Lütfen yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın☘️🥰😢
Süleymanın getirdiği doktor dikişlerimi yeniden atmıştı. Pansumanımı yapıp daha dikkatli olmam gerektiğini nasihat ettikten sonra gitmişti.
Bunların yaşanmasını isterdim ama maalesef bu kadar kolay olmamıştı.
Süleyman da dâhil olmak üzere uzun bir süre odadaki doktorla ben de Berfuyu sakinleştirmeye çalışmıştık.
Doktor dikiş atarken Berfu baygınlık geçirmişti çünkü doktorun lokal anesteziyle birlikte yaramı tekrar dikmeye başlaması daha yeni sakinleşmiş olan Berfunun tekrardan krize girip bayılmasına neden olmuştu.
Bu da doktorun yaramı dikmeyi bırakıp Berfuyu ayıltmaya çalışmasıyla sonuçlanmıştı.
Berfu ayılsa da ağlama krizine girip “Ölmeyecek değil mi?” diye sorularıyla ortalığı iyice birbirine katmıştı.
Süleymanın şüpheli bakışları neden emin olduğu belli olmamakla birlikte Berfunun sadece benim için bir çalışan olmadığına emin olduğunu ortaya seriyordu.
Özellikle Berfu tekrardan panik atak krizi geçirince “Güzelim, bak! İyiyim!” gibi cümlelerle onu teselli etmeye çalışmıştım. Bu elbette Süleymanın dikkatini çekmişti.
Ben asla ama asla bir çalışanımla böyle bir ilişki içinde olmazdım ama buna rağmen bir şey dememişti.
En sonunda Berfuya doktor sakinleştirici iğne vurmuştu. Böylelikle derin bir uykuya dalmıştı yatağımda.
Doktor da dikişlerimi atmaya bitirip gitmişti.
Süleyman bana alttan alta bakıp bakışlarını kaçırıyordu.
Ayağa kalkıp Berfunun üstünü örttüm. Başını okşayıp alnından öptüm. Süleymanın şaşkınlığını sırtım ona dönükken bile hissedebiliyorum.
Giyinme odama gidip siyah bir tişört aldım. Geri geldiğimde başımla dışarıyı işaret ettim. Süleyman hemen kafasını salladı ve odadan çıktı.
Çalışma odama girdik. Kalçalarımı çalışma masama yasladım. Dikişlerime dikkat ederek tişörtümü giydim.
Bakışlarım Süleymana değdi. Yüzü bembeyaz.
Süleyman neden benden korkuyor ki?
Güldüm…
Kendime güldüm…
İçimdeki canavarın en vahşi hallerini kimse görmese bile Süleyman görmüştü.
“Bir gün bir çocuğun canı sıkılmış. Dışarı çıkmış. Geze geze bir inşaatın oraya gelmiş. Çocuk işte. Gezerken tek bir amacı varmış. Oyun oynamak ama maalesef bu inşaat bir çocuk için çok tehlikeliymiş lakin durmamış. İşin garip tarafı tek de değilmiş. O inşaatta görmemesi gereken şeyleri görmüş. Sence bu hikayenin sonunda çocuğa ne olmuştur?” dedim dümdüz yüz ifademle.
Süleyman sertçe yutkunmuştu. “Abi bende bir şey çıkm…”, “Şşşş! Sorumun cevabı bu değildi.” dedim. Hadi söyle der gibi elimi salladım.
“Eğer bir şey söylememişse sorun yok bence abi!” dedi kısık bir sesle.
Gülümsedim… Bomboş bir şekilde gülümsedim… “Çocuk aynı senin gibi demiş… Ama bunu söylemesi üstüne canlı canlı beton dökülmesini engelleyememiş!” dedim daha sonra çok üzülmüşüm gibi “İnsan maalesef çiğ süt emmiş bir varlık Süleyman! Kimse işini şansa bırakamaz! Belki de çocuk boşuna ölmüştür ama bu dünyada ölen herkes haklı yere ölmüyor ya!” dedim sonda şaşkınca.
“Abi ben ne zaman seninle ilgili bir şeyi söyledim ya da ortaya çıkardım?” dedi kırgın bir ifadeyle. Dediği doğruydu.
