Lütfen yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın❤️🥰😢
Adamlarım burada olmasaydı ben de hıçkıra hıçkıra ağlayacağımı hissettim. Küçük kardeşlerim kollarımın arasındayken kendimi zor tutuyordum.
Eğer sizi, gençliğinizin başında ki bu daha yeni çocukluk döneminiz bitimiyse bir masaya götürürlerse kaçın! Çünkü o masanın arkasındaki ofis sandalyesine sizi oturtup bir de üstüne hayatınız boyunca cehennemi yaşayacağınız bir örgütün artık lideri olduğunuzu söylerlerse bu artık sizin hayatınız bitmiş olduğunu gösterir.
Ağlamak gibi basit bir eylem bile size yasaklandığı bir dünyada kendinizi bulabilirsiniz. Maalesef ben kaçamadım. Ben bu cehennemle on yaşındayken tanıştım.
Eskiden kollarımdaki kardeşlerimle dolu dolu yaşadığımız zamanlar, kahkahalarımız aklıma geldi. Onlar şimdi o kadar uzak ki…
“ALPARSLAN!” düşüncelerimi bölen annemin ismimi haykırışıydı. Kafamı evin girişinde bir tarafından Gülsümün bir tarafından Safiye teyzenin tuttuğu Asu Ilgaz’a baktım.
Zar zor ayakta duruyordu. Bakımlı ve her zaman fönlü duran koyu kızıl saçları canlılığını yitirmişti. Yüzü makyajlı da değildi. Bütün yaşını belli ediyordu. Beyaz teni de solgundu. Sağ elini bana uzatarak gelmeye çalıştı ama tökezledi. Ağzından sadece oğlum çıkıyordu. Gözlerinden ise yaşlar.
Melisle Demir bana sarılmayı kesti. Melis bir bana bir anneme bakıp iç çekti. Demir, Melise sarıldı. Ben de göğsümü zorlamamaya çalışarak hızlı adımlar atmaya çalıştım ona doğru giderken.
Annemin bu halini dedem öldüğü zaman da bile olmaması beni şaşırtmıştı. Onu ilk defa böyle görüyordum. Herkesin asaletini konuştuğu Asu Ilgazdan eser yoktu şu an.
Tam karşısında durdum. Sağ elini kaldırıp sol yanağıma dokundu daha doğrusu dokunmaya çalıştı.
Parmak uçları yanağıma değdi. Elleri o kadar titriyordu ki! Beni gözleri ikide bir baştan aşağı süzüyordu. “Ya… Yaşıyorsun… Şu an karşımdasın değil mi?” sesi titriyordu ve yaşadığıma inanamıyordu.
Gözlerinde gördüğüm şey tamamen korkuydu. Ya şu an gördüğü kişi gerçek değilse? Bu ihtimal onu korkutuyordu.
“İyiyim anne! Karşındayım şu an!” sesimi duyunca ah diye inledi. Elleri ağzına gitti. Gözyaşları arttı. Bakışlarım Safiye teyzeye kaydı. O da ağlıyordu.
Yavaşça anneme sarıldım. Sanki bunu bekliyormuş gibi bir sesle ağlamaya başladı. “Anne lütfen, yapma böyle! Bak! İyiyim.” Sesimi duymasıyla kafasına sağ sola salladı. Bu dikişlerimi o kadar acıttı ki istemsizce inledim.
O sırada Demirle Melis de yanımıza gelmişti. “Anne abimin dinlenmesi gerekiyor. Lütfen böyle yapma!” Demirin sesi annemi kendine getirdi. Kafasını aşağı yukarı sallıyor ve evdeki asansörün olduğu tarafı işaret ediyordu.
Ağlaması konuşmasını engelliyordu. En sonunda asansörün olduğu kısma yürümeye başladık. Asansöre gitmek için üst kata çıkmak için kullanılan merdivenlerin önünden geçmek zorundaydık. Tam oradan geçerken üst kat tırabzanlarının arkasında babamı gördüm.
