@nurita
|
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın ❤️✨🩵🫢
Şirketin önüne gelir gelmez Ahmet’e “Otoparka sür!” dedim. Amacım Ardaya işaret vermekti. O benle iletişim kurardı. Vitom otoparka girer girmez bakışlarım Arda’nın olduğu tarafa kaydı. Temizlik malzemeleriyle uğraşıyordu.
Otoparka giren aracın benim olduğunu görünce sanki öylesine gördüğü bir araçmışçasına geri önüne döndü. Temizlik kovasını yine hiçbir şey olmamış gibi toplayıp temizlik odasına girdi. Odamdaki gizli kapıdan kimsenin bilmediği tünele girip Ardayla konuşacaktım bugün.
Heyet gelmişti ama verecekleri karar ortadaydı. O yüzden katillerim rahattı ama bu rahatlık beni rahatsız ediyordu. Ben rahatsızken onlara rahatlık olmazdı. Ben adil bir insandım!
Vitom durunca indim. Kapıya hemen birkaç çalışan gelmişti. Beni korumak için eşlik eden adamlarım da arabadan inmiş etrafı kontrol ediyorlardı.
Otomatik kapıdan girip asansöre bindim. Ahmet hemen yanımda bütün işleri hallediyordu. En son kata çıkmaya başlayan asansörün ışıkları iki defa açılıp kapandı. Bunu yapan Ardaydı. İki ve katlarına göre aramızda gizli bir aritmetik şifre vardı.
Benle ancak ikide görüşebileceğini söylüyordu. “Siz bu asansörlerin bakımlarını yapmıyor musunuz?” diye Ahmet’e sinirle söylendim.
Ahmet hemen yanındaki iki şirket çalışanına baktı. İki çalışan -yanlış hatırlamıyorsam isimleri Ceyhun ve Sarptı- birbirlerine baktılar. Yüzleri kızarmaya başladı.
Ceyhun olan “Efendim, sıklıkla kontroller yapılıyordu. Neden böyle oldu, anlamadık!” dedi telaşla. Kaşlarım çatık bir şekilde Ahmet’e dönüp “Bugün yeniden bakımlarını yaptırın!” dedim. Ahmet “Tamam, abi!” dedi.
O sırada asansör odamın olduğu kata gelmişti. Odama doğru yürürken çalışanlar ayağa kalkıp beni selamlıyorlardı. Ben de küçük bir baş selamıyla onlara karşılık veriyordum.
Kibirden nefret ederdim. Hayatım boyunca çalışanlarıma rahat ve güvenli bir ortam sağlamaya çalıştım. Bunu karşılığını da çalışanlarımdan vefa olarak aldım.
İnsan yapı olarak kendisine kibirle yaklaşanlara kinlenmeye meyillidir. Bu yüzden asla onlara kibirli ve üstten davranmadım ama aramızdaki sınırın çizilmesi de mecburiydi.
O sınırı ise maalesef yaşadığım hayat yüzünden korkuyla çizmek zorundaydım. Onların bana karşı korkmaması demek kolay satın alınabilen ve ihanet etmeye meyilli çalışanlar demekti.
Bunun nedenini de atalarımız çok güzel açıklamıştı: “İnsanoğlu çiğ süt emmiştir!” İnsanoğlunun yapısı gereği değişkenlik gösterebileceğini en iyi anlatan atasözüdür benim için.
Odama girip masama oturdum. Başımı geriye atıp gözlerimi yumdum. Benle birlikte Ahmet de odaya girmişti. Bana baktığını biliyorum ama umursamadım.
Ahmet’in telefonu çaldı. “Efendim, abi!” dedi. Bir süre karşı tarafı dinledi ve “Tamam, abi!” diye telefonunu kapattı. “Arayan Süleyman abiydi, abi! Hakem heyeti gelmiş. Hepsi şu an toplantı odasındalarmış. Senin gelmeni bekliyorlarmış!” dedi.
