama küskün geliyor. “Türkçe konuşuyorsun ha!” diye dalgaya vurmaya çalıştım.
Ellerini pantolonunun ceplerine koydu. “Yıllar önce öğrendiğim bir dil! Konuyla alakasını anlamadım!” kaşları iyice çatılmıştı hatta bana beni dövecekmiş gibi bakıyordu. Büyük ihtimalle şu an ölümden dönmeseydim beni öldürürdü.
“Kardeşim, ortam yumuşa…” lafımı kesen Diegonun konuşması oldu. “Sizin buralarda hasta ziyaretinin kısası makbul, prendersi cura di se stessi! (kendine dikkat et) deyip çıktı. Şoka girmiştim. Şu an benden nefret bile edebilir bunu anlarım ama Diego asla böyle bir davranış sergilemez. Bir şey olmuş olmalıydı.
Kafamı Süleymana çevirdim. Ne oluyor der gibi kafamı salladım. Süleyman çekine çekine “Abi… Sen on gündür komadasın!”, konuşması için devam et dermişçesine elimdeki serum iğnesinin izin verdiği kadar salladım.
“Diego ve Demir abi bu on gündür çok kötüydü abi. Fırat Beyle kavga ettiler. Matteo Bey ortamı sakinleştirmeye çalıştı ama olmadı. Yani abi biz hepimiz sana bi… bir… bir şey oldu sandık!” cümlesini zar zor bitirip ağlamaya başladı.
Ağzından anlamadığım ama özürlerle ilgili bir şeyler söyleyip odadan elleri gözlerinde çıktı. Bu beni iyice şaşırttı. Galiba bu sefer gerçekten ölümden son anda kurtulmuştum. İlk defa yaralanmıyordum ya da ilk defa kurşun bedenime girmemişti ama ilk defa çevremdekileri böyle görüyordum.
Göğsümün acısını bile şu an önemseyemiyorum. Ben komadayken bir sürü olay olduğu ve asıl bundan sonra kıyametin kopacağını anlamıştım…
…
İki gündür hastanedeyim. Bir ara Demir geldi ama doğru dürüst yüzüme bile bakmadı. Sadece beni kontrol edip bir de doktorlarla konuşup gitti. Kardeşimde gördüğüm ilk şey zayıflamış olduğu. Hem de baya zayıflamış olduğu.
Bu beni kahrediyor ama suçlu ben değilim ki! Ben de suçsuzum. Ben de yaşamak istiyorum ama izin vermiyorlar. Bunun yükü bile zaten ağırken bir de onların davranışları yükümü daha da ağırlaştırıyor.
Annemler de yanıma gelmek istiyorlarmış. Hatta evde küçük bir kıyamet kopmuş ama buna izin vermedim. Zaten babam da bunun en doğru karar olduğunu söylemiş…
Yarın taburcu olacağım. Tedavim evde görülecek. Heyecanlıydım. O geceden sonra onunla hiç yüz yüze gelemedik.
İtiraf etmem gerekirse evde tedaviyi en çok onun için istiyorum. Doktorlar en az bir hafta daha hastanede yatmam gerektiğini söylüyor ama yapamam. Onu o kadar özledim ki… Bu özlem artık ruhumdan taşmış ve bütün benliğimi ele geçirmişti.
Nefeslerim de bile o var! Yaşamak istememim bile en büyük nedeni o! Onun yaşayamadıklarımız ve yaşamak istediklerim!
En son artık bu özleme dayanamadım, Süleymandan telefonumu istedim. Çoğu zaman dinlenme bahanesiyle odadakileri kovup onun fotoğraflarına bakıyordum. Ama artık onlarda eksik geliyor. Zaten aynı hepsi ama olsun! Ben onun mavilerini de özledim. Minik burnunu da sonra kırmızı minik ağzını bir de o ferahlatıcı kokusunu…
İç çektim yine. Kalbimin kurşun yüzünden mi yoksa ona olan özlemimden mi ağrıdığını anlamıyorum. Ama ikisi de artık göğsümün sol tarafını ele geçirmiş durumda.
