Lütfen yorum yapmayı ve oy atmayı unutmayın✨🩵❄️
Şirketin toplantı salonunda bütün Topluluk üyeleri toplanmıştı. Sergei düşmanlarımızla ortak olup üç depoyu patlatmıştı. Fyodor sabahtan beri beni ve diğer Topluluk üyelerini arıyordu ama herkese telefonlarını açmama emrini vermiştim.
“Ne olacak şimdi?” diye sordu Murat Özdoğan. Bakışlarım ona döndü. “Siz Topluluk için onları başımıza bela ettiniz. Şimdi de bana mı ne olacak şimdi diye soruyorsunuz?” diye sordum.
Yusuf Türkmen “Artık aramızdaki buzları eritme zamanı geldi Alparslan. Aramıza soğukluk girince başımıza neler geldiğini görüyoruz. Eski birlik beraberliğimize dönüp işlerimize bakmalıyız!” diyerek araya girdi ılımlı bir ifadeyle.
“Bana bunları niye söylüyorsun?” diye tekrardan soru sordum. Yusuf Türkmen şaşkın bir şekilde etrafına baktı. Fırat Ilgaz kuşkuyla bana bakıyordu.
“Bizimle dargınsın ya oğlum!” dedi buruk bir şekilde gülümseyerek. “Dargın falan olamaz! Buna hakkı yok! Topluluk’un lideri olmak bunun sonuçlarına katlanmak demek!” dedi Fırat Ilgaz.
“Sen niye katlanmadın o zaman baba?” diye imayla sordum. Bana baktı yutkunarak. Sadece baktı. Asla cevap veremedi çünkü verecek cevabı yoktu.
“Sizi umursamıyorum bunu anlayın artık. Ayrıca üç deponun patlatılmasının nedeni sizsiniz. Hepinizden ayrı ayrı başarısızlık tazminatı alacağım faiziyle. Şirket hisselerinden değil! Özel mülklerinizden alacağım çünkü bu zarar sizin saçma sapan planlarınız bedeli olarak ortaya çıktı. Babamın da dediği gibi Topluluk lideri olarak şirketin kar oranını düşünmem gerekiyor!” dememle herkesin şaşkınlıkla kaşları havalandı.
“Fyodor ve ailesini Sergei’nin gözü önünde öldürün. İşkence yapmayın! En acısız şekilde öldürün! Sergeiyi ise en acılı şekilde ölmek için yalvaracak derecede öldürün! Ayrıca uçağı hazırla İtalya’ya gidiyorum!” dedim.
Herkes şaşkınlıkla bana bakıyordu. “Hepsini öldürtecek misin?” diye sordu şaşkınlıkla Mert. Gülerek ofis sandalyesine yaslandım.
“Topluluk üyesi olmasaydınız çoktan hepiniz mezardaydınız Mert! Neden bu kadar şaşırdın? Daha geçen sene arabana çarpan adamın bacaklarını kesip, sakat bırakan sen değil miydin? Üstelik hatalı olan da sendin!” diye sordum.
Mert kıpkırmızı oldu. “Aa… Ne oldu? Bunu bilmediğimi mi sanıyordun?” dedim alayla gülerek. “Bu masada oturan hatta bu şirketin kapısında çalışan herkes ruh hastasının teki!” dedim.
Ayaz başını önüne eğdi utançla. “Şimdi herkes şeytan olduğunu hatırladıysa eğer dediklerimi yapın! Ahmet, uçağımı hazırlat hemen!” deyip ayağa kalktım ve toplantı odasından çıktım.
Peşimden Ahmet ve Süleyman da geldi. “Abi, neden İtalya’ya gideceğiz?” diye sordu Süleyman.
Bakışlarım Süleyman’a döndü. “Senin ne işin var Süleymancığım?” diye sordum büyük bir ciddiyetle.
Süleyman şaşkınlıktan kocaman olmuş gözleriyle bir bana bir Ahmet’e baktı. “Nasıl yani abi? Ben gelmiyor muyum?” diye sordu. “Süleyman sana bin defa ne dedim ben?” , “Ne dedin abi?” diye büyük bir merakla sordu.
