Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21. Bölüm

@nurita

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın 😍☘️🩵

 


Kapımın tıklatılmasıyla gelenin Berfu olduğunu biliyordum. “Gel!” dedim.

 


Berfu kapıyı açtı ama içeri girmedi. “Bitti mi?” diye sordu.

 


Son paragrafı okuyordum. Onu da bitirip dosyayı bitirdiklerimin arasına koydum. “Bitti!” dedim ve ayağa kalktım.

 


Ben odadan çıkana kadar Berfu yatak odama girmişti bile. Banyoya girip geçen sefer indirdiği küçük tabureyi duşa kabine koydu.

 


Ben de soyundum. Altımdaki iç çamaşırım hariç üstümde de sol omuzumu kapsayan sargılar vardı.

 


Berfu banyo yapmam için gerekli her şeyi hallettikten sonra bana döndü. Ben de hemen yanına gidip küçük tabureye oturdum.


Konuşmadan sadece gözlerimizle anlaşmıştık.


Berfunun sargımı yarama dikkat ederek sökmesi ve suyu ayarlayıp saçlarımı ıslatmaya başlaması sadece birkaç dakikasını almıştı.

 

Hemen beni yıkayıp gitmesi gerektiği hareketlerinden anlaşılıyordu.

 


Çok hızlıydı buna rağmen yarama dikkat ediyordu. “Bir kere saçını bir kere de vücudunu yıkasam yeter mi? Geç kaldım da!” dedi. “Tabii!” dedim. Saçlarımı şampuanladıktan sonra life duş jelimi sıktı ve beni keselemeye başladı.

 


O kadar hızlı yapıyordu ki kan ter içinde kalmıştı. Bu vicdanımı sızlattı. Sırf onla biraz daha vakit geçirebilmek için oynadığım minik oyun yüzünden çok yorulmuştu.
Arada bakışlarımız birbirine tutunuyordu.

 


Berfu elinin tersiyle alnındaki terleri siliyor, bana gülümseyip tekrar büyük bir hızla beni keselemeye devam ediyordu. En sonunda beni duruladı. “Sen giyin! Ben de buraları toplayıp geleceğim!” dedi.

 


Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Kafamı sallayıp raftan havlu aldıktan sonra giyinme odama gittim.
İçimdeki his düpedüz utanma!

 


Kız o kadar yorulmuştu ki tabiri caizse kan ter içinde beni yıkamıştı. Büyük bir pişmanlık içinde kurulanıp giyindim. Seçtiğim beyaz tişörtü giymedim. Çünkü pansuman yapılacaktı.

 


Sağ elime tişörtü alıp giyinme odamdan çıktım. Berfu da pansuman malzemelerini yatağımın yanındaki sağ komodine dizmişti.

 


Her zaman yatağımın sağına yattığım için tekrardan sağ tarafa uzandım.

 


Berfu pansumanımı canımın yanmasından korkarak ama hızlı hızlı yaptı.

 


Bunu yaparken her zamanki gibi yüzünde huzurun anlamı olan gülümsemesi de vardı.

 


Gülümsemesi mavileriyle ahenk içinde dans ediyordu. Karşısındaki insanı büyülemeye yemin etmiş gibiydi.


Onun büyüsüne kapılalı çok olmuştu…


“Ben her şeyi hallettim. Eğer gece acıkırsan buzdolabında sütlaç var! Ay, çok geç kaldım!”

 


Berfunun telaşlı olmasına rağmen hala beni düşünmesi içimde bütün bedenime yayılmaya başlayan hastalığın daha da hızlanmasına neden oluyordu.

 


Pansuman malzemelerini banyodaki ecza dolabına götürmek için koşa koşa banyoya girdi. Çıktığında “Yarın kahvaltı hazırlamaya gelirim!” dedi ve koşar adım yatak odasından çıktı.