Bize bakıyordu. Tam bir adım atıp aşağı inecekti ki kafamı çevirip asansöre doğru gittim. Bu babamın donup kalmasına neden olduğunu hissettim. Ama umursamadım. Bana verdiği eğitimlerin arasında şu da vardı “Sana değer vermeyene sen de değer vermeyeceksin!” bunu en az bin defa söylemişti. Sevinebilir! Verdiği eğitim işe yaramıştı…
Demirle asansöre bindik. “Annem eski odanı hazırladı. Zaten vurulduğunu öğrendiği andan itibaren bu odadan çıkmadı.” Demirin söyledikleri beni sadece daha fazla yaralıyordu.
Sessiz kaldım. Asansör durunca indik ve çocukluğumun geçtiği odama gittik. Her şey aynı yerindeydi. Kazandığım kupalar, madalyalar, fanatiği olduğum takımın posterleri…
Çift kişilik yatağımda ise en sevdiğim nevresimler seriliydi. Galatasaray ambleminin kocaman olduğu turunca ve kırmızı karışımı pikem. Bu beni gülümsetti.
Bugün beni hep geçmişe götürüyor.
Keşke on yaşından önceki hayatıma dönsem ve orada kalsam. Aniden aklıma o geldi. Böyle bir şey olsa ben hiçbir zaman o mavilikleri göremezdim. Bu düşünce beni öldürdü.
Hem o nerede? Vurulmama üzülmemiş miydi? Ben ölümden dönmedim mi? Döndüm. Pes! Böyle bir saygısızlık hayatım boyunca bana yapılmamıştır.
İnsan bir merak eder. Bir gelir. Onun bana ihtiyacı olmayabilir ama benim var! O mavileri bana şifa! Böyle de saklanmaz ki insan!
“Abi iyi misin? Yüzün sarardı sanki. Gel uzan!” Ah Demir ah! Ben kötü olmayayım da kim olsun! “Göğsüm biraz acıyor da!” Demire Berfuyu göremediğim için böyle oldum diyemeyeceğime göre göğsümü tutup yalandan inledim acıyormuş gibi.
Demir hemen yatağı açtı. Ben yatağa yerleşene kadar oda dolup taşmıştı bile. Herkes odama dolmuştu. Ama hanımefendi hala ortalıkta yoktu!
Sabır Alparslan, sabır…
“Ne yemek istersin kuzum?” bu soru Safiye teyzeden gelmişti. Ben cevap veremeden Süleyman atladı. “Çorba olsun Safiye abla! Doktor hafif gıdalar olsun dedi ama bol bol vitaminli olsun!” Süleymana kafasını salladı Safiye teyze. “Tamam yavrum! Ben şimdi kemik sulu mercimek çorbası yaparım kuzuma!” aceleyle odadan çıktı.
O odadan çıkar çıkmaz Süleyman dibime girdi. “Abi söyle ne yapayım? Söyle abi!” Süleyman neden sevgilim gibi davranıyor? “Ne yapıyorsun Süleyman?” Süleyman iyice dibime girdi. “Seni dinliyorum abi.” Normalde sinirden bağırırdım ama Süleymanın umut dolu bakışı beni yumuşattı.
“Bir şey istemiyorum!” Süleyman ona küfür etmişim gibi “Abi ne demek bir şey istemiyorum? Abi kurbanın olayım söyle! Yeter ki benden bir şey iste!” dedi. Süleymana yavaşça döndüm. Ona nasıl baktım, bilmiyorum ama Süleyman yutkundu. Sonra kafasını sallayıp benden uzaklaştı. Melis kıkırdadı.
Demir de yamuk bir gülüş bıraktı. Annem ise bana hala inanamayan gözlerle bakıyordu. Ellerini tuttum. “Anne ben iyiyim! Bak buradayım! Rahatla artık!” annem hemen kafasını salladı.
Kapıdan o sıra biri girdi ama dikkat etmedim. Narin minik bir el önüme bir su bardağı limonata getirdi. Kafamı çevirmemle mavileri görmem bir oldu. “Teyzem sizin için sıktı. Vitamin olsun diye Alparslan Bey!” o kadar normal bir şekilde söylemişti ki sanki ben yedi yabancıydım.
