Lütfen yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın❄️🩵☺️
“Bana ne zaman öyle bakmayı keseceksin?” diye sordum. Bu soruyu dördüncü soruşumdu Berfuya. Berfu’nun da dördüncü kez göz devirip “Ya sen yapamazsın bunu!” deyişiydi.
Bezginlik dolu nefesimi alıp verdim. Elimdeki faraşla etrafa saçılan camları topluyordum. Berfu’nun düşüncesine göre benim şu an onunla birlikte temizlik yapmam yasaktı. Nedeniyse patronu olmammış.
Ben de patronu olarak ona böyle bir emir verdiğimi söylediğim zaman da bu yaptığımın dünyanın en saçma şeyi olduğunu söylemişti.
O böyle söyleyince ben de bu sefer insanların yaşadığı ortamı temizlemesinin Âdem ve Havva’dan beri yapıldığını söylemiştim. Artık itiraz etmeyeceğini düşünürken bu sefer de temizlik yapmayı beceremediğimi söylemişti!
Bana!
Dünyaca ünlü bir örgütü yönetebilen bana!
Sabır çekip faraşla son camları da toplayıp çöp poşetine döktüm. Bakışlarım Berfuya kaydı. Ona kalkmamasını ve dinlenmesini söylememe rağmen elindeki toz beziyle TV ünitesinin tozunu alıyordu.
Elektrikli süpürgeyi fişe takıp çalıştırdım. Berfu bana garip garip bakıyordu. Ona göre benim temizlik yapmam doğru değilmiş.
Sanki adam öldürdük!
Neyse, onun garip ve kınayan bakışlarını umursamadan makineye vermeye devam ettim.
O kadar hızlı yapıyordum ki bu Berfuyu da şaşırtmıştı çünkü o daha ünitenin tozunu almayı bitiremeden ben cam parçalarını toplayıp salonu da süpürmüştüm. Şimdi de yer silme suyunun içindeki paspası sıkıp yerleri siliyordum.
Berfu beni nasıl görüyordu bilmiyordum ama ben temizlik yapmayı çok küçük yaşlarda öğrenmiştim ve yerlerden paspasla sildiğim toz ya da kir değil, kandı!
Bu kan ya benim ya Demir’in ya da Diego’nundu. Üçümüzün yüzü gözü dayak yemekten şişken elimize verilen paspasla o rutubet kokan bodrum katını temizlerdik.
Kaburgalarımızda, kol veya bacaklarımızda mutlaka çatlak ve kırık olmasına rağmen yaptırırlardı bunu.
Acımadan…
Neden diye sorardık üçümüz. Bize denilen ise şu üç nedendi: Eğitim için ya da sizin için hatta en komiği ise geleceğiniz içindi.
Üç küçük oğlan çocuğu daha geleceğin ne olduğunu bile bilmiyorduk.
Gerçi o da yalandı ya!
Gelecek falan yoktu!
Hiç olmadı da!
Bizim bir geleceğimiz yoktu çünkü bizim bir hayatımız yoktu ama bu onların umurlarında değildi ki!
“Böyle temizlik yapacağını hiç düşünmemiştim!” dedi Berfu. Yerleri silmeyi bitirip şimdi de etrafı düzenliyordum.
Berfu’nun bakışlarında çocuğunun ödevlerini yaptığını gören anne gururu vardı. Bu dudağımın sol tarafa kıvrılmasına neden oldu.
“Temizlik malzemelerini çamaşır odasına götürüyorum!” dedim. “O zaman ben de bize ödül kahveleri yapıyorum!” dedi Berfu neşeyle.
Elimdeki malzemelerle ona döndüm. “Sen otur! Ben bunları bırakıp kahvemizi yaparım!” dedim.
Berfu’nun yüzünde bir gülümseme belirdi. Şefkat kokan ve insanı güvende hissettiren bir gülümsemeydi bu.
“Benim için zaten iki saatlik işi yarım saatte yaptın. Nefes nefese kaldın. Kahveler benden…” deyip mutfağa gitti.
