Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm

@nurita

Lütfen yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın❤️😢🥰


Mumu üfledikten sonra gözlerim tekrar onun büyüleyici mavi gözleriyle buluştu. “Ne diledin?” diye sordu meraklı bir kız çocuğu gibi.

 


Küçük bir kahkaha attım. “Dilekler söylenmez ki!” dedim ben de muzip bir tavırla. Daha sonra pastaya baktım. El yapımıydı. “Bunu sen mi yaptın?” diye sordum. Hemen başını salladı.

 

 

“Senin için yaptım. Burada… Süleyman abi senin uyuduğunu söyledi. Ben de yemek hazırlamam için Asu Hanımın beni yolladığını söyledim. Böylelikle eve girmeme izin verdi.”

 

 

Bu beni şaşırtmıştı. Annem nasıl Berfuyu benim evime yollamıştı? “Annem mi seni buraya yolladı?” diye şaşkınca sordum. Minik bir kahkaha attı sonra sağ eliyle ağzını kapattı. Kafasını iki yana salladı. “Yoo!” dedi. Omuz silkti. “Yalan söyledim!” dedi ne var bunda der gibi.

 


Kaşlarım havalandı istemsizce. “Neğ?” diye istemsizce tepki verdim. Bu onu daha da güldürdü. “Asu Hanım etrafta gözükmemi istemiyor. Bu yüzden teyzem arka odalardaki işleri veriyor. Bir de bu evin işlerini ama bunu tabii ki de gizli yapıyor.

 

 

Eee, benim de işime geliyor!” sonra bana sır verirmiş gibi “Sabahki limonatayı da sana ben gizlice getirdim. Teyzeme bu fikri verdim ama götüren Gülsüm olsun dedi. Ben de tamam dedim ama seni görmek için ben getirdim. Gülsümün haberi bile yok!” sonra tekrardan kıkırdadı.

 


Ben neler düşünmüştüm. Bir dakika! Berfu mu bana bunları yapıyor? Rüya değil, değil mi?

 


Korkuyorum rüya olmasından. Göğsümün acısı bile belki hayaldir. “Sen gerçek misin?” diye sordum. Gülen yüzü soldu. “Nasıl yani?” diye sordu şaşkınca. Ben de yutkunup “Rüyada değilim, değil mi? Sen şu an buradasın değil mi?” sorumla birlikte Berfu sağ koluma çimdik attı.

 

Ah diye inledim. Çimdiklediği yeri göstererek “Bak, gerçek! Gerçeğim! Hem neden gerçek olmayacakmışım?” diye sahte bir sinirle sordu.

 

 


Ben de muzip bir tavırla “Normalde yüzüme bakmazsın doğru dürüst onun için dedim!” diye alttan alta da laf soktum.

 


Berfuyu sinir etmek istedim ama asla olmayacak bir şey oldu. Önce Berfunun gözleri doldu daha sonra da hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kaskatı kesildim.

 

 

O kadar içli ağlıyordu ki “Berfu neden ağlıyorsun?” diye sordum. Sağ kolumun onun sol koluna dokunmasıyla boynuma atladı pastaya dikkat ederek.

 


Sol tarafıma bir kramp girdi ama bunu umursamadım. Elimle saçlarını okşadım. “Berfu!” “Ne oldu, güzelim?” diye sordum. Başını iki tarafa salladı. “Bir daha gel… Gelmeyeceksin sandım!” o kadar içli ağlıyor ki nefesi kesiliyor.

 


Doğru dürüst konuşamıyor bile!

 


“Şşş! Bak, buradayım!” diye konuştum ama bana mısın demedi! “Çok korktum!” dedi. En sonunda çenesinden tutup kaldırdım. Bakışları o kadar üzgün, o kadar çaresiz ki…

 


“Korkma! Bir daha asla ama asla korkma! Ben buradayım, karşındayım!” dedim. Yaşlarla dolu mavilerinde umut ışıkları belirmeye başladı. “Bak iyiyim. Lütfen ağlama! Gözyaşlarına dayanamıyorum.” Şakacı bir tavırla “Hem yazık değil mi o eşsiz güzellikte olan mavilerine? Nasıl kıyarsın onlara ya?!” dedim sonda sitem ediyormuşum gibi.