Keşke şu an kapı açılsa…
O tatlı sesiyle bana yine Alparslan dese…
Tam bu güzel hayalin tadını çıkaracağım sırada Mert ve Ayaz içeri girdi. Onları görmek beni mutsuz etti. Hayallerim ve hayatlarım tamamen farklı…
Zaten ben ne zaman hayal kursam hayat kafama vura vura bunun bana yasak olduğunu gösteriyordu. Mutsuz bir şekilde önüme döndüm.
“Aslanım, pençesine kurban olduğum! Sensiz ne şirket güzel ne de Topluluk! Hemen iyileşmen lazım. Sırf bu yüzden bile geri dönmelisin!” bunu derken Merte yandan bir bakış atarak “Bazıları yüzünden artık kan kusuyoruz!” dedi. Mert güldü.
Bu gülüş elbette mutluluktan çok uzaktı. “Kardeşim emin ol ben de bu geçici liderlikten nefret ediyorum!” sonra bana dönerek “Aslan nasıl yapıyorsun, bilmiyorum ama maalesef Ayaz haklı! Hem Topluluk hem kendi şirketim hem de ortak şirketleri idare etmek çok zor! Bu on gündür doğru dürüst uyuyamadım bile! Başımı kaşımaya vaktim yok!” Mert bunu bezmiş hatta hayatındaki en kötü şeymiş gibi söylemişti. Hatta büyük ihtimalle de öyleydi.
Bazı insanlar benim hayatıma ya da konumuma özeniyorlar. Bu bana dünyadaki en saçma durum olarak geliyor. Çünkü Topluluk’un lideri olmak iğrenç bir şey. Yaşamın bile onlara bağlı ki bunu on gün önce gördük.
Uzaktan bu durum nasıl gözüküyor bilmiyorum ama yakından bir insanın başına gelebilecek en kötü şey…
“On gün dayanamadığın şeye ben yıllardır dayanıyorum!” dedim. Mert yine yüzünü buruşturarak “Ne yapıyorsan yap ama çabuk yap ve hemen iyileş! Ben kendi şirketim de mutluydum kardeşim!” demesiyle telefonun çalması bir oldu.
Bezmiş bir şekilde telefonu açtı ve karşı tarafa bağırmaya başladı. Konu anladığım kadarıyla Toplulukla ilgiliydi ama hiç umursamadım. Doktorlar en az yirmi gün dinlenmem gerektiğini söylüyor.
Bu benim için ödül ama bu ödül imkânsız. Taş çatlasın en fazla bir hafta evde dinlenebilirim. Bu bile imkânsız ama aldığım yara herkesin elini kolunu bağlıyor.
“Yok abi! Sana bir daha vurulmak yasak! Senin yerine ben vurulurum ama bir daha senin yerine işleri idare etmem!” Merti ilk defa böyle görüyorum ama hak veriyorum.
Benim yaşamım yeryüzünde cehennemi yaşamaktan başka bir şey değil! “Aslanım! Sensiz öldüm, öldüm ama sen uyanana kadar dirilemedim! Kör kuyulara düştüm ama kimse çıkarmadı. Ben sensizlikten kendimi işe verdim!” Ayazın bu lafı beni şaşırttı. Bu yüzüme de yansımış olmalı ki “ Ya, Aslanım! Bir haftadır düzenli her gün hastaneye gittim. Bir sürü ameliyat yaptım. Seninkine, senin emrin yüzünden izin vermediler!” bana kınarcasına baktı.
“Babam geldi. Ateşime falan baktırdı. Beni hastanede görünce ama olsun. Neyse düşün! Sensizlik bana neler yaptırdı.”
Konuşmasının bitiminde gülmeye başladım. Mert de benimle gülmeye başladı. “Bunları duyunca tekrar vurulasım geldi.” dedim şakacı bir tavırla. Bu Ayazı dehşete düşürdü, Mertin ise yüzündeki gülüşün solmasına ve bana bezgin ve korku dolu bakmasına neden oldu.
İkisini böyle görmek beni iyice güldürdü ama bu gülüş göğsümün sol tarafına kramplar girmesine neden oldu.