“Son kez söylüyorum. Seni etrafımda istemiyorum. Benim artık sağ kolum Ahmet! Anla şunu artık!” deyip Ahmet’e döndüm. “Uçağı hazırla! Benim odamdan almam gereken dosyalar var! Sen de benimle İtalya’ya geliyorsun ona göre buraları ayarla!” dedim. Başımı çevirmemle yıkılmış bir Süleyman’ı görmeyi beklemiyordum.
Gözleri dolu dolu Ahmet’e bakıyordu. Ahmet ise bakışlarını kaçırıp duruyordu. İçimden “Ya Sabır!” deyip asansöre ilerledim. Asansörü benim için tutmuşlardı. Binip en üst kata bastım. Asansör durunca indim. Koridorun sonundaki odama yürüdüm.
Şirkette kimsenin olmaması o kadar güzeldi ki…
Keşke her zaman böyle sakin ve sessiz olsa!
Odama girip hemen kapıyı kilitledim ve gizli olan mutfak kapısını açıp gizli odaya girdim. Hemen Ardayı aradım.
Üçüncü çalışta açtı telefonu Arda. “Ne oldu abi?” diye telaşla sordu.
“Fyodor ve Sergei ölecek yani buralar karışacak bir iki haftaya. Murat Özdoğan’ın zaafını İngiltere’den İtalya’ya kaçıracaksın sen de o arada. Ben de İtalya’da olacağım zaten!” dedim hızlıca ki konum bilgilerine ulaşılamasın. “Tamam, abi!” deyip telefonu kapattı.
Telefona birkaç saniye baktım. Derin bir nefes alıp sonrasında da Berfuyu aradım. İlk çalışta açmadı. İkinci aramamda uykulu sesiyle “Alparslan?” diye sordu.
“Şimdi sana söyleyeceklerimi iyi dinle! Fazla zamanım yok!” dememle karşıdan hışırtı sesleri geldi. Galiba Berfu yatakta oturur pozisyona geçmişti.
“Dinliyorum!” dedi daha canlı bir sesle. “Bir süre İtalya’da olacağım. Sakın korkma! İş için bu yüzden senden bazı şeyler isteyeceğim! Ben gelene kadar evden çıkmayacaksın! Ne olursa olsun! Senden sadece bunu istiyorum Berfu! Ben zaten her seferinde seni arayacağım. Şimdi kapatmam gerekiyor. Seni seviyorum!” dedim.
Berfu ağlamaklı bir sesle “Ben de seni seviyorum ve sakın gözün arkada kalmasın! Asla dışarı çıkmayacağım. Söz veriyorum!” dedi.
Dinlenmesin diye telefonu kapatmak zorunda kaldım.
İtalya’ya senin için bizim için gidiyorum Berfu!
Döndüğümde ikimizde artık özgür iki âşık olacağız, sevgilim!
Gizli mutfak dolabından çıktım ve masamdaki bitirmem gereken dosyaları masamın altındaki ofis çantama yerleştirdim. Alacak başka bir şey olmadığına emin olduktan sonra odamın kapısına yürüyüp kilidi çevirdim.
Kapıyı açmamla Fırat Ilgaz’ı görmem bir oldu. Yanında da gözleri kıpkırmızı bir şekilde Süleyman vardı. Gözlerimi devirdim. “Neden kapını kilitliyorsun?” diye sordu Fırat Ilgaz kuşkuyla.
“Birincisi oda benim, istediğimi yaparım! İkincisi neden buraya geldin, geldiniz?” deyip, bakışlarım Süleyman’a kayıp geri Fırat Ilgaz’a döndü.
“Süleyman’ı İtalya’ya götürmüyormuşsun?” diye sordu ama soruşunda sen hayırdır iması vardı.
“Neden yanıma yerleştirdiğin ajanını yanımda götüreyim?” diye sordum. Fırat Ilgaz’ın gözleri kısıldı. “Her şey senin iyiliğin içindi!” dedi.
“Bu hayatta bana yapabileceğin en büyük iyilik hayatımda olmaman!” dememle Süleymanın şaşkınlıktan ağzı açıldı. Fırat Ilgaz ise sertçe yutkundu.
Onları umursamadan asansöre doğru yürümeye başladım. Asansöre bindiğim zaman kapılarının kapanmasından önce gördüğüm son şey Fırat Ilgaz’ın Süleyman’a işaret parmağını sallayarak kızgın bir şekilde konuşmasıydı.