 

 


Gözyaşlarını sildi. Sonra nazlı nazlı kıkırdadı. “Anneannem de hep böyle diyordu.” Dedi. Kaşlarım çatıldı. “Ne diyordu?” diye sordum merakla. “Böyle işte… Ben her ağladığımda anneannem nasıl bu gözlere kıydığımı söyleyip azarlıyordu.” Güldü. İç çektim.

 


Anneannesi haklıydı. Zaten bu dünyada hiç kimse onun gözlerinin güzel olmadığını iddia edemezdi. Güzel bir kadındı. Hem de çok güzel.

 


Bana gülümseyerek bakıyordu. Gamzeleri de ortaya çıkmıştı. Kalbimin kasıldığını hissettim. Bu dikişlerimi de sızlattı. Bana bakarken aniden ayağa kalktı. Kapıdan çıktı. Çıkmasıyla birkaç ses geldi. Kapının gözükmeyen kısmında olduğu için ne yaptığını ve seslerin ne olduğunu anlayamadım.

 


Geri kapıdan girdiğinde kucağında iki cam bardak, birinin içinde iki çatal, bir de cam şişenin içinde limonata vardı.

 


Düşmemesi için büyük bir çabayla ve büyük bir ciddiyetle getirmeye çalışıyordu. Bu beni güldürdü. Bence gülünce bakışları bana kaydı. O da gamzelerini göstere göstere güldü. Zor bela yanıma geldi. Her şeyi önce komodine koydu. Daha sonra bıçakla pastayı sekiz dilime ayırdı.

 

 

Etrafına baktı sonra aniden şaşkın şaşkın bana baktı. İri mavi gözleri iyice büyümüştü. “Ne oldu?” dedim. “Ben tabak getirmeye unuttum!” dedi. Bu sanki hayat memat meselesiymiş gibi. Hemen ayağa kalktı. Tam gidecekken bileğini tuttum.

 

 

O kadar hızlı tuttum ki bu kalbimin üstündeki yarayı acıttı. Ah diye istemsizce inledim. Berfu aniden bana döndü. “İyi misin?” diye telaşla sordu. Canımın acısını göstermemeye çalışarak “Evet, iyiyim!” dedim ama yüzüm bunun tam tersini yansıtıyordu.

 


“Süleyman abiyi çağırayım mı?” diye masumca sordu. Kafamı iki yana salladım. “Otur, lütfen!” dedim. “Ama tabaklar!” diye itiraz etti. Yine de bileğinden tutup oturttum geri yatağa. Yaram yüzünden hiç itiraz etmedi o da.

 


“Gerek yok! Hadi limonataları da koy, yiyelim!” benim itiraz istemeyen tavrımı görünce buna hiç itiraz etmedi.

 


Ben yatak başlığına yaslandım ve onu izledim. Önce limonataları doldurdu. Birini bana uzattı. Daha sonra çatalı da uzattı. İkimiz de farklı dilimlerden birer parça aldık çatalla. Daha doğrusu Berfu aldı ama ben yapamadım.

 

 

Zaten rahatça hareket edebildiğim kolumla limonatayı tutuyordum. Berfu ikinci çatalı da ağzına atıp keyiflice yemeye devam ediyordu. “Imh! Kendim yaptım diye demiyorum, çok lezzetli yapmışım!” dedi.

 

 

Sonra bana baktı. Şaşırdı. “Neden yemiyorsun? En sevdiğinden yaptım. Muzlu pasta! Gülsümden çaktırmadan öğrendim! Valla bak! Çok lezzetli!” hızlı hızlı konuşup bir avukat edasıyla yaptığı pastayı savunuyordu.

 

 

Adım gibi eminim zaten çok lezzetli olduğuna gerçi lezzetli olmasaydı da ben yerdim. Çünkü onun elinin değdiği bir şeyi beğenmemek gibi bir ihtimal yok ama işte kurşun yaram sol kolumu kullanmamı da kısıtlıyor!