Ne olursa olsun bir kere bile yalanını görmedim sadece saklamak zorunda kaldı bana karşı ama bu sefer farklıydı.
Bu konu hakkında bir kelime söylemesi Berfuyu hayatım boyunca bir daha görmememe neden olabilirdi.
Bunun düşüncesine bile katlanamayan ben işte bu sefer ölürdüm.
Sol dudağım kıvrıldı. “Süleyman, ben çocuğun yaptığı hatayı söylüyorum. Sen ise ne diyorsun? Benimle ilgili bir şey görüp duyman gerekiyor ki benim hakkımda bir şey söyleyesin! Öyle değil mi?” dedim. “Evet, abi!” dedi şaşkınlıkla.
“Meksika kartellerini araştır. Kimle dostlar, kimle düşmanlar, kime iş yaparlar ya da yapmazlar!” konuşmamın bitiminde Süleyman şaşırdı.
Konuyu bu kadar hızlı değişmem onu afallatmıştı. “Neden abi?” dedi. Tek kaşım havaya kalktı.
Beni mi sorguluyor?
Bunu gören Süleyman “Yani abi, tanımayız etmeyiz. Bir ilişkimiz yok ki!” dedi.
“Ah Süleyman ah! Bu kadar iyi niyet bizim gibi adamlar için fazla değil mi?”, “Ben seni anlayamıyorum abi!” dedi Süleyman.
“Beni vuranlar onlar! Nedeni ise silah ticareti ve uyuşturucu olmalı. Takdir etmem gerekirse güzel hamle ama maalesef ki karda yürürken izlerini belli ettiler!” dedim.
Benim sakince söylediğim şey Süleymanı çileden çıkarmıştı. “Onlar bunun bedelini ödeyecek abi!” dedi sinirle.
Gülerek “Karteller grup grup çalışırlar. Biz hem yeni dostlar edineceğiz hem de bunu yapanlara cezalarını ödeteceğiz!” dedim.
Süleyman kafasını sallayıp tam odadan çıkacakken “Bunu kimse bilmeyecek!” dedim. Süleymanın kaşları çatıldı. “Mert, Ayaz ve Demir! Bunlar da bilmeyecek, babam da!” Süleymanın çatılan kaşları şimdi de şaşkınlıkla havaya kalktı.
“Bunca yıl sonra karar ver! Sadece benim adamım mı olacaksın yoksa babamın adamı olarak beni ona raporlamaya devam mı edeceksin?” dedim.
Süleyman donmuş gibiydi. Bence nefes almalıydı çünkü rengi morarmaya başlamıştı.
“Süleyman?” dedim sorgulayıcı bir ifadeyle. “A… A… Abi, yok yani öyle bir şey!” dedi. Tek kaşım havaya kalktı.
“Süleyman! Kıvranma! İkimizde biliyoruz olanı. Sana verdiğim bu görevle zaten belli edeceksin safını.” dedikten sonra yaslandığım çalışma masamdan doğrulup Süleymanın yanından geçip tam odadan çıkacakken “Eğer raporlamazsam Fırat Bey izin vermez abi senin yanında olmama!” dedi kısık ve üzgün bir sesle.
Sırtım ona dönük olduğu için göremedi ama gülümsedim.
Balık ağa takılmıştı!
Yüzümü tekrardan ifadesiz tutarak ona döndüm. “Rapor vermeye devam edeceksin!” bunu dememle Süleymanın kafası iyice karıştı.
Yüz ifadesi kendini ele veriyor!
“Abi… Ben seni anlayamıyorum!” dedi şaşkınca. “Anlaşılmayacak bir şey yok! Sen babama rapor vermeye devam edeceksin ama o raporlar önce benim elimden geçecek. Şimdi sen anlamadın tabii!” kafamı anlayışla salladım.
“Bugün sana soracak, Alparslanın neden dikişleri patladı? diye. Sen de ona içtiği ilaçların aşırı derecede uyku yaptığını, bu uykunun da yataktan düşmesine neden olduğunu söyleyeceksin, örneğin!” dedim. Ne var bunda der gibi de omuz silktim. “Fırat Beye yalan mı söyleyeceğim?” dedi.
