Yeni Üyelik
33.
Bölüm

33. Bölüm

@nurita

Lütfen yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın🩵❄️☘️

 


Antrede öylece birkaç dakika durdum. Berfu’nun karşısına çıkmaktan çekiniyordum çünkü utanıyordum.

 


Zaten bu hayatta her zaman başkalarının hataları yüzünden utanan ve vicdan azabı çeken hep ben olmuştum ya, ben buna yanıyordum!

 


Berfu hiçbir şeyi bilmiyordu gerçi bilse de bana kötü davranır mıydı bilmiyordum yine de çekiniyordum. Davransa da hak verirdim.

 


Onun hayatını çalmış babam. Buna rağmen hala ona rahat vermiyorlar ya ben bunu anlayamıyorum!


Gerçi öz çocuklarına acımayanlar başkasınınkine mi acıyacaklar?


Bendeki de dermansız bir umut işte!


Salona doğru yürüdüm. Kaçmamın anlamı yoktu. Gerçi kaçmakta istemiyordum. Özlemiştim. Yanımda olsa bile özlüyordum onu ki bugün olanlardan sonra özlemden burnumun direği sızlıyordu.

 


Orada oturuyordu. Dalgın dalgın yeri izliyordu. Benim geldiğimi görünce bana baktı.


Yüzü aydınlanmıştı adeta. Yüzü aydınlanmış olsa da hala kanlıydı. İç çektim acıyla. Benim bakmaya kıyamadığım yüzü ne hale getirmişler!


Ah anne! Neden bana bunu yapıyorsun?

Onun saçının telinin ucuna zarar gelse benim içim parçalanıyor!

Sen ona değil bana zarar veriyorsun ama bunun farkında bile değilsin!
Tam bana bir şey söyleyecekti ki merdivenlere yöneldim. En üst kata çıktım. Çok yorgundum. Onu böyle görmeye dayanamıyordum!

 


Odamdaki banyoya girip lavabonun altındaki dolaptan ilk yardım çantasını aldım ve odadan çıktım.
Şu an fark ettim de biz her zaman birbirimizin yaralarını sarıyoruz! İşin daha da tuhaf tarafı ikimizi yaralayanlar da aynı kişiler!
Merdivenlerden inip salonun ağzında durdum.

 


Berfu yine yeri izliyordu ama bu sefer ağlıyordu da sessizce. Beni fark edince kırgın bakışlarıyla karşılaştım. Sonra bakışları elimdeki ilk yardım çantasını kaydı. Şaşkınlıkla bana baktı.

 


İlk başta onun yanına gitmememi yanlış anlamıştı. Farkındaydım ama benim de biraz kendimi toplamaya ihtiyacım vardı.

 


Gerçi ne kadar kendimi toparladım orası da muamma ama!
Yanına gidip oturdum.

 

Başparmaklarımla yanaklarından süzülen gözyaşlarını sildim ve alnından öptüm. Kokusunu içine çektim. Kulağına eğilip “Hepsi geçecek!” deyip kulağının altını da öptüm.

 


Berfu’nun yüzüne buruk ama şefkat kokan bir gülümseme yerleşti.
İlk yardım çantasını açıp gazlı bezin salin (serum fizyolojik) ile nemlendirdim. Ardından yaralarına hafif hafif sürdüm.

 

Yüzündeki çiziklere, burnuna ve en sonunda dudağının kenarını uyguladım.

 


Yaralarını tamamen temizledikten sonra pansuman ile üstünden geçtim. Yaraları çabucak iyileştiren bir krem vardı. Ben de çok sık kullanırdım. Sık sık yaralandığım için özel bir krem hazırlatmıştım kendime. Onu da alıp teker teker yüzündeki çiziklere sürdüm.

 


Canı acıyordu. Buna rağmen yanmıyormuş gibi davranıyordu ama en sonunda dudağına sürdüğüm kremle yüzü hafifçe buruştu. İçime bir şey battığını hissettim. “Acıyor değil mi?” diye düşük bir tonda sordum.
“Hayır! Sadece aniden şey olunca… Öyle yani!” deyip buz mavisi gözlerini kaçırdı.

 


Beni kırmamak için acısını saklıyor!

 

Peki ya onun kırgınlıkları?


Dudağının yara olmayan tarafını öptüm. Bütün iş bitince çıkan çöpleri çöpe attım ilk yardım çantasını TV ünitesinin altındaki dolaba koydum.
Berfu ben bunları yaparken sadece beni izledi.