 


Birkaç saniye geçmişti ki koşarak yatak odama geri gelip bana doğru geldi. Sağ yanağıma tüy gibi bir öpücük kondurup yeniden koşarak çıktı. Merdivenden gelen sesler hızlı indiğini gösteriyordu.

 


Dış kapının kapanma sesi evde yankılandı. Ama yankılanan tek şey dış kapı değildi. Kalbim maraton koşmuşum gibi hızlı atmaya başlamıştı.

 


Tüy kadar hafif öpücüğünün bedenimde fırtına yaratması hiç hoş değildi. Çünkü bu fırtına her seferinde beni sersemletiyordu.

 


Ayağa kalktım. Sağ elim kalbimin üzerinde bir şekilde çalışma odama gittim.

 


Minicik bir kızın Topluluk’un lideri Alparslan Ilgaz’ı bu hale getirmesi absürt bir komedi filmi gibiydi.

 


Çalışma masama oturup önüme yeni dosya açsam bile sağ yanağımda, gözlerimin önünde ve ruhumun tamamındı buz mavisi gözleri olan bir kadın vardı…

...


Sabahın yedisinde uyanmış, kahvaltımı etmiş bir şekilde yoldaydım. Şirketime doğru gidiyordum. Sabah dört civarı uyumuştum. Kısacası bok gibi bir uykuyla işe gidiyordum.


Keşke gitmeseydim ama keşke demekle de olmuyordu.
Vitomla gidiyorduk. Bize beş araç daha eskortluk ediyordu. Süleyman ve Demir de benle birlikte yolculuk ediyordu.

 


Demir daha fazla tatil yapmamı söylüyordu ama söylemekle hiçbir şey çözülmezdi.

 


Demir konuşurken Süleymanın başı yerdeydi. Süleyman Demirin aksine gerçeklerin farkındaydı.

 


Bu kadar uzun süre evde dinlenmemin nedeni ölmemiş olmamdı, daha doğrusu ölmek üzereyken ölmemiş olmamdı.

 


Bazen keşke ölseydim diyordum ama sonra gözlerimin önüne o maviler geliyordu.


Bana utanmayla karışık cilveyle bakan o gözler.


Işıltılarla bezenmiş ah o gözler!


Bu kadar da güzel olunmaz ki?


Bendeki de can!


Titrek bir nefes aldım. Sonra da iç çektim. Demir elindeki dosyalardan başını kaldırıp bana baktı. Süleyman da başı yerde olmasın rağmen kaçamak bir bakış attı.

 

Araba camından film izler gibi onları izliyordum. Demir uzun süre bana bakmaya devam etti. En sonda onunla göz teması kurmayacağımı anlayınca geri elindeki dosyalara döndü.

 


Şahsen Berfuyu da alıp buralardan uzağa gitmek istiyordum ama bunu yapmam imkânsız!

 


Ben ise bütün imkânsızlıklara rağmen onunla olmak istiyordum ve küçük bir çocuk gibi sadece istemekle kalıyordum.

 


Vito şirketin önünden durdu. “Otoparka!” dedim. Herkes şaşırdı. Sürücü koltuğunda olan adama işaret verdim ve böylelikle aracımı şirketin otopark girişine sürmesini istedim.

 


Aracımın otoparka gidişini izledim. Şirketin önünde beni bekleyen hatırı sayılı çalışan vardı. Hepsinin yüzündeki şaşkınlığı görüyordum ama bu umurumda bile değildi.

 


Nasıl Süleyman babamın gizli adamıysa benim de kimsenin bilmediği gizli bir adamım vardı ve şifre buydu.

 


Ne zamanki şirketin otopark girişini kullanırsam benle iletişime geçmek zorundaydı. Basit ama arkada delil bırakmayan bir iletişimdi.

 


Süleyman bana bir kartal edasıyla bakıyordu. Sol tarafıma doğru dudağım kıvrıldı ve bu şekilde Süleymana baktım. Bunu yapmamla Süleymanın rengi attı.

