Yeni Üyelik
36.
Bölüm

36. Bölüm

@nurita

Lütfen yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın✨🩵🫣🫢❄️

 

 

Sevgili kızım, Kardelen!


Annen yanında ve büyük ihtimalle sana biz için hiç çabalamadığımı hep söylemiştir ama yemin ederim öyle değil! Annenle tanıştıktan sonraki en büyük gayem beraber olabilmemizdi.
Ben çok çırpındım, çabaladım.

 

Elimden gelenin fazlasını yaptım ama olmadı. Tek ben de değil!

 

Çevremdeki bazı arkadaşlarım da bundan nasibini aldı. Sırf benimle arkadaşlar diye onların da canı çok yandı ama buna rağmen ellerinden geleni yaptılar lakin şu an geldiğimiz noktaya bakınca hiçbir şey yapmamış gibi gözükebiliriz.

 

Bazen hayat göründüğünden farklı olabilir. Bunu bana öğreten Topluluktu. Beni her zaman bu hayatta zan altında bırakanın da topluluk olması hayatımda hiçbir zaman çözemediğim en büyük bilmecelerden bir tanesiydi.

 


Senden bu hayatta tek dileğim annen gibi benden nefret etmemen! Annenin bana olan nefretinin evrenden büyük olduğunu biliyorum.

 


Asıl komik olan da dünyadaki en nahif kadının benle olduktan sonra nefretle tanışmış olmasıydı…



 

Diego ne saçmaladığımı yazan mesajlar gösterdi yol boyunca bana ama ben her zaman onu reddettim ve ona bu gece düşünmesi gerektiğini söyledim.

 


Zaten onu bunu kabul etmeye iten en büyük destek de benim tavrımdı. Ona ilk defa böyle yaklaşmış olmam olayın ciddiyetini göz önüne seriyordu.

 

Ona bu gece düşünmesi gerektiğini yazmıştım. Her şeyi benim için yapabilir mi diye sormamın en büyük nedeni de bir noktada bütün kurallara karşı gelmeye cesaret edebilecek mi diye düşünmesini istememdi.

 


Toplulukta da aile önemlidir ama bizi bana göre bir arada tutan çıkardı. Matteo ve ailesinde ise sevgi…

 


Topluluktaki çıkar ilişkisiyle ayakta duran tek aile ise Ilgaz ailesiydi. Bunu da yakın zamanda anlamıştım en acı tecrübeyle.

 

Kısacası ben ailemi karşıma alabilirdim zaten uzun bir süredir hayatım bu doğrultuda ilerliyordu ama Diego bunu yapabilir miydi işte bundan emin olamıyordum.

 


Şu an Matteo’nun görkemli malikânesinde bana verilen bir misafir odasında öylesine uzanmıştım.

 

Matteo beni gördüğüne sevinmişti ama bakışları temkinliydi. Fırat Ilgaz buraya bir amaç için geldiğimi anlatmış olmalıydı.

 


Görünürde bu amaç Gürcülerle güvenli bir anlaşma yapmak olsa da Fırat Ilgaz’ın yıllardır soğuk olduğu hatta nefret ettiği Arnavutlarla iş yapmaktı.

 

Fırat Ilgaz’ın asla istemediği ve nedenini söylemediği bu neden benim için anlamsız ve zararlıydı.

 


Balkanlarda tampon bölgeydi işlerimiz için ama yıllar önce keyfi olarak tartıştığı bir çete lideri yüzünde onlarla anlaşma yapmıyordu. Sadece kendi dostlarıyla antlaşma yaptırması benim için zararlıydı.

 


Ondan daha güçlü olamıyordum. Herkes ilk dostuna ihanet etmiyordu. Bu yüzden Fırat Ilgaz benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu.

 


Hayır, sonda başarılı olsa amenna ama bir de yaptığı saçma sapan planların yıkımlarını da ben topluyordum. Bu yüzden en kısa zamanda Fırat Ilgaz’ı gerçek bir emekliliğe ayırma zamanı gelmişti.

