Lütfen oy vermeyi ve yorum atmayı unutmayın❤️🥰☘️
Babamı hiçbir zaman anlayamamıştım. Bütün işleri bana bıraktığında artık bu cehennemden bıktığını düşünmüştüm ama sonra anlamıştım ki hiçbir zaman işi bırakmamıştı.
Bu hiçbir zaman anlayamadığım ve asla anlayamayacağım çok bilinmeyenli denklem gibiydi.
Bu denklemin kökünü anlayamadığım için de çözemiyordum.
Sıkıntıyla iç çektim. Madem emekli olmadın neden beni de çok erken bir zamanda cehenneme soktun?
Neden?
Ben onun oğlu değil miyim?
Gerçi ben vurulmazsam diğerlerinin vurulacağını ima eden bir adamdan bahsediyoruz.
Şu an buna üzülmem aptallık.
Önümdeki yeni dosyayı incelemeye devam ettim. Bunları halletmem gerekiyordu yoksa şirkete döndüğümde yine benim başım ağrıyacaktı…
…
Gözlerim artık evraklardaki yazıları seçemiyor. Saat sabahın dördü. Önümdeki dosyayı da bitirdiklerime ekledim. Neredeyse yarılamıştım.
Biraz uyumam gerekiyordu.
Sol tarafımdan tut, bütün eklemlerime ağrılar giriyordu.
Çalışma odamdan çıkıp yatak odama gittim.
Süleymana kimsenin sabah beni uyandırmamasıyla ilgili bir mesaj yazdıktan sonra kendimi direk yatağıma attım.
Tabii yaram yüzünden bu atış daha çok sakin bir oturuş gibiydi ama olsun.
O kadar yorgunum ki göz kapaklarımı kapatmamla bütün bedenim bu anı bekliyormuş gibi mayıştı.
Keşke Berfu da olsaydı.
O ferah kokusuyla beni iyileştirirdi.
Keşke…
…
Sabah bir ara alarm çalmıştı ki bu alarm ben uyuduktan bir saat sonra demekti. Zar zor alarmı kapatıp geri uyumuştum. Şimdi ise saat öğlene geliyordu.
Berfu gelip beni öperek uyandırmıştı ve kahvaltı etmem gerektiğini söylemişti. Zaten sabahlara kadar çalıştığımı da anladığı için bana kızmıştı.
Ama o, o kadar nahif ve narin bir kadındı ki daha çok söylenme tarzında olan ama Berfuya göre azarlama niteliği taşıyan bir nutuktu.
Her sabah o mavilerini görerek uyanacaksam bu nutuk bana ödüldü. Tabii Berfu bunu bilmiyordu.
Birgün öğrenir mi onu da bilemiyordum ama bilmesini isterdim. Bunları bilecek kadar hayatımda olmasını bu hayatta hiç bu kadar istediğim bir şey olmadığının farkındalığıyla istiyordum.
Zaman bize ne gösterir bilemiyordum.
Tek bildiğim korkusuz, kimseye boyun eğmeyen Topluluk’un lideri Alparslan ILGAZ artık bir bilinmezliğin içinde yüzüyordu.
Belki de boğulmak üzereydi.
Alt kattan Berfunun sesini duyunca yataktan kalktım. Banyoya gidip dişimi fırçaladım. Aynadan yansımama baktım. Gözaltlarımda hafif mor halkalar vardı.
Yüzümdeki ifade buram buram yorgunluk kokuyor. Bu yorgun adam pusulasını kaybetmişti ve yolunu nasıl bulacağını bilmiyordu.
“Alparslan!” diye Berfunun sesini duymam içime anlamını bilmediğim ama anında yorgunluğumu alan bir şeyin yayılmasına neden oldu.
Yüzüme istemsizce bir gülümseme yayıldı. Bu gözlerimdeki yorgunluğu da silmişti biraz da olsa.
İç çekip banyodan çıktım ve merdivenlerden aşağı indim.
Mutfaktan girmemle bana gülümseyen bir çift maviyle karşılaştım. Yutkundum.
Nedeni yok.
Onunla olduğum sürece hiçbir şeyin nedeni olmasa da olur.
“Nerede kaldın. Yumurtan soğuyacaktı az kalsın!” dedi. Sonrada bana gülümseyerek bakmaya devam etti.