Elimdekileri çamaşır odasına bırakıp salona gittim ve koltuğa oturdum. Mutfaktan gelen kokular Berfu’nun sadece kahve yapmadığını gösteriyordu.
Bakışlarım yeni silindiği için parıldayan parkeye takıldı. “Daha güzel sil lan!” diyen o ses beynimin içinde yankılanmıştı. Geçmişimdeki o anı beni kendine çekiyordu adeta!
Gitmek istemiyordum!
Ben, Demir ve Diego ilk tanıştığımız geceden sonra bizi neredeyse dört senedir tuttukları depodaydık. Deponun yarısı o kadar güzel ve rahat döşenmişti ki nasıl aynı yer olduğuna insan şaşırıyordu.
Orada bize teorik eğitim verip tedavi ediyorlardı. Yani bir günde sadece beş ya da en fazla yedi saat oradaydık. Sonrası da duvara monte edilmiş yan yana üçe ayrılmış demirden kafeslere sokuluyorduk.
Bir hayvan gibi…
Deponun ortasında da dövüş ringi vardı.
Cehennem ve cenneti ayrına o dövüş ringi!
Eğitimlerden sonra kafeslerin tarafında olan spor aletlerinde antrenman yapardık.
İlk geldiğimizde ne bu depoyu umursamıştık ne de oradaki insanları ve bunun sonucunda öyle bir dayak yemiştik ki hala o gün hissettiğim ağrıları her hatırladığımda tekrardan yaşamışım gibi kemiklerimde hissederim…
Biz o dayakları yerken babam sadece izlemişti. Matteo bile bir süreden sonra izlemeye dayanamamış ve depodan çıkmıştı ama Fırat Ilgaz gözünü bile kırpmadan izlemeye devam etmişti.
Hep merak etmiştim o zamanlar bir baba oğluna bunu nasıl yapar diye?!
Büyüyünce anlıyor insan. O baba seni sevmiyorsa yapardı. O da sevmediği hatta sırtında yük olarak gördüğü ağırlığı yerden yere vurmuştu!
O gün bizi beş adam sopalarla dövdükten sonra üçümüz yarı baygın halde soğuk ve kirli olan beton zeminde yatıyorduk. Bizi bu yarı baygınlık halinden çıkaran da üzerimize dökülen buz gibi sular olmuştu.
Asıl trajikomik olan da o suları bizi ayıltmak için dökmemiş olmalarıydı.
“KALKIN! YERLERİ SİLECEKSİNİZ!” demişlerdi. Normal bir insan buna şaşırırdı ama ben gülmeye başlamıştım. Benden sonra Diego ve Demir de gülmüştü.
En sonunda üç çocuk ellerine verilen bezlerle yerleri diz kapaklarımızın üstünde siliyorduk.
Matteo gelince şoka girmişti ve babamla kavga etmişti. O zaman daha bizim bilmediğimiz Fransızca konuşmuşlardı. İki yıl sonra Fransızca da öğrendiğimiz zaman Matteo’nun cümlelerini anlamıştım.
Matteo, babama “Sen delirdin mi? Aklını mı kaçırdın? Çocuklar neredeyse bayılmak üzere? Hiç vicdanın yok mu?” diye tepkisini koyarken Fırat Ilgaz tek bir cümleyle Matteoyu susturmuştu.
“Düşman bunları umursamaz!” deyip depodan çıkmıştı. Matteo bize acıyarak bakıp o da Fırat Ilgaz’ın arkasından çıkmıştı.
O zamandan belliydi. Ben sadece Topluluk için dünyaya gelmiş ve bunun için eğitilmiş bir kuklaydım.
Biz üç çocuk, yüzü gözü şiş ve kan kusarak yerdeki kanlarımızı temizledik ve bunları yaparken sadece kahkaha atıyorduk.
“Sana hemen pişik yaptım, tatlı niyetine!” bu neşeli ses beni şu ana çağırıyordu. Yüzündeki o eşsiz gülümsemeyle birlikte.
Elindeki tepsiyi ortadaki sehpaya koydu. “Bakalım beğenecek misin? Anneannem hep yapardı bunu!” dedi. Buz mavisi gözleri ışıl ışıldı.
