@nurita
|
Lütfen yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın ✨🩵🪬
Dış kapıyı kapatmamla sırtımı kapıya yaslamam bir oldu. Şakaklarımda başlayan sancılar güçlü bir baş ağrısının habercisiydi. Parmaklarım istemsizce şakaklarıma gidip ovmaya başladı. Ağır konuştum farkındayım ama bu ağırlık benim cümlelerimin ağırlığı değildi ki. Sadece gerçeklerdi! Annemin bütün yaşamı boyunca gözünün önünde olan ama asla görmüyormuş gibi yaptığı gerçekler… Birkaç defa derin nefes alıp verdim ve merdivenlere yöneldim. Dalgınca çıkarken merdivenin başında Berfu’nun olduğunu gördüm. Ruhum ve bedenimin aşırı yorgun olmasına rağmen sırf Kar Tanesi daha fazla üzülmesin diye sanki hiçbir şey yokmuşçasına kocaman gülümsedim. Yüzümdeki güneş kadar sıcak olan gülümseme Berfu’nun yüzündeki fırtınaya çarptı ve yok oldu. Saçları ıslak yeni duş almış. Gözleri ise dolu dolu. Hafifçe dudağı da kanamış. Bunun nedeni büyük ihtimalle dudağını kanatırcasına ısırmış olması olmalı ama neden? Derince yutkunup ona “Bir şey mi oldu?” diye sordum. Gözlerindeki ifade o kadar hırçınlaştı ki… Hayır, hırçınlık değil bu! Nerede görsem tanırım bu ifadeyi. Nefret! İşte bu beni bozguna uğrattı. Berfu bana resmen nefret ederek bakıyordu. Hatta nefreti o kadar taşmıştı ki iki eli yumruk olmuştu sinirden. Tekrardan sanki az önce sormamışım gibi “Bir şey mi oldu, dedim?” diye sordum. Berfu sinirli bir nefes aldı. Beni asıl şaşırtan bu. Dünyadaki belki de en nahif kadınının şu an böyle davranması?! Birkaç defa ağzını açtı ve kapadı en sonunda tekrardan dudağını ısırdı ve aniden arkasını dönüp onun için hazırlattığım odaya yürümeye başladı. Kaşlarım çatıldı ve hızla arkasından birkaç basamak kalan merdivenleri çıkıp peşinden resmen koştum. Bu yaramı sızlattı ama umursamadım. Berfu tam kapıyı kapatacaktı ki ayağımı kapının arasına koydum. Berfu kapıyı itmeye devam etti. Ben ise yeni bir şok daha yaşadım. Berfu yüzüme kapıyı mı kapatacaktı? Neden? Beni görmemek için mi? “Bırak kapıyı!” diye sinirle konuştu. Aslında istesem kapıyı hemen açarım. Güç bile uygulamıyorum ama Berfu incinir diye korkuyorum. Berfu’nun sinirli sesine karşı sesimi en yumuşak tonda tutarak “Ne olduğunu söyle, lütfen! Hiçbir şey anlamıyorum Berfu şu an! Zaten çok kötü bir akşam geçiriyorum. Neden sen de yarama merhem olacağına tuz oluyorsun!” diye çaresizce konuştum. Berfu’nun sakinleşmesi için söylediğim sözler onu sanki daha da çıldırttı. Kapıyı sonuna kadar açtı bir hışımla. Kaşları derinden çatıldı. “Ben mi tuz oluyorum?” diye işaret parmağıyla kendini gösterdi sinirle. Takıldığı nokta tuz olmak mı yani? “Berfu bak…” diye konuşmama izin vermeden devam etti. “Az önce aşağıda ne dediğinin farkında mısın?” diye sordu. Gözlerindeki nefret yerini çaresizliğe bıraktı. Bir de gözyaşına… Sinirle gözyaşlarını sildi. “İstediğin şey bu mu? Sırf çocuklarım senin rahminde can buldukları için ileride şampanya patlatarak ölüm emirlerini vermem