 

Onun görevini anladığımı anlamıştı ve bu anlayış sertçe yutkunmasına neden oldu.

 


Meydan okumamın sahibine iletileceğini çok iyi anlamıştım.
Babamın uzun zamandır kaçak dövüşmeyi bırakmasını bekliyordum ama yapmadı.


O yapmazsa ben seve seve yapardım!


Babamın dövmesi timsahtı.
Bekler, bekler ve bekler…


En sonunda sinsice saldırır ama benim buna ne sabrım vardı ne de ilgim.


Artık adam gibi karşıma çıkıp dövüşsün!


Sahteliğe, ikiyüzlülüğe tahammülüm kalmadı.


Vitonun kapısı açıldı. Öncelikle kapının yanında oturan Demir indi. Süleyman inmeden önce benim inmemi bekledi ama ben elimle önden buyur şekilde sağ elimi hareket ettirdim.

 


Süleyman bakışlarını kaçırıp arabadan indi. Ben de yarama dikkat ederek indim. Etrafa öylesine bir bakış attım. Şirketin önünde beni bekleyen kalabalık nefes nefese kalmış bir şekilde şimdi de otopark girişindeydi.

 


Bu, koşarak buraya geldiklerini gösteriyordu. Gülesim geldi ama bu tabii ki de Topluluk’un imajına zarar verirdi.

 


Gülmek kadar masumane bir eylemin bile yasak olduğu lanetli bir örgütün içinde hayatta kalmaya çalışıyordum.


Bakışlarım etrafı taradı. İşte oradaydı!


Arda temizlikçi kıyafetleriyle otoparkı paspaslıyordu.

 


Bakışlarımı ondan çekip şirketin otopark girişindeki otomatik kapısına çevirdim. Otomatik kapı camdı ve Ardanın yansıması gözüküyordu.

 


Başındaki siyah şapkasının ucuna elini koyup yer değiştirip alnındaki teri sildi. Daha sonra temizlik kovası ve paspasını alıp çalışanların odasına doğru gitti ve gözden kayboldu.

 


Şapka hareketi bizim özel şifremizdi. Ben de cam kapıdan girip şirkete girdim.

 


Çevremdeki minik insan ordusu geçmiş olsun diyordu ama aynı anda o kadar çok kişi bunu dediği için sadece gürültü oluşuyordu.

 


Güç bela asansöre binip en üst kata bastık. Daha doğrusu Süleyman asansör düğmesine bastı.

 


“Herkes seni çok özledi!” dedi Demir büyük bir mutlulukla. “Sağ olsunlar!” dedim hafif bir tebessümle.

 


Asansör durunca sırayla indik. Katımda çalışan herkes ayağa kalkıp bana selam verdi. Ben de hafifçe kafamı salladım.

 


Bakışlarım odamın önündeki kişilere takıldı. Mert ve Ayaz beni bekliyordu.
Birkaç adımdan sonra yanlarına vardım. Mert tam konuşacakken ondan önce davrandım.

 


“Topluluk’un ana üyelerini hemen toplantı odasına çağır!” dedim. Mert bana imalı bir bakış atarak “Sana da hoş geldin, kardeşim!” dedi.

 


Ben de ona tek kaşım havaya kalkmış bir şekilde baktım. Mert ellerini teslim oluyormuş gibi kaldırıp yanımızdan gitti.

 


Bakışlarım Ayaza dönünce Ayaz bana baktı ve sonra aniden bana sarıldı. “Çok özlemişim lan burada fırtına gibi esmeni! Aslanım benim!” dedi.

 

“Ayaz herkes bize bakıyor!” dedim dişlerimin arasından. “Baksın! Kıskanırlar işte beni sana sarılabildiğim için!” dedi. “Ayaz!” diye uyardım ama Ayaz biraz daha bana sarılmaya devam etti. En sonunda bende ayrıldı.