Bundan yaklaşık üç saat önce cehennemi yaşamamış gibi…
Sağ elimle saçını kulağının arkasına koyup parmaklarımın tersiyle yanağını okşadım. “Özür dilerim. Hem bugün için hem de diğer günler için. Maalesef benim hayatım böyle. Çok özür dilerim.” dedim sonda adeta fısıldayarak.
Başım önüme düştü. Berfu artık yanağını okşamayan elimi ellerinin arasına alıp “Şşş, bitti gitti işte! Biz şimdiye, şu ana bakalım! Ben senin yanında mutluyum. Üzme kendini! Asıl ben özür dilerim. Benim gibi bir kadını sevdiğin için!” dedi o da sonda fısıldayarak.
Aniden başımı kaldırdım! “O ne demek?” diye kaşlarım çatık bir şekilde sordum. Berfu burukça gülümseyerek “Bir sana bak, bir de bana bak! Üniversite bile okumamış bir kızım! Sen ise…” deyip gözleri dolu bir şekilde ellerimize baktı.
“Saçmalıyorsun şu an! Bu ilişkideki iyi taraf ben değilim Berfu, sensin!” dememle başını kabul etmediğini belirten bir şekilde iki yana salladı.
“Asu Hanımı anlıyorum. Bu yüzden de hak veriyorum. Beni sana yakıştırmıyor! Senin yanına yakışabilecek olan kadınlar Yağmur Hanım gibi kadınl…” cümlesini bitirmesine izin vermeden dudaklarım dudaklarını örttü.
Yavaşça, incitmeden onu sevdiğimi hissettirecek şekilde öptüm onu. Dudaklarımız ayrıldı ama bu seferde alınlarımız birleşti.
İkimizin de gözleri kapalıydı ama ruhlarımız birbirine bakıyordu büyük bir aşkla!
“Bana yakışan da bu ilişkideki kusursuz olan da sensin kar tanem! Öyle boş bir hayat yaşıyordum ki senden önce…” Güldüm.
Aklıma ilk karşılaştığımız gün gelmişti. “Sonra biri bana çarptı. Öyle bir çarptı ki etkisini ruhumun her zerresinde hissettim!” deyip dudaklarına kısa ama güçlü bir öpücük kondurdum.
Berfu kıkırdadı. Kendimi geri çekip ışıl ışıl olan buz mavisi gözlerine baktım. Alnından da öpüp “Kahvelerimiz soğudu küçük hanım!” dedim. Berfuyla kahvelerimizi içerken Berfu şaşkın bir ifadeyle güldü.
“Ne oldu?” dedim gözümü kırparak. Dudaklarını birbirine bastırdı. “Sana ilk çarptığımda işten atılacağımı düşünmüştüm. Şimdi bu halde olmamız bana çok garip geliyor.” dedi.
İç çektim. “Sana bir sır vereyim mi?” diye sordum. Berfu’nun gözleri merakla kısıldı. “Nasıl bir sır?” diye sordu heyecanla.
“Sana ilk ne zaman âşık olduğumla ilgili bir sır!” dememle Berfu’nun gözleri büyüdü. “Çok isterim! Lütfen söyle, lütfen! Lütfen!” dedi heyecanla.
Bir çocuktan farksız heyecanı beni güldürdü. Bitirdiğim kahvemi orta sehpaya koydum. Berfu’nun elindeki kahveyi de kendi kahve fincanımın yanına koydum. Yarısını içmişti o sadece. Fincanları sehpaya bırakıp ona döndüm ve sol kolundan tutup kendime doğru çektim.
Kokusu ciğerlerime dolarken yanağından öptüm. “Ben seni ilk gördüğüm an âşık oldum!” dedim. Berfu’nun merakla bakan gözleri şaşkınlıkla büyüdü.
“Na… Nasıl yani? Ne demek ilk gördüğüm an âşık oldum?” diye şaşkınlıkla sordu. Sol dudağım kıvrıldı. Omuz silkip “Duydun işte! Seni gördüğüm ilk an âşık oldum!” dedim.
“Ama senle benim ilk karşılaşmamız benim sana çarpmamla olmuştu ve sen bana nefretle bakıyordun?” dedi.
