@nurita
|
Lütfen yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın🩵✨🥰
Kardelen, biricik kızım! İlk göz ağrım! Annenin çok güzel bir kadın olduğunu biliyorsun! Bu güzelliği ona da annesinden geçmiş. Filiz Hanımın güzelliği o dönemde çok konuşulmuş ama bunun çok sonradan ona armağan edilen bir hediye değil de bir lanet olduğunu hep Berfuya söylemiş. Söylemekle kalmamış! Berfuya sırf kendisinin güzelliğini aldığı için nefretini kusmuş! O güzelliği beni sarhoş etmişti!
Keşke gözleri için bin defa öl deseler öl diyeceğim, bakmalara doyamadığım, bakışlarıyla beni büyüleyen bu minik kadın çirkin olsaydı! Şu an sana göre saçmalıyor gibi gözüküyor olabilirim ama öyle! Artık ilk kez yalan söylemeden dürüst olmak istiyorum! Yıllarca düşündüm. Kendime bile defalarca yalan söyledim ama her geçen yıl yaş alınca, insanın karakteri tamamen oturunca fark ediyor ki kendisine bile bir sürü yalanlar söyleyip buna inanmış olduğudur. İnsanoğlu işte bu kadar basit bir varlık kızım… Konudan yine uzaklaştım, farkındayım! Aklım bazen gidip geliyor. Bu yüzden konuları takip etmek zor olabiliyor. Bu yüzden bu yaşlı adamı mazur gör lütfen! Dediğim gibi eğer annen bu kadar güzel olmasaydı benim dikkatimi çekmezdi! Benim gibi bir canavar tarafından ruhu esir olmazdı ve ben de şu an sol tarafımda benimle birlikte her nefes aldığım zaman da sızlayan bu vicdan azabıyla yaşıyor olmazdım. İlk başta basit görünebilir bu sızı ama yıllarca sürünce tahribatının ne kadar ağır olduğunu tahmin bile edemezsin! Sevdasının duvarlı üstüne çökünce yine de yaşayabilir insan ama vicdan azabının kavurucu acısıyla yaşayamaz! Sadece yaşadığını sanır… İşte bunun çaresi yok! Maalesef ki yok! Hiç olmadı da… Bu yaşlı adam hıçkıra hıçkıra ağlamamak için zor duruyor şu an. Ama annenin o buz mavisi gözlerinden düşen sayısız incilerinin yanında bu aciz varlığın gözyaşları ne ki? Kendimden nefret etmeyi çoktan geçtim. Artık ruhumdan ve bedenimden ayrı ayrı iğreniyorum!
Tek istediğim biraz daha zamanımın olmasıydı. Dedenle asla anlaşamadığımızı az çok anlamışsındır Kardelen! Bu dediğime şaşıracaksın ama deden haklıydı! Babam ilk defa benimle ilgili haklıydı. Bu haklılığı umursamamak benim en büyük aptallığımdı. Kardelen, ben annene doyamadan annen ellerimden kayıp gitti bu yüzden! Öyle bir gitti ki Alparslan bir daha Arslan olamadı! Geriye sadece canavarı kaldı…
Benim ise bu umurumda bile değildi. Sadece Berfuya bakıyordum. Gözüm ondan başka bir şeyi görmüyordu! Neden ağlıyor ki? Çok saçma! Sırf o gözlerinden düşen gözyaşları için bile o iki pisliği öldürmeliydim! Sağ elimle boynumu ovaladım. O sırada sol tarafıma tampon yapıyordu Süleyman. Ambulans ve konuklar gittikten çok kısa bir süre sonra aile doktorumuz Mustafa Bey gelmiş ve dikişleri patlayan yarama bakmıştı. Canım çok yanıyordu ama hala o kadar sinirliydim ki bu can acısı umurumda değildi. Benim umursamadığım yaram umursanmayacak boyutu çoktan geçmişti. Mustafa Beyin konuşmasıyla bunu anlamıştık. “Alparslan Bey, dikişlerinizi tekrar patlattığınız için yeniden küçük bir operasyon geçirmeniz lazım. Enfeksiyon riski içinde bir iki gün hastanede yatmanız gerekiyor