Saçlarını bugün atkuyruğu yapmıştı. Kırmızı bir elbise giymişti. Düz ve dizlerine kadar gelen sade bir elbise.
O kadar güzeldi ki…
Bembeyaz teniyle şu an üstündeki kırmızı elbise ahenk içinde birbirini tamamlıyordu.
Ona doğru yürüdüm ve ona sarıldım. Ferah kokusu ciğerlerime hayat oldu.
Başının üstünü öptüm. Kıkırdadı. Kollarını belime sardı. “Kokun çok güzel!” dedim istemsizce. Mırıldandı ve kollarını daha da sardı bana.
“Ben senin kokunu tarif edemiyorum! Duş jelin okyanus özlü ama öyle değilsin. Sadece, sadece işte. Betimleyemiyorum ama kokun bana güven veriyor!” dedi.
Kaşlarım havalanarak “Öyle mi?” dedim. Küçük bir kız çocuğu gibi kafasını salladı. Alnını öpebilmek için biraz eğildim ve alnını öptüm.
Direkt gözleri kapandı. Tekrardan ona sımsıkı sarılıp kokusunu içime çektim. İsteme istemeye de olsa ondan ayrılıp yemek masasına oturdum. O da mutfak tezgâhına yaslanmıştı.
“Başka bir şey istiyorsan yapabilirim. Sigara böreği falan. İster misin?” dedi. Gözlerindeki heves gülümsememe neden oldu. Kafamı olumsuzca sallayıp aklımdaki soruyu ona sordum.
“Neden ayakta bekliyorsun? Masaya otursana!” dedim. Bakışlarını kaçırdı. “Ya biri gelirse?” diye çekine çekine sordu. Yumurtaya bandığım ekmeği kenara koydum ve derin bir nefes aldım sinirle. “Bir şey olmaz! Ne olacak?” dedim.
Dudaklarını kemirmeye başladı. “Zaten Süleyman abi gördü. Ben…” çekine çekine konuştu. “Sen ne?” dedim. Birkaç saniye tekrardan mutfağı inceledi.
Sanki hiç görmemiş gibi(!)
Bunu zaman kazanmak için yaptığı çok belliydi. “Kıvranma istersen güzelim!” dedim. Bakışlarımla da onu cesaretlendirmeye çalıştım.
“Süleyman abi bizi gördü. Ben çok utanıyorum!” dedi. Sonlara doğru sesi de kısılmıştı. İma ettiği şeyi tabii ki de anladım.
Berfuya zengin adam avcısı gibi iğrenç ve asla ama asla onu yansıtmayan sıfatlarla yaklaşacaklar diye korkuyordu.
Anlıyorum ve bu anlayış beni yaralıyor.
Yüzümde şefkat dolu bir gülümseme belirdi.
Bununla birlikte Berfunun eşsiz güzellikte olan mavileri doldu.
Yutkunurken gamzeleri de belirdi.
“Sakın bir daha böyle bir şey düşünme! Ne olursa olsun ben her zaman senin yanındayım. Tamam, mı?” dedim.
Elimi ona uzatıp gelmesini istedim. Tam birkaç atım atmıştı ki Süleyman eve girdi. “Abi!” diye bana seslenmesiyle Berfu mutfak tezgâhına yaslandı.
Mutfağa giren Süleyman Berfuyu görünce ona bakıp direk bakışları beni esir aldı. Kaşlarım çatıldı. “Abi senle bir şey konuşmam gerekiyor!” bunu derken Berfuya manidar bir bakış attı.
Berfu bunu görünce hemen başını yere eğdi ve “Benim üst katları temizlemem gerekiyor!” deyip koşar adım bizden uzaklaştı. Bu tabii ki de moralimi alt üst etti.
“Abi… Topluluk ne zaman işe döneceğini soruyor!” dedi çekine çekine. İç çektim.
“Bugün dosyaları bitireceğim. Yarın gideriz!” dedim tekrardan iç çekerek.
Süleyman hafif bir tedirginlikle “Abi yapabilecek misin? Yaran!” Diye gözleriyle sol tarafımı işaret etti.
Güldüm.
Bu gülüş gözlerime, ruhuma dokunmuyordu.
“Bu kimin umurunda?” dedim. Süleyman mahcup bir tavırla “Abi öyle deme!” dedi.