 


Yanına gidince ayağa kalktı ve tam yürüyecekken eğilip kucağıma aldım. Büyük bir şaşkınlıkla bana bakıyordu. “Ne yapıyorsun?” dedi gülerek.

 


Yüzüme oyunbaz bir tavır yerleştirip “Alparslan havayolları saygıyla sunar Berfu Hanım! İyi uçuşlar dileriz!” deyip koşar adım asansörün önüne gittim.

 


Oraya giderken sanki bir uçağı taklit edermişçesine sağa sola eğim yapıp ilerliyordum ve bunlar olurken dünyanın en güzel olayı yaşanıyordu. Berfu kahkaha atıyordu!

 


Bir insanın kahkahası bile nasıl bu kadar güzel olabiliyordu anlamıyordum. Ona yüzümdeki kocaman gülümsemeyle eşlik ediyordum.

 


O gülerken doya doya ona baktım. Gülerken sol gözünün etrafında oluşan kırışıklığa sonra sağ dudağının kenarında oluşan gamzelere bakabildiğim kadar baktım! İçimde baharlar açtı sanki. O kadar ihtiyacım var ki buna!

 


Asansöre binip ikiye bastım. İkide bir yüzündeki yaraların izin verdiği kadar onu öpüyordum. “Berfu Hanım bu ne güzellik!” deyip boynunu da öptüm.

 

Boynundan huylandığı için kahkahalarına yenileri ekleniyordu.
Belki annemin yaptığını telafi edemezdim ama açtığı yaraların hemencecik iyileşmesini bütün sevgimi ve aşkımı kullanarak yapabilirdim!

 


Asansörden inip kucağımdaki Berfuyla birlikte odama girdim. Onu yatağa bıraktım yavaşça. Arkamı dönüp tam gidecektim ki Berfu bileğimden tuttu. “Nereye?” dedi gülümseyerek.

 


Gülmekten gözlerinden yaş gelmişti. Bu dünya güzeli gözlerden bu nedenden başka yaş gelmemeli!
Eğildim kulağına doğru “Alparslan havayollarının imkânlarını tattıracağım sana! Bekle beni!” dedim çapkın bir tonda. Direk utançla yanakları kızardı ve bakışlarını kaçırdı.

 


Göz kırpıp odadan çıktım. Asansöre binip zemin kata bastım. Zemin kata gelince inip mutfağa girdim.

 

Buzdolabını açıp içinde vanilyalı iki dondurma çıkardım. Çekmeceden iki tatlı kaşığı da alıp mutfaktan çıktım.
Asansöre giderken gözüme yerdeki papatya buketi takıldı. Benim büyük bir hevesle aldığım buket!

 


Ne hayallerim vardı bu buketi getirirken. Derin bir iç çekip buketi aldım. Hala hayallerimi yaşayabilirdim!

 


Asansöre binip ikinci kata bastım. Asansör ikinci kata gelince indim. Odama yürüdüm. Odama girmeden önce buketi yüzümün önünde tuttum. Odaya girmemle Berfu’nun şaşkın sesi etrafa yayıldı.

 


“Bunlar bana mı?” dedi şaşkınlıkla. Yanına gidip oturdum. “Yok, Ahmet’e!” dedim ciddi bir ifadeyle.
Berfu’nun mutlulukla parlayan yüzü aniden düştü. “Ya… Öyle mi?” diye üzgünce ve o minik dudaklarını büzdü.

 


Aniden büyük bir kahkaha attım. Gerçekten de Ahmet’e papatya buketi aldığıma inandığına inanamıyordum.

 


Ben neden Ahmet’e papatya buketi alayım ki? O kadar saf ve temiz ki…
İşte benim âşık olduğum kadın!
Yüz ifadesi o kadar tatlıydı ki onu öpmemek için zor tuttum kendimi ama kahkahamı tutamadım.

 


Ben kahkaha atmaya devam edince onla dalga geçtiğimi anladı. Omuzuma vurup “Çok kötüsün!” dedi sinirle.

 


Ben ise sadece gülüyordum. O kadar gülmüştüm ki gözlerimden yaş gelmişti. İlk başta bana sinirle bakan Berfu, şimdi benimle birlikte gülüyordu.

 


Elimdeki iki dondurmayı yana indirip buketi ona uzattım. “Bunlar sana!” dedim. Buketi elimden alıp gözlerini yumdu. Buketten büyük bir nefes çekti. Her yer papatya kokmuştu.
Bana baktı. Gözlerinin içi gülüyordu. O buz mavisi gözlerinin içi güldükçe ben güçlü kalabilirdim. Hep böyle gülsün, hayattan başka bir şey istemiyordum!

