Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22. Bölüm

@nurita

Lütfen yorum atmayı ve oy vermeyi unutmayın❤️🥰✨

 


Çalışma odama girdim. Başıma ağrılar girmeye başlamıştı.

Ofis koltuğuma oturmamla çalışma odamın kapısı ardına kadar açıldı.

O kadar sert açılmıştı ki kapı duvara çarpmıştı. Bunu yapan Mertti ve galiba babasının yerine o, ölmek istiyordu.

“Sen az önce ne yaptığının farkında mısın?” dedi Mert sinirle. Ofis sandalyeme yayıldım.

“Canına mı susadın?” dedim sakince. Sorum ve tavrım sinirden deliye dönmüş Merti iyice çıldırttı.
“Aslan… Kardeşim… Tamam, haklısın ama sence de bu isteğin biraz fazla değil mi?” diye sordu.


Kendini tutmaya çalışıyordu. O sırada odaya Ayaz ve Süleyman da girdi. Süleyman çalışma odamın kapısını kapattı ve bana alttan çekingen bir bakış attı.

“Sakin olun! Sesiniz üst kattan geliyor!” dedi Ayaz.

Sağ bacağımı sol bacağımın üstüne atarak “Ben zaten sakinim!” dedim yine sakince.

Başımın ağrısı daha da şiddetlendi ama Merti öldürmemem gerekiyor, bu yüzden kendime hâkim olmalıyım.

“Bak ya! Hala ne diyor?” dedi tahammülsüzce sonrada Ayaza dönerek “Sen niye bu kadar sakinsin? Babamızın infaz emri çıktı. Farkında mısın?” diye sordu.

Ayaz bir bana bir Merte bakarak “Eminim Aslanın başka bir planı vardır. Hakanı sıkıştırmak için yapmıştır. Öyle değil mi kardeşim?” diye sordu.

“Değil!” dedim.

Ayaz şoka girdi. “Ne!?” dedi şaşkın bir ifadeyle.

“Farkında değilsiniz galiba ama ben sizin farkına varmanızı sağlarım. Tek sizin babalarınızın değil! Kendi öz babamın da infaz kararından geçmesini daha doğru yargılanmasını istedim. Neden tek sizin babalarınız yargılanacakmış gibi davranıyorsunuz?” diye sordum.

Bakışlarım Merte döndü. “Ayrıca sen kimsin ki benim odama öyle girebileceğini sanıyorsun?” kaşım derinden çatıldı.

“Ne bu tepki?” diye de sorgulayıcı bir bakış attım.

“Yoksa sen de mi bu işin iç+indesin de suçlu psikolojisiyle bu kadar bağırıyorsun? Eğer öyleyse bunu hakem heyetine bildirmem gerekiyor Topluluk kuralları gereğince. Gerçi sen benden daha iyi bilirsin hak, hukuk, kanunu!” dememle Mert bana hayatında gördüğü en tuhaf şeymiş gibi bakmaya başladı.

Elime şirket telefonumu aldım. Numarayı yazmaya başlarken Ayaz bana “Ne yapıyorsun?” diye sordu.

Çok normal bir şey yapıyormuş gibi ki gerçekten normal bir şey yapıyordum. “Hakem heyetini arıyorum.” dedim.

Ayaz önce bir dondu. O sırada ofis telefonumu kulağıma dayadım. Ayaz transtan çıkmış gibi aniden masaüstü telefonun kapama düğmesine bastı.

Tek kaşım havalandı. “Sen de mi işin içindesin?” diye sordum telefonu masaya koyarak.

“Aslan lütfen sakin ol!” diye uzlaşmacı bir tavırla bana baktı.

Telefonu kapatmak için masama eğilmişti. Masadan kalktı. Ellerini şakaklarına bastırdı. “Sakin olun! Lütfen!” diye konuştu. Daha sonra sanki ayakta durmak onu zorlamış gibi tek kişilik siyah ofis koltuğuna oturdu.

Mert ise sakinleşmeye çalışmak için odada yürümeye başladı.

Bakışlarım Selçuka döndü. Aniden göz göze gelmemizle bakışları titredi. Bakışlarını kaçırdı ama ben hala ona bakmaya devam ettim.

“Tamam, sakince konuşalım!” dedi Mert bana bakarak ama ben hala Süleymana bakıyordum.

Süleymanın yüzü kızarmaya başladı.