gibi görünüyor!” dedi. Bunu demesiyle annem Berfunun üstüne yürüyerek “HER ŞEY SENİN YÜZÜNDEN OLDU. ALLAH’IN CEZASI!” diye bağırması bir oldu. Berfu en başından beri zaten ağlıyordu. Annemin böyle yapmasıyla gözyaşları daha da şiddet kazandı. Süleymanın yerine doktorun sol tarafıma tampon yapmasını umursamadan aniden ayağa kalkıp Berfunun önüne geçtim. Annemin hızlı adımları aniden kesildi ve şu an bu yaptığıma inanamaz gibi bana baktı. “Ona dokunamazsın!” dedim. Annem sinirle dudaklarını ısırdı. “Alparslan ne dediğinin farkında mısın? Bütün bu olanlar bu varoş yüzünden oldu!” diye sinirle konuşan Yağmura baktım. Kaşlarım derinden çatıldı. “Haddini bil!” dedim Yağmura. Yağmur annemin yanına gelip sol koluna girdi. “Yalan mı? Artık Cem gile ne kuyruklar salladıysa bütün herkese rezil etti bizi!” dedi. Bunu derken Berfuya iğrenerek bakmıştı. Alayla “O sen değil Yağmur!” dedim. “Alparslan!” diye yüksek sesle konuştu Hakan. Ona dönerek “Yalan mı? Kız kardeşine bin defa dedim onu istemediğimi. Neden hala burada? Neden hala buradasınız?” diye sordum. Hakan tam bana doğru gelecekken Mert onu tuttu. Başımı kaldırdım meydan okur gibi. “YETER!” diye bağırmasıyla bütün gözler babama döndü. “Şu an bu konuların ne yeri ne zamanı! Herkes evine gidiyor. Alparslan sen de hastaneye, hadi!” dedi. Bu benim için ödüldü. Buradaki çoğu insanı artık sevmiyordum. Yüzlerini bile görmeye tahammülüm yoktu! Arkamı döndüm. Sağ elim Berfunun sıkıca tuttuğu siyah tepsiye gitti. Tepsiyi alıp hemen yanımızdaki doğum günüm için süslenmiş masanın üstüne koydum. Sağ elimle Berfunun sol elini sıkıca tuttum. Elleri buz gibi olmuş! “Hadi gidelim!” dedim. Berfu bana şoka girmiş bir şekilde bakmaya başladı. Ona sanki yarım saat önce hiçbir şey olmamış da normal bir şekilde hayatımıza devam ediyormuşuz gibi gülümsedim. Gülümsemem ilk başta Berfunun afallamasına neden oldu daha sonra Berfunun buz mavisi gözlerine yüzümdeki sıcacık gülümseme ulaştı. Yaşlarla çevrili mavilerine cılız da olsa parıltıları geri gelmeye başlamıştı. İşte şimdi her şeye değerdi! “Ne yani? Bir de bunu hastaneye mi götüreceksin?” diye kahkaha atarak konuştu Yağmur. Berfu aniden tedirgin bir şekilde bana baktı. Ben de bezgin bir nefes aldım. İstemeye istemeye arkamı döndüm. Yağmura bakarak “Evet!” dedim. O kadar normal bir şeymiş gibi söyledim ki herkes bir an kendini sorguladı. Yağmur tekrardan gülmeye başladı. Kafasını iki yana salladı gülerken. “Şaka yapıyorsun, değil mi?” diye sordu. Kaşlarım çatıldı. Şaka yapmadığımı bence Yağmur da dâhil herkes biliyordu. Bu sefer abisine döndü. “Şaka yapıyor değil mi?” dedi. Gülerken gözyaşları şakaklarından yanaklarına doğru iniyordu. Bakışlarım Hakana döndü. İki eli yumruk olmuştu. Hiçbir şey yapamamak onu deli ediyordu. Biricik kız kardeşi karşısında ağlarken hiçbir şey yapamamak Hakanın kıpkırmızı olmasına neden oldu. “Abin maalesef özel hayatıma karışamıyor ama beni öldürmek istersen Babamlarla harika bir suikast planı kurup bunu en yakın zamanda gerçekleştirebilir Yağmur!” dedim. Berfuya dönerek “Hadi gidelim!” dedim tekrardan ve onunla birlikte bahçeden çıkmak üzere yürümeye başladık.