Bu sefer şaşırma sırası bendeydi. Tamam, o gün şoka girmiştim hatta bocalamıştım ama ona nefretle baktığımı hiç düşünmemiştim.
“Sana hiçbir zaman öyle bakmadım, ben! Bakamam da! Sen benim kalbimsin Berfu!” dedim.
Berfu’nun gözleri doldu. “Asıl sen benim kalbimsin Alparslan!” dedim. Elim ensesine gidip kendime çektim ve şakağından öptüm.
“Sen gözlerinden nefret ediyorsun ama ben senin gözlerini gördüğüm zaman ne yapacağımı şaşırdım. İlk defa başıma böyle bir şey geliyordu. Sen hemen kaçarcasına çıkınca keşke bana bir daha çarpsaydın, dedim hep. Sonra da benden özür dilemek için yanıma gelince de ne yapacağımı şaşırdım!” dedim sonra aklıma o hallerim gelince güldüm.
“Demir bile ikide bir bana abi iyi misin? Hastaneye gidelim falan diyordu!” dememle Berfu kahkaha attı. Kahkahalarının arasında “Neden?” diye sordu. “Çünkü gözleri buz mavisi olan bir kadına âşık oldum!” dedim ben de gülerek.
Sonra aklıma aniden gelen soruyla gülüşüm gölgelendi ve Berfuya merakla baktım.
Berfu’nun kahkahaları kesilmişti ama hala gülüyordu. Ona aniden böyle bakınca şaşkınlıkla bana baktı. “Ne oldu?” diye sordu gülümserken.
“Sen bana ne zaman âşık oldun?” diye sordum büyük bir merakla. Berfu’nun gülen yüzü benim gibi gölgelendi ama onunki üzüntüyle. Bu kaşlarımı çatmama neden oldu. “Ne oldu?” dedim tedirginlikle.
“Benim sana âşık olduğum ilk an şu yağmur yağmıştı ya hani? Hani sen bana kendi ayakkabılarını giydirmiştin ya! O zaman işte… İlk defa biri bana böyle davranmıştı. Ben o zaman kalbimde bir şey hissedince çok korkmuştum!”
Annemin akşam yemeğinde Berfuyu rezil edip kovduğu zamanki geceydi. Berfu’nun annesinden aldığı ilk hediyeyi aşağıladığı ve rencide ettiği geceydi. Benim annesini kaybetmiş bir kadına karşı utanç duyduğum geceydi…
Yüzümdeki gülümseme silindi. Başım hafifçe öne düştü. İkimizin elleri birbirine kenetlenmiş bir şekildeydi.
Berfu bir elini saçlarımın arasından geçirdi. Gülerek “Âşık olduğum anı beğenmedin herhalde!” dedi.
Zar zor yutkunmamla Berfu’nun gülen yüzü soldu ve aniden kaşları çatıldı. “Ne oldu?” dedi iki eliyle yanaklarımı kavrarken.
“Özür dilerim. Sana sadece acı vermişim. Çok özür dilerim Berfu!” dedim. Utanıyordum. O zamanki hissettiğim utancı iliklerime kadar tekrardan hissetmiştim.
Yine, yeniden…
“Şşş!” dedi Berfu kızar gibi. “Neden özür diliyorsun? Sen bir şey yapmadın?” demesiyle gözlerim doldu. Ama annem yaptı, dedim gözlerimle.
Bir insanın annesi neden bunları yapardı ki?
Berfu da kaşları çatık bir şekilde “Asu Hanım, annemin bana böyle bir ayakkabı aldığını bilmiyordu. Hem gerçekten de dikkatli bakmayan biri üstündeki dikişleri kir sanardı. Yani onun da bir suçu yoktu ki! Kadın ailecek yediği yemekte hijyen kurallarına uyarak yemek yemek istemişti. Benim hatamdı. Hem bak iyi ki bu hatayı yapmışım! Şu an seninle böyle olmamızdaki en büyük destek bence o gece!” dedi.
Omuz silktim. “O gece olmasaydı da sen benim olurdun ki!” dedim adeta mızmızlanarak.