Ben donmuş bir şekilde ona bakıyordum. Annem elimi bıraktı ve Berfunun elindeki bardağı aldı. “Sana ortalıkta dolaşma demedim mi ben?” annemin sinirlenmesine sinirlendim. Ben sabahtandır bu mavileri görmek için çırpınıyorum.
Tam bir şey söyleyecektim ki Berfu hiç umursamadı ve “Tabii efendim!” dedi ve çıktı. Bu beni şaşırttı. Hem daha gözlerine doyamadım ki! O geceden sonra bu kadar soğuk olması bana hakaret! Ben kaç gündür onu özlemekten gebereyim onun yaptığına bak!
Annem limonatayı bana uzattı ama ben içmek istemediğimi söyledim. Onun getirdiği limonatayı içmiyorum!
“Alparslan!” bu ses odaya yayıldı. Herkes kapının ağzında olan Yağmura bakıyordu. Yanında da Mert vardı. Zaten moralim bozuk, bu niye geldi ki?
Koşar adım yatağın boş tarafına oturdu. Annemin bıraktığı ellerimi tuttu. Bu kaşlarımı çatmama neden oldu. “Çok korktum. Sana bir şey olacak diye çok korktum!” gözleri dolmuş bir şekilde bana bakıyordu.
Ellerimi elinden çekip annemin elindeki limonatayı tuttum. Bakışları anlık yaptığım harekete kaydı ama tekrar bana bakmaya devam etti. “İyiyim!” dedim soğukça. “Sana bir şey olsaydı nasıl yaşardım?” benim soğukluğum kadının umurunda değil. Ayrıca ne yaparsan yap!
Benden bir karşılık alamayınca omuzumla dirseğimin tam ortasına dokunmak için elini kaldırdı. Hemen elimdeki bardağı dudaklarıma götürdüm. Eli havada kaldı. Melisle Demir birbirine imalı imalı baktı.
Mertin kaşları çatıldı. Süleyman ise olmaması gereken bir ortama düşmüş gibi hemen odadan çıktı. Annem ise biricik Yağmurunun imdadına yetişti. “Ah güzel kızım! Bu zor günlerde hep yanımızda oldun. O kadar kötüydüm ki… Yağmur hep destek olmaya çalıştı Alparslan bana! Canım benim!” annem ne anlatıyor? Karşısında çocuk yok! Yağmura döndüm.
“Vurulmama çok üzüldün öyle mi?” diye sordum. Kafasını hızlı hızlı salladı. “Tahmin bile edemezsin!” dedi. Bakışlarım Merte kaydı. Gözlerini kısmış, bana sorgulayıcı bakışlar atıyordu.
Birazdan diyeceklerimi anlamış gibi ama bunu söyleyebileceğime ihtimal veremiyor. Ne yazık ki vermeli…
“Abinin canı pahasına koruduğu Selçuk yüzünden bu durumdayım!” soğuk bir şekilde gülümsedim. “Bu yüzden üzüntün benim için hiçbir şey ifade etmiyor!” konuşmamın bitiminde Yağmurun açık buğday teni kıpkırmızı oldu. Annem bana şok içinde bakıyordu. Mert ise sinirlenmişti. Çocukluk arkadaşına böyle demem onu sinirlendirmişti.
Melis ise son derece mutlu olmuştu. Demirin ise kaşları havalanmıştı ve bana şaşkın şaşkın bakıyordu. Aynı annem gibi…
Yağmur bakışlarını kaçırdı. Elleri yumruk oldu. “Ben… Ben…Benim… Benim acil bir işim vardı.” Deyip ayağa kalktı. Bacakları titriyor. “Ne oldu?” diye sordum. Sonra limonatamı içtim. Bardağı yatağımın yanındaki komodine koydum sol omzumun izin verdiğince.
Bakışlarımı ona çevirdim. Cevap ver dermişçesine kafamı salladım. Gözleri doldu. Ağladı ağlayacak. “Ağlayacak mısın?” diye sordum. “Alparslan!” diye dişlerinin arasından konuştu Mert. Çok korktum(!).
“Bence burada ağlama. Abinin gözlerinin önünde ağlarsan daha etkili olur!” dalga geçercesine konuştum. Yağmur dudaklarını ısırdı ve hızlıca odadan çıktı. Mert bana ters ters bakıp o da Yağmurun arkasından çıktı.