Kafamla sol tarafımı işaret ettim. Berfu da bakışlarını oraya kaydırmasıyla gözleri büyüdü ve ağzı hafifçe açıldı. “Ay! Çok özür dilerim. Nasıl böyle düşüncesiz bir harekette bulunabilirim!” panikle konuştu. O kadar doğal ve masum ki her şeyiyle…

 


Çatalını pastaya batırıp bir parça aldı ve bana uzattı. Ben de hemen ağzımı açtım. O kadar güzeldi ki pasta…

 


Bir bana veriyor bir kendisi yiyordu. Ben de arada limonata mı içiyordum. O kadar mutluydum ki… Doktorun tavsiye ettiği dinlenme bu olmalıydı.

 


Bunun için bir daha vurulurdum…

 


En sonunda pastayı yemeği bırakmıştık. Daha doğrusu Berfu çoktan bırakmıştı ama ben neredeyse bütün pastayı yemiştim.

 


Ben pastayı yerken de Berfu pastayı nasıl yaptığını anlatmıştı.

 


Bana her şeyin ev yapımı olduğunu asla ama asla katkı maddesi kullanmadığını anlatıyordu. Hatta bir yaş pasta için un veya kabartma tozu gibi katı malzemelerin ayrı kaplarda çırpılmasına özen gösterilmesi gerektiğini ve malzemelerin ayrı kaplarda çırpıldıktan sonra kek harcına katılmasının önemini vurgularken unun çırpılırken boza kıvamında olmasına ve lastiksi bir yapıya bürünmemesine özen gösterilmesi gerektiğinin püf noktası olduğunu söylemişti.

 


Ben de sanki hayatımdaki en önemli bilgileri dinliyormuşum gibi pastamı yerken kafamı sallıyordum ve can kulağıyla dinliyordum.

 


Şimdi de üç dilim kalan pastayı ve limonatayı Berfu buzdolabına götürmüştü. Geri gelip bardakları ve çatalları da götürdükten sonra yanıma gelmişti. Tam karşıma oturdu.

 


Bana gülümsüyordu. O bana gülümserken içim huzurla doluyordu.

 


Sağ elimle yüzünün önüne gelen saçlarını kulağının arkasına koydum.

 


İşaret parmağımın dışıyla yanağını hafif hafif okşadım.

 


Berfu yanağını elime doğru hafifçe bastırdı. Gözlerini de kapattı. Ona sarılmak isteğiyle dolup taştım. Bileğini tutup hafifçe çektim. Gözlerini açıp ne oldu dercesine salladı. “Gel böyle!” dedim sağ omuzumu işaret ederek. Hiç itiraz etmeden. Dizlerinin üstünde birkaç adım atarak yanıma geldi.

 


Başını sağ omzuma yasladı. Bir kolunu belimin arkasına diğer kolunu da karnım üstüne koydu. Başının üstünü öpüp sağ yanağımı başına yasladım.

 


Kokusu ciğerlerime doldu. O ferah koku beni rahatlattı. O kadar gevşedim ki tekrardan uyuma isteğiyle dolup taştım. Saatlerdir uyumamışım gibi onunla uyumak istiyordum.

 


“Uyuyalım mı?” diye masumca sordum. Yavaşça benden sıyrıldı. Ben de kendimi hafifçe geri çektim. Bana baktı, baktı, baktı…

 

En sonunda ayağa kalktı ve odadan çıktı.
Merdivenlerden indiğini çıkan seslerden anladım. Birkaç saniye sonra dış kapının kapanma sesi geldi.

 


Gitmişti!

 


Şoka girmiş bir şekilde kapıya bakıyordum. Neden gitmişti ki?

 


Sonra aklıma gelen düşünceyle sağ elimle alnıma vurdum. Kıza uyuyalım demiştim!

 


Ya yanlış anladıysa? Ağzına sıçayım Alparslan senin ya!

 


Berfu beni sapık falan sanmaz değil mi? Yok ya! O kadar da değil!

 


Sıkıntıyla tişörtümün yakasını çekiştirdim.
Bütün güzel şeylerin bok olması gibi bu gecenin de bok olmasını engelleyememiştim.

