Lütfen yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın❄️🩵❤️✨
Yağmur’un abisini bile öldürebileceğini söylemesi üzerinden üç gün geçip gitmişti bile. O gece bazı anların kırılma noktası gibiydi.
Benim için gözlerinde gerçekten biricik abisini öldürebileceğini görmüştüm. Bunu beklemiyordum. Diğer beklemediğim şey de beni öpmesi olmuştu.
Onu hemen itmiştim ama buna karşılık keyifle gülüyordu.
“Ne oldu? Korktun mu benden?” deyip kahkaha atmaya başlamıştı.
Şaşkınlıktan ölmek üzereydim. “Delirmişsin sen!” demem bile onun umurunda olmadı hatta daha da gülmesine neden oldu.
Yine dibime kadar girip “Senin yüzünden delirdim ben ve bunu sakın unutma! Sen benimsin Alparslan! O böcek asla ama asla aramıza giremeyecek!” deyip gitmişti.
Yağmur’un gitmesiyle Diegoyla göz göze gelmiştik. Ben bardan çıkınca peşimden gelmişti. Arabaya binip Diego’nun evine giderken de yol boyunca bana bakmıştı.
En sonunda ağzındaki baklayı çıkararak “Berfuya âşık olduğunu sanıyordum!” demişti.
Ben de yanlış anlaşılma olmaması için Yağmurla aramızda geçenleri anlatmıştım. Diego da şaşkınlıktan ölmek üzereydi. Hele de Hakan’ın Yağmur için ne kadar değerli olduğunu bildiği için bunu söylemesine inanamıyordu.
Ben de inanamıyordum ve düşündüğümün aksine Yağmur ileride başıma büyük bir bela olabilirdi. Bunu gözlerinde net bir şekilde görmüştüm ve Yağmur için sadece bir takıntı olmadığımı da görmüştüm.
O benim gücümü istemiyordu. O direkt beni istiyordu ve bunun için her şeyi yapabileceğini anlamıştım.
Berfuya şiddet uygulamasının ise sadece başlangıç olduğu da belliydi. Yağmur’u engelleyebilmemin tek bir yolu kalmıştı.
Eğer Fırat Ilgaz yaptıklarımı anlamadan Arnavutlarla işi bağlarsam o yolu da burada yapmam gerekiyordu çünkü Türkiye’de Yağmurdan saklı o tek yolu yapabilmemin imkânı bile yoktu!
Ben düşünce denizinde kulaç atarken Diego’nun evine gelmiştik.
Eve gelmemizle kendimi odama atıp yatağa girmem bir olmuştu. Kafam kazan gibiydi. Her şeyin üstüne bir de Yağmur’un bunları yapmış olması beni iyice yormuştu. Uyku beni bir sırdaş gibi şefkatli kollarına alıp sakinleştirmişti.
…
Gözlerim gelen ışıkla birlikte kendiliğinden açılmıştı. Açılmasıyla da kapanması bir olmuştu. Gece gelir gelmez yattığım için perdeleri kapatmamıştım bu yüzden güneş doğar doğmaz ışıkları odayı aydınlatmıştı.
Gözlerim kamaştı. Bu o kadar da kötü olmazdı normalde ama dün gece o kadar içmiştim ki başımdaki dayanılmaz ağrıyla bir an bayılacağımı sanmıştım. Homurdana homurdana ayağa kalktım. İlk başta dengemi sağlayamadığım için sendeledim bu yüzden komodinin üstündeki duvara monte edilmiş gece lambasını tuttum.
Lambanın başlığı az kalsın kırılacaktı ama umursamadım. En sonunda dengemi sağlayınca güneşliklerin yanına gittim.
Tam çekecektim ki bugün yapmam gereken bir sürü iş olduğunu bildiğim için kimse uyanmadan şirket işlerini halletmenin daha iyi olacağına karar vererek istemeye istemeye de olsa ayaklarımı odadaki banyoya yönelttim.
Çabucak üstümdekilerden kurtulup banyo kabininin içine girdim. Suyu açmamla soğuk suyun bedenimde zehirli bir sarmaşık gibi yol alması bir oldu.
Tenime tırtıklı buz sarkıtları batmış gibi hissettim ilk başta.
Bedenim soğuk sudan ne kadar rahatsızsa o kadar bu durumdan memnundu. Soğuk su sanki kafamı dondurmuş gibiydi.
Bu da baş ağrımın azalmasına neden oluyordu. Zaten ortalama on dakika sonra bedenimde uyuşarak soğuk suya teslim olmuştu.
Uzata bildiğim kadar uzattım duşu. Suyun altındayken daha iyi düşünebiliyordum. En sonunda abarttığıma kanaat getirerek duştan çıktım. Banyo kapısının dolabı açıp içinden iki beyaz havlu aldım.
Birini belime gelişi güzel sardım. Belime sardığımın neredeyse yarısı olan diğer beyaz havluyla da saçımın ıslaklığını almaya çalışıyordum.
Birkaç adımla banyodaki lavabonun önüne geldim. Dolap kapaklarını açmamla ambalajı açılmamış kişisel bakım aletleriyle karşılaştım.
Saçımı sağ elimdeki havluyla kuruturken sol elimle de diğer dolapları karıştırmaya başladım. Aradığım ağrı kesiciydi. En sonunda sağ taraftaki çekmecede bulduğum ağrı kesiciyi musluğun suyunu açarak içtim.
Saçımın artık sadece nemli olduğuna emin olunca elimdeki ve belimdeki havluyu kirli sepetine atıp odaya yürüdüm.
Dünkü hizmetçiler ben gittikten sonra valizdeki kıyafetlerimi odadaki dolaba yerleştirmişlerdi. Kıyafetlerimi alıp giyindim.
O kadar isteksizim ki sadece uyumak istiyorum ama şirket işlerinin birikmemesi için dosyaları ve mailleri halletmem gerekiyordu.
Bilgisayar çantamı alıp kırmızı berjere oturdum. Tekerlekli masayı önüme getirdim ve ayağındaki çengeli açarak ben çalışırken sağa sola hareket etmesinin önüne geçtim.
Bilgisayar çantamın içinden hem bilgisayarımı hem de tabletimi aldım. Odadaki saate kaydı bakışlarım. Saat 05.47’di. Bugünün yorucu bir gün olacağı her hâlükârda belliydi. Bezgin bir nefes koyup ve çalışmaya başladım.
…
Kapımın aniden açılmasıyla odaya birinin girmesi bir oldu. Diego iyice odamı yolgeçen hanına çevirmişti.
Yüzümdeki gülümsemeyle “Saat sabahın dokuzu. İnsan evindeki misafiri böyle uyandırmaz, kardeşim!” deyip bakışlarımı ona çevirmemle yüzümdeki gülümseme dondu. Gelen Diego değildi, Yağmurdu.
Onu görünce şaşırmam hoşuna gitmiş gibi gülümsedi. “Benim evimde uyanırsan seni böyle uyandırmayacağıma yemin edebilirim! Bildiğim başka yöntemler var!” dedi. Bana yine tutkuyla bakıyordu. Kaşlarım çatıldı aniden.
“Ne dediğini kulağın duysun!” dedim dişlerimin arasından.
Yağmur kapıyı kapatıp kilitledi. Bu kaşlarımın daha da derinden çatılmasına neden oldu. “Ne yapıyorsun sen?” deyip ayağa kalktım. Yağmur tutkulu bir ifadeyle gülümsedi.
“Kahvaltıya çağırmak için geldim ama daha hazırlanmasına ortalama yarım saat var bence. Bence bu yarım saati güzelce değerlendirebiliriz!” dedi.
Şaşkınlıktan gözlerim kocaman oldu. Tamam, Yağmur her zaman sınır bilmezdi ama bu artık bambaşka bir seviyedeydi.
“Sen nasıl bir kadın oldun ya! Senin kadar aşa…” hırsla söylediklerime karşılık Yağmur beni umursamadan konuşmamı kesti. “Artık bu laflara karnım tok! Ağlayan sızlayan Yağmur olmanın hiçbir faydasını görmedim! Seni istiyorum ve alacağım demiştim. Bu yüzden buradayım!” dedi kararlılıkla.
Allah’ın manyağı ya! Tam ona doğru yürüyüp kapıyı açacakken Yağmur boynunda bağladığı elbisenin iplerini çözdü ve elbise aniden yere düştü. Sütyen giymemişti. Direkt gözlerimi kapattım. Şoka girmiştim. “Se… Sen ne yapıyorsun?” diye kekeleyerek sordum.
Hayatım boyunca böyle bir şey yaşamamıştım. Sinirden kıpkırmızı olduğumu hissediyordum.
Yağmur’un topuklu ayakkabılarının sesi bana doğru geldiğini gösteriyordu.
Gözlerimi sımsıkı kapatmıştım. Yağmur’un ağır parfüm kokusu tam önümde durduğunu gösteriyordu. “Git çabuk elbiseni giy! Beni delirtme!” dedim dişlerimin arasından.
Yağmur kıkırdadı ve aniden kollarını bana sardı. Giydiğim yazlık gömlek ince olduğundan göğüs uçlarını hissediyordum. Aniden kollarından tutup onu uzaklaştırdım.
“Yağmur bak, saçmalıyorsun şu an! Ne yaptığının farkında mısın? Çabuk elbiseni giy! Yoksa…” cümlemi yarıda kesti. “Yoksa ne? Bağırır mısın? Ne diyeceksin? İmdat Yağmur önümde çıplak mı diye?” sesinden eğlendiğini gösteren o tını benim iyice sinirlerimi bozmuştu.
Zaten gözlerim kapalıydı diye bir bok göremiyordum. Yağmur’un kollarını tutmakta zor oluyordu bu yüzden.
Onu tüm gücümle itip etkisiz hale getirebilirdim ama Yağmur da biliyordu ki asla bir kadına böyle davranmazdım