 


Kapının tıklatılmadan açılmasıyla gelenin Diego olduğu belliydi. Kapıyı çarparak kapatarak “Neden yemeğe gelmedin? Dedem Türk yemekleri senin için hazırlattırmıştı!” dedi.

 


Tavana bakmaya devam ederken “Aç değildim!” dedim ruhsuzca. Açlık kavramı neredeyse bir güne yakındır yemek yememekse aç değildim.

 


“Kuşlar dün geceden beri yani bu bir gün oluyor yemek yemediğini söyledi!” dedi Diego yatağın çaprazındaki kırmızı berjere otururken.

 


Kaşlarım havalandı. “Tuvalet saatlerimi de bildiriyorlar mı acaba?” diye dalga geçerek sordum. Sorum Diegoyu da cansız bir şekilde güldürdü. “Büyük ihtimalle!” dedi Diego.

 


Aramızdaki sessizlik devam ederken Diego cebinden bir şey çıkarıp iki kırmızı berjerin ortasındaki sehpaya koyduğunu fark ettim.

 


“Bu alet özel yapım bir mühendislik! Odada varsa dinleme cihazı ya da kamera bozucu frekans yolluyor. Yani konuşabiliriz. Bir gün beklememe gerek yok! Ben ne olursa olsun senin yanındayım! Ayrıca dedemin bugün gitmesi gereken yerler vardı. Böyle bir fırsat elimize bir daha geçmez! Dökül bakalım aklında dolanan tilkileri!” dedi.

 


Kusursuz Türkçesi takdire sayendi. “Türkçen gözlerimi dolduruyor!” dedim yine şakaya vurarak. Hala tavana bakmam ve şakaya vurmam Diego’nun kaşlarını çatmasına neden olduğunu hissettim. Bakışlarım ona kayınca da yanlış hissetmediğimi gördüm.

 


Bir bacağını diğerinin üstüne atmış. Sağ dirseğini kırmızı berjerin kenarına yaslayarak kaşları çatık bir şekilde bana bakıyordu.

 


“Türkçemin kusursuzluğu yeni gördüğün bir şey değil ama benim direkt konuya girmeyip lafı dolandırman ilk defa gördüğüm bir şey!” dedi kuşkuyla bana bakarken.

 


Yüzümde silik ama buram buram acı kokan bir gülümseme peyda oldu. “Arnavutlarla gizli bir görüşme ayarla!” dedim.

 


Bunu dememle Diego şaka yapmışım gibi kahkaha attı. Diego’nun kahkahalarını durduran şey benim oldukça ciddi olan yüz ifademdi. Yatakta oturur pozisyona geçtim.

 


“Sen, ciddisin?” diye şaşkın bir şekilde sordu. Güldüm. “Burası tarafsız bölge değil mi? Arnavutlara karşı bu kadar şaşırman kırıcı!” dedim.

 


Diego inanamaz gibi bakarken yutkundu. “Bunun ne demek olduğunu biliyorsun değil mi? Babanla olan bağların tamamen kopar!” dedi.

 


Diego kardeşini korumaya çalışıyordu ama kardeşinin babası olmadığının daha farkında bile değildi.

 


“Olmayan bir şey kopamaz Diego. Adam benim ölüm emrimi verdi ki babamın asla bir babanın yapmayacağı kaç davranışına en yakın şahit sensin.” dememle Diego başını önüne eğdi.

 


Utanması gereken o değil! “Ayarla! Gürcülerle aynı gün olsun! Onlarla görüşüyormuş gibi gözüksün! Matteo’nun asla haberi olmasın! Tabii Arnavutlar benle görüşmek istemeyebilirler ki bu çok normal!” deyip iç çektim. “Bu yüzden sana ihtiyacım var! Onları ikna etmen gerekiyor benim kötü bir niyetle onlarla buluşmadığıma. Tek amacımın ticaret olduğunu bilsinler!” dedim.

 


Diego birkaç dakika cevap vermedi en sonunda “Tamam!” dedi. Ona baktım. Kan kardeşime baktım. “Bu ortaya çıktığında ki çıkacak Matteo ile aran bozulabilir!” dedim kederle.