Gözlerimi açtım ve başımı Ahmet’e çevirdim. Ahmet’e uzun uzun baktım. Ahmet gözlerini kaçırdı ve etrafa baktı birkaç saniye “Ee… Abi bir şey mi istiyorsun benden?” diye sordu.
Başımı iki yana “Hayır!” anlamında salladım. İç çekip ona “Düşünüyorum!” dedim. Ahmet şaşkınca bana bakıp “Neyi abi?” dedi.
Omuz silkip “Bana ne zaman ihanet edeceğini…” dedim. Ahmet’in gözleri büyüdü. “Abi… Ne demek istiyorsun? Nasıl böyle bir şey dersin, abi!” dedi telaşla.
Güldüm. “Nasıl böyle bir şey mi derim?” diye tekrardan güldüm. Ayağa kalkarken başımı iki yana salladım ve gülerek ayağa kalktım. “Bana ihanet edersen ne olacağını biliyorsun değil mi?” diye tek kaşım havalandı.
Ahmet yutkundu sertçe ve hızlıca “Evet!” anlamında kafasını aşağı-yukarı salladı. Bu sefer yüzümde sinsice bir tebessüm belirdi. “Artık biliyorsun, biliyorsunuz!” dedim.
İkimiz de Süleyman’ kastettiğimi biliyorduk. Ahmet sanki ihanet eden kendisiymiş gibi başını mahcupça önüne eğdi.
Bakışlarımı Ahmetten çekip yürümeye başladım. Odamdan çıkıp asansöre yürürken Ahmet benden önce hızlıca davrandı ve hemen asansörün önüne gelip düğmeye bastı.
Ben gelene kadar da asansör gelmişti. Asansöre bindik Ahmetle. Ahmet toplantı odasının katına basmasıyla (odamdan iki kat aşağıdaydı toplantı odası) asansör hareket etti.
Toplantı katına gelmemizle indik. Her yer koruma dolu. Bu sırıtmama neden oldu. Benden bu kadar korktuklarını bilmiyordum!
Toplantı odasının önünde Hakan ve Mert vardı. Kendi aralarında konuşuyorlardı. Beni görünce konuşmaları kesildi. İkisini de sanki orada görmemişçesine toplantı odasına girdim.
Odaya girmemle odadaki uğultu kesildi. Masanın başına, kendi yerime, geçtim. Tam benim karşımda Fırat Ilgaz vardı. Sağ tarafımda ise hakem heyeti...
Heyet Matteo Accardi ve Diego Accardiden oluşuyordu. Arkalarında da avukatları vardı. Benden sonra Hakan ve Mert de odaya girmişti.
Mert, babası Murat Özdoğan’ın yanına oturdu. Ayaz ve babası Yusuf Türkmen de yan yana sol tarafımda oturmuşlardı. Hakan, Diego’nun yanına oturdu.
Diego, Hakan’a yandan bir bakış attı. Hakan, Diego’nun bakışından sonra yerinde huzursuzca kıpırdandı. Bu gülümseme isteğimi arttırdı ama kendimi tuttum. Demir ise Fırat Ilgaz’ın arkasında ayakta durmayı tercih etti. Süleymanla yan yanalardı.
Masadakilerin bakışları bende ama umursamadım. Matteo bana başıyla selam verdi ve arkasındaki avukatlarına döndü. İki tane avukat vardı. Biri mavi gözlüydü diğeri ise siyah.
Mavi gözlü olan avukat başıyla anladım diye kafasını salladıktan sonra İtalyan avukat aksanlı Türkçesiyle konuşmaya başladı. “Buraya Alparslan Beyin çağrısıyla gelmiş bulunmaktayız. Alparslan Beyi silahla vuran insanların yargılanması ve sonucunda cezalarını almaları için Topluluk ana üyelerinin huzurunda yargılamayı başlatmış bulunmaktayız!”