Bence Süleyman şu an odada olmak istemiyordu ama işte Fırat ILGAZ için Süleymanın istekleri önemli değildi. Önemli olan sadece ama sadece kendi istekleriydi.

“Alparslan!” dedi Mert dişlerinin arasından. Onu umursamamam onu çıldırtma noktasına getiriyordu ama dediğim gibi umurumda bile değildi.

“Ne var!” diye sorarken bile bakışlarım Süleymandaydı.

Mertin kuşkuyla bir bana bir Süleymana baktığını fark ettim. Ayaz ise avuç içinin kenarıyla şakaklarını ovuyordu.

“Alparslan… Bak! Bu kararından vazgeç!” diye konuştu Mert. En sonunda benle göz teması kurmak için Süleyman ve benim arama girmek zorunda kalmıştı.

Güldüm.

Gülüşlerim kahkahalara dönüştü. Bu herkesi iyice şaşırttı. Aniden gülmemi kesip Merte bakarak “Nankör müsünüz ya da ikiyüzlü müsünüz, karar veremiyorum!” dedim.

“Ben seni anlayamıyorum artık kardeşim!” dedi Mert sinirleri bozulmuş gibi gülmeye başlayarak. Ben de tekrardan onunla birlikte gülmeye başladım. Bu Ayaza da sıçradı o da güldü ama Süleyman gülmedi!

Daha da tedirginleşmeye başlamıştı bakışları. Maalesef odada beni en iyi tanıyan Süleymandı.

Aniden gülmemi kestim. Konuşurken ikide bir işaret parmağımı masaya vurarak “Vurulduğumda, hastane odasında beni vuranların cezasını çekeceklerini söylüyordunuz. İşte bu yüzden ikiyüzlüsünüz! Evet, kararımı verdim! Tabii bu size yaptıklarıma karşı nankörlük de oluyor ama işte sözde kardeşiz ya! Tek ikiyüzlü olun bari!” dedim.

Odada buz gibi bir hava oluştu aniden. Hâlbuki ben şu an cehennem ateşinin içindeymişim gibi yanıyordum!

“Tabii rahatsınız siz! Babalarınız şampanya patlatarak sizin ölüm emrinizi vermedi. Suyunuz kuru! Buna rağmen utanmadan bana tepki gösteriyorsunuz! Sizin şu an bana bakacak yüzünüzün bile olmaması gerekiyor ama işte ikiyüzlü olunca böyle oluyor galiba!” dedim.

Mert zorlukla yutkundu bana bakarken. “Ne oldu? Sesiniz aniden kesildi.”

Güldüm!

“Şimdi çıkarsanız İtalya’daki hakem heyetiyle konuşup ülkemize davet edeceğim!” dedim.

İlk başta dediğimi algılayamadılar galiba çünkü odadan çıkmadılar ama daha sonra Ayaz ciddi olduğumu anlamış olacak ki ilk o kalkıp odadan çıktı.

Mert ise bana kafasını iki yana sallayarak çıktı. Şov yaparak çıkması saçma. Burası şovunu yaptığı mahkeme salonu değil! Her şeyi bana artık yapmacık geliyor!

Bakışlarım Süleymana kaydı. Neden çıkmıyor? Başımla kapıyı işaret ettim çık der gibi. Bu Süleymanı çok şaşırttı. Süleymanın şaşırması da beni şaşırttı. Tekrardan başımla kapıyı işaret ettim.

Süleyman çekingen bir ifadeyle “Gitmemi mi istiyorsun abi?” diye sordu. “Evet!” dedim. Bunu dememle Süleymanın kaşları havalandı. Sonra da kafasını anladım der gibi salladı ve dudaklarını birbirine bastırdı.

Başını eğip tam odadan çıkacakken bana döndü. “İyi günler abi!” dedi. Gözleri kızarmıştı ve sesi de titriyordu. Ayaz ve Mertin çıkarken kapatmadığı çalışma odamın kapısını sessizce Süleyman kapatmıştı.


Sakin ol Alparslan! Başım ağrısı daha da şiddetlenmişti ama yapabileceğim bir şey yoktu! İşime dönmeliydim.

Bilgisayarımı açıp güvenli bir bağlantıyla hakem heyetine mesaj yollamam gerekiyordu.

Hakem heyeti Matteo ve ekibiydi. Kısacası o ekibin içinde Diego da vardı.