“Yalan mı?” dedim ben de yüzümdeki büyük tebessümle. Süleyman başını eğdi.
Yanlış kişiye pasif bir sitem içerisindeyim.
“Yarın sabah sekizde çıkarız evden.” dedim itiraz istemeyen bir tonda. Süleyman utana sıkıla mutfak masasından kalkıp evden çıktı.
İşte bu kadardı.
Bana biçilen tatil bu kadardı. Ölüm döşeğinde bile olsam ölmeden beni rahat bırakmazlardı.
Topluluk acımazdı!
Kahvaltıyı isteksizce yedim. İştah falan bırakmamışlardı ama ilaç içmem gerekiyordu.
Bu yüzden yemek yemem lazımdı. Hemen iyileşmeliydim. Sol tarafımın acısı kimsenin umurunda olmazdı.
Hiçbir zaman da olmadı.
Arkamdaki hareketlilikle birlikte ince beyaz kolların arkadan bana sarılması bir oldu.
Sol yanağımı öptü. “Benim umurumdasın.” dedi. Böylelikle Berfunun bütün konuşulanları duyduğunu anladım. Üst kata falan gitmemişti.
“Biliyorum!” dedim. Sağ elimle kollarını okşadım ve öptüm. “Bitirmem gereken dosyalar var, güzelim. Bana dün geceki gibi soğuk bir limonata yapabilir misin?” dedim. Kafasını salladı. Sol yanağımı tekrardan öptü.
Mavilerindeki yaşama sevinci bana umut oluyor.
Ayağa kalkmamla bana sarılan kollarını çözmek zorunda kaldı.
Ben de hafifçe eğilip gamzelerinden öptüm ve merdivenlerden yukarı çıktım.
Onunla olmak istiyordum ama ne yazık ki bu mümkün değildi.
Çalışma masama yerleşip yeni bir dosyayı önüme aldım. Bunları bugün bitirmem gerekiyordu. Çünkü bunların bitimine göre yeni bir yol haritası çizmem gerekecekti.
Bunun yanı sıra kimsenin bilmediği güvenebileceğim bir adam bulup Meksika’ya yollamam gerekiyordu.
Geovanni Pedro ve Isai Pedronun babamla ne işi vardı?
Bu en büyük sorundu ama bu sorunu çözmem içinde onlarla da yakın temas içinde olmalıydım. Zaten babam o dosyayı yollattıysa Topluluk’un ana üyelerinin bundan haberi olduğuna adım kadar emindim.
Bunu yanı sıra kimsenin bilmediği bir adamımın olduğunu bilmediklerinden de emindim.
İlk yıllarımda çevremdeki insanlara güvenirdim ama köpekbalıkları bana gerçeği göstermişti.
Babam bana gerçeği göstermişti.
Toyluk geçince, şeytanın oğlu gözlerini açınca artık her şey değişmişti.
Kapının tıklatılmasıyla önümdeki dosyadan kafamı kaldırdım. “Gel!” dedim. Kapının açılmasıyla mavi gözlü bir peri içeri girdi. “Ben sana limonatanı getirdim.” dedi.
Gülümseyerek “Teşekkür ederim!” dedim. Berfu limonatayı önüme bıraktı.
Bakışları önümdeki ve çalışma masamın etrafındaki dosyalara kaydı. “Çok mu işin var?” diye sordu masumca.
Limonatanın olduğu bardağı elime aldım. İçmeden önce “Maalesef!” dedim ve limonatayı içmeye başladım. “O zaman Allah sana zihin açıklığı versin. Âmin!” dedi.
İçtiğim limonatayı az kalsın ağzımdan püskürtecektim. Bunu engellediğim için de limonata boğazımda kaldı. Bu yüzden öksürmeye başladım.
“Ay ay helal helal!” diye yanıma gelip sırtıma bütün gücüyle vuran Berfuya şokla baktım.
Bu kız minicik, nasıl bu kadar güçlü?
Bu güç nereden geliyor?
“İyiyim! İyiyim!” dedim nefes nefese. Berfu “Su getireyim mi?” diye sordu. Kafamı hayır anlamında salladım. Sonra aklıma dedikleri geldi ve kahkaha atarak gülmeye başladım.