Buruk bir şekilde “Olmazdım!” dedi. Kaşlarım çatıldı aniden. Bu Berfu’nun da gözünden kaçmamıştı. “Çatma kaşlarını hemen!” deyip eliyle çatık kaşlarımı parmağıyla düzeltti.
Omuz silkip etrafa kaçamak bir bakış attı. “Sana âşık olurdum ben yine ama bu kadar yakınında olmaya cesaret edemezdim. Senin bana sadece çalışanına acıyan ya da iyi davranan bir işveren olduğunu düşünürdüm ve platonik takılırdım.” dedi.
Bu şaşkınla kaşlarımın havalanmasına neden oldu. Benim yaşandığı için beddua ettiğim geceyi Berfu şükür sebebi sayıyordu.
Berfu sağ yanağıma bir öpücük kondurup ayağa kalktı. “Evet, Alparslan Bey! Ben bulaşıkları yıkıyorum. Siz de doğru yatağa gidip uyuyorsunuz. Yönetilmeyi bekleyen bir şirket var yarın!” dedi. Çok ciddiydi.
Bu hali kahkaha atmama neden oldu. Minicik haliyle bana verdiği emir çok komikti. Ayağa kalkarken hala gülüyordum. Başımı iki yana salladım.
Berfu gülmeme çatık kaşlarla bakıyordu. Sinirli falan olduğunu sanıyorsa yanılıyordu. Tutmayın küçük enişteyi dememek için kendimi zor tutuyordum.
Sehpadaki fincanları alıp mutfağa yürüdüm. Fincanları mutfak tezgâhına koyup bulaşık makinesinin kapağını açtım.
Fincanlara hemen bir su vurup makineye yerleştirdim ve bulaşık makinesinin kapağını kapattım ve arkamı döndüm.
Berfu kapının önünde elindeki tepsiyle ki içinde yaptığı pişi tabağıyla bana şaşkınlıkla bakıyordu. Elindeki tepsiyi de mutfak tezgâhına koyup, pişi kâsesinin kapağını kapatıp buzdolabına koydum. Tepsiyi de durulayıp musluğun arkasına yerleştirdikten sonra Berfuya döndüm.
Berfu’nun garip bakışlarına karşı “Ne oldu?” dedim.
“Neden güldün ve neden bulaşıkları yıkadın?” diye sordu.
“İnsanlar yediği yemeklerin tabaklarını yıkar Berfucuğum. Dünyanın en normal eylemi bu yaptığım ki bundan iki saat önce evi temizlediğimi görmüş biri olarak buna şaşırman daha da şaşırtıcı. Neden güldüğüme gelirsek de…” dedim yüzümdeki hin bir gülümsemeyle
Berfuya doğru yürümeye başladım.
Tam önünde durduğumda hiç beklemediği bir anda kucağıma aldım. Berfu şaşkınla çığlık attı. “Ne yapıyorsun?” dedi. “Alparslan havayolları yarım bir iş yapmaz. Son durak yatak odamız!” deyip asansörün oraya yürüdüm.
Berfu gülerek “Neden güldüğünüzü söylemediniz sayın havayolu?” dedi. Tekrar sırıtınca Berfu omuzuma vurdu. Bu yüzümdeki gülümsemeyi genişletti.
Çapkın bir yüz ifadesiyle “Hoşuma gidiyordur belki de sana gülmek!” deyip göz kırptım. Berfu’nun yanakları kızardı.
Bu hayatta en sevdiğim şeylerden bir tanesi de Berfuyu utandırmaktı. Asansör gelince bindim. Berfu da düğmeye bastı. Asansör durunca kucağımdaki Berfuyla asansörden indim. Yatak odasına girince beklemeden yatak odamdaki banyoya ilerledim.
Banyoya girince Berfuyu kucağımdan indirdim. Alnından öpüp lavabonun önüne geçtim. Diş fırçama diş macunu sıkıp dişimi fırçalamaya başladım.
Berfu da hemen yanıma gelip diş fırçasına diş macunu sıkıp dişlerini fırçalamaya başladı.
