Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm

@nurita

Lütfen yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın❤️🥰😢


“Anlamadım?”dedi şaşkınca. Anlaşılmayacak bir şey yoktu bunda! Madem sabahı bize zehir etti. Görev aşkı görev aşkı diye tutturdu mis gibi iş verdim ona. Daha ne istiyor?


“Beni yıkayacaksın! Bunun neyini anlamadın?” diye sordum sakince. Yutkundu. Bakışları banyoya kaydı. Elleriyle kendini göstererek “Ben mi?” dedi. Ben de hemen başımı salladım evet anlamında.

 


Muzipçe sırıtarak “Malum sol kolumu kullanamıyorum ama duş da almam lazım! Sen görevlerini yerine getiren, patronunun her dediğini yapan bir görevlisin ya! İşte bu yüzden beni yıkayacaksın!” dedim konuşmamım sonunda ona laf sokmayı ihmal etmeyerek.

 


Bakışları o kadar şaşkın ki…

 


Şu an o kadar tatlı görünüyor ki…

 


Çizgini bozma Alparslan!

 


Tekrar bakışları banyoya sonra da bana kaydı. Beni baştan aşağı süzdü. Dudaklarını birbirine bastırdı.

 


Korkmuş muydu? Korkmalıydı da!
Kapı pervazına sağ tarafımı yaslayarak meydan okuyan bir tavırla “Ne oldu? Aşağıda görev aşkıyla tutuşan bu yüzden benle kavga edip sabahımızı zehir eden Berfu ya ne oldu? Diye sordum. Bu onun kaşlarını çatmasına neden oldu. Savaşçı tavrına geri dönerek “Bir şey olmadı o Berfuya! Bak! Karşında duruyor!” diye hızlı hızlı konuştu.

 


Güldüm. “O zaman neden duruyorsun öyle yoksa korktun mu?” çapkınca göz kırptım. Bu tavrım onu iyice sinirlendirmişti. “Korkmadım. Kaç defa halı yıkadım. Bundan mı korkacağım!” diye sinirle yanımdan geçip banyoya girdi.

 


Halı mı? Ben halı mıyım? Beni benzettiği şeye bak!

 


Banyodaki dolabın içinde küçük bir plastik tabure çıkardı. Banyonun camdan raylı kapaklarını açtı ve minik tabureyi duşa kabinin içine koydu. Bakışları minik tabureyi işaret etti.

 

“Hadi gel! Otur!” dedi sinsice gülerek.
Oyun oynuyoruz öyle mi? Peki! O istedi…
Kafamla üstümdeki tişörtü işaret ederek “Gel!” dedim. Yüzündeki meydan okuyan ifade sendeledi. “Ne?” diye sordu şaşırarak. “Eee… Giyinik duş alamam ya!” dedim masumca.

 


Bembeyaz teni kızarmaya başladı. “Ne oldu? Ha sen dersen ben yapamam, anlarım!” başımı üzgünce sallayarak “Ama maalesef patronuna söylemek zorundayım, patronunun patronu olarak!” sesim o kadar üzgün çıkmıştı ki dışardan dinleyen biri gerçekten çok üzgün olduğuma inanabilirdi ama yüz ifadem o kadar eğlendiğimi belli ediyordu ki…

 


Elbette ki Berfu onunla eğlendiğimi anlamıştı. Bu anlayış onu sinirlendirmiş ve bana karşı daha da hırslanmasına neden olmuştu. Hırslı adımlarla yanıma geldi.

 


Beyaz tişörtümün yakasından yukarı kaldırdı. İlk başta hırsla yaptığı bu eylem sol tarafımdaki sargıyı görünce yavaşladı. Tişörtü dikkatli bir şekilde boynumdan çıkardı.

 

 

Altımda ki haki renk şortu bel kısmından çıkardı. Bu beni sertçe yutkundurdu. Altımdaki siyah baksıra alttan bir bakış attı. Teni kıpkırmızı oldu. Yüzü yerdeyken “O kalsın!” gibi ağzından bir şeyler geveledi.

 


Bence de kalmalı!

 


Duşa kabine girdi. Ben de minik tabureye oturdum. Bu onun kıkırdamasına neden oldu. Çünkü uzun boyum yüzünden bacaklarım çok komik duruyordu. Sırtım ona dönük olduğu için göremedim gülüşünü ama ben de güldüm sessizce.