Diego benim iki bin iki yüz otuz beş kilometre ötedeki kardeşimdi ama onu dostumu arar gibi çağıramazdım. Dostluk ayrıydı, iş ayrıydı…

Mertin bu kadar tepki vermesinin en büyük nedeni hakem heyetinin benden tarafa çıkacağını sanmasıydı.

Maalesef böyle bir şey olmayacaktı…

Hatta adım kadar eminim Süleyman toplantı da yaşananları hemen babama iletmişti o da Matteoya. Böylelikle her şey göstermelik olacaktı.

Kurallar var diye göstermelik bir yargılama! İşte Topluluk bu kadar da riyakârdı!

Mert ve Ayazın hiçbir şeyden haberi yoktu. Gerçi babamın aksine ben ailemden birinin ölmesini istemezdim. Bu yüzden babamın ölmesini de istemezdim.

Benim tek amacım babam ve tayfasının artık üç maymunu oynamayıp asıl köpekbalığı olduklarını kabul etmeleri bir de çalışanlara karşı o sarsılmaz imajlarının yerle bir olmasıydı.

O imajları tabii ki de sadece bu olayla yıkılmazdı ama sarsılacaktı!

Bir kere oluşan çatlak ne yaparsan yap yerini korurdu. O çatlağın büyümesi için elimden geleni yapacağımı da biliyordum.

Galiba babamın istediği olmuştu…

Artık ben de bir köpekbalığıydım!



 

Güvenli bağlantılarla birlikte Matteo ve ekibine ulaşmıştım. Diego da ekipte olduğu için ve beraber gelmeleri gerektiği için bu hafta gelemeyeceklerini ilettiler.

Çünkü Dieogonun İngiltere’de işleri vardı ve zaten şu an da İngiltere’deydi.

Hakem heyeti beraber gelmek zorundaydı. Bunun olması demek bu haftanın çok hareketli geçeceğini gösteriyordu.

Başımın ağrısı artık cidden beni zorlamaya başlamıştı!

Akşam saat altıya geliyordu ve ben bu saatte kadar şirket işleriyle, dosyalarla boğuşmuştum. Tek boğuştuğum da dosyalar değildi. Çünkü bir ara yanıma Demir gelmişti.

Herkes gibi konuşmuştu ama iyi ki diğerleri gibi üstelememişti.

Acele bir işi vardı. Eve gitmek istiyordu. Davranışlarıyla bunu açıkça da belli ediyordu. Bu acelesi beni telaşlandırmıştı.

Evdekilere bir şey mi olduğunu sorduğumda yok demişti ama bu külliyen yalandı. Bakışlarını ikide bir kaçırması beni iyice şüphelendirmişti.

Demir gittikten sonra annemi aramıştım. O da bana aynısını söylemişti ama nefes nefeseydi.

Bunun nedenini sorduğumda pilates yaptığını bu yüzden böyle olduğunu söyleyip kapatmıştı.

Hatta onu tuttuğum için beni de azarlamıştı. Bu tabii ki de bugün yaşananlardan sonra tuhaftı.

Kimse bana tepki göstermemişti daha doğrusu beklediğim bir tepki göstermemişti. Özellikle babamın beni aramaması en garip olanıydı. Ama tek garip olan bu değildi.

Dosyalarla ilgilenirken Mert ve Ayaza gerek duymuştum. Ben de Cansu aracılığıyla onların sekreterlerine iletmiştim ama şirketten çıkmışlardı.

Bu beni çok sinirlendirmişti!

İşler birikmişti!

Ben yokken bir boku da becerememişlerdi!

Ben sol tarafımdaki daha kapanmamış bir yarayla işler için çırpınırken onların salak saçma tripleriyle uğraşamazdım. Bu yüzden Merti aradım ama bana cevap vermedi. Sonra Ayazı aradım.

Bu arama sadece ama sadece ona bağırmam üzerine olmuştu!

Ayaz ise şu an, Mertin Yağmurun yanına gittiğini çünkü önemli bir işlerinin olduğunu bugün yaşananlarla alakası olmadığını söyleyip durmuştu.

Kendisinin de çok önemli bir işi olduğunu yarın halledeceklerinin sözünü verip telefonu aceleyle kapatmak zorunda olduğunu söyleyip kapatmıştı.

İşte o an cinnet geçirmeme çok az kaldığını hissetmiştim!