O kadar şaşırdı ki dehşete düştü!
Gülümsedim ama bu gülümseme o kadar yavan o kadar boştu ki gören kişi hemencecik anlardı sahte olduğuna.
Süleyman da anlamıştı!
“Bana yıllardır yalan söylüyorsun ama?!” dedim. Süleyman sertçe yutkundu. “Herhalde bunu anlamadığımı düşünmedin, değil mi?” diye sordum. Süleyman bakışlarını kaçırdı. Etrafa bakıyor.
Şimdi ise üç yıl önce çizdiğim bir doğa resmine bakıyor!
Sıradan öylesine çizdiğim bir tuvaldi. Bu kadar incelemeye gerek yok ama eğer o tuvalin arkasında babamın odama yerleştirdiği dinleme cihazı olmasaydı.
Süleyman istemeye istemeye de olsa “Tamam!” dedi. Odadan çıkıp gitti.
Koşa koşa babamın yanına gidecek ve babam da ona ihanet ediyormuş gibi davranmasını isteyecek!
Ben de böylelikle sahte de olsa babamın gölgesinden bir süre kurtulacağım.
Berfuyla olmama izin vermez hatta onu asla bulamayacağım bir ülkeye ya da bölgeye gönderir ki bu en masum ihtimal!
Topluluk bin bilinmezli zekâ oyunudur. Eğer bir yerde bir yanlış gördüysen o yanlışı en az zararla yararına çevirmenin yolunu bulmak zorundasın!
Öldürmek, ortadan kaldırmak ya da işkence etmek yetmez. Suyu bazen bulundurmamak da gerekir.
Bazen öz babamı anlayamıyorum!
Bana bu eğitimleri aldırıp ortada hiçbir şey yapmıyormuş gibi geziyor ve buna inanmamı bekliyor!
Hiç unutamıyorum. Yirmi iki yaşındaydım. Harvard-İşletmeden yeni mezun olup Türkiye’ye yeni gelmiştim.
Annemle kız kardeşim bana özlemle sarılırken aniden babam yanımıza gelip beni çalışma odasına çağırmıştı. Bu elbette ki herkesi şaşırtmıştı ama kimse ona karşı gelememişti. Her zamanki gibi…
Odasına geçtiğimizde çalışma masasına oturmuştu ve sanki dünyanın en normal şeyini söylüyormuş gibi işleri artık bıraktığını daha doğrusu bana devrettiğini söylemişti.
İtiraf etmemem gerekirse çok şaşırmıştım hatta bana şaka yaptığını düşünmüştüm ama maalesef gerçekti…
En sonun ciddi olduğunu anlayınca ona şu soruyu sormuştum “Beni öylece köpekbalıklarının içine mi atacaksın?” Sorum basit bir cümle de olsa anlamı derindi.
Ama babama göre öyle değildi. Bana o kadar normal bir şey söylüyormuş gibi “Evet! İyi bir lider olabilmen için en zorundan başlaman gerekiyor!” bunu dedikten sonra da odadan çıkmamı istemişti.
Dinlenmesi gerekiyormuş…
O gün dört yıl sonra gördüğü oğlunu bir kez bile hoş geldin deyip sarılmamıştı ve beni gerçekten de köpekbalıklarının olduğu okyanusa bırakıp gitmişti.
Ben o yaşta öyle insanlarla savaşmıştım ki o kadar çaresiz kalmıştım ki ve ben her babama koştuğumda bütün kapıları öyle bir yüzüme çarpmıştı ki ben canımdan parça kopa kopa öğrenmiştim en zorunu.
Köpekbalıkları o kadar vicdansızdı ki elimi kolumu koparmışlardı ama yıllar sonra fark etmiştim ki bana en büyük zararı veren köpekbalığı babamdı. Bu köpekbalığı istediğini alana kadar da durmadı.
İstediği de benim bir canavar olmamdı. Bir babanın istediğinin böyle olduğu başka bir aile görmemiştim.