 


Duş başlığını eline alıp suyu açtı. Suyu ilk başta eline verdi. Bunu suyun sıcaklığını ayarlayana kadar devam etti.

 


Suyun sıcaklığının iyi olduğunu karar verdiğinde sargıma dikkat ederek duş başlığını saçlarıma tuttu.

 


Koyu kahve saçlarımın arasında parmakları dolaşmaya başladı. Bu beni gülümsetti. En sonunda bütün saçım ıslanınca eline şampuanımı aldı.

 


Şampuanı kafama sıktıktan sonra suyu kapattı ve saçlarımı köpürtmeye başladı.

 


Saç diplerime yaptığı hareketler beni mayıştırdı. Spadaymışım hissiyatı uyandırdı saçımda yaptığı hareketler.

 


Saçımı köpürttükten sonra saçlarımı yine sargıma dikkat ederek duruladı. Aynı şeyleri bir kere daha saçıma yaptıktan sonra sıra bedenime gelmişti.

 


Eline okyanus kokulu duş jelimi alıp banyo lifime döktü. Sağ omuzumdan başlayıp kollarımı liflemeye başladı. Sol tarafımı o kadar hafif ve dikkatli yaptık ki köpük olmasa liflenmediğimi bile düşünebilirdim.

 


Sırtımı ve yarama dikkat ederek göğsümü de lifleyince sıra bacaklarıma gelmişti. Bacaklarımı uzattım. O da ön tarafa geçerek bacaklarımı liflemeye başladı. Liflerken eğildiği için V yakalı tişörtünden göğüsleri gözüktü. Bu beni sertçe yutkundurdu. Hemen gözlerimi kapattım.

 

 

“Oh, bitti!” dedi ama benim gözlerim kapalı olduğu için duraksadığını hissettim. “Ne oldu?” diye şaşkınca sordu. Derince yutkundum ve gözlerimi açtım.

 


Şaşırdığı için minik kırmızı dudakları açılmıştı. Beni yıkadığı için de hafif terlemiş beyaz yüzündeki elmacık kemikleri pamuk şekeri gibi pembeleşmişti. İri mavi gözlerini de şaşkın şaşkın açıp kapıyordu.

 


Bu kız nasıl her geçen gün daha da güzelleşiyor?

 


“Bir şey yok! Hadi durula! Çıkalım!” dedim boğukça. “Bir kere daha lifleyeyim bedenini?” diye sordu. Hızlı kafamı hayır anlamında salladım. “Canım ağrımaya başladı.

 

Dinlenmem lazım!” dedim. Bu onu ikna etmiş olacak ki duş başlığını tekrardan aldı ve beni durulamaya başladı.

 


Elleri kollarımda, omzumda, göğsümde ve bacaklarımdaydı.

 


Bu kasılmama neden oldu.
Berfunun beni yıkamasının onu zora düşüreceğini düşünen aklıma sokayım! Tekrardan gözlerimi kapattım. Sakinleşmek için derin derin nefesler aldım.

 


Duş başlığındaki suyun kesilmesi Berfunun işini bitirdiğinin kanıtıydı. Tam ayağa kalkacakken Berfunun dudaklarını sol omuzumda hissettim. Tüy kadar hafif öpücüğü beni iyice zor duruma soktu.

 


Hızlıca ayağa kalktım ve ondan birkaç adım uzaklaştım. Bu onu şaşırttı. “Bir şey mi oldu?” diye sordu. Kafamı hızlı iki yana sallayarak birkaç adım daha uzaklaştım. Bu onu iyice şaşırttı. “Şey… Iıı… Ben giyineceğim, sen de şey yap… Şey…” bakışlarım tabureye kaydı.

 

“Banyoyu falan düzelt! Öyle şeyler…” diye geveleyip duvara asılı raftan aldığım havluyu kendime sardım. Koşar adım banyodan çıktım. Giyinme odama girip kapıyı kapattım. Kapıya yaslandım.

 


Kalbim o kadar hızlı atıyor ki bu kalbimin üstündeki yarayı da sızlatıyordu. Nefeslerimi kontrol etmeye çalıştım.