Ben şirket için elimden geleni yaparken herkesin bu kadar rahat ve vurdumduymaz olması inanılır gibi değildi.

Başım cidden artık patlama noktasına gelmişti!

Çalışma odamın kapısı tıklatılınca istemeye istemeye “Gel!” demiştim.

Süleyman elinde bir tepsiyle içeri girmişti. Yanıma yaklaştıkça yemek tepsisi olduğunu anladım. Tepsiyi çalışma masama indirdi. “Abi işlerin uzayınca sana çorba getirdim. Hem ilaçlarını da içmen gerekiyordu. Çaycı Hatice abladan rica ettim, hemen yaptı. Domates çorbası seversin diye onu yaptırdım abi. Afiyet olsun.” dedi.

Süleymanın büyük bir mutlulukla bana çorba getirmesi bugün yaşanan başka bir gariplikti. Üstelik sabah sanki sevgilisi onu terk etmiş gibi davranan biri için…

Çorbayı kaşığımla bir iki defa karıştırdım bir kaşık içmeden önce “İyi oldu çorba getirdiğin. Galiba bugün şirkette sabahlayacağım!” dedim.

Kaşık ağzımdayken Süleymanın aniden bağırması az kalsın çorbayı ağzımdan püskürtmeme neden olacaktı. “HAYIR, ABİ!” diye bağırmasıyla da çorbayı zar zor yutkunmuştum.

Şaşkın bakışlarım Süleymana dönünce onunda benden aşağı kalır bir yanı olmadığını fark ettim. Hatta o, ben az önce ne yaptım der gibi bir hali vardı.

Ben başımı “Hayırdır?” der gibi salladım. Süleymanın beti benzi attı. “Abi… Şey!” diye ağzında geveledi.

Kaşığı tepsiye koydum. “Ney?” diye gözlerim kısılmış bir şekilde ona sordum. Süleyman bana çaresizce bakarken gözü sol tarafıma kaydı.

Aniden yüzü aydınlandı. “Abi sen daha yeni yaralandın. Bu kadar yüklenme kendine diye şey ettim ben!” dedi.

Gözlerimi yumup derin bir nefes aldıktan sonra “Sen artık şey etme! Hiçbiriniz artık şey etmesin!” dedim.

“Tamam, abi!” dedi Süleyman yine yüzündeki gereksiz büyük bir gülümsemeyle.

Alparslan sakin ol!

Çorbanı iç!

İlacını iç!

Kimseyi umursama!

Kaşığımı geri elime aldım. Çorbamı içmeye başladım. Arada Süleymanla bakışlarımız birleşiyordu.

Bana o kadar mutlu bir şekilde bakıyordu ki bu artık tuhaf gelmeye başladı. “Bu kadar mutlu olacak ne var Süleymancığım!” diye sordum en sonunda dayanamayarak. “Hiç abi yani seni çok sevdiğim için. Yani sana çok değer verdiğim için yani beni an…” diye konuşurken lafımı kestim. “Süleyman yüzündeki sırıtışı sil! Sinirimi bozuyorsun!” diye sertçe konuştum.

Süleyman ona kızmama rağmen yine büyük bir mutlulukla “Tamam, abi!” dedi.

“Ya sabır!” deyip çorbamı içmeye devam ettim. En iyisi çorbamı hemen içmeliydim. Yoksa Süleyman elimde kalacaktı.

Çorbamı hızlı hızlı içip bitirdim. Süleymana başımla işaret ettim tepsiyi alması için. “Başka bir şey istiyor musun abi?” diye sordu Süleyman.

“Hayır!” deyip yeni bir dosyayı önüme açtım. Çekmeceden ilacımı çıkardığımda Süleymanın sesi ben durdurdu. “Emin misin abi?” dedi.

İlacımı elime alıp ağzıma attım. Önümdeki cam şişeden suyumu içtim. Sonra Süleymana baktım.

Sadece baktım!

Süleyman anlamış olacak ki anlaması gerektiğini yutkunup koşar adım elindeki yemek tepsisiyle çalışma odamdan çıktı.

Kafamı iki yana salladım ve bütün dikkatimi önümdeki dosyaya verdim.

Telefonuma gelen bildirimle kaşlarım çatıldı. Bilinmeyen numaradan gelmişti. “Koz “PENÇE!” diye bir mesaj. Bu mesaj Ardadandı.