mi? dedin sen!” sonra işaret parmağını bana doğrultarak “Sence benim istediğim şey bu mu? Sırf sana âşık oldum diye her gün çocuğumun başına böyle bir şey geleceğini beklemek mi?” diye sinirle sordu bana. Donup kalmıştım ama canım çok yanıyordu. Odama koşarak gidip hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum. Bütün dünyayı onun için karşıma aldığım kadının bu laflarını hak etmedim ben! Gerçi hayatım boyunca başıma gelen neyi hak ettim ki ben? “Bunu tek mi dinledin dinleye dinleye?” dedim buz gibi bir tonda. Bu sefer şaşırma sırası Berfudaydı. Gözlerimi yumdum ve dişlerimin arasından “Ondan önce dediklerimi duymayıp sadece en boktan yeri duyup bana hesap mı soruyorsun!” dedim. Berfu derince yutkunup kaşları kararsızlıkla çatıldı. “Başka… Başka ne duymam gerekiyordu ki?” diye sordu kekeleyerek. Güldüm. Cılız, çaresizce bir gülüştü bu! Ağlamamak için… “O rahimde can bulan da, bulduğu için şampanya patlatarak ölüm emri kutlanan da bendim Berfu!” dedim. Berfu’nun kaşları havalandı. “Ve bunu anneme söylüyordum! Neden biliyor musun?” Yüzümü ovdum sinirle. “Senin için! Senin için öz anneme bunları dedim ve karşılığı bu muydu?” diye çaresizce sordum. Berfu’nun gözyaşları arttı ama artık bana ne nefretle bakıyordu ne de çaresizlikle. Bana büyük bir pişmanlıkla bakıyordu. Pişman olmalıydı da! Ben onun parmağının ucuna zarar gelse dünyaları yıkardım ama o… O ise onun annesi olduğu bir çocuğa sahip olmanın beni ne kadar mutlu edeceğini ve o çocuğun saçının ucuna zarar gelse onun için dünyayı yakacağımı bile anlamaması kalbimi ezip geçiyordu. Ona köpek gibi âşık olduğumu hiç mi anlamamıştı? Bütün evlatlarına kör olan annem bile anlamıştı Berfuya âşık olduğumu. Bu yüzden çıldırmıştı ama Berfu hala anlamamıştı… Berfu nasıl annemden bile daha kör olmuştu bana karşı? İşte buna katlanamıyordum! Her şeye katlanabilirim ama buna asla! “Alparslan ben özür dilerim! Ben… Ben bilmiyordum!” diye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Sinirden dudağımı ısırdım. Berfu yavaşça yanıma geldi sol eliyle sağ kolumu tutunca kendimi geri çektim. Berfu’nun gözyaşları arasında gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Sağ elim yumruk oldu. Şu an ne desem Berfu daha da yaralanacak. Ben ise… Ben ise alıştım artık. Arkamı dönüp odama giden merdivenlere yöneldim. İki basamak çıkmamla Berfu’nun sol kolumu aniden tutması bir oldu. Bunu yaptığı için yarama aniden ağrı girmesiyle dudaklarımdan istemsizce “Ah!” diye bir ses çıktı. Berfu hemen elini çekti. İki eliyle ağzına kapatarak “Çok özür dilerim! Çok özür dilerim! Alparslan çok özür dilerim!” dedi. Ağlaması o kadar şiddetlendi ki nefes almakta bile zorlanmaya başladı. Sağ elimle omuzumu tuttum. Yan tarafıma biraz dönerek “Çok yoğun bir gün geçirdim, geçirdik. Dinlenelim ikimizde. İyi geceler!” deyip merdivenleri hızla çıktım. Kendime gelmem lazım. Bunun içinde yalnız kalmalıyım! Düşünmeliyim! Büyük ihtimalle hakem