 


“Beğendin mi?” diye sordum cevabını bile bile.
“Nasıl beğenmem ki! Şunların güzelliğine bak! İnsanın baktıkça içi açılıyor. Çok teşekkür ederim.” dedi. Bana yaklaşıp sol yanağıma hafif bir öpücük bıraktı.

 


Gamzelerini belirte belirte gülmeye devam etti. İç çekmemek için zor tuttum kendimi. “Senin kadar güzel değiller!” dedim. Yüzündeki gülümseme daha da büyüdü sanki. Gözleri ışıl ışıl parlıyordu.

 


Bakışları dondurmalara kaydı. “Erimeden yiyelim mi?” diye sordu çocuksu bir heyecanla. Başımı “Evet!” Anlamında sallayıp elime bir tane dondurmayı aldım.

 


Kapağını açıp içine tatlı kaşığını sapladım. Berfu papatya buketini sol tarafına koyup elimden dondurmayı aldı.

 


Kendi dondurmamı da açıp ilk kaşığı aldım. “Imh… Çok güzel!” dedi küçük bir kız çocuğu gibi. Gözlerinin tam içine bakarak “Bence de!” dedim. O dondurmaya diyordu ben ona!

 


Utandı. Bakışlarını kaçırdı. Bu hayatta en sevdiğim şeylerden bir tanesi de Berfuyu utandırmak.
Beyaz tenine yakışan utanmanın verdiği pembelik hem güzelliğine güzellik katıyor hem de çok masum gözükse de bana daha da bir seksi görünüyordu.

 


Berfu dondurmasını yerken hep güldü. Ben de onun gülüşüyle güldüm. En sonunda dondurmasını bitirdi. “Çok yedim!” dedi büyük bir mutlulukla.

 


Dudağının kenarında dondurma vardı ama farkında değildi. Eğilip dudağının kenarındaki dondurmayı yedim.


Berfu kıpkırmızı olmuştu ama ne yapayım?


O kadar güzel utanıyor ki insanın ayrı bir çabayla onu utandırası geliyordu.
“Alparslan hava yolları olarak dudağının kenarındaki dondurmayı yedim!” dedim.

 


Berfu gözlerini kısıp beni kınarcasına baktı. “Hangi hava yolu şirketinin böyle bir hizmeti var?” diye sordu.
Gururlu kendimi göstererek “Özel müşterilerimize ki bu müşterinin eşsiz buz mavisi gözleri varsa daha da bir önem veriyoruz! Alparslan hava yolları A.Ş olarak önceliğimizdir bu!” dedim.

 


Berfu “Müşterilerimiz dediğinize göre liste baya kalabalık galiba!” dedi ciddi bir tonda.

 


Bir dakika! Berfu beni mi kıskanmıştı?

 

Mutluluktan kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum.
Gömleğimin yakalarını düzeltip “Ee yani şimdi konu ben olunca!” dememle Berfu’nun sol kolumu çimdiklemesi bir oldu. “Ah!” dedim.
Boş dondurma kutularını ve tatlı kaşıkları alıp ayağa kalktı sinirle Berfu. Hemen tutup geri oturttum yatağa.

 


“Sen beni mi kıskandın küçük zorba seni!” dedim. Berfu sinirle bana dönüp ki sinirle alakası olmayan dünyanın en tatlı yüz ifadesiyle “Ya ne alakası var?” dedi.

 


Yüzümdeki muzip ifadeyle “Yani sen de haklısın ama! Benim gibi bir adamı kıskanmakta. Ne de olsa yakışıklıyım! Başarılıyım! Güçlüyüm! Her kadının isteyeceği türden bir adamım ben!” dedim.

 


Berfu kınarcasına bana baktı. “Pes yani! İnsan sevgilisine bunları demez!” dedi. O an ilk defa Berfu’nun ağzından duyduğum kelime beni şaşırttı ve aynı zamanda çok mutlu etti.

 


Berfu benim sevgilimdi. Diğer yarımdı. Bunu haykırmak, herkese söyleme isteğiyle dolup taştım!
Kendime çekip “Gel bakayım sen sevgilinin kucağına!” deyip gıdıklamaya başladım.

 

Kahkahalarının arasından “Yapma!” diyordu ama o kadar eğleniyordu ki sırf trip attığı için bunu dediği çok belliydi.