Mavi gözlü olan avukat diğer siyah gözlü olan avukata baktı. Siyah gözlü olan elindeki belgeleri önüne alıp konuşmaya başladı. “Alparslan Bey, kendisine yapılan suikastın faillerini bulup kanıtlarını bize göndermiştir. Bunun sonucunda hakem heyeti olarak belirtmek isteriz ki büyük şaşkınlık içindeyiz. Hakem heyeti olarak faillerin Topluluk’un ana üyelerinden olması bizi tedirgin etmektedir. Böyle büyük bir oluşumun bu olaydan sonra zarar görmemesi için burada bulunmaktayız!” demesiyle mavi gözlü olan avukat sözü devraldı.
“Failler: Fırat Ilgaz, Murat Özdoğan, Yusuf Türkmen, Hakan Adan, Selçuk Güçlü.” Faillerin çoğu Topluluk üyesi olduğu için normalde yapılmayan bir istisna yapılarak kendilerini savunma hakkı tanınmıştır. Bu yüzden faillerin savunma yapması için sözü faillerin avukatına bırakıyoruz!” dedi. Mert’in ayağa kalkmasıyla bakışlar ona döndü. Mert boğazını temizleyip söze başladı.
“Öncelikle fail kelimesi çok ağır bir itham!” demesiyle benim alayla gülmem bir oldu. Herkesin bakışları bana döndü ama ben sadece alaylı bakışlarımı Mertte tutmaya devam ettim.
“Dediğim gibi fail kelimesi aşırı derecede ağır bir itham olmasıyla birlikte yanlı bir taraf da çizmektedir.” Bunu demesiyle Matteo tek kaşını havaya kaldırdı.
“Bahsi geçen yaralamada da asla ama asla size gönderilen kanıtlar delil olarak gösterilmesini doğru kabul etmiyoruz. Ve bu kanıtların olayı suiistimal ettiğini de size bildirmek istiyoruz!” dedi.
Mert konuşmasını bitirir bitirmez mavi gözlü avukat konuşmaya başladı. “Mert Bey, o zaman bize lütfen gerçekleri açıklar mısınız?”
Mert kafasını sanki üzgünmüşçesine sallayıp bana baktı. “Bu yaralanma tabii ki de hepimizi derinden etkiledi ama Topluluk için en doğrusu buydu!” dedi.
“Size göre bu söylemim çok sert gelebilir ama maalesef düşmanımız Selçuk Güçlü ve babası Fehmi Güçlüye ulaşabilmek için bu yaralanma olayını ana üyeler tasarlamak zorundaydı.”
Diego kollarını göğsünde birleştirip sinirli bir şekilde Mert’e baktı. “Hepimizin tek amacı var! O da Topluluk’u en iyi ve en güzel şekilde yönetebilmek ve geliştirebilmektir. Bu yüzden de ana üyeler bunu istemeyerek de olsa yapmak zorunda kalmış bulunmaktadırlar.” dedi.
İki avukat birbirine baktı. Mavi gözlü olan konuşmaya başladı. “Anladığımız kadarıyla bunu Topluluk’a en çok zarar veren düşman aile olan Güçlü ailesini ortadan kaldırmak için yaptınız. Peki, Güçlü ailesi ortadan kaldırıldı mı?” diye sordu.
Şovmenlerin şovmeni Mert sanki hayatında aldığı en kötü haberi verecekmiş gibi yüzünü astı ve “Alparslan Bey, yüzünden hayır!” dedi. Kahkaham odanın içinde yankı buldu. “Pardon! Hayatımda bundan daha komik bir fıkra duymamıştım!” dedim. Mert, hakem heyetinin avukatlarına “Şu an resmen sabote ediliyoruz!” dedi.
Mavi gözlü avukat tam konuşacaktı ki ona doğru elimi susması için kaldırdım. “Mert Bey, demek her şeyi ben batırdım ve her şey Topluluk içindi… Öyle mi?” diye sordum.
Mert’in üzgün ifadesi dağıldı. Yüzünde keskin bir ifade oluştu. Mert tam konuşacaktı ki Mert’in babası Murat Özdoğan konuştu.