heyeti yarın gelecekti. Plan yapmam gerekiyor bir de yarama pansuman yapmam da. Lavabonun altındaki dolabı açıp içinden ilk yardım çantasını çıkardım. Lavabonun yanındaki mermere çantayı indirip açtım. Üstümdeki tişörtü çıkardım. Bedenimdeki iyileşmiş ama izi kalmış yaralara baktım. Hepsinin ayrı bir hatırası ve dersi vardı. Zaten Topluluk’a göre en iyi eğitim de buydu. Asla unutulmayan ve hep hatırlanabilecek tek şey bu olduğu için! Ne eğitim ama(!) Gazlı bezi serum fizyolojik ile nemlendirdim. Ardından yarama bastırdım. Yaramı tamamen temizledikten sonra doktorun verdiği kremi sürdüm. Yeni bir gazlı bezle yaramı kapatıp yara bandıyla etrafını sardım. Aynadaki yansımama baktım. Dışardan biri yaralı olduğumu bile anlamaz ama içimi keşke biri görebilseydi! Keşke! Buruk bir şekilde gülümsedim. Zaten sorun bu değil miydi? Kimse yaralarımı görmüyordu. Görseler de umursamıyorlardı. Çünkü ben güçlüymüşüm… Ne tiyatro ama! Kim bunu söylediyse aptalın tekiydi. Ben güçlü falan değildim. Sadece artık başıma gelenler ya da gelebilecekleri kanıksamıştım. İlk yardım çantasını toplayıp dolaba koydum. Etraftaki çöpleri toplayıp çöpe attım. Tişörtümü giyip dişlerimi fırçaladım. Odama dönüp direk yatağıma girdim. Sırt üstü uzanmış bir şekilde tavana bakıyordum. Sağ kolumu başımın altına ikinci bir yastıkmışçasına koydum. Alt kattan Berfu’nun ağlama sesleri geliyordu. Bu ses beni daha da üzüyor. Sağ gözümden bir damla gözyaşı süzüldü. Onun yanına gitmek istiyorum. Ona sarılmak istiyorum ama yapamam! Beni her yaraladığında ya da her sınırımı aştığında ben Berfuya koştum ama artık yeter! Berfu benim için ailesini böyle karşısına alır mıydı? Sanmıyorum! Ben onun için hem ailemi hem de Topluluk’u karşıma aldım. Ailemi geçtim çünkü ortada bir aile yok ama Topluluk… Topluluk’un bana bunun bedelini ödeteceğini biliyorum. Ayrıca Berfu’nun zaafım olduğunu da artık anladılar. Topluluk zaaf kabul etmez hele ki bu kişi onların lideriyse. En başından beri Yağmur’u seçme nedenleri de buydu. Ben, Yağmur’un zaafı olabilirim hatta bu yüzden Yağmur seçildi ama benim zaafım olamazdı. Ben ise bütün imkânsızlıklara rağmen Berfuyu zaafım yapmıştım. Sağ tarafıma döndüm. Kolum bana ikinci bir yastık görevi görmeye devam ediyordu. Merdivenlerden gelen ses ise Berfu’nun buraya geldiğini gösteriyordu. Açık olan yatak odamın kapısı tıklatıldı. “Alparslan… Uyudun mu?” diye sordu. Cevap vermedim. Sesi kısılmış ağlamaktan. Tekrardan sesi titreyerek “Uyumadığını biliyorum. Neden cevap vermiyorsun?” diye sordu. İç çektim ama yine de cevap vermedim. Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Berfu cevap vermemi umursamadı ve odanın içine girdi. “Küstün mü benimle?” diye masumca sordu. Ona küs değilim ya da küs kalamam ama yalnız kalmak istiyorum. İkisi arasında dağlar kadar fark var. Berfu’nun bunu anlaması gerekiyordu. Ne yazık ki Berfu bunu anlamıyordu. “Dinlenmeye ihtiyacım var! Çıkarken odanın kapısını kapatırsan iyi olur! İyi geceler.” deyip gözlerimi kapattım. Berfu birkaç dakika öylece durdu daha sonra ihtiyacım olan şeyi anlamış olacak ki odanın kapısını kapattı. Berfu odanın kapısını kapattı ama dışarı çıkmadı ki. Adımlarının yatağıma yönelmesiyle gözlerimi açmam bir oldu. Az önce resmen ona odamdan çık dememe rağmen Berfu yatağımın yanına geldi. Pikeyi açtı. İçine girdi. Sonra hiçbir şeyi umursamadan dibime kadar geldi. Sol tarafıma dikkat ederek arkadan bana sarıldı. “İyi geceler…” deyip yüzünü sırtımı gömdü. Berfu’nun yalnızlık anlayışıyla benimki arasında dağlar kadar fark var. Böylelikle bunu anlamış oldum(!) Yataktan kalkıp gitsem ya da ona gitmesini söylesem bu ilişkimiz için geri dönülmez bir yol olur. Adım gibi eminim ki Berfu da bunu biliyor. O yüzden böyle yapıyor. Gözlerimi yumdum. Berfu daha sıkı sarıldı bana. “Seni çok seviyorum. Ne olur küsme bana! Özür dilerim sevgilim.” dedi. Gözlerimi tekrardan yumdum. Uyumalıyım. Yarın çok yorucu bir gün olacak benim için. Berfu uzandığı yerden kalktı. Sol yanağımı öptü ve tekrardan resmen sırtıma yapıştı. Daha sonra onun da düzenli nefes alışverişleri derin bir uykuya daldığını gösteriyordu.
Yatakta Berfu yoktu ama aşağıdan gelen sesler mutfakta olduğunu gösteriyordu. Omuzumdaki yaranın izin verdiği kadar yatakta gerindim. Ayağa kalkıp banyoya gittim. Dişlerimi fırçalayıp saçımı taradıktan sonra giyinme odama yürüdüm. Lacivert bir takımın içine beyaz bir gömlek giyip yine lacivert tonları olan yatay desenli bir kravat taktım. Parfümümü de sıkıp merdivenlerden aşağı inmeye başladım. Mutfağa girdiğimde Berfu kocaman bir gülümsemeyle beni karşıladı. “Günaydın!” dedi neşeli bir tonda. Ben ne onun kadar mutluydum ne de enerjik. “Günaydın.” dedim ben de ayıp olmasın diye ama dümdüz bir şekilde söylemem Berfu’nun yüzündeki gülümsemesini sendeletti ama yine de yerini edecek kadar da kötü değildi. “Kahvaltı hazırladım sana. Hemen iyileşebilmen için güzel beslenmen gerekiyor. Ayrıca ilaçlarını da getirdim.” dedi masayı işaret ederken. Masada kızartma, üç çeşit börek ve poğaça vardı. Yanında da peynir çeşitleri, zeytin, salatalık ve domates vardı. “Yumurta kırmamı ister misin?” diye sordu. Başımı “Hayır!” anlamında iki yana salladım. Masaya oturdum. İki poğaçayı hızlıca yedim ve ilaçlarımı içtim. Ayağa kalkmamla Berfu’nun itiraz etmesi bir oldu. “Ama hiçbir şey yemedin ki!” dedi. “Zamanım yok!” deyip hızlıca dış kapıya yürüdüm. Berfu da telaşla arkamdan geldi. Tam kapıdan çıkacakken “Beni öpmeden mi işe gideceksin?” dedi hayal kırıklığıyla. Aniden durdum. Berfuya dönüp alnından öptüm. “Sakın evden dışarı çıkma ve sakın kim çalarsa çalsın kapıyı açma! Ben eve anahtarla girerim.” dedim. Berfu bu dediğimi garipsese de bir şey demedi. “Tamam!” dedi sessizce. Ben kapıyı açıp dışarı çıktım. Süleyman ve Ahmet sigara içiyorlardı. Beni görünce hemen sigaralarını söndürüp beton saksının üzerindeki beyaz küllüğe