“Oğlum ne yapıyorsun sen?” annemin ikaz dolu sesine sadece omuz silktim. Bu canımı acıtmıştı.
Ayrıca yalan söylemiyordum. Dediklerimin hepsi doğruydu.
Annem hemen yanımdan kalkıp Yağmurun peşinden gitti. “Abi olaysın ya! Bir de çok masummuş gibi ağlıyor! Hiç sevmiyorum ya!” Melisin Yağmuru sevmediğini herkes bilir. Yıllar önce olan bir hadise yüzünden.
“Abi uyuman lazım!” Demirin sesiyle ona döndüm. “Haklısın!” deyip ayağa kalktım. Bu onları şaşırttı. “Abi ne yapıyorsun?”, “Evet, abi dinlenmen gerekiyor!” Demirin ikazına Melis de destek verdi. “Ben de onun için evime gideceğim!” dedim kapıya doğru ilerlerken.
Bu ikisini daha da şaşırttı. Onları umursamadan asansöre ilerledim. Birkaç saniye sonra arkamdan geldiler ama asansör çoktan kapanmıştı.
Asansör durunca indim. Dış kapıya giderken merdivenlerden büyük bir gürültü geldi. Arkama yavaşça döndüm. Demir son merdivenleri atlamıştı. Melis ise hızlı hızlı inmeye çalışıyordu. “Ay! Ne oluyor?” annem telaşla mutfaktan çıktı. Safiye teyze de öyle. Gülsüm ve Berfu da arkalarındaydı.
Berfuyla ben bakıştık. Bana mavi mavi bakıp başını eğdi.
Ya sabır!
“Anne abim gidiyordu. Ona yetişmeye çalışıyorduk!” Melisin söylediğiyle annem bana döndü. “Nereye?” diye şaşkın bir şekilde sordu. “Evime gidiyorum.” Sakince söylediklerim annemi iyice şaşırttı.
“Ne demek evime gidiyorum ya!”, “Dinlenmem gerek! Çok yorgunum! Ayrıca kurşun yaram sızlıyor.” Göğsüm acıyormuş gibi tuttum. Çaktırmadan Berfuya baktım. Göğsüme bakıyordu üzgün üzgün. Gülümsememi canım acımış da yüzüm buruşmuş gibi yaparak sakladım.
“Oğlum iyi misin?” annemin üzgün sesini umursamadan tekrar dış kapıya döndüm. Annemin itirazlarını umursamadım.
Dışarı çıkmamla Süleymanın elindeki limonata dolu bardak havada kaldı. Hemen elindeki bardağı Ahmete verip koşarak yanıma geldi. “Abi ne oldu?” diye telaşla sordu.
Arabaya doğru ilerledim. Kapısını açıp bindim ve evime sürdüm. Tek elle sürsem de kurşun yaram sızlamıştı.
Doktorun dediği doğruydu. Dinlenmem lazımdı ama bu aile evinde mümkün değildi. Ayrıca en fazla bir hafta uzatabilirdim bu dinlenmeyi.
İşlerin dağ gibi büyüdüğüne eminim. Ne kadar uzun sürerse bu dinlenme sürem o kadar çok iş olarak bana geri dönecekti. Bu yüzden gerçekten dinlenmeliydim. Dinlenirken de yeni yol haritasını çizmem gerekiyordu.
Yağmurun abisinin de elini kolunu bağlamalıydım. Bir de Diego vardı. Onun gönlünü almam gerekiyordu. Planın babama ait olması onun beni affedeceği anlamına gelmezdi.
Evin önüne gelişi güzel park ettiğim arabayı orada bırakıp eve doğru ilerledim. Eve girerken siyah cip evimin önünde durdu. İçinden Süleyman ve Ahmet indi.
Eve girmeden önce arabayı işaret ettim. Süleyman kafasını salladı. “Uyuyacağım! Rahatsız edilmek istemiyorum!” diye Süleymanı uyardım. Süleyman hemen başını salladı, tamam abi der gibi. Eve girip direk merdivenlerin çaprazındaki asansöre ilerledim.