Eğer hata yapıyorsam da bu beni ilgilendirirdi. Yağmuru değil! Vitomun önünde durdum. Süleyman koşarak yanımıza geldi ve sürücü koltuğuna geçip otomatik kapının açılması için düğmeye bastı. Otomatik kapı tamamen açılınca önce Berfuyu arabaya bindirdim. O sırada Doktor ve Ayaz da gelmişti. Ben de binince Doktor karşımıza oturdu. Ayaz da arabaya binmek için hareket edince kaşlarımı çatarak “Sen nereye?” diye sordum. Ayaz dünyanın en saçma şeyini duymuş gibi şaşırarak “Ben de hastaneye geleceğim!” dedi. “Neden?” diye tekrardan sordum. Ayaz şaşkın bir biçimde “Eee… Ben doktorum!” dedi. Ben de buna karşılık “Ama benim doktorum değilsin!” dedim. Ayazın şaşkınlıktan ağzı açıldı. “Ne?” diye alık alık bana baktı. Karşımda oturan doktorumu göstererek “Bak! Benim doktorum burada ve benimle birlikte hastaneye geliyor. Öyle değil mi Mustafa Bey?” diye karşımda oturan doktoruma baktım. Ellilerinin sonunda olan saçı bembeyaz olmuş doktorum da bana “Evet, Alparslan Bey!” dedi sakince. Ayaza dönerek “Duydun!” dedim. Koltuğun kolçağındaki düğmeye bastım. “Süleyman kapıyı kapat!” dedim. Otomatik kapı kapanırken Ayaz, Mustafa Beye gözlerini kısmış bir şekilde büyük bir nefret ve hasetle bakıyordu. Mustafa Bey bakışlarını Ayazın olmadığı cama doğru çevirdi. Otomatik kapı kapanmadan önce arakadan gelen kişiye takıldı bakışlarım. Mert, Ayazın ortalama iki metre gerisinde durmuştu. Kapı kapanmıştı. Camlarda siyah film vardı ama buna rağmen ikimizde birbirimize bakıyorduk. Mert iki elini kumaş pantolonunun içine koymuş. Düşünceli bir ifadeyle bize bakmaya devam etti… Vito bahçeden çıkarken bize eşlik edecek arabalar da yola çıkmıştı. Hakan ve Yağmurun bu kadar cesaretlenmesini sağlayanlardan biri de Mert idi. Bence bu suikasttan haberi de vardı ama haberinin olmaması onun için daha avantajlı olduğu için bilmiyormuş gibi davrandığını düşünüyordum artık. Mustafa Bey sargı bezini çantasından çıkardı. Üstüne bazı şeyler sıktı. “Alparslan Bey! Bunu yaranıza bastırırsanız daha iyi olur!” dedi. Cılız bir tonda “Ben yaparım!” dedi Berfu. Berfu, Mustafa Beyden sargı bezini aldı ve bana doğru yaklaştı. Gömleğimin açılmış sol yakasını yana katlayarak yarama bastırdı. Başımı arkaya yaslayıp Berfuyu izledim. Arada bakışları bana tutunuyor sonradan geri önüne dönüyordu. “İyi misin?” diye sordum. Berfu hemen kafasını “Evet!” anlamında salladı. Bakışları tampon yaptığı yarama tutundu. “Ama sen değilsin!” dedi. Gözleri doldu. “Benim yüzümden yine canın yandı!” dedi titrek bir sesle. Çenesi titredi. Dudaklarını birbirine bastırdı. O kadar güzel ve tatlı ki! Onu şu an delicesine öpmek istiyordum! Ellilerinin sonunda olan Mustafa Bey hayattan bezmiş bir şekilde sadece dışarıyı izliyordu. Bence torun torba sahibi olan bu adam neden burada olduğunu sorguluyordu. Haklıydı da! Ama maalesef Topluluk üyesiydi bu yüzden torunları bile Topluluk’a aitti. Bu yüzden sorgulaması ya da buraya gelmek istememesinin hiçbir anlamı yoktu. Berfu sessiz bir şekilde “Şşş, doktor duyacak!” dedi. Ama benim ilgilimi tek çeken “Şşş!” derken dudaklarının aldığı şekilde. İç çektim. Bu sol tarafımı da acıttı ama zaten Berfuyu sevmek sol tarafımı hep acıtan bir şey değil miydi? Hastalık beni yenmişti! Yenmekle de kalmayıp galibiyetini de ilan etmişti!