koydular. “Ahmet geç şoför koltuğuna!” dememle Süleyman kaskatı kesildi. Ahmet ise bana çaresizce bakıyordu. Bu kaşlarımı çatmama neden oldu. “Ne oldu?” dedim. Ahmet ellerini önünde birleştirdi ve resmen önümde kem küm etmeye başladı. Süleyman, Ahmet’e yandan ters bir bakış atıp “Abi, o değil ben seninle geleceğim!” dedi. Alayla kaşlarım havalandı. “Öyle mi Süleyman Bey, başka emriniz var mı?” diye sordum. Süleyman’ın gözleri büyüdü. “Estağfurullah abi! Ahmet’in burada işleri var o yüzden.” dedi. “Sen yap onun işlerini o zaman Süleyman. Ben Ahmet ile gideceğim!” dedim. Süleyman hırsla Ahmet’e baktı. “İşin var değil mi Ahmetçiğim!” dedi dişlerinin arasında. Ahmet bana yalvaran bir bakış atıp “Abi valla çok işim var burada!” dedi. Gözlerimi yumup sinirle açtım. “Bana ne lan! Bin şu arabaya! Sabah sabah afyonum patlamamış, sizinle mi uğraşacağım?” dedim. Ahmet hışımla vitomun şoför koltuğuna geçti. Ben de tam gidecekken Süleyman “Abi… Neden artık beni yanında istemiyorsun?” dedi. Ona baktım. O da bana baktı üzgün gözlerle. Ciddi değil, değil mi bu soruyu sorarken? “Süleyman, sen aptal mısın?” diye sordum. Süleyman şaşkınlıkla “Anlamadım abi?” dedi. Maalesef ki ciddi. “Dün sana ne dedim ben lan! Balık hafızla mısın sen? Gerçi babama sağladığın istihbarata bakılırsa hiçte balık hafızalı değilsin!” dedim. Süleyman mahcupça başını eğdi. “Abi… Biliyorsun… Ben de emir kuluyum!” dedi. İşte beklediğim cümle buydu. “Aferin Süleyman, işte dediğin gibi sen emir kulusun ve benim emrettiğim de senin artık bana hizmet etmemen!” deyip arkamı döndüm ama Süleyman tekrardan önüme geçti. “Abi, lütfen! Hatırım için!” dedi çaresizce. İşte buna gülünürdü ve ben de kocaman bir kahkaha attım. Bütün adamlar şaşkınlıkla birbirine baktı. “Ne… Hatırı… Lan!” diye kahkahalarımın arasında konuşmaya çalıştım. En sonunda gülmemi durdurmayı başardım ama gülmekten gözlerimden yaş gelmişti. “Yanımda olduğun her anda sadece bana ihanet etmişsin! Sırtımdan bıçaklamışsın! Ne hatırı? Hiç güleceğim yoktu ama yine de bütün ihanetlerine rağmen sağ ol beni güldürdüğün için Süleyman!” dedim. Süleyman’ın gözleri doldu ve hınçla dudağını dişledi. Kafamı iki yana sallayıp gülmeye devam ederek vitoma bindim. Asıl komik olan şey de buydu işte. Hala bende bir hatırları olduklarını düşünüyor olmalarıydı. Vay be! Bu kafada olmak isterdim. Telefonum çaldı. Arayan Mertti. Meşgule attım. Bir daha aradı yine meşgule attım. Zaten tüm gün Mert’e maruz kalacağım için şimdi de sesini duymama gerek yoktu! Zaten neden aradığını biliyordum. Hakem heyeti gelmişti. Bu yüzden beni kararımdan döndürmeye çalışacaktı. Hayatı o kadar tozpembeydi ki babasının öldürüleceğini sanıyordu. Maalesef ki bana bunları yapanları öldürtemeyecektim ama yine de her şeyi yaptıktan sonra ellerini kollarını rahatça sallayamayacaklarını bilmeleri gerekiyordu. Mesela şampanya patlatarak rahatça keyif yapamayacaklarını öğrenmiş oldukları gibi… |
0% |