Berfu bana şaşkın şaşkın bakıyordu. Nefes nefese bir halde “Demek Allah zihin açıklığı versin ha!” dedim. Bu Berfuyu önce şaşırttı sonra utanmayla karışık bir şekilde gülümseyerek “Evet! Ben ders çalışırken anneannem bana hep böyle derdi ve bana çok iyi gelirdi. Sana da iyi gelsin diye öyle söyledim!” dedi. Yanakları hafifçe kızardı.
Belinden tutup çektim kucağıma. Mavileri şaşkın şaşkın bana tutundu. “İyi geldi. Seninle ilgili her şey bana iyi gelir ayrıca âmin güzelim!” dedim ben de.
Utandı. Yanakları pamuk şekeri gibi kızardı. Dudaklarını da birbirine bastırdığı için gamzeleri belirdi.
Gamzelerini her gördüğümde içimde dayanılmaz bir öpme isteği uyanıyordu.
Gamzelerinden öptüm.
Mavileri bana sevgi dolu bakıyor.
İçimdeki sevgiden mahrum büyümüş küçük Alparslanın minicik kalbinin sevgiyle ısındığını hissettim.
“Akşam yemeğini yapmam gerekiyor. Ondan sonra da teyzeme yardıma gitmem lazım. Bir organizasyon işi mi ne varmış. İşlerini hallet! Çabuk gel, dedi bana!” diye konuşan Berfuya iç çekerek baktım.
“Benim de bu dosyaları bitirmem gerekiyor!” dedim. Sonra aklıma dediği bir kelime takıldı.
“Organizasyon derken?” dedim sorgulayıcı bir tavırla.
Omuzlarını bilmediğini belirten bir şekilde yukarı kaldırıp indirdi. “Bilmem ki! Teyzem sabah beni buraya yolluyor Asu Hanım yüzünden. Zaten akşama kadar da buradayım. Ben gidince de teyzem gil çok yorulduğu için yatmaya gidiyor. Onlar müştemilatta oturuyor ben sizin evde. O yüzden de akşamları da görüşemiyoruz. Öyle yani…” dedi.
Kaşlarım çatıldı. “Bizim ev derken?” dedim sorgulayıcı bir tavırla.
“Teyzemlerin evi iki oda bir salon. Bana yer yoktu. Asu Hanımda sizin evin alt kattaki boş odasını bana verdi.” Sonra aklına bir şey gelmiş gibi “Oda ilk başta çok kötüydü. Ben de Asu Hanımdan izin aldım. Boyadım. Tavana da yıldız desenleri çizdim. Küçük bir kütüphanemde var. Bir de yatağım. Yatağımın başlığında da yıldız çıkartmaları var. Bir de eski bir dolap vardı odada minik. Ben onu da boyadım. Ona da çiçekler çizdim. Aaa! Ramiz var bir de odamda!” dedi kıkırdayarak.
Yutkundum.
Annem ona bodrum katını mı vermişti?
Bu kalbime bir şey batmış gibi hissettirdi.
“O odada rahat mısın?” diye sordum. Hevesle kafasını sallayarak “Evet!” dedi. “Odamı kendim yaptım. Keşke görebilsen. Bu arada Ramizle de tanışırdın!” dedi.
Benim narin, vefalı güzelim. Hem o odada mutlu hem de beni Ramizle tanıştırmak istiyor.
Bir dakika!
Direk kaşlarım çatıldı.
Ramiz kim lan?
“Ramiz kim?” dedim sertçe. Güldü. “Kaktüsüm!” dedi. Şaşkınlıkla kaşlarım havalandı. “Kaktüsünün adı Ramiz mi?” diye sordum. “Evet. Neden bu kadar şaşırdın ki?” diye şaşırarak sordu.
Ne yani çiçek ismi olarak Ramiz ismini mi kullanılıyordu?
“Yani ilk defa duydum!” dedim.
Bana kınayan gözlerle baktı sonra kucağımdan kalktı. “Ramiz akıllı ve zeki demek. Benim kaktüsümde çok akıllı!” dedi bilmiş bilmiş. Öyle mi der gibi kaşlarım havalandı.
“Neyi akıllıymış Ramizin?” dedim. “Çiçek açtı.” dedi. Bu kahkaha atmama neden oldu.