Berfu dişini fırçalarken arada dirseğiyle beni dürtüyordu ve ben ona bakınca sanki bunları yapmıyormuş gibi bakıyordu. En sonunda dişlerimizi fırçalayıp diş fırçalarımızı porselen kabın içine koyduk.
Aniden Berfuyu iki yanından tutup gıdıklamaya başladım. Çığlık çığlığa gülmeye başladı. “Demek birileri muzurluk peşinde!” deyip boynunu öpmeye başladım. Berfuyu sağ tarafımdaki omuzuma atıp yatağa yürüdüm.
Berfu hala kahkaha atıyordu. Onun kahkahaları istemsizce beni de gülümsetiyordu. Onu yarama da dikkat ederek yatağa indirdim. Gülümseyerek yatağa uzanmış bir şekilde bana bakıyordu.
Göz temasını çekmeden üstümdekini çıkardım. Berfu’nun gülümseyen yüzü dondu. Yüzümdeki ukala gülümsemeyle üstüne uzandım. Nefesini tutup bana bakmaya başladı. Pikenin altındaki pijamalarımı aldım. “Bence nefes almalısın kar tanesi!” dedim imayla.
Berfu ona ne yaptığımı yeni anlamış gibi aniden kaşlarını çattı ve ayağıyla bacağıma tekme attı. “Ah!” dememle “Oh, iyi oldu sana!” dedi. Gülerek üst pijamamı giydim. Berfu beni kınayan bakışlarla ayağa kalkıp odadan çıktı. Alt pijamamı da giydikten sonra da yatağa geçtim.
Birkaç dakika sonra Berfu da pembe pijamasını giyip gelmişti. Bu tek kaşımın havaya kalkmasına neden oldu.
Sırıtınca Berfu gözlerini devirdi ve yatağın kendi tarafına geçti. Pembe pijamalarına güldüğümü anlamıştı. Tavırlı bir sesle “İyi geceler!” dedi.
Dirseğimin üstünden Berfu’nun üstüne eğilip yanağına kocaman bir öpücük kondurarak “İyi geceler sevgilim! En güzel rüyalar senin olsun!” dedim.
Berfu huzurlu bir şekilde gülümsedi. Ona sarılıp gözlerimi kapattım. Saçlarındaki ferah koku içime dolarken huzurlu bir uykunun beni kendine çektiğini hissettim.
…
Uykunun derinliklerindeyken odaya telefonumun zil sesi doldurdu. Huzursuzca kıpırdandım. Aynı şekilde Berfu da. Uykulu bir sesle “Ne oluyor?” dedi. “Bir şey yok, bebeğim!” deyip yanağından öptüm.
Kendi tarafımdaki komodinin üstende çalan telefonumu elime aldım. Arayan Süleymandı. Kaşlarım çatıldı. Gecenin üçünde beni niye arıyordu ki?
Telefonu açıp kulağıma götürdüm. “Ne oldu?” diye sordum. Süleyman telaşlı bir sesle “Abi, hemen şirkete gelmen gerekiyor!” dedi. “Sana ne oldu?” dedim sertçe. “Abi… Abi depoyu patlatmışlar!” dedi.
Kaşlarım havalandı. Sinirle nefesimi verdim. “Arabayı hazırlasınlar. On dakikaya iniyorum!” deyip telefonu kapattım.
“Nereye gidiyorsun, bu saatte?” diye uykulu sesiyle Berfu sordu. Yüzümdeki sinirli ifadeyi silip ona döndüm. “Acil bir işim çıktı! Gidip, hemen geleceğim!” deyip alnından öptüm. “Hadi, uyu sen!” dememle Berfu uykulu haliyle “Tamam!” dedi ve yatağa geri uzandı.
Yemen yataktan kalkıp giyindim ve dişlerimi fırçalayıp, saçlarımı taradım. Merdivenden hızlıca inip dış kapıyı açtım. Ahmet, vitonun kapısı açmış beni bekliyordu. “Şirkete!” deyip vitoma bindim.
Ahmet hemen şoför koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı. Bana eskortluk edecek adamlarım da hemen arabalarına bindi ve vitomu takip etmeye başladılar.