 


Diego’nun asla çözemediğim bir tarafı vardı. En kötü olayların sonunda ya da en çaresiz olduğumuz anlarda aniden yüzünde güven veren güçlü bir gülümseme oluşurdu. O anlardan biri de buydu.

 


Matteo, Diegoya sevgiyle bağlıydı ama sonsuz güven isterdi. Bu hayatta en nefret ettiği şey arkasından iş çevrilmesiydi çünkü tek oğlunu, Diego’nun babasını bu yüzden kaybetmişti.

 


Oğlunun güçlü ve düşman bir İtalyan aileyle barış yapmaya gittiğini bilmiyordu. Diego’nun babasının tek amacı babasına sürpriz yapıp bu anlamsız kan davasını bitirmekti ama işler düşündüğü gibi gitmedi.

 


Matteo her şeyi öğrendiğinde evine tek oğlunun ölü bedenini yollamışlardı. Maalesef sadece de öldürmemişlerdi. Yaptıkları işkencelerle Matteo oğlunu tanıyamamıştı ilk başta.

 

 

Kan davasının bitirmek için yaptıklarını söylemişlerdi bu cinayetle ama bu sadece daha fazla kana neden olmuştu çünkü Matteo delik deşik olmuş oğlunun cansız bedenine sarılırken bir intikam yemini etmişti.

 


O günden sonra Sicilya’da hiçbir zaman dökülmeyen kan o zaman dökülmüştü. O aileyi çoluk çocuk demeden dünyadan silmişti. Ondan sonrada İtalyayı tarafsız bölge olarak ilan etmişti.

 


Diegodan istediğim şeyi Matteo duysa bir daha buraya ayak basmamı yasaklardı, biliyorum ama bazen tam özgürlük için bazı fedakârlıklar yapman gerekiyordu. Düşüncelerimi bölen Diego’nun tedirgin sesi oldu.

 

“Fırat amca, dedeme bazı şeylerden bahsetmiş.” demesiyle kafamı “Ne?” anlamında sallamam bir oldu.
Diego birkaç saniye bana baktıktan sonra “Berfu diye birinden bahsetmiş. Biri var demiştin bana! O biri Berfu mu?” diye sordu.

 


Onun ismini duymamla gülümsemem bir oldu. Diego’nun kaşları şaşkınlıkla havalandı. Kendimi geri yatakta sırt üstü bıraktım. “Artık sadece biri değil!” dedim hülyalı bir edayla.

 


Aramıza yine sessizlik hâkim oldu. “Berfu’nun kimin kızı olduğundan da bahsetmiş dedeme Fırat amca. Aslında dedem de seninle bu konu hakkında konuşmak istiyordu!” dedi.
Dudaklarımdan “Hıh!” diye bir ses çıktı alayla. “O da mı Berfudan uzak durmamı isteyecek?” diye sordum.

 


Diego yine sessizleşti. Bunu isteyeceğini biliyorum. Tıpkı Diego’nun beni kırmamak için seçe seçe konuşmaya çalışması gibi.

 


Diego kendine bir sigara yakarken “Sanırım!” diye sıkıntıyla konuştu. Aramızdaki sessizliğe bir de gergin bir hava eklendi. “Ona âşık olduğumu anladığımda o kadar direndim ki bunun tersi olması için ama olmadı. Nedeni de onun değil kendimi ona yakıştıramamamdı!” dedim.

 


İlk defa bu konuyu rahatça konuşmanın getirdiği bir huzur vardı. Diego kafası karışmış gibi “Nasıl yani?” diye sordu.

 


Sigaranın dumanı odaya sinsi bir gölge gibi dağılıyordu. “Benim ellerim küçüklüğümden beri sadece kan gördü. Ruhum simsiyah ama o, öyle değil! Tamam, çok güzel! Aşırı güzel! Onun kadar güzel bir kadın hayatım boyunca görmedim ama beni büyüleyen sadece dış güzelliği değil. Ruhu çok güzel! Ruhunun güzelliği yüzüne yansımış sanki. Saf, duru bir güzelliği var! Dünyadaki meleğin karşılığı o!” dememle Diego’nun şaşkın bir şekilde bana baktığını hissettim.