Asansörden inmemle Ahmet’in ve diğer adamlarımın beni beklediğini görmem bir oldu. Vitoma bindim. Ahmet’te şoför koltuğuna geçti.
“Havaalanına kadar uyuyacağım. Bu yüzden rahatsız edilmek istemiyorum. Ayrıca Berfu’nun etrafına etten duvar örmenizi istiyorum. Bugün yaşananlar tekrar yaşanırsa hepinizi kendi ellerimle öldürürüm!” dedim.
Ahmet “Tamam, abi!” deyip önüne döndü. Ahmet’in en sevdiğim özelliği buydu. Süleyman gibi gereksiz sorular sormazdı. Sınırını bilirdi. Bu da sakin bir kafa demekti.
Gözlerimi yumup Berfuyu düşünmeye başladım. Yaptıkları planı kendi lehime çevirme zamanım gelmişti.
🩵❄️
Havaalanının özel girişinden girip uçağıma binmiştim. Yaklaşık bir saattir havadaydık. Uçak kalkmadan önce Diegoyla konuşmuştum.
Geleceğimi haber vermiştim ama zaten Fırat Ilgaz Matteoya haber vermişti ben söylemeden. Kısacası Diego zaten en başından beri oraya geleceğimi biliyordu. Diegodan başkasına güvenemezdim!
Diego aklımda başka planlarımın olduğunu biliyordu ama telefonda konuşamayacağımızı da bildiği için fazla soru soramamıştı. Şu an saatleri saydığına emindim.
Uçağın yatak odasında uzanmış elimdeki telefonumdan Berfu’nun fotoğraflarına bakıyordum. Gülerken, uyurken, çiçekleri sularken, mutfakta yemek yaparken, ona karıştığım için bana mavi gözlerini belirte belirte bakarken ki halleriyle bakarken…
Bir sürü fotoğrafı vardı. Yanımda olmayınca en sevdiğim şey onun resimlerine bakmaktı.
Fotoğrafların hepsini ezbere biliyordum ama maalesef yetmiyordu bu fotoğraflar. Bu yüzden iç çektim acıyla. Keşke onu da yanımda getirebilseydim. Telefonumu kapatıp gözlerimi tavana diktim.
Şu an yanımda olmayabilir ama hayatımın sonuna kadar yanımda olabilmesi için buraya gelmek zorundaydım!
Uyumam gerekiyordu. Üç saatten az bir uykuylaydım ve İtalya’da uyumaya doğru dürüst zaman bulamayacağımı da biliyordum. Gözlerimi kapattım. Berfuyu düşünerek uyumak artık tek yaptığım şeydi. Uykularım onunla güzeldi. Hayatımdaki her şey artık o varsa güzeldi.
🩵❄️✨
Ne zaman uykuya daldığımı bilmiyordum ama Ahmet “Geldik, abi!” deyince uyanmak zorunda kaldım. Rüyamda Berfuyla annemin çiçek bahçesine benzer bir bahçede geziyorduk, koşuyorduk…
Berfu’nun kahkahaları bütün bahçeye yayılıyordu. Beyaz dantelli bir elbise giymişti.
O kadar güzeldi ki…
Elinde sarı güllerden oluşan bir çiçek buketi vardı. İkide bir kahkahalarının arasında sarı güllerden oluşan çiçek buketini burnuna götürüp kokluyordu.
Dudaklarındaki kırmızı ruj beyaz dantelli elbisesiyle ahenk içerisindeydi. “Söz vermiştin, sevgilim!” diyordu kahkahalarının arasında.
Çiçek bahçesinin sonuna geldiğimizde Berfu bana arkasını dönmüştü. Bu kaşlarımı çatmama neden olmuştu. “Nereye gidiyorsun?” diye sormamla Ahmet tarafından uyandırılmam bir oldu.
Anlam veremediğim bir rüyaydı bu!
Neyse en azından rüyamda Berfuyu görmüştüm.
Onun olduğu hiçbir şey kötü olamazdı ya!?
Elimi yüzümü yıkayıp üstümdeki takımı çıkardım. Krem tonlarında keten pantolon ve V yaka beyaz bir tişört giydim. Uçağımın yatak odasından çıkıp Ahmet ve Sinan’ın da oturduğu ana salona gittim.