Hastaneye gelmemizle bizi hemen VIP’i bölümüne almışlardı. Küçük bir operasyon geçirecek de olsam ameliyathaneye girmek zorundaydım. Bu elbette gerekmiyordu ama Topluluk lideriyseniz her şeyin en iyisi yapılmak zorundaydı. Çünkü en ufak bir enfeksiyon kapmam demek yerime bakacak birinin olmaması demekti. Yani benim hastalanmamam için değildi! Kendileri içindi… Ameliyata girmeden önce Süleymanı yanıma çağırıp sıkıca tembihlemiştim. “Benim için hazırlanan odaya Berfuyu götür. Odada Berfudan başka kimse olmayacak ya da girmeyecek! Ve evet! Annemle babam da dâhil buna. Bir şey olursa suçlusu sensin! Senden bilirim! Ayrıca Berfuya rahat edebileceği kıyafetler getir!” demiştim. Süleyman tam gidecekken “Mert’i, Yağmuru ve Hakanı hastanede görmek istemiyorum!” dedim. Süleyman “Tamam abi!” demesiyle birlikte koşar adım yanımdan ayrılmıştı.
Mustafa Beyin yaşı yüzünde hareketleri daha ağırdı ama hemşireler doktorun yavaşlığını hissettirmiyorlardı. Sol omuzumu tekrar uyuşturdular ve deformasyona uğramış kısım varsa tekrar düzelttiler ama sanırım önceki seferlerde atılan estetik dikişi değil ip dikişi attılar. Nedeni ise ikide bir patlattığım dikişlerimde açılma olmasın diye. Hayatımda o kadar çok dikiş atılması gereken yaralanmalarım olduğu için bazı tıbbi terimleri maalesef ki biliyordum… En sonunda diğerine göre daha kısa olan hemşire pansuman yapıp omzumu sardı. Uzun olan hemşire birkaç dakika ortadan kaybolduktan sonra elinde tekerlekli sandalyeyle içeri girdi. “Gerek yok!” deyip ayağa kalktım. İtiraz etseler de umursamadım. Nihayet asansöre binip kalacağım kat olan en üst kata bastım. Şu an benimle hemşireler de geliyordu. Biri hala tekerlekli sandalyeyle peşimdeydi. Kaldığım odadaki kata geldiğimizde asansörün açılmasıyla Süleymanla birlikte yedi tane koruma hazır ola geçti. “Abi, iyi misin?” diye sordu Süleyman. Kafamı “Evet!” anlamında salladım. Aslında iyi falan değildim. Bayıldı bayılacaktım ama bunu kimseye çaktırmamam lazımdı. Çünkü ancak güçlü gözükürsem ve güçlü olursam Berfuyu koruyabilirdim! Odamın önüne gelmemle Süleyman hemen kapıyı açtı. Hasta yatağının yanındaki ikili koltukta oturan Berfu hemen ayağa kalktı. Bakışlarıyla baştan aşağı beni yokladı. Ona “İyiyim!” der gibi gülümsedin. Süleyman, Berfuya siyah düz eşofman takımı getirmişti. Mavi gözleri ve beyaz teniyle siyahların içinde iyice parlamıştı. “Gel abi şöyle!” dedi Süleyman beni yatağa yerleştirmeye çalışırken. Yatağa yerleştikten sonra bana “Bir şey istiyor musun abi?” diye sordu Süleyman. Berfuya dönüp “Acıktın mı?” diye sordum. Bu Süleymanın kaşlarının havalanmasına neden oldu. Berfuyu düşünmeme neden