En sonunda amacına ulaşmıştı ve ben yıllar sonra öldüğünü düşündüğüm ruhumun varlığını tekrar hatırlamışken Berfuyu bırakmaya hiç niyetim yoktu…
…
Karşımdaki uyuyan güzel, derin bir uykudaydı.
Sağ elimle birkaç defa yanağını okşadım. Teni sıcak ve yumuşacık.
Bu bana anlamadığım bir şekilde güven veriyor. Kendimi dünyanın en güvenli yerindeymişim gibi hissediyorum.
Bu uzun zamandır hissetmediğim ama kendime itiraf edemesem de bu hayatta en çok özlediğim şeydi.
Kapının zil sesi odaya yayıldı. Bu beni şaşırttı. İlk defa çalındığını şahit oluyorum. Tekrar zile sesi odaya dolunca Berfu kımıldadı.
Sol tarafıma dikkat ederek ayağa kalktım. Hızlı ve dikkatli adımlarımla merdivenleri inip dış kapıya gittim.
Dış kapıyı açmamla karşımda Yağmuru görmem bir oldu. Bana ağzı kulaklarına varmış bir şekilde gülümsüyordu.
Arkasındaki Süleyman o kadar mutlu değildi çünkü bana mahcup bir şekilde bakıyordu.
Süleymana kafamı “Hayırdır!” der gibi salladım. Süleyman sıkıntıyla “Abi, Yağmur Hanıma dedim kimseyle görüşmek istemediğini ama dinlemedi ve zile basmaya başladı.” dedi.
Yağmur, Süleyman konuşunca gözlerini devirdi. Sinirle nefesimi verdim. Başımla Süleymana “Git!” der gibi arkayı işaret ettim. Süleyman kafasını salladı. Gitmeden önce Yağmura yandan bir bakış attı.
Süleyman da benim gibi Yağmuru hiç sevmez.
“Ne oldu Yağmur?” diye sordum. Yüzümdeki ifade tamamen onun burada olduğuna memnun olmadığımı haykırıyor!
“Sabahtandır senin için geldim ama yoktun. Seni görmeden gitmek istemedim!” dedi sağ omuzunu kaldırdı şımarıkça! Konuşmasını bitirir bitirmez de eve girmek için adım attı.
Sağ kolumu kapının kapalı kanadına koydum. Bu, Yağmurun irkilmesine neden oldu. “Gördün!” sesimde gördüğüne göre artık git der gibi bir hava vardı!
Hırsla dudağını ısırdı. “Alparslan! Sence de bana gereksiz yere soğuk davranmıyor musun?” dedi. Tek kaşı da havada!
Bana hesap mı soruyor?
Yağmur iyi kız rolleri çekse de dünyada görebileceğin en gaddar insandır. Abisi onu o kadar şımarık büyüttü ki her şeye sahip olabileceğini düşünüyor ve ne yazık ki sahip!
“İşte konu bence olunca bu normal oluyor!” dedim.
“Alparslan… Biliyorsun ki yıllar önceden bazı şeyler karara bağlandı. Anlatabildim?” dedi hırsla.
Beni tehdit ediyor alttan alttan. Sağ elimle burun kemiğimi sıktım. “Haklısın! Yıllar önce aileler arasındaki anlaşmazlık için buna karar vermişler de tek ILGAZ ben değilim. Tek ADAN da sen değilsin, öyle değil mi!” dedim imayla.
Yağmurun yüzündeki kibirli ifade dondu. Çantasının sapını sıkmaya başladı. Sinirden gözleri doldu. Tek kaşını kaldırarak “Anlamadım!” dedi. Sinirden titremeye de başlamıştı.
“Anladın, anladın!” dedim. “Abim bundan hoşlanma…” direk lafını kestim. “Abin bence ben iyileşene kadar kendine bir çare bulsun! Malum beni öldürmek isteyenlerle aynı tarafta gözüküyor!” dedim sarkazm bir tavırla.
Yağmur sertçe yutkundu. “Bana karşı bu kadar gaddar olmanı anlayamıyorum! Her zaman bana karşı böyleydin! Neden?” sonlara doğru sesi titremişti.