Sağ avucumu göğsüme götürerek hafifçe tuttum ama gülüşlerimi tutamadım. Günler sonra ilk defa eğlendiğimi hissettim. Yüz ifadeleri o kadar komikti ki… İkisini de ilk defa böyle görüyordum. Ve sırf onları bir daha da böyle görmek için vurulabilirdim. Üstelik artık şaka da yapmıyordum…
…
Süleyman hastane çantamı hazırlamıştı ve yanımda doktorun son kontrollerini bekliyordu. Yüzündeki mutluluk ve heyecan görülmeye değerdi.
Bayram sabahındaki küçük çocukların masumiyeti vardı üstünde. Bu yüzümde manidar bir gülümseme oluşturdu.
Vefa buydu. Süleyman bu hayatta güvendiğim nadir insanlardandı. Benim yerime ölmekten asla gocunmayacak hatta bilseydi o kurşunun önüne atlayacak belki de tek insandı.
Süleyman, Demir ve Diego gibi insanlar kardeşliğin sadece aynı anne-babadan olmakla olmadığının en güzel kanıtıydı.
Doktorun gelmesiyle Süleyman bütün ilgisini doktora verdi. Doktor düzenli ve sağlıklı beslenmem gerektiğini, bol bol dinlenmemi, dikişlerime dikkat etmemi ve sigara ve alkolü iyileşene kadar içmememi söylüyordu.
Çoğu kurula uyacağımı sanmıyordum. Hatta umursamamıştım ama Süleyman sanki hayatı doktorun dediklerine bağlıymış gibi can kulağıyla dinliyordu. Hatta şimdiden evi hazırladıklarına ve benim en kısa zamanda iyileşmem için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarını söylüyordu.
Şahsen bu konuşma çok sıkıcıydı. Hatta benim için zaman kaybıydı. Onu görmek istiyordum. Neden kimse bunu anlamıyordu?
En sonunda ki bu son neredeyse kırk beş dakika sürmüştü ben eve gitmek için vitoma binmiştim. Binerken göğsüm acımıştı ama umursamadım.
Koltuğa oturduğumda karşımda Demir vardı. Sakalları çıkmıştı. Saçları dağılmıştı. Eski jilet gibi görüntüsünden eser yoktu. Araba hareket ettiğinden beri bakışlarım Demirdeydi. Onun bakışları ise camdan dışarıdaydı.
Arabaya bindiğimden beri bir kez olsun bana bakmamıştı sadece arabaya binerken göğsümdeki dikişler beni zorlayınca istemsizce inledim bu Demiri tetikledi ve garip bir şekilde bu bana daha da sinirlenmesine neden oldu. Elleri de yumruk olmuştu.
O andan sonra da bana bakmadı. Bu iç çekmeme neden oldu. Böyle olmazdı. Kardeşim bana dargınken ben rahat edemezdim. Tam ağzımı açacakken o konuştu. “Doktorlar uyanmazsan artık umutla beklememizi ama bu umudun artık azalmaya başladığını söylediler. Zaten ameliyattayken kalbinin durduğunu ve tekrar atması için çok uğraştıklarını anlattılar. On gün! Koca on gün uyanmadın. Annem sinir krizi kaç defa geçirdi sayısını unuttum. Kaç tane iğne vurdular artık sen tahmin et! Melis kollarıma tutundu “Yalvarırım!” dedi bana kaç defa. Ne için yalvardı biliyor musun bana? Senin için! “Abi ne olur abim yaşasın! Abimsiz biz ne yaparız diye kaç defa yakama yapıştı sence?” gözleri doldu. Sonlara doğru sesi de titremişti.
“Ben ise çaresizdim. Bir tarafta annem vardı bir tarafta biricik kız kardeşim ama ben onlara abim gelecek diyemiyordum.” Sol gözünden bir damla yaş aktı. Yutkundu. “Bunu bize yapmaya hakkın yoktu. Bu on gün ne yaşadığımdan, ne yaşadığımızdan haberin var mı?” dişlerinin arasından sinirle konuşmuştu sonunda. O kadar sinirlenmişti ki esmer teni kıpkırmızı olmuştu. Boynundaki damarlar belirginleşmişti.