 


Yok! Bu kız bana zarar!

 


Nefeslerim düzene girdikten sonra kendime siyah bir tişört aldım. Altıma da beyaz şort. Altımdaki ıslak baksırı çıkarıp yeni bir tane giydim.

 


Yarama dikkat ederek diğer kıyafetlerimi de giydikten sonra havluyla ıslak iç çamaşırımı kirlilere atıp odadan çıktım.

 


Berfu yatağın üstüne oturmuş beni bekliyordu. Direk bakışlarımız birbirine dokundu. Eliyle yatağa iki defa vurdu. “Gel pansuman yapıp sargını değişelim. Dikkat etsem de ıslanmış olabilir.” dedi.

 


O kadar tatlı söylemişti ki bunu hiç itiraz etmeden az önce giydiğim tişörtü çıkardım. Yatağa uzandım.

 


O da ayağa kalkıp benim olduğum tarafa gelip yanıma oturdu. Sargımı açtı. Kurşun yaram gözlerinin önüne serildi. Derin bir iç çekti.


İşaret parmağı hafifçe dikişlerin etrafında gezdi. Bu kasılmama neden oldu. “Çok acımış olmalı canın.” Dedi ağlamaklı bir sesle. Bakışlarını bana çevirince o izlemeye doyamadığım mavilerinin dolduğunu gördüm.

 

Sağ elimle yanağını okşarken “Şşş! Böyle yapma ama! Bak iyiyim ve iyileşiyorum.” dedim. Kafasını salladı. Yaşlarla dolu gözlerine rağmen kocaman gülümsedi.

 


Steril gazlı beze batikon döktü daha sonra serumla ıslattığı steril gazlı bezle çok yumuşak bir şekilde yaramın etrafını sildi.


Örteceği gazlı bezin yaraya yapışmaması ve bir dahaki pansumanda bana zorluk çıkarmaması için yaramın iyileşmesini sağlayacak, doktorun verdiği kremi beze sürdü.

 

Gazlı bezi yarama yavaşça kapattı. Gazlı bezin üzerine bandajı da hafif hareketlerle yapıştırdıktan sonra etrafı toplamaya başladı.

 


Pansuman yapmayı bu kadar iyi bilmesi beni şaşırttı. “Bu kadar iyi pansuman yapmayı nereden öğrendin?” diye sordum merakla. Bir hemşire edasıyla yapmıştı pansumanımı.

 


Sorum onu gülümsetti ama bu gülümseme mutluluk barındırmıyordu. “Anneannem ileri derecede şeker hastasıydı. Bu bedeninde özellikle de ayaklarında yaralar oluşmasına neden oluyordu.

 

Bu yaralar derin ve pansuman gerektiren yaralardı. Ben de öğrenmek zorunda kaldım çünkü anneannem bir zamandan sonra yataktan bile kalkamayacak hale geldi. Zaten sonunda da şeker komasına girip vefat etti.” Diye omuz silkti.

 

 

İç çekip ayağa kalktı “Bunları çöpe atıp geleceğim.” Dedi ve banyoya girdi. Birkaç saniye sonra su sesinin gelmesi elini yıkadığını gösteriyordu.

 


Banyodan çıkıp yatağa geldi ve uzandı. Karın kaslarıma bakıp bakışlarını tekrar yüzüme yöneltti. Ben de hafifçe ona döndüm.

 


Mavi gözleri beni hipnoz ediyor…

 

O kadar güzel bakıyor ki katil olduğumu unutuyorum!

 


O bana baktıkça yeryüzündeki cehennemin lideri olduğumu unutuyorum!

 


Bir canavar olduğumu unutuyorum!

 


“Oyun oynayalım mı?” diye sordu uzandığı yerden. Kaşlarım havalandı. Oyun mu? En son dokuz yaşındayken oyun oynamıştım.
“Nasıl bir oyun?” diye sordum merakla. “Ben sana soru soracağım.

 

 

Sen de bana cevap vereceksin!” dedi bilmiş bir tavırla. Kaşlarım havalandı. “Bu nasıl oyun? Daha doğrusu oyun mu?” diye şaşkınca sordum. “Evet, oyun!” dedi.