Madem merak ediyor, ona açıklayayım “Her zaman her şeye sahip olmaya çalışan şımarık bir kız çocuğu tavrın midemi bulandırıyor! Her hareketin her sözün yapmacık ve evet, bu da benim midemi bulandırıyor!” dedim sertçe. Yağmur dudaklarını kemiriyordu sinirle.
Kafasını salladı ama bu kabullenişle alakalı bir tepki değildi. “Sen benden farksız mısın? Sen benden betersin ve ayrıca istediğin kadar çırpın seçilen kişiler biziz! Bence artık sen de kabullen!” dedi.
Arkasını dönüp birkaç adım attı. Daha sonra bana döndü. “Biliyor musun, bilmiyorum ama geçen günlerde Fırat Bey abimi aradı. Bizle alakalı olduğunu söylememe gerek yoktur herhalde.” deyip gitti.
Sağ elimle saçlarımı geriye attım. Sertçe çektim. Sinirle kapıyı çarptım.
Arkamı dönmemle Merdivenlerin başında Berfuyu görmem bir oldu.
Buz mavisi gözlerindeki duygu ne?
Bütün konuşmaları duydu mu?
Sikeyim!
Yüzümü sabit tutmaya çalışarak “Uyandın mı güzelim?” dedim.
“Gülsüm bana sizin evleneceğinizi söyledi. Doğru mu bu?” diye sordu. Bu kadar hızlı konuya girmesi beni afallattı.
Sesi o kadar tedirgin ki sorduğu sorunun cevabını duymaya korkuyor!
Derin bir nefes aldım. Ne diyeceğim?
“Bunlar gereksiz şeyler güzelim. Gel yemek yiyelim! Acıkmışsındır şimdi sen!” dedim.
Yavaşça merdivenleri inmeye başladı. Birkaç adım daha atıp tam karşımda durdu. Üç merdiven kala durduğu için boyumuz da şu an aynıydı.
Gözleri dolmuş. “Asu Hanım da gelinim diye anlatıyor hep evde. Teyzem de öyle söyledi.” dedi. Çenesi titredi.
Onu böyle görmek yine sol tarafıma ağrı girmesine neden oldu.
Gözleri beni savunmasız bırakıyor.
Bakışlarımı kaçırdım. Sağ elimle alnımı ovaladım. Alttan bir bakışla ona baktım.Bana umutla bakıyor.
Bana böyle baktıkça omuzlarımın üstüne bir yük biniyor ve bu yük beni eziyor.
“Sana söz verdim ya!” dedim ve gülümsedim ya da gülümsemeye çalıştım. Kafasını salladı. Gözleri dolduğu için mavilerini tavana dikti.
Ağlamamak için zor duruyor!
“Biliyorum!” dedi. Sonra aniden bana sarıldı. Ben de ona sarıldım. Ferah kokusu bana yeni nefesler bahşediyor.
“Yemek yiyelim!” dedi Berfu. Ben de ona sarılmış bir haldeyken kafamı salladım.
Berfu geri çekildi. Dudaklarını ısırdı ve son üç basamağı indi. Ellerini tutup beraber mutfağa girdik.
…
Kardelen, kızım!
Bu annenle birbirimize ilk defa yalan söyleyişimizdi. İkimiz de gelecekte olacakların farkındaydık ama hiç farkında değilmişiz gibi davranmıştık.
İkimiz de hissetmiş miydik bilmiyordum ama ben hissetmiştim.
Ben onunla olan zamanlarımın artık ısındığını hissetmiştim.
Benim gibi bir insanın böyle sade ve dolu dolu bir aşk yaşayacağını düşünmem benim aptallığımdı.
Ne kadar saklayabilirsem onu, o kadar çok beraber olacağımızı sanmıştım ama öyle olmadı.
Annene o kadar çok söz verdim ki ve o, o kadar çok bana inanıp güvendi ki…
Yaşlı kalbim ağrıdı yıllarca bu sözler yüzünden ama artık şanslıyım çünkü bu ağrıyan kalbim en sonunda tamamen duracak.
Sadece sana her şeyi anlatabilmek için biraz daha atmaya devam etmesi gerekiyor.
Bu da bu yaşlı adamın son isteği…