 


Bakışlarımız birleşince ağzı şaşkınlıktan açık olan bir Diego gördüm. Sigarasının külü bile parkeye dökülüyordu ama umurunda değildi.

 


“Ben uzun süre bu şaşkın ruh halinden çıkamadım! Her şeyi denedim. Sırf ona âşık olmadığımı kendime kanıtlamak için ama olmadı! Yapamadım!” dedim.

 


“Seni ilk defa böyle görüyorum!” dedi Diego. “Ben de!” dedim. “Eğer bu kadar seviyorsan ne olursa olsun aşkının peşinden git! Bizi ruhsuz canavarlar olarak yetiştirdiler. İçimizden birinin duygularını hissetmeye başlaması çok güzel!” dedi Diego imrenir bir şekilde.

 


Ben, Demir ve Diego o cehennemde beraberdik ama Diego ve beni daha da zorluyorlardı ya da ben ve Diego aramızdaki en küçük Demir olduğu için hep onu korumaya çalışıyorduk!

 


“Aşkımın peşinden gittiğim için şu an buradayım ya!” dememle Diego’nun kafasında soru işareti de çözülmüş oldu.

 

Fırat Ilgaz’ın bana neler yapmasına rağmen hiçbir şey yapmamıştım ama şimdi savaşa hazırlanmama garip ve soru dolu bakıyordu ama artık değil!

 


Sigarasını sehpanın üstündeki cam küllükte söndürdü. “Arnavutları hallolmuş bil, kardeşim!” demesiyle sehpanın üstündeki cihazı kapattı ve cebine attı. Odadan çıkmak için yürüyorken kapının önünde aniden durdu.

 


“Bu gece gençken hep yaptığımız takılmaları yapalım mı? Hem kafan dağılır! Bu yüzden gelmiştim odana!” dedi. Bakışları uyarı doluydu.

 


Tabii ki de odayı dinleyenler artık dinleyemedikleri için bizim benim asıl gelme nedenimi konuştuğumu anlamışlardı.

 

Hedef şaşırtarak onları her zaman gittiğimiz gece kulübünde bir şey varmış gibi davranarak zaman kazanmak istiyordu.

 


“Uzun zamandır buna ihtiyaç duyuyordum. İyi olur kardeşim!” dedim. Diego’nun sol dudağı yorgun bir şekilde yukarı kıvrıldı.

 


“Odana her zamanki özel sosta yapılan spagettiyi yolluyorum. Yanına kırmızı mı beyaz mı istersin?” diye sordu.

 


“Beyaz şarap olsun!” dememle odadan çıktı. Bakışlarım tekrardan tavanı buldu. Beyaz sade tavanı çarpıcı yapan gösterişli avizeydi. Tavanın ortasının neredeyse hepsini kaplayan, gold taşlarla bezeli avize odaya ayrı bir hava katıyordu.

 


Diego gittikten ortalama yirmi dakika sonra kapı çaldı. “Venire! (Gel!)” dememle iki sarışın hizmetçi odaya girdi ve yemek servisini yapmaya başladı.

 


Altı tekerlekli servis masasını kırmızı berjerin önüne çektiler. Alttan alttan bana bakıyorlardı. İkisinin de gözleri maviydi.


O kadar sıradandı ki…


Berfu’nun buz mavilerinden sonra diğer bütün maviler renklerini yitirmiş gibiydi.


Bu hayatın sana oynadığı en büyük oyun bu değil de ne?


Onun gözleri de mavi.


Gökyüzü gibi, deniz gibi…


Ama bana göre onun mavileri bu yaşıma kadar görmediğim, görmek için can attığım maviydi.


Aşk bu muydu gerçekten?


Sıradanlaşanı özel kılan şey miydi?


Beni düşüncelerimden çıkaran sarı saçlı olan hizmetçinin “Ha altre richieste, signore? (Başka bir isteğiniz var mı efendim?)” diye sormasıydı.

 


“No!” dememle çıktılar. Onlar çıktıktan sonra istemeye istemeye de olsa yataktan kalkıp kırmızı berjere oturdum.

 


Yemekler harika olmasına rağmen her lokmam boğazıma diziliyordu! Aklımda olanı yapmam için deli olmam gerekiyor ama zaten bu hayatta akıllı olmak ölmek demekti!