Kardeşimin gözündeki kırgınlığa dayanamadım. Asla yapmam dediğim şeyi yaptım. “Bu planın emrini veren babamızdı.” Benim kısık sesle söylediğim şey ortama bomba etkisi yaratmıştı. Demir donup kalmıştı.
Benim yüzümde kırgın bir tebessüm peyda oldu. İlk defa bunu yapmıştım. Babam sözde her şeyden elini çekmişti ama sözde işte. Toplulukta ondan habersiz kuş bile uçmazdı.
“Unuttun mu? Toplulukta ondan habersiz kuş bile uçmaz!” konuşmam Demirin yutkunmasına neden oldu. Bu eve gidene kadar son konuşmamız oldu. Demir ne düşündü, bilmiyorum ama içinden koca bir ah çektiğine emindim.
Benim yıllardır çektiğim ahları düşünürsek şu an Demiri anlıyordum. Umarım o da beni anlıyordur çünkü artık babamın bana yaptırdığı ama sadece benim yaptığım sanılan çoğu şeyin vicdan azabını tek başıma çekmek istemiyordum. Bu artık kaldıramadığım bir durumdu.
…
Vito evin bahçe kapısından girmişti. Bahçe araba dolmuştu. Vitonun otomatik kapısı açılmasıyla Demir bana yardım için hemen indi. Bu benle artık küskün kalmadığının ve benimle barıştığının en önemli sessiz kanıtıydı.
Arabadan yavaşça inmeme rağmen göğsüme ağrı saplanmıştı. Göğsümü tutmam Demirin telaşlanmasına neden olmuştu. “Abi iyi misin?” diye sordu. Ona tam cevap vereceğim anda Melisin çığlığı hepimiz şaşırttı. “ABİİİİ!” diye bağırmasından sonra koşarak geldi.
Gözümden sakındığım kız kardeşim perişan görünüyordu. Üstü başı dağınık, saçları birbirine girmişti. Gözleri kıpkırmızı ve davul gibi şişmişti. Tam üstüme atlayıp sarılacakken Demir önüme atladı. Bu Melisi şaşırttı. “Melis, abimin dikişleri var. Sakin ol lütfen!” Melisin şaşkın bakışları mahcup bir hal aldı.
Yavaşça bana sarıldı. Kokumu çekti ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Belime o kadar sıkı sarılmıştı ki sanki ben bir yere kaçacaktım da o bunun korkusuyla bana sarılmıştı.
Ellerim ilk defa bakımsız gördüğüm saçlarına gitti. Başının üstünü öptüm. Ellerimle saçını okşadım. “Şşş! Sakinleş artık! Buradayım. İyiyim.” Diye onu sakinleştirmeye çalıştım ama Melis hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam etti. En sonunda Demirden destek almak istercesine “Değil mi Demir? İyiyim. Doktor da söyledi!” diye ondan destek almaya çalıştım.
Bakışlarım Demirdeydi. Ama Demir ondan asla beklemediğim bir şey yaptı. Bana bakarken önce gözleri doldu. Daha sonra da Melisi de alacak şekilde o da bana sarıldı. İşte bu cidden beni şaşırttı.
Bu sarılma beni geçmişe götürdü…
Beni çocukluğuma götürdü…
O zaman da ikisi ne zaman korksa bana sarılırdı. İçim tarif edilemez bir şefkatle doldu. Şu an bana sarılan iki yetişkin değil iki küçük çocuktu.
Demirin kafasını da sağ omzuma doğru bastırıp öptüm. “Tamam, artık bu kadar yeter! Kendinize gelin!” dedim ama onlar sarılmaya devam etti. Kafamı kaldırmamla Süleymanı görmem bir oldu
. Herkese korku veren Süleymanın dudakları titriyordu. Ağlamamak için zor duruyordu. Tek o da değil bütün adamlar böyleydi.
Dedem şu an yaşasaydı amacına ulaştığı için kendiyle gurur duyardı. Topluluk üyelerinin hepsi bir aile ferdidir.
O aileden birine bile bir şey olsa adeta kıyamet koparılırdı ve o kıyametin kopmasına az kalmıştı. Bunu herkesin gözlerinden anlamıştı.
Topluluk ve üyeleri intikam istiyordu…