 


Ne yapacağım?

 

Eve mi gitsem?

 


Tam ayağa kalkacakken durdum. Gidip ne diyeceğim amına koyayım! Kusura bakmayın ben Berfuyla uyumak istiyordum ama o beni yanlış anladı. Berfuyu alıp gideceğim mi diyeceğim? Zaten bizimkiler de tabii tabii gel, oğlum der(!)

 


Sıkıntıyla inledim.
Göğsüm de acımaya başlamıştı.
Birkaç dakika öylece durdum.
Yok, böyle olmaz! Benim Berfuyu görmem lazım.

 


Ayağa kalktım. Tam odanın kapısına gidecekken dış kapının açılma sesini duydum.
Merdivenlerden de koşmayı andıran hızlı adım sesleri geliyordu. Birkaç saniye sonra Berfu odanın kapısında belirdi.

 


Nefes nefeseydi.

 


Elinde de minik bir poşet tutuyordu. Sarsak birkaç adım attı. Elini göğsünün üstüne koydu. Derin derin nefes almaya çalıştı.

 


“Ay! Adamlarına yakalanmamak için akla karayı seçtim ama en sonunda gelmeyi başardım!” dedi ama hala zar zor nefes alıyordu. Biraz daha bekledik. Ta ki onun nefesleri düzelene kadar…

 


Bana baktı. “Neden ayaktasın? Senin dinlenmen lazım!” deyip beni uyardı. Yanıma yaklaşıp sol kolumdan tutup beni hafifçe itti oturmam için.

 


O minik boyuyla bir de beni yönlendiriyor?

 


“Sana bunu verip vermemek arasında kaldım. Sonra vazgeçmiştim çünkü sen her şeye sahiptin! Bu yüzden senin gibi birine bunu vermek saçma geldi bana. Ama daha sonra yani senle otururken içim anlamsız bir cesaretle doldu. Büyük ihtimalle beğenmeyeceksin ama ben hep verseydim ona ne olurdu, düşüncesiyle yaşamayacağım en azından! Anlatabildim mi?” konuşurken ikide bir bakışlarını kaçırıyordu.

 

 

Sağ ayağını da utançla sol ayağının üstüne koymuştu. Yanakları da kıpkırmızı olmuştu.
Elindeki minik poşeti bana uzattı.

 


Elleri mi titriyor?

 

Neden? Heyecandan mı?

 


Poşeti aldım ve açtım. İçindeki şeyi alıp çıkardım.

 


Lacivert ve açık mavi iplerin karışımı, mısır örgüsüyle yapılmış, el yapımı bir bileklik vardı.

 


Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Bunu bana mı yapmıştı?

 


Bileklik bana sadece ikimizi hatırlatıyor.
Lacivert en sevdiğim renk. Bunu nasıl biliyor ki?

 


Açık mavi de o!

 


Büyülenmiş bir şekilde bilekliğe bakarken Berfu bilekliği bir hışımla elimden geri aldı. Ona şaşkın şaşkın baktım. “Boş ver! Vermedim say!” derken dudaklarını dişledi.

 


Sinirlendim!

 

Ona ne ya benim hediyemden!

 


Bir hızlı elinden çekip aldım bilekliğimi. Bu, Berfuyu şaşırttı. “Benim hediyem bu!” dedim sertçe. Bu onu iyice şaşırttı.

 

 

Şaşırmak yerine özür dilemeli. Bir insana böyle davranmaması gerekiyor! Bu insan yaralı bir de ya! Hiç saygı kalmamış!

 


“Ben… Beğenmezsin sandım!” dedi çekine çekine. Onu kınarcasına baktım. Bu onun kaşlarının havalanmasına neden oldu bir de o mavilerinin büyümesine. Sonra hafifçe boğazını temizledi. “Beğendin mi?” diye sordu cılız bir tonla.

 


Beğenmek ne kelime ya!

 


Benim her şeye sahip olduğunu söylüyorsun ama benim hayatım boyunca hiç bilekliğim olmadı!” sol bileğimi yarama dikkat ederek ona uzattım. Bilekliği de eline verdim takması için.