Uçağın koltuğuna oturdum. Hostes birazdan uçağın iniş yapacağını söyleyip gitti. “Abi, en sevdiğin mekâna mı gidelim yemek için yoksa direkt Diego abilerin yanına mı geçelim?” diye sordu Ahmet merakla.
Aslında Sicilya’nın o güzel havasında denize sıfır olarak Diegoyla gittiğimiz o restorandı özlemiştim ama Berfuya ne kadar erken ulaşmak istiyorsam o kadar erken işlerimi halletmem gerekiyordu. Ayrıca babam sırf ben istediğim için beni burada tek bırakmazdı.
Büyük ihtimalle Mert, Ayaz veya Süleyman yakında buraya damlardı. Belki de hepsi aynı anda gelirlerdi. Bu yüzden aklımdaki planı onlar gerçekleştirmeden halletmem gerekiyordu. Böylelikle Yağmur meselesi de ebediyen kapanmış olacaktı.
“Hayır, hemen Diego’nun yanına gidelim! Büyük ihtimalle çoktan Fyodor ve ailesi öldürülmüştür. Bugün ya da yarın Sergei de ölür. Akbabalar başımıza üşüşmeden Gürcülerle işimizi halletmemiz gerekiyor. Sen iner inmez üç depodaki zarar neyse hesabı çıkartıp çekleri yolla. Süre verme! Erteleme falan derlerse haciz işlemlerini başlat!” dedim.
Bunu dememle Ahmet şaşkınlıkla “Na… Nasıl yani abi? Bizimkilere mi haciz yollatacağım?” diye kekeleyerek sordu. Ben de bu soruyu sanki her gün duyuyormuş gibi bir rahatlıkla “Evet, eğer hemen vermezlerse yap bunu!” dedim.
Ahmet, çaprazında oturan Sinan’a bakıp bana döndü. Sinan da şaşkın bir şekilde bana bakıyordu. Ahmet sıkıntılı bir ifadeyle “Abi yanlış anlama ama bu düşmanlarımızın kulağına giderse yani şey işte… Anladın abi sen ne demek istediğimi!” diye üzgün bir şekilde bana baktı.
Yüzümde oluşan manidar gülümseme büyük ihtimalle Ahmet ve Sinan’a göre delirdiğimin en büyük kanıtıydı.
“Bizim diğer örgütlerden daha güçlü olmamızın nedeni sence ne?” diye sordu. Ahmet böyle bir soru beklemediği için durakladı. Birkaç saniye düşündü ama cevabı bulamayınca Sinan’a baktı. Sinan bilmediğini belirten bir şekilde omuzlarını silkti.
Ahmet’in bakışları tekrardan bana döndü. Birkaç defa dudakları aralandı. En sonunda cılız bir tonda “Korkutarak mı?” diye sordu. Kahkaha attım. Başımı “Hayır!” anlamında iki yana salladım.
Şaşkın bakışlarla birbirine bakan Ahmet ve Sinan’a “Tam tersi! Bizim üyelerinin arasında derin bir bağ vardır ve bu korkudan gelmez! Şimdi diyeceksin ki abi o zaman neden haciz bile yollatabiliyorsun diye?” dememle Ahmet merakla başını “Evet!” anlamında salladı.
“Çünkü Topluluk’un ana kuralı bu! Ben koymadım bu kuralı. Bu kural etrafında şekillendi Topluluk! Topluluk her şeyin karşılığını verir! Kötülüğe kötülükle iyiliğe iyilikle!” dedim.
İç çekerek “Eğer bir kere izin verirsen ya da alttan alırsan kuralın hiçbir ağırlığı kalmaz ki bu kural Topluluk’un ana kuralı! Yani Topluluk diye bir şey kalmaz! Bu yüzden Topluluk üyeleri hacize gerek kalmadan zaten hemen ödemeyi yaparlar!” dedim.
Ahmet ve Sinan’ın kafasındaki soru işaretlerinin silindiğini yüz ifadeleri ortaya çıkardı. Bu sırada uçak iniş yapmaya başlamıştı. Pilotun rutin uyarıları ve konuşmaları içinde piste inmiştik.
Yarım saat içinde VIP terminalinden geçerek bizi bekleyen siyah minibüse doğru yürüdük. Diego beni görünce yaslandığı siyah minibüsten doğruldu.