 


Gözleri dolmuştu. Bu beni şaşırtınca Ayaz gözlerini kaçırdı ve şakayla karışık “Aslan görünce gözlerim böyle tepki veriyor! İstemsizce… Öyle yani… Neyse sen odana git! Ben de Mert’e yardıma gideyim!” dedi ve kaçarak uzaklaştı.

 


“Herkesin seni çok özlediğini söylemiştim!” dedi Demir. Ona taraf başımı çevirip kafamı “Evet!” anlamında salladım.

 


Sol tarafım sızlamaya başlamıştı. Çok uzun süredir ayaktaydım. Son günlerde de doğru dürüst dinlenememiştim de. En iyisi toplantıya kadar odama oturmaktı.

 


Ne yazık ki bundan sonraki süreçte dinlenmek bana haramdı!

 


Adımlarım beni odama götürürken aklımda toplantının ne kadar şiddetli geçeceğiyle ilgiliydi.

                                                                   

 

Kapının tıklatılmasıyla bakışlarım önümdeki evraklardan kapıya döndü. “Gel!” dedim. Kapının açılmasıyla Süleyman göründü.

 

“Abi herkes seni toplantı salonunda bekliyor!” dedi. Kafamı “Tamam!” anlamında salladım.


Önümdeki evrakları da toplayıp yanıma alarak ayağa kalktım ve odamın çıkışına yürüdüm.

 


Süleymanın bakışları benimle birlikte gelen evraklara baktı. Hafifçe kaşları çatıldı ama bozuntuya vermedi.
İçimden kıs kıs güldüğümü kimsenin bilmesine gerek yoktu.

 


Dediğim gibi babam şeytansa ben de şeytanın oğluydum!

 


Asansöre bindik ve odamdan iki kat aşağıda olan toplantı salonunun olduğu kata indik.

 


“Abi… O elindekiler ne?” diye sordu Süleyman merakla toplantı odasına doğru giderken. Tam toplantı salonunun kapısının önünde durup Süleymana baktım. Yüzümdeki gülümseme o kadar büyüktü ki Süleymanı afallattı.

 


“Şimdi anlarsın!” deyip içeri girdim. Mert, Ayaz, Hakan ve Demir masaya oturmuştu. Ayakta olan insanlar da diğer ana üyelerinin temsilcileri ya da sekreterleriydi.

 

Kısacası odada on üç kişi vardı. Bunların arasında benim sekreterim Cansu da vardı.

 


Toplantı salonu o kadar büyüktü ki bu kadar kişinin bir arada olması göze batmıyordu.

 


Hızlıca masanın başına geçtim.
Herkesin bakışları bendeydi ama hiç umursamadan yerime oturup önümdeki evrakları ayarladım. En sonunda ofis sandalyeme yaslandım.

 


İki elimi üçgen şeklinde önümde birleştirip masada olanlarla göz teması kurdum. “Hoş geldiniz!” dedim gülümseyerek.

 


Ayaz bana mutlulukla bakıyordu. Sanki âşık olduğu adam askerden dönmüş gibi.

 


Mert bana kuşkuyla bakıyordu.
Hakan Adan ise kaşları çatık bir şekilde kibirli bir bakışı vardı. Birkaç dakika odadaki herkes birbirine bakış attı.

 


Kimse konuşmayacak mıydı?


Peki…


Ben konuşurdum!


Tam karşımda oturan Hakan’a karşı “Yerimde gözün mü var?” diye sakince sordum.

 


Bu Hakan dâhil odadaki herkesi şaşırttı. “Cevap ver!” diye sordum yine aynı sakinlikle.

 


Hakanın bakışları bir ara Mert’e kaydı. Sonra kaşları aniden sinirle çatıldı. “Ne saçmalıyorsun!” diye sertçe sordu.


Saçmalamak?


Nedense herkes her şeyi yapıyordu ama saçmalayan hep ben oluyordum.
“Selçuk’u koruyan sen değil miydin hep?” diye sordum yine sakince.