“Demek çiçek açtığı için akıllı ha? Benim bildiğim kaktüslerin çiçeği yılda bir kez açar. Açan bu çiçek de yaklaşık bir ay boyunca canlı kalır. Daha sonra o çiçek dökülür. Dökülen çiçek diğer sene ise tekrar çiçek açmaya başlar ama yine sen bilirsin! Tabii Ramiz bunu tek yapabiliyorsa o yarı mesele!” dedim.
“Ne kadar kötüsün ya! Akıllı işte Ramiz!” dedi itiraz istemeyen bir tavırla.
Yüzümdeki gülümsemeyi saklamaya çalışarak “Tamam tamam! Haklısın.” dedim.
Berfu bana burun kıvırarak baktı. Gözü boş limonata bardağına takıldı. Bardağı eline alıp “Gidiyorum ben!” dedi ve kapıya doğru gitti. Tam çıkacakken “Berfu!” diye seslendim. Kapının orada kafasını “Ne var!” der gibi salladı.
“Ramize, pardon Akıllı Ramize selam söyle!” dedim gülerek.
Berfunun mavileri hırçın bir denizi andırırmışçasına bana sertçe bir bakış attı. Sinirle odadan çıkarken kapıyı da hızla çarpmayı ihmal etmemişti. O giderken ben hala gülüyordum.
Ramiz ne ya?
Bu kız her geçen gün beni şaşırtmaya devam ediyordu.
İçim anlamsız bir şekilde Berfuyla uğraştıktan sonra enerjiyle doldu. Dosyaları okumak artık gözüme o kadar da kötü gelmiyordu. Özellikle de Ramiz vakasından sonra…
…
Saatlerdir çalışıyordum öyle ki bir ara ilaçlarımı içmeyi bile unutmuştum. Neyse ki sonra hatırlamıştım ki içebilmiştim. Az önce de Berfu gelip akşam yemeğine çağırmıştı.
Sol tarafıma dikkat ederek kollarımı esnettim. Berfu annemlerin yanına gitmeden pansuman yapsa iyi olurdu. Masadan kalkıp odadan çıktım. Merdivenleri inip mutfağa girdim.
Berfu mantı yapmıştı. Yanında da salata vardı. Güzelce akşam yemeğimi yedim.
Berfu bana alınmış. Bu her halinden belli.
Bu bıyık altından gülmeme neden oluyor.
“Yemekten sonra duş alacağım. Ondan sonra pansumanımı yapabilir misin? Malum yarın işe başlayacağım iyi olur!” dedim.
Bu kaşlarını çatmış Berfunun aniden yumuşamasına neden oldu. “Tabii. İstersen duşuna yardım da edebilirim!” diye ilgiyle sordu.
Asla aklıma gelmeyen bu şeye lanet okudum.
Bu nasıl benim aklıma gelmedi?
Ama kar tanesi imdadıma yetişti!
İçten içe sinsice sırıttım.
Sesimi en savunmasız ve hasta hale getirerek “Sana zahmet olmasın!” dedim.
Sağ kolumla sol omuzumu ağrıyormuş gibi ovalarken hafifçe yüzümü buruşturdum.
Berfunun yüz ifadesi hemen merhamet dolu bir hal aldı. “Ne demek! Yaran mı sızlıyor?” diye de endişeyle de sordu.
“Evet, ağrıyor biraz!” dedim.
Yalan ama bu fırsatı da kaçıramam ki!
Büyük ihtimalle çok yoğun bir programım olacak bundan sonra. Eve gelince de uyuyana kadar çalışmam gerekecek.
Berfuyla doğru düzgün bir zamanımız olmayacak. Bu yaptığım Berfuyu üzüyor olabilir ama ben de onsuz geçen her anımda üzülüyorum.
Bencillikse bencillik!
Ne yapayım?
“O zaman sen yukarı çık ben de etrafı toplayıp geleyim. Olur, mu?” diye sordu.
Zaten bir dosyanın bitmesine üç sayfa vardı. Onları halledene kadar Berfu da gelirdi.
“Tamam! Benim de zaten çalışma odamda biraz işim vardı. Sen buraları toplayana kadar ben de onu hallderim!” dedim. Berfu da “Tamam!” der gibi kafasını salladı.
Ayağa kalkıp mutfaktan çıktım ve üç merdiven yukarı çıkıp çalışma odama girdim.
Çalışma masama oturdum. Zaten önümde açık olan dosyayı incelemeye başladım.