bu kadar şaşırdı ki? “Hayır! Zaten Süleyman abi, sen ameliyathaneye girer girmez sordu. Aç değilim!” dedi. Başımı “Tamam!” anlamında salladıktan sonra Süleymana “Çıkabilirsin!” dedim. O sırada kısa olan hemşire sol koluma serum takıyordu. Serumu taktıktan sonra çıktı. Süleyman tam gidecekken “Abi, bir şeye ihtiyacın olursa biz kapının önündeyiz!” dedi. “Tamam!” dedim. Süleyman tam odadan çıkacakken “Rahatsız edilmek istemiyorum!” dememle başını sallayıp çıktı. Kafamı geriye atıp gözlerimi kapattım. Çok yorgundum! Uyumak istiyordum! Birkaç dakika odada çıt çıkmadı ama en sonunda benim uzun zamandır kaçtığım soru ansızın Berfunun minik dudaklarından döküldü. “Şimdi ne olacak?” diye sordu çekingen bir şekilde. Hayatım boyunca planlarla ilerleyen ben, bu sefer ne planım vardı ne de çıkış kapım. Hastalık çok değişik bir şeydi! Bu hayatta bilmediğim ya da gitmediğim yollara beni sokmaktan çekinmiyordu… “Bu da soru mu? Çok kolay! Şimdi sen yanıma geleceksin ve biz beraber uyuyacağız!” dedim. Kaçamak cevap vermekten başka bir şey şu anlık yapamazdım. “Ben ciddiyim Alparslan! Her şey ortaya çıktı! Farkında mısın?” dedi sesi titreyerek. Gözleri dolmuştu. Sağ kolumu uzattım. “Gel!” dedim. Berfu sorduğu sorularının cevabını alamamıştı ama buna rağmen beni ikiletmeden sağ tarafıma geldi. Elimi tuttu. Ben onu çekince ayakkabılarını çıkarıp yanıma uzandı. Omuzum yüzünden hareket edemiyordum bu yüzden ince battaniyeyi ikimizin üstüne örttükten sonra sağ omuzuma uzandı. Başının üstünü öpüp içime ferah kokusunu çektim. “Bana güveniyor musun?” diye sordum. Başını “Evet!” anlamında salladı. “O zaman ne olursa olsun sana zarar gelmesine izin vermeyeceğimi de biliyorsun değil mi?” diye sormamla Berfunun sıkıca bana sarılması bir oldu. “Biliyorum. Sen varsan güvendeyim!” dedi. İçime anlamını bilmediğim yumuşacık bir şey yayıldı. Tekrardan başını öpüp sağ elimle sırtını sıvazladım. “Uyuyalım mı?” diye sordum. Berfu da ben de yoğun ve gergin bir gün geçirmiştik. “Hı hı!” dedi iyice mayışan sesiyle Berfu. Sol dudağım kıvrıldı. Kucağımda bebekten farkı olmayan buz mavisi gözlü minik bir kadın yatıyordu. Aniden hastalık içime sığmaz oldu ve nasıl olduğunu anlamadan dudaklarımın arasından “Seni seviyorum!” çıktı. Berfu yavaşça başını omzumdan kaldırdı. Hafifçe üstüme eğilip kısa ama dolu bir öpücük bıraktı dudaklarıma. “Benim kadar değil!” dedi. En sonunda yanağıma tüy kadar bir öpücükte kondurduktan sonra tekrardan başını omuzuma koydu. Belki şu an bizim olmadığımız ama hayatımızın parçasında olan bir kısmında kıyamet kopuyordu ama ikimiz de bunu umursamadık. Sadece anı yaşadık! Bizi yaşadık… |
0% |