Güneş gözlüğünü çıkarıp bana doğru geldi. “È venuto mio fratello! (Kardeşim geldi!)” dedi büyük bir sevinçle. İkimizde birbirimize sıkıca sarıldık. Diegoyla sarıldığımda her zaman çocukluğuma sarılıyormuşum gibi hissediyordum.
Acaba o da benim gibi hissediyor mu diye hep merak ettim ama bunu değil İtalyanca, hiçbir dilde sorabileceğimi sanmıyordum!
“Sei una delle poche persone felici di vedermi! (Beni gördüğüne sevinen az sayıda kişiden birisin.)” dedim.
Diego bunu dememle kaşlarını çattı.
Aklında bir sürü soru işareti oluştuğuna eminim!
Diego’nun yardımcısı Leo “Signore, andiamo? (Efendim, gidelim mi?) Mio padre sta aspettando la cena! (Babam akşam yemeğine bekliyor!)” dedi.
Diego “Tamam!” anlamında kafasını sallayınca ben ve Diego siyah minibüse bindik. Ahmet ve Sinan da siyah minibüse eskortluk eden arabalara dağıldılar.
Diego ve ben de minibüse binince arabalar hareket etmeye başladı.
Diego bana kaş göz yaparak ne oldu diye sormaya çalıştı.
Konuşmamasının en büyük nedeni adım kadar eminim minibüsün içinde dinleme cihazı olmasıydı.
Matteo’nun Fırat Ilgazdan tek farkı Diegoyu sevmesiydi. Yaptığı her şeyin altında sevgi vardı. Bu sevgi hastalıklı bir sevgiydi ne yazık ki…
Sırf düşmanlarından koruyabilmek için torununu küçük yaşta ölümle burun buruna getirerek eğitmişti. Ama bu itiraf etmeliyim ki bizim gibi insanların hayatında kurtuluş biletiydi.
Diegoyla aramızdaki en büyük fark ise ne olursa olsun arkasında büyük bir gücün olduğu bilinciydi. Mesela Matteo sırf İtalyan ailesi için Diego’nun vurulmasına izin vermezdi.
Dünyada insan bırakmazdı.
Gerekirse herkesi öldürürdü ama Diegoyu ateşin içini atmazdı. Benim hayatım için ise bu tam tersiydi.
Benim gözümde bir sinekten daha değersiz olan Hakan Adan için bile Fırat Ilgaz beni öldürebilirdi.
Eskiden beni neden bu kadar sevmediğini anlayamazdım ama şimdi anlıyordum. Sevdiği kadınla arasındaki en büyük engellerdik biz.
Annemden iğreniyordu. Eskiden bu bakışların nedenini anlayamazdım ama insan büyüyünce anlıyordu.Bu sefer de konduramazdım.
Kim babasının annesine iğrenerek baktığını görmeye dayanırdı ki?
Ben dayanamadım hiçbir zaman!
Ama Fırat Ilgaz’ın anlamadığı bir şey vardı. Annemin bu hayatta en sevdiği kişi kendisiydi. Yani bizle yaralamaya çalışmasının hiçbir anlamı yoktu.
Ancak kendisine zarar gelirse annem yıkılırdı ama Fırat Ilgaz o kadar bencil bir adamdı ki kendisinin tırnağının ucuna zarar gelmesin diye bir kadının hayatını mahvetmişti.
Berfu’nun annesini sevdiğini düşünmüyordum çünkü Fırat Ilgaz kendinden başkasını sevmezdi.
Diego telefonundan bir şeyler yazıp bana uzattı. Mesaj kısmına “Quello che è successo? (Ne oldu?)” yazmıştı. Bakışlarım büyük bir ciddiyetle ona döndü.
Telefonunu elinden aldım ve yazmaya başladım. Telefonu Diegoya uzattım. Okur okumaz kaşları derinden çatıldı. Hem sorduğum soruya şaşkınlıkla bakıyor, şaşkınken de sinirli olduğunu bana belli etmekten çekinmiyordu.
Bu bakışlarını sebep olan cümle ise “Posso davvero fidarmi di te, fratello? (Sana gerçekten güvenebilir miyim kardeşim?)” idi.
Ona nasıl böyle bir soru sorarım diye şaşkındı ama ben ciddiydim.
Benim için Matteoyu bile karşısına alabilir miydi?