Demek ki bugün Cansu aracılığıyla muhasebeye gönderdiğim dosyalar yerine ulaşmıştı.

Dört dosya göndermiştim. Dosyalar sırayla kırmızı, mavi, kırmızı ve sarı şeklindeydi. Bugün Ardanın beni gördükten sonra çaktırmadan Cansuyu izleyeceğini biliyordum.

Renklerle basit ama gizli bir birleşim kurmuştuk.
Şirketin kameralarına erişimim vardı. Bakabilirdim ama bu çok büyük bir hata olurdu.

Babam hemen gizli adamımı bulurdu. Bu yüzden böyle küçük oyunlarla uğraşmak zorundaydım.

Mesajı sildim. Önümdeki dosyaya geri döndüm. Üç sayfa daha kalmıştı. Onları da okuduktan sonra artık eve gitmek istiyordum.

Çok yorulmuştum! Gerçi evde de ayrı bir kıyamet kopacağından emindim.

Dosyanın son sayfasını da okuduktan sonra dosyayı kapattım. Sabah çekmeceye koyduğum silahımı elime aldım. Ayağa kalkıp silahı belime yerleştirdim. Üstüne ceketimi giyince silahım olduğu belli olmuyordu.

Dışardan gören biri beni silahsız sanabilirdi lakin bu sanı Topluluk lideri Alparslan ILGAZ olmasaydım yerini bulurdu ancak.

Beni tanıyanlar üstümde canlı bomba taşısam şaşırmazdı. Bu istemsizce mutluluk barındırmayan bir şekilde gülmeme neden oldu.

Yaşadığım bu cehennemde canlı bombayla gezmem bile normaldi. Neyse en azından şimdi eve gidecektim.

Berfunun mavileri içime kar gibi yağacaktı!

O kar belki de içimde yanan cehennem ateşini söndürmezdi ama biraz da olsa o ateşin yaktığı yerlere merhem olurdu!

Gözleri yine gözlerimin önüne gelince iç çektim!

Çalışma odamdan çıkınca Süleymanla karşılaştım. Cansunun masasında oturuyordu. Kaşlarım çatıldı. “Abi, çocuğu çok ağlamış bu yüzden git dedim ben ona!” dedi. Kafamı salladım. “Eve mi gidiyoruz abi?” diye sordu Süleyman. “Evet!” deyip asansöre yürüdüm. Asansörü çağırdım.

Zaten iki kat aşağıda olan asansör saniyeler içinde gelmişti.
Süleymanla asansörden inip vitoma binmemiz beş dakika bile sürmemişti. Araba eve doğru giderken biraz gözlerimi dinlendirmeye karar verdim.

Gelecek heyeti, Meksika Kartellerini, Ardanın geri döndüğünde elde ettiği bilgileri ve bir de Berfuyu düşündüm.

Keşke gözlerimi dinlendirebildiğim gibi ruhumu da dinlendirebilseydim!

Sıkıntıyla gözlerimi açtım!

Gözlerimi kapatmamla düşünce okyanusunda boğulmak üzere olmam bakışlarımı dışarıya döndürdü.

Yaklaşık yarım saat sonra Vitoma eskortluk eden araçlarla evin bahçe kapısından girdik.

Ev o kadar sessizdi ki bu beni şaşırttı!

Daha da şaşırtın araçların annem gilin evinin önünde durmasıydı. Bakışlarım sorgulayıcı bir şekilde Süleymana döndü. “Abi, Asu Hanım aradı. Eğer akşam yemeğine onlara gitmezsen bir daha Alparslan yüzümü bile göremez, dedi. Ben de abi yorgun dedim ama dinletemedim. Biliyorsun Asu Hanımı!” dedi mahcup bir ifadeyle.

Biliyorum!

Maalesef biliyorum!

Vitomun kapısı açıldı. Ben de sol tarafıma dikkat ederek indim. Evin kapısını çalacaktım ki aniden Gülsüm tarafından açıldı. “Alparslan Bey akşam yemeği bahçede yenilecek!” dedi. Bu kaşlarımı çatmama neden oldu.

Eve girip bahçe kapısına yürüdüm. Bahçe karanlıktı bu daha da şaşırmama neden oldu.

Bahçe kapısını açıp kapatmamla aniden bahçe ışıkları yandı ve büyük bir patlama sesi geldi.


Refleksle elim belimdeki silaha gitti…

Loading...
0%