 


“Demek birileri bana küsmüş!” dedim neşeyle. En sonunda Berfuyu gıdıklamayı bıraktım. Onu gıdıklarken yatağa uzanmıştı. Ben de hafifçe üstüne eğildim. Gülmesi durdu ve yüzündeki kocaman gülümsemeyle bana bakmaya başladı.

 


Hafifçe eğildim ve tam dudaklarını öpecekken telefonum çaldı. Sinirle gözlerimi yumdum. Doğrulurken “Bari evde rahat bırakın ya!” deyip cebimden telefonumu çıkardım.

 


Arayan Ardaydı. Beni kullan at numaralarından arayan sadece oydu. Arda bu saatte aradığına göre önemli bir şey bulmuştu. Kaşlarım hafifçe çatıldı.

 


Berfu tekrardan boş dondurma kutularını ve tatlı kaşıkları alıp ayağa kalktı. Yanağıma bir öpücük kondurup tam odadan çıkacakken geri döndü. “Papatya çayı içeceğim! Sen de ister misin?“ diye sordu. “Evet!” dedim.

 


Berfu’nun çıkmasıyla ayağa kalktım. Banyoya girip musluğun suyunu açtım. Israrla çalan telefonu açıp “Ne oldu?” dedim. “Abi bu Mert’in annesi ölmüştü değil mi?” diye sordu Arda direkt.

 


“Evet! Mert çok küçükken akciğer kanserinden ölmüştü.” dedim. Arda güldü. “O zaman abi, Mert’in cici annesi var!” dedi neşeli bir tonda.
Şaşkınlıkla “Ne?” dedim. “Abi ben kapatıyorum!” deyip Arda hemen telefonu kapattı.

 

Bir dakikadan fazla konuşamıyordu. Benim onunla iletişim içinde olduğum ortaya çıkmasın diye.

 


Tekrardan kullan at numaralarından birinden aradı. Hemen açtım. “Abi zaman yok hemen anlatıyorum. Bizim mücevher ustasından özel takılar yaptırmış. Hem de birkaç defa değil! Yıllardır belli aralıklarla yaptırmış. İşin garip tarafı da sadece zümrütten yaptırıyor olması ve bunu gizli saklı yaptırıyor olması.” dedi.

 


Kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı. Metreslerine verme ihtimali de vardı ama Murat Özdoğan bu kadar pahalı takıları öyle kadınlara vermezdi ki!

 

Onun kadar cimri bir adam hayatımda görmemiştim!

 


“Ben sevgilisi ya da onun gibi bir şey var mı diye bakarken bir şey fark ettim. Abi yine kapatmak zorundayım!” deyip kapattı ve iki saniye içinde tekrardan aradı.
“İngiltere’ye yoğun bir şekilde para harcadığını ve sık sık gittiğini biliyor muydun abi?” diye sordu.

 


“Orada yurt dışı ofisleri var Arda!” dedim. “Abi oraya gitmiyor ki! Telefon sinyali her zaman İngiltere’de merkeze uzak ama zengin bir kesimin yaşadığı bir kasabayı işaret ediyor ve daha da tuhafı o mücevherler de bizim özel kurye timiyle oraya götürülmüş hep!” dedi.

 


Şaşkınlıkla kaşlarım havalandı. “Demek bizim Murat Özdoğan’ın zaafı var ha?” dedim.

 


Yüzümdeki sinsi tebessüm Arda da olacak ki neşeli bir sesle “ Aynen öyle abi! Bu yüzden ben İngiltere’ye gidiyorum! Kapatıyorum. Kendine iyi bak abi!” deyip kapattı.

 


Yıllarca bunun ortaya çıkmamasının nedeni bizim özellikle de Fırat Ilgaz’ın koruması olmalıydı. Topluluk’un istihbaratı onun elindeydi.

 


Mert Bey benim ilişki durumumla ilgileneceğine babasının ilişki durumuyla ilgilenseymiş bari! Sessizce güldüm!

 


“Alparslan!” diye Berfu’nun seslenmesiyle telefonumu geri cebime koydum. Musluk sesi olduğu için elimi yüzümü yıkayıp musluğu kapattım. Havluyla hafif nemini alıp ıslak görüntüsünü bozmadan odaya girdim.

 


Odaya girmemle Berfu’nun elindeki fincanlardan bir tanesini aldım. Alırken alnına bir buse kondurdum. Yatağımın ucuna oturdum. Berfu da hemen karşıma oturdu. Papatya çayını içerken çok mutluydu. “Papatyalara âşıksın resmen!” dedim gülerek.