 


Yüzündeki endişe silinip yerini mutluluk aldı. Bilekliği takarken “Gerçekten mi?” diye sordu. Kafamı ne için der gibi salladım. “Yani bu senin için ilk mi?” diye sorusunu açıkladı.

 


Ben de güldüm. “Her şeye sahip olduğumu sanırdım ben de senin gibi ama sen bu bilekliği bana hediye edene kadar!” bilekliği taktıktan sonra sağ elimle minik ellerini tutup öptüm. Bu onu daha da gülümsetti

 


“Hayatımda ilk defa böyle anlamlı bir doğum günü geçirdim!” dedim onu yanıma oturması için hafifçe çekerken. Bana baktı, ağzını açtı sonra tekrar kapattı. Bir şey söylemek istemişti ama vazgeçmişti.

 


“Ne oldu?” diye sordum merakla. Dudaklarını birbirine bastırdı. Sonra bana alttan bir bakış atıp kafasını yarama dikkat ederek sol omuzuma yasladı.

 


“Senin doğum gününü gölde kutladım ben!” dedi. Bu beni şaşırtmıştı. “Nasıl yani?” diye merakla sordum. Omuz silkti. “Sen… Komadaydın ve ben senin doğum gününün 22 Ağustos olduğunu öğrenmiştim. Herkes uyuduktan sonra elimde bir dilim kekle senin doğum gününü kutladım gölün orada. Sen yoktun ve hala komadaydın… Kendime söz vermiştim. Senin doğum gününü kutlayacağım diye. Öyle yani…” konuşmasının bitiminde iç çekmişti. Ona taraf dönmemle Berfu başını kaldırmıştı.

 


Sol gözünden bir damla yaş akmıştı.
Ben nasıl ki uyandığım andan beri Berfu diye bütün ruhumla haykırmışsam o da ben komadayken beni hep anımsamıştı.

 


Şu an dünyanın en mutlu adamı olmam gerekiyor ama onun bu kadar acı çekmiş olması bana sadece acı veriyor.

 


Sağ elimle yanağını kavradım ve alnından öptüm. Sonra sağ yanağından ve sonra sol yanağından da öptüm.

 


Bakışlarım tekrar mavilerine tutundu. İçimdeki şefkat hızla yerini tutkuya bırakmaya başladı.
Bakışlarım dudaklarına kaydı. Dudakları bakışlarımın oraya kaymasıyla kasıldı. Bu gamzelerini belirginleştirmişti.

 


Bu sefer dudak bitiminde olan gamzelerinden öptüm. Nefesi titredi. Ben de sertçe yutkundum. Yavaşça gözlerine bakarak eğildim. Dudaklarım hafifçe dudaklarına değdi. Gözleri kapandı. Ben de birkaç defa sadece dudaklarını öptüm.

 

 

En sonunda tam dudaklarım dudaklarını kavrayacakken dış kapının açılıp kapanma sesi geldi. Bununla birlikte “Alparslan! Anneciğim…” diye bir ses? Bu ses, annemden başkası değildi!

 


Merdivenlerden gelen ses buraya geldiğini gösterirken Berfu kocaman olan mavi gözleriyle bana bakıyordu.
Gözleri çok güzel!

 


“Ne yapacağız?” diye dehşetle sordu. Ayağa kalkmıştı. Bir sağa bir sola yürüyordu. Yüzündeki kan çekilmişti. “Alparslan?” annemin sesi çok yakından geliyordu. Ben de hızla ayağa kalktım. Bu yaramı acıttı.

 


Omzumu tutarken etrafıma baktım. Gözlerim odamı tararken bakışlarım giyinme odama takıldı.

 


Sağ kolumu giyinme odama doğru uzattım. Berfu hızlı oraya giderken yatağın ucuna takıldı ve düştü. “Ah!” diye ağzından istemsizce bir ses çıktı.

 


“Ay! Oğlum iyi misin?” annemin telaşlı sesine hızlı adımları da eşlik etmeye başladı.

 


Berfu emekleyen bir bebek gibi yerde sürüne sürüne kıyafet odasına girmesiyle annemin odaya girmesi bir oldu…

Loading...
0%