Binip üst kata çıktım. Odama girip yatağıma uzandım. Göğsüm gerçekten acıyor. Ama artık bu bedenen değil ruhen de…
Ölümden döndüm ama onun umurunda bile değil. Ben ne hayallerle gelmiştim!
O gecenin de mi anlamı yoktu? Ben o gece, onu sabaha kadar izledim. Yetmemişti bile o anlar bana.
Uyandığım andan beri aklımda hep o vardı. Ama onun yokmuş… Beni özlememiş… Belki de sevinmiştir.
Derin bir iç çektim. Sol tarafıma tarif edilemez bir acı saplandı.
Ağrının geçmesini bekledim. Bedenimdeki ağrı geçerdi. Ya ruhumdaki ağrı?!
Gözlerimi yumdum. Uykuya dalmak üzereyken sol gözümden kulak meme doğru bir gözyaşı aktı…
…
Aşağıdan tıkırtı sesleri geliyor. Bu benim uyanmama neden oldu. Gözlerimi yavaşça açtım. Etraf simsiyah.
Komodinin üstündeki abajuru yaktım. Gözlerim etrafa alışınca kapıya doğru baktım. Biri alt kattaydı ama şu an buraya geliyordu. Merdivendeki adım sesleri çok yakındı. Birkaç saniye sonra sadece kafasının yarasını gösteren biri eğildi.
Bu Berfuydu. Benim uyandığımı görünce kıkırdadı. Mavileri bana hayat dolu bakıyordu. Aniden arkasını dönüp gitti. Merdivenlerden gelen ses aşağı indiğini gösteriyordu.
Şoka girmiştim. Bu da neydi böyle? Yoksa hala rüyada mıyım? Aniden doğrulmaya çalışınca sol tarafımdaki şiddetli ağrı rüyada olmadığımı kanıtlamıştı.
Alt katın ışığı söndü. Gitmiş miydi?
Tam ayağa kalkacakken merdivenden tekrar sesler gelmeye başladı. Buraya doğru geliyordu. Nefesimi tuttuğumu fark ettim.
Elim komodinin üstündeki saate kaydı. Saat gece birdi. Bu daha da şaşırmama neden oldu. Aniden kapının orada bir ışık geldi. Bu ışık az ve ikide bir de gölgeleniyordu.
Neydi bu?
Kafamda binlerce soru dönüyordu ve sanki Berfu o soruları artık kovmak istermişçesine yatak odamın kapısında belirdi.
Beyaz askılı uçuş uçuş bir elbise giymişti. Saçlarını atkuyruğu yapmıştı.
Büyüleyici gözüküyordu. Ama beni şaşırtan bu değildi. Elinde tek katlı bir yaş pasta vardı. Üstünde de mumlar.
O cılız ve gölgelenen ışık mumlardı. Sonra o tatlı sesi odaya yayıldı. “İyi ki doğdun Alparslan! İyi ki doğdun Alparslan!” hem ritimli bir şekilde doğum günü şarkısını söylüyordu hem de yanıma yavaşça geliyordu.
Ayakları çıplaktı. Bana minik adımlarla geliyordu.
İçim tarif edilemez bir mutlulukla dolup taştı. En sonunda yanıma gelip yatağın soluna oturdu. Bana öyle güzel gülümsüyordu ki ve o kadar güzeldi ki…
Mumun sarımsı turuncu alevi adeta mavileriyle dans ediyordu. Dans ederken de bana nazlanıyorlardı.
Pastayı bana taraf getirdi. Bu sefer tatlı sesiyle “İyi ki doğdun! Nice mutlu, sağlıklı yıllara!” sağlığı söylerken sesi titremişti. Bakışları bana kaydı. Gözleri dolmuştu.
Çenesi titredi. Sonra gülümsemeye çalıştı. “Hadi üfle!” dedi sonra aklına çok önemli bir şey gelmiş gibi “Dilek dilemeden üfleme ama!” dedi. Gülümsedim hatta eminim ki gözlerimin içi bile gülüyor.
İçimden, umarım bundan sonraki hayatımda her zaman Berfuyla olurum diye diledim. Bunu diledikten sonra mumu üfledim…