 


Hevesle başını “Evet!” anlamında salladı. “Neden?” diye sordum büyük bir merakla. Onun hakkındaki her şeyi merak ediyordum!

 


“Anneannemin papatya bahçesi vardı. Yani daha doğrusu bahçesinin bir kısmı papatyalara ayrılmıştı. Dedem ona papatyam dermiş hep. O yüzden çok severdi. Ee beni de anneannem büyüttü. O yüzden gözümü açtığımdan beri papatyaların içindeyim. Çok seviyorum ama sevgiden daha çok güven veriyor bana. Öyle işte!” dedi.

 


Aklıma annemin papatya bahçesi geldi. Annemin çiçek bahçesi vardı. Papatya, nergis, begonya, gül ve inci çiçeklerinden oluşan bir bahçe. Saklı bir cennet gibiydi.

 


“Annemin çiçek bahçesine gidebilirsin!” dedim. Bunu dememle yüzü mutlulukla aydınlandı. Sonra aniden yüzündeki aydınlık sise maruz kaldı.

 


“Yok, yani gerek yok! Öyle anneannemi aklıma getirdiği için!” deyip fincanından bir yudum alıp bakışlarını elindeki fincana sabitledi.
Bendeki düşüncesizlikte kimsede yok! Annemin Berfuya yaptıklarından sonra Berfu’nun annemin çiçek bahçesine değil gitmek artık evden dışarı çıkacağını bile sanmıyordum.

 


“Gidelim beraber!” dedim yüzümde güven veren bir tebessümle. Aniden telaşla “Yok! Bugün daha dışarı çıkmayalım! Yani şu an ne güzel oturuyoruz ya! Ondan dedim!” dedi.
Yalan söylüyor. Annemden korkuyor. Beni de kırmak istemediği için yalan söylüyor. Bal gibi de çiçek bahçesine gitmek istiyor ama korkuyor.

 


Zaten annemden çekiniyordu ama bugünden sonra annemden çok korktuğu belli ve maalesef haklı da!
Gözleri kendini ele veriyor. İkimizde bugün yaşananlar sanki yaşanmamış gibi kabul edeceğiz diye sessiz bir antlaşma yaptık ve antlaşmayı uyguluyoruz ama bu değil ki olayın verdiği tahribat da geçiyor.

 


Yara taze! O kadar taze ki hala kanıyor ve bu yarayı hangi pansumanı yaparsam yapayım kapanmayacağını biliyorum da!
İkimizde daha da konuşmadık papatya çaylarımızı içene kadar. İçtikten sonra Berfu ayağa kalktı.
Elimdeki boş fincanı alıp “Benim aşağıyı toplamam gerek! O yüzden hemen gelemem yanına. Gelirken benden istediğin bir şey var mı?” diye gülümseyerek sordu.

 


Başımı “Hayır!” anlamında sallamamla Berfu önüne döndü. Tam gidecekken ayağa kalktım. “Hadi temizleyelim şu odayı!” dedim.
Berfu büyük bir şokla bana döndü ve “Ne… Nasıl yani? Sen temizlik mi yapacaksın!” dedi.

 


Ne var bunda der gibi omuzumu silkip “Evet!” dedim. Berfu’nun buz mavisi gözleri şaşkınlıkla büyüdü.
“Saçmalama istersen! Asla buna izin vermem! Ne dediğini kulağın duysun!” dedi büyük bir ciddiyetle.

 


Ona neden küfür etmişim gibi tepki veriyor anlamadım. Neyse o da böyle biri! Duygularını yoğun yaşıyor herhalde! Kınamamak lazım!

 


Yanına gidip “Senden izin istemiyorum ki fıstık!” deyip yara olmayan yanağından makas alıp yanından geçtim ve merdivenlere ilerledim!

 


Ben merdivenlerden inerken Berfu’nun şaşkın bakışlarının sırtımda gezdiğini biliyordum!



 

 

Kardelen, güzel kızım!


Annene yapılan zulüm bugünden itibaren başlamıştı ve ben elimden geldiğince karşı çıkmaya çalışıyordum ama bir şey yapamıyordum.

 


Bazen kendimi bir kafese kapatılmış gibi hissederdim. Ne yaparsam yapayım hiçbir şey elde edemiyordum.


Çaresizdim!


Tek çarem Berfuydu!


O da benim hayatımda kırık bir dal parçası gibi oradan oraya savruldu.

 

Savrulmasının nedeni esen sert rüzgârdı ve en kötüsü de o sert rüzgârın ben olmasıydı…

Loading...
0%