 

“Öyle mi? Peki, oyunun adı ne?” diye sordum ciddi olmaya çalışarak. “Berfu game!” dedi büyük bir ciddiyetle.

 


Bunu duyar duymaz öyle büyük bir kahkaha attım ki bu göğsüme aniden bir acı saplanmasına neden oldu. Buna rağmen gülmemi durduramıyordum. Sağ elimle sol tarafımı tutarak gülmeye devam ettim. Berfu da kıkırdadı.

 

En sonunda zar zor gülmemi durdurdum. “Demek Berfu game ha!” diye gülerek ona baktım. O da kıkırdarken kafasını nazlı nazlı salladı. “Peki, oynayalım o zaman!” dedim. O da biraz daha bana yaklaşarak “En sevdiğin renk ne?” diye sordu.

 

 

Bu soru onun için öylesine sorulmuş bir soru olabilirdi ama benim için değildi. “Eskiden lacivertti. Şimdi ise buz mavisi!” dedim boğukça. O ise devam etti sorularına.

 

“En sevdiğin yemek?”. “Karnıyarık ve pirinç pilavı.”, “En sevdiğin şarkı?”, “Ahmet Kaya-Kum Gibi”, “Asla kabul etmeyeceğin şey ne?”, “İhanet!” dedim sertçe. “Her şeye belki affedebilirim ama ihaneti asla! Asla!” dedim sakın bana ihanet etme, bana ihanet edersen geri dönüşü olmaz der gibi.

 


“Peki, şanslı sayın hangisi?”, “Bir!” dedim ama bu onu şaşırttı. Dirseklerinin üzerinde doğruldu. “Neden?” diye merakla sordu. “Çünkü her zaman her şekilde birinci olmak zorundasın!” dedim. Bu kaşlarını çatmasına neden oldu. “Ama bazen insan ikinci de olabilir!” dedi itiraz eden bir tonda.

 

 

Kafamı iki yana sallayarak “Benim hayatımda sadece ama sadece birinci olabilirsin!” dedim.

 


Umarım tekrar nedenini sormaz. Çünkü ikinciliği asla Topluluk’un kabul etmeyeceğini, zaten ikinciliğin bizim hayatımızda asla yeri olmadığını anlatmak istemezdim.

 


Yüzündeki ifade bu cevabımdan tatmin olmadığını gösteriyordu ama yine daha fazla bu konu hakkında soru sormadı.
“En sevdiğin mevsim?”, “Kış!” iç çekerek dedim bunu.

 


“Aaa! Benim doğum günüm yirmi dört şubat!” dedi imayla. Güldüm ona taraf eğilerek “Demek birileri kış mevsiminde doğmuş ha!” dedim.

 


O kıkırdarken ben yarama dikkat ederek üzerine eğildim. Burnun ucunu öptüm. Sonra güldüğü için çıkan gamzelerini…

 


Bana gözlerinin içi gülerek bakıyor. İçimde tarif edemediğim bir duygu bütün bedenimi ele geçirmiş durumda.

 


Parmakları göğüsüm de daireler çizmeye başladı. Parmaklarının rotası dövmemde durdu. “Bir anlamı var mı?” diye dövmemi işaret ederek sordu.

 


Yanaklarından öperken “Hıhım!” dedim boğukça. “Ne, peki?” diye sordu merakla.
“Dedem insanların, hayvanların toplu organize hareket edebilen hali olduğunu savunurdu hep.” İç çektim. “Beni de on sekiz yaşına kadar izlemişler.

 

 

En sonunda aslana benzediğimin kararına varmışlar!” dedim omuz silkerek.
Bana baktı, baktı, baktı en sonunda gülmeye başladı. “Her şeyin aslan!” dedi gülerek. “İsmin, burcun, dövmen ve tuttuğun takım!” sonra öyle bir şey yaptı ki “Auuğğ!” dedi aslan kükremesini yapmaya çalışarak.

 

 

Ellerini de aslan patisine benzetmeye çalıştı. Sonra da yastığa yüz üstü kendini bıraktı ve gülmeye başladı.

 


Tabii ki de ben de kahkaha atıyordum.
Kükremesi kedi miyavlamasından farksızdı.
Sol kolumun izin verdiğince yanlarını gıdıklamaya başladım.