 


“Hata yaptım! Bu hatamı telafi etmeye çalışıyorum! Hepimiz yıkıldık senin vurulmanla!” dedi. Konuşurken ikide bir sağ işaret parmağını da masaya vurmayı da ihmal etmiyordu.

 


“O zaman yerimde gözün var?” dedim sorgulayan bir tavırla. Bu, Hakanı iyice sinirlendirdi. “Sana yok, dedim!” dedi dişlerinin arasında.
“Emin misin?” diye sordum yine sakince. Artık sakinliğim ürkütücü bir boyut kazanmıştı.

 


“Sana hata yaptığımı ve bunu telafi etmeye çalıştığımı söyledim!” dedi yine aynı kızgınlıkla. Kafamı salladım “Anladım!” der gibi.

 


Elimle Cansuya gel işareti verdim. Cansu koşar adım yanıma geldi. Ona uzattığım resimleri aldı. “Dağıt!” dedim.

 


Eline aldığı resimleri dağıttı odadaki herkese. Resimleri gören herkes ilk bir irkildi. Zaten bundan başka da tepki veremediler.

 

Herkes donmuş bir şekilde önlerindeki resimlere bakıyordu.

 


Odada ölüm sessizliği oluşmuştu.
Hakan Adanın bakışları beni buldu.
Beyninden vurulmak deyimi bu kadar mı güzel bir insana yakışır!

 


Odadaki herkeste bakışlarımı gezdirdim. Ayazın şaşkınlıktan ağzı açılmıştı.

 


Mert ise kaşları çatılmış bir şekilde önündeki resme inanamaz gibi bakıyordu.

 


Süleymana çevirdim bakışlarımı. Bana neden bu dünyadan değilmişim gibi bakıyordu?


Demir ise bir resimlere bir bana bakıyordu.


Evet, kardeşim!


Bunu da yaptılar!


“Sana iki tane soru sordum. İkisine de hayır dedin. Resimlerdeki olayları nasıl açıklayacaksın o zaman?” diye sordum.


Yüzümde hilebaz bir gülümseme belirdi!


Sorum hava da asılı kaldı!


Önlerindeki resim dört tane resmin birleştirilmiş haliydi. Resimde olan olaylar Selçuk’un olayı nasıl kurgulayacağını anlattığı sonra da bunun üzerine utanmadan şampanya patlatarak kutlama yapılarak eğlendiklerinin resmedildiği çok değerli anlardı onlar için.

 


Benim için ise çok değerli kanıtlardı.
Bu kanıtların içeriği çok özel ve önemliydi ama içerikten daha çok özel ve önemli olan bir şey daha vardı.


Kişileriydi!


Sözde emekli olduklarını söyleyip bütün işleri bize devreden babalarımızdı bu kişiler!

 


Fırat Ilgaz, Yusuf Türkmen, Murat Özdoğan, Hakan Adan yani Topluluk’un ana üyeleri ve ezeli düşmanımız Selçuk!

 


Artık düşman olduğuna emin olmadığım Selçukla güle oynaya planlamışlardı vurulmamı.

 


Babam diğer kimsenin yapmadığını yapmış. Ailesini bir çöp kadar değersiz görmüştü. Bu yüzden de kurban giden ben olmuştum!

 


“Sessizlik de bir cevaptır. Yoksa direk kanunlara göre yargılanmanı yani yargılanmanızı isteyeceğim!” dedim umursamazca.

 


“Saçmalama!” diye çıkıştı Mert. Bakışlarım ona döndü.
Neden bana şaşkın bir şekilde bakıyor ki?

 


Bu kuralları dedelerimiz koymuş. Bu kurallar konulurken birebir şahit olan da babalarımız ve kuralları bile bile eğlenerek çiğneyen de yine babalarımız!

 


“Ne dediğinin farkında mısın?” diye sordu inanamaz gibi Mert. “Evet, farkındayım ben! Farkında olmayan sensin!” dedim. Mert’i böyle konuşmam iyice çıldırttı.