 


Arnavutlarla yapacağım iş bana her şekilde avantajlı bir dönüt olacaktı ama bunun bir bedeli olacağını adım gibi biliyordum.

 


Fırat Ilgaz bu yenilginin altında kalmazdı. Beni öldürmezdi ama ölmem için ona yalvaracağım kadar ileri gideceğine adım kadar emindim.
Şarabımdan birkaç yudum aldım ve kadehi masaya indirdim.

 

Tabağımın yarısı duruyordu ama daha da yiyebileceğimi sanmıyordum.

 


Tekerlekli masayı sol tarafa itip ayağa kalktım. Banyoya giderken üstümdeki kıyafetlerden teker teker kurtuldum.

 

Duşa girdiğimde suyu ne sıcak ne de soğuğa verdim. Ilıktan biraz daha soğuk olan su tepeden akarken ben de düşünceler denizinde kulaç atıyordum.

 


Duşta aklıma gelen fikirle nefesimin kesildiğini hissettim. Bunu yapsam mı?

 


Eğer böyle bir şey yaparsam kıyamet kopabilir ama sonunda ben mutlu bir adam olacağım.


Suyun altındayken bu fikirle yüzümde aniden bir gülümseme oluştu. Uzun süredir bunun için çırpınıyorum.


Neden olmasın ki?


Duştan çıkıp, krem rengindeki havluyla kurulanmaya başladım. Aklımdaki düşünce yüzümdeki sırıtışın silinmesini engelliyordu.

 


Altıma siyah bir kot pantolon giyerken kapı aniden açıldı. İçeri koluna saat takmaya çalışan Diego girdi. “Ne güzel kapı çalıyorsun sen ya! Bu kadar misafirperver olma!” dedim imayla. Diego yandan hiç umurunda olmadığını belirten bir bakış attı.

 


Başımı sen iflah olmazsın der gibi sallayıp beyaz bir tişört giydim.

 

Valizimin kenarındaki parfüm şişemi elime alıp boynuma da sıktıktan sonra sadece ıslak saçlarım kalmıştı.

 

Saçlarım uzun olmadığı için havluyla olan nemini alıp kendi haline bıraktım. Zaten canım burnumdaydı bir de bununla uğraşamazdım.

 


Benim aksime Diego’nun saçları özenle yapılmıştı. Beni baştan aşağı süzüp “Hazır mısın?” diye burun üstü sordu. Tek kaşım havalandı.

 

“Beğenemedin galiba?” dedim dalga geçer gibi. Diego ise bütün ciddiyetiyle “Evet!” deyip odadan çıktı.

 


Şaşkın bakışlarım onun arkasından açık bırakılmış kapıyı buldu. Beyaz spor ayakkabılarımı da giyip ben de odadan çıktım.

 

Diego salonda oturmuş elindeki tabletten mail atıyordu. Yanında durmuş kalkmasını bekliyordum ama onun umurunda bile değildi.

 

Mailden çıkıp notlara girdi ve tableti bana çevirdi. “Come pensi che stia andando questa azienda? ( Sence bu şirketin durumu nasıl?)” diye sordu ama notlarda yazanın alakası yoktu.

 


Notlarda yazan: Bu gece senin iş hallolabilir. Uzun süredir seninle iş yapmak için bekliyorlarmış zaten!

 


Yüzümdeki sırıtışı zar zor sakladım. Diego’nun da sol dudağı hafifçe yukarı kıvrıldı. “Verilerine bakılırsa baya iyi durumda! Ben beğendim kardeşim!” dedim.

 


Diego da “Ok!” deyip ayağa kalktı. Yüzümdeki ukala tebessümle “Lascia che le notti siano nostre! (Geceler bizim olsun!)” dememle Diego’nun da yüzünde ukala bir tebessümle “Era già nostro! (O zaten bizimdi!)” demesi bir oldu.

 


İkimizde gülerek dış kapıya yürüdük.

 

Her şey olduktan sonra Fırat Ilgaz’ın yüz ifadesini iple çekiyordum!

 

 

Loading...
0%