 

“Demek sen aslan oldun!” kahkahaları kahkahalarıma karışırken kafasını evet anlamında salladı. “O zaman artık benim minik aslanımsın!” dedim gıdıklamayı keserken.

 


Aniden ayağa kalktı ve büyük bir ciddiyetle “Olmaz!” dedi. Bu beni afallattı. “Neden?” diye sordum büyük bir şaşkınlıkla. Kocaman gülümseyerek “Çünkü ben bir kanaryayım!” dedi.

 


Hayır! Hayır! Hayır! Şu an kamera şakası falan olmalı. Berfu Fenerbahçeli olamaz değil mi? Hayır!

 


“Şaka yapıyorsun?” dedim bir umut. “Hem de fanatik Fenerbahçeliyim !” dedi. Bunu da büyük bir gururla söyledi.

 


Yemin ederim şimdi düşüp bayılacağım. Ne demek Fenerbahçe ya?!

 


Berfuyu Galatasaraylı yapmam lazım!

 

Öncelikle bu kadar güzel bir varlığın Galatasaraylı olmaktan başka şansı olamaz!

 


İnatlaşmadan Berfuyu buna ikna etmeliyim. Hem bu kadar nahif bir kadın ne anlar takımdan. Büyük ihtimalle hemen Galatasaraylı olur!

 


“Berfu… Sana sarı kırmızı çok yakışır. O gözlerinle harika olur. Ha?” dedim sesimi en tatlı hale getirerek.

 


Bana dik dik bakıp “Öncelikle sizin forma renginiz kırmızı ve turuncumsu bir renk!” dedikten sonra gözlerini kocaman açarak “Benim gözlerime en güzel sarı lacivert yakışır!” dedi işaret parmağıyla gözlerini de belirtmeyi ihmal etmeyerek.

 


Nefesim kesiliyor. O kadar kararlı ki!

 


Hemen ayağa kalkıp giyinme odama gittim. Elime Galatasaray formamı alıp geri Berfunun yanına oturdum.

 


“Bak bu sana daha da yakışır!” formayı kucağına koydum. Berfu ise normalde başkası yapsa ölmekten beter edeceğim o hareketi yaptı. Formayı itti. Benim imzalı, özel formamı itti…

 


Kalbime ağrı girdi. Bugün hayatımın en kötü günü!

 


“Hayır dedim sana. Hem takım dış görünüşe yakışmayla tutulmaz. Ruhla, inançla tutulur! En azından ben bu yüzden tutuyorum. Seni bilemem tabii?” diye laf da soktu.

 


Derince yutkundum. Ellerim titriyor.
Bir bakışıyla beni büyüleyen kadın ezeli düşmanımız olan Fenerbahçeliymiş...

 


Tekrardan sesimi tatlı haline getirmeye çalışarak “Ama benim için Galatasaraylı olursun, değil mi?” diye sordum. “Hayır!” dedi hiç düşünmeden.

 


Kalp krizi geçirmek üzereyim!
“Ne demek hayır ya!” diye hafifçe sesimi yükselttim. “Sen benim için Fenerbahçeli olur musun?” diye sordu.

 


Küfür etse daha iyi!

 


“Ne alaka ya konuyla şimdi?” dedim. O da omuzlarını silkti “Ne alakaysa o alaka!” deyip ayağa kalktı. Odadan çıkacakken “Nereye ya?” diye sitem ettim.

 

“Patronumun Galatasaraylı patronuna öğle yemeği hazırlamam lazım!” dedi imalı bir tavırla ve gitti…

 


Bak ya! Bir de o bana trip atıyor!

 


Ben onu yaptığı bir yanlıştan kurtarmaya çalışıyorum. Hareketlere bak!

 


Yok, böyle olmaz! Berfu Fenerbahçeli olamaz!

 

En azından Galatasaraylı olmayacaksa bari takım tutmasın!

 


Üstümde tişört olmamasına rağmen bir sıcaklık bastı.

 


Sağ elimle boynumu ovdum. Sinirle ayağa kalktım. Bu yaramı sızlattı ama umursamadım.

 


Berfunun hadsizce ittiği, hayatımdaki en değerli varlıklardan biri olan formamı elime alıp aşağı kata inmek için odadan çıktım.

Loading...
0%