 

“Babalarımızın infazını mı oylayacağız yani?” daha neler der gibi söylemişti bunu Mert.

 


Tek kaşım havada “Benimki oylanmış ki sol tarafımda, tam kalbimin üstünde bir kurşun yarası var!” dedim ne var bunda der gibi.

 


Gülerek “Merak etmeyin! İlk başta büyük bir acı hissediyorsunuz ama sonra hiçbir şey hissetmiyorsunuz!” dedim.

 


“Abi?” dedi Demir. Bakışlarım ona döndü.


Bana neden böyle bakıyor?


Daha yaklaşık iki hafta önce ben ölseydim Ayaz ve Mert’i öldüreceğini söyleyen kendisi değil miydi?

 


“Ne oldu?” diye sordum. Kısık bir sesle “Emin misin abi?” dedi resimleri göstererek.

 


Şaşırmış gibi yaparak “Kanıtla geldim ya?” dedim. “Aslında sadece yaram yüzünden tatil yapacaktım ama işte Topluluk çok disiplinli bir örgüt olduğu için buna izin vermedi. Ben de bu disiplin için ufak bir araştırma yaptım ve işte buradayız!”.

 


Bakışlarım Hakan’a döndü. “Az önce sesin, tavırların kendinden çok emindi. Şimdi neden bu kadar sessizleştin? Tekrar soruyorum. Yerimde gözün mü var? Eğer öyleyse o gözü oymaktan şeref duyarım!” dedim sertçe.

 


Hakan önündeki resimden bakışlarını kaldırdı. Bana baktı, baktı, baktı.


 Peki!


Kibar olmak bir boka hiçbir zaman yaramadı. Şimdi de yaramıyor!


Sağ elimle masaya vurarak “CEVAP VER!” diye bağırdım. Bütün herkes bağırmamla irkildi. Birkaç derin yutkunuş sesi de kulağıma geldi.

 


Hakan Adan gözlerini yumdu. “Tek diyeceğim, her şey Topluluk içindi. Ben asla Topluluk’a ihanet etmedim.” dedi sessizce.

 


Yüzümde kulaklarıma varan bir gülümseme oluştu.


Bu gülüşte bir canavarın esintileri de vardı. Canavar intikam istiyordu!

 


Ayağa kalktım. Sağ elimi havaya kaldırdım. Avuç içim herkese dönük bir şekilde yemin pozisyonu aldım. “O zaman… Ben Alparslan Ilgaz! Topluluk’un lideri olarak Topluluk’un ana üyeleri önünde resimde gözüken kişilerin yargılanacağına ve bu yargılanma sonucunda cezalarının kesileceğine Topluluk’un ana üyeleri önünde yemin ediyorum! Yargılanma günü hakem heyetiyle size bildirilecektir. Toplantı bitmiştir!” dedim.

 


Herkes ayaklanmıştı benim odadan çıkmak için hareket etmemle. Tam Mertin yanından geçip toplantı odasından çıkacakken kolumu tuttu.

 


“Fırat Ilgazı yani babanın yargılanmasını mı istiyorsun? Ne yaptığının farkında mısın? Kend…” Mertin lafını kestim.

 


“Benim babamı düşüneceğine fotoğrafta ağzı kulaklarında bir şekilde şampanya patlatan babanı düşün, Mert! Biliyorsun, bizde hataya ki bu hata ihanet ise asla ama asla af yoktur. Ha! Eğer Topluluk için yararlı bir nedenleri varsa başım gözüm üstüne ama eğer değilse evet! Babamın, ölüm emrimi veren babamın infaz emrini vereceğim!” dedim.

 


Mertin rengi attı. Kolumu elinden kurtardım ve toplantı odasından çıktım.

 


Gözüken o ki bugün çok yoğun bir gün olacaktı!

Loading...
0%