“Öyle, Alparslan! Yaptığımız plan senin yüzünden hiç oldu. Sen hakem heyetini çağırmasaydın ve berrak suyu bulandırmasaydın şu an Güçlü ailesi diye bir aile yeryüzünde yaşıyor olmayacaktı.” Bakışları kısa bir an Hakan’a ilişti ve bana dönüp devam etti. “Ayrıca sadece bunu da yapmadın. İleride hayatını birleştireceğin eşinin abisine de çok büyük saygısızlıklar yaptın ki bu da Topluluk’a karşı geldiğinin en büyük kanıtlarından biri.” dedi.
Bakışlarımı Fırat Ilgaz’a çevirdim. Bakışlarımdan dökülenler şuydu: “Bak baba! Millet çocuğunu nasıl koruyup savunuyor. Sen neden yapmadın?” diye soruyordu.
Sesli söylemesem de Fırat Ilgaz anlamış olacak ki bakışlarını masanın üstünde birbirine bağladığı ellerine indirdi.
Yüzümde boş bir tebessüm oluştu ve Murat Özdoğan’a döndüm. “Öncelikle sevmediğim bir kadınla yapmamı istenilen evliliğin şu an konusunun açılması aynı bu evlilik gibi saçma ve gereksiz. İkinci olarak ise öz babamın belki de on dakika sonra ölüm emri verilecek ve ben buna eyvallah diyeceğim. İstemediğim bir kadının abisinin duyguları hiç umurumda bile olmaz!” dedim.
Matteo araya girdi. “Beyler konudan sapmayalım!” dedi kusursuz Türkçesiyle.
“Aynen konuya dönelim!” dedim. “Bir şey sormak istiyorum. Sorumun cevabına göre suyu nasıl bulandırdıysam eski haline de getirmesini bilirim!” dedim.
Mert araya girdi. “Matteo Beyin dediği gibi konumuza dönelim!” demesiyle Murat Özdoğan’ın bana “Konuş!” demesi bir oldu. Mert gözlerini yumdu ama artık çok geçti.
“Topluluk için her şeyi yapar mısınız Murat Bey?” diye sordum. Murat Özdoğan alayla gülüp “Sence Alparslan?” diye kibirli bir şekilde sordu. Sandalyeme yaslanıp aynı onun gibi kibirle bir şekilde “Sorumun cevabı bu değildi!” dedim.
Murat Özdoğan’ın yüzündeki o ifade dağıldı. Sinirlenmeye başlamıştı. Kimse bu kibir budalasına karşı gelemezdi ona göre… “Evet!” dedi baskın bir tonda.
“O zaman diyelim ki birgün ben istemeye istemeye de olsa sırf Topluluk için Mert’i yaraladım ve bu minik, ufacık yaralama yüzünden Mert’in cansız bedeni sana ulaştı ki bu minik yaralamanın içine kalbinin hemen üstünden benim gibi vurulma da giriyor ya neyse…” Deyip sahte bir üzüntüyle başımı salladım ve konuşmaya devam ettim.
“Yine diyelim ki Mert’in cansız bedeniyle kapına geldiğimde düşmanlarımızdan birini alt etmek için bu planı yaptığımı söylesem ama ne düşman yakalandı ne de Mert yaşadı, desem…”
Konuşmamı bitirmemi engelleyen sinirden kıpkırmızı olmuş bir şekilde bana bakan Murat Özdoğan oldu. “Nereye varmaya çalışıyorsun?” diye sordu sinirle.
“Hiçbir şey olmamış gibi devam eder misin? Bunu hakem heyetinin önünde açıklaman daha iyi olur. Çünkü geleceğin ne getireceği belli olmaz!” dedim.
Murat Özdoğan, Matteoya baktı. Matteo ona sorunun cevabını büyük bir merakla beklediğini belirten bir yüz ifadesiyle bakıyordu.
“Sen şu an bizi tehdit mi ediyorsun?” diye sordu Mert. Odadaki herkes bana şaşkınlıkla bakıyordu.
“Lütfen sorumu yanlış yerlere çekmeyin! Ben sadece Topluluk için bunu sordum. Ne de olsa denizde kum bizde düşman öyle değil mi?” dedim.
“O zaman aynı karar benim içinde alınırdı. Çünkü…” Mert’in sözünü kestim.
“Sen Murat Özdoğan değilsin ayrıca babana kopya vermezsen de sevinirim. Senin gibi avukat olan baban, avukat olduğu için soruma tek başına cevap verebilir ve bence odadaki herkes de bunu biliyor. Buna baban da dâhil!” dedim. Mert’in ağzı açık kaldı bu sert cevabım karşısında.
Buradaki kimse benim sevinmemi istemez ama zaten ne buradakiler beni umursar ne de ben onları.
“Ben bu kararın kendi oğlum için alınmasına bir şey demem ve Topluluk için kab…” , “Sizin isminizde Murat Özdoğan değil, Yusuf Bey!” diye Ayaz’ın babasının da sözünü kestim.
Yusuf Türkmen’in gözleri büyüyüp kaşları havalandı şaşkınlıkla. Ortamı yumuşatmaya çalıştığı belli ama konuşmaya dâhil olmasıyla odadaki gergin hava daha da arttı.
Murat Özdoğan’ın bana bakışlarından anladığım kadarıyla o güne dönseydi kurşunu kalbime değil. Direk beynime attırırdı.
Bunu gözlerinde gördüm! Benim ölmemi istediğini gözlerinde gördüm!
Bu ifadeyi çoğu zaman babamın da gözlerinde görürdüm. Eski bir dosta rastlamış gibiydim şu an. Ama ne yazık ki bu dost her zaman acı şeyler söylemişti bana…
“Eğer Topluluk içinse kabul ederim!” dedi dişlerinin arasından.
“Ne güzel o zaman değil mi?” diye bakışlarımı Matteoya döndürdüm. “Örgütümüz ne şanslı! Böyle üyeleri olduğu için ve tabii ki dedelerimizde mezarlarında huşu içinde gururla yatıyorlardır.” dedim.
Matteo’nun gözlerinde bana acıyan gölgeleri yakaladım.
Bakışlarımı kaçırıp avukatlara döndüm. “Neyse herkesin işleri vardır. Biz artık oylamaya geçelim! Ne de olsa zaman dünyanın en değerli şeyi. Ne satın alınılabilir ne de durdurulabilir!” dedim.
“Daha konuşmam bitmedi!” dedi Mert sertçe. Bezgince nefesimi verdim. “Burası senin adliye salonun değil! Otuz saatte konuşsan sonunda oylama yapılacak ve oylama sonucu uygulanılacak! Kısa keselim. Bence her şey ortada ve herkes neyin ne olduğunu biliyor!” deyip tekrardan İtalyan avukatlara döndüm.
Avukatlar tedirgin bir şekilde birbirlerine baktılar. Matteo arkasına dönüp avukatlara kısa bir bakış attıktan sonra önüne döndü. “Oylama için bütün üyeleri adalete davet ediyorum!” diye konuşmaya başladı.
“Alparslan Beyin iddiası üzerine suçlanan üyelerin infaz edilmemesi için kimler oy kullanmak istiyor!” diye sordu.
İlk elini havaya kaldıran Fırat Ilgazdı. İkincisi ise Murat Özdoğan oldu. Onları Hakan ve Mert takip etti. Yusuf Türkmen de elini havaya kaldırıp Ayaza bakmaya başladı. Sabahtan beri sessizliğini koruyan Ayaz bana kaçamak bir bakış atıp elini isteksizce kaldırdı.
Fırat Ilgaz arkasını dönüp Demir’e baktı. Demir sanki babası ona bakmamış gibi iki elini cebine koyup başını boydan boya camla kaplı olan duvara döndürdü. Demir’in bunu yapmasıyla Fırat Ilgaz önüne döndü.
Fırat Ilgaz’ın bir eli havadaydı diğer eli ise masada. Masadaki eli Demir’in bu hareketi sonrasında yumruk olmuştu.
Şimdi bakışlar Diego ve Matteodaydı. Matteo bana yorgun ve şefkatli bir gülümsemeyle bakıp elini kaldırdı yavaşça. Şu ana kadar elini kaldıran herkese şaşırmadım. Tam da beklediğim gibiydi sonuç.
Matteo, Diegoya bakmaya başladı ama Diego onu umursamadan konuşmaya başladı. “Görüldüğü gibi başka kimse oylamaya katılmadı. Diğer oylamaya geçelim o zaman!” demesiyle herkes ellerini indirdi.
“Alparslan Ilgaz’ı kalleşçe sırtından vuranların infaz edilmesi için oylamaya katılanlar!” demesiyle Matteo’nun “Diego!” diye dişlerinin arasından konuşup onu uyarması bir oldu ama Diego umursamadı.
Mert ve Hakan kaşlarını çatarak Diegoya baktı. Ayaz ise sanki başı daha da eğilebilirmişçesine kafasını eğdi. Yusuf Türkmen de oğlu gibi başını hafifçe eğdi. İçlerinden birinin en azından yalandan da olsa utanabildiğini görmek şaşırtıcıydı.
Murat Özdoğan büyük bir zafer kazanmışçasına bana bakıyordu.
Fırat Ilgaz ise…
Onun bakışlarının nasıl olduğunu hayatım boyunca bilemeyeceğim çünkü bakmaya değmeyecek kadar umurumda bile değildi kendisi!
İlk elini kaldıran Diego oldu. İkincisi de Demir. En sonda ağır ağır ben elimi kaldırdım.
Matteo boğazını temizleyip ayağa kalktı. Biz de ellerimizi indirip diğer herkes gibi ayağa kalktık. Matteo sağ elini kaldırıp yemin pozisyonu aldı.
“Topluluk’un yararı için yapılan bu eylem oylamaya sunulmuştur. Oylama sonucu olarak Topluluk’un liderine yapılan saldırının nedeni araştırılmış ve düşünüldüğü gibi bir art niyet olmadığı belirlenip oylama sonucuyla kanıtlanmıştır. Hakem heyeti olarak Topluluk’un ana üyelerine duyurulur!” dedi.
Diego hayatında duyduğu en saçma şey buymuş gibi kafasını iki yana sallayıp toplantı odasından bir hışımla çıktı.
Matteo, Diego’nun arkasından açık olan kapıya kısa bir bakış atıp bana döndü. “Hemen İtalya’ya dönmemiz gerekiyor. O yüzden daha fazla kalamayacağız maalesef!” dedi yorgun bir gülümsemeyle.
Önemli değil, dercesine omuzlarımı silktim. Matteo ve ekibi odadan çıktı. Çıkmasıyla Murat Özdoğan’ın konuşması bir oldu. “Olması gereken oldu!” dedi. Herkesin bakışları bendeydi ama umursamadım. Odadan çıkmak için tam hareket etmiştim ki “Yemeğe gitmeyi düşünüyoruz! Sen de gelmek ister misin?” diye sordu Mert.
Mert’e baktım. Yüzündeki ifade sanki dünyanın en iyi insanıymış gibiydi. “İşlerim var!” benim dedim. Tam odadan çıkacakken “Topluluk için olması gereken oldu. Aramıza soğukluk girmesinin anlamı yok! İşler birkaç saat ertelenebilir!” diye konuştu Fırat Ilgaz.
Fırat Ilgaz’a sertçe baktım. Onun bakışları da sertti. “Erteleyesim yok!” deyip odadan çıktım. Onlara göre ben kaybetmiştim ama bilmedikleri bir şey vardı. Bu heyeti çağırmamın en büyük nedeni onları oyalamaktı.
Yüzümdeki sinsi gülümsemeyle asansöre ilerledim. Benimle birlikte Ahmet de geldi. Ahmetle bindiğimiz asansörün kapısı kapanmadan önce gördüğüm son yüz Fırat Ilgaz’ın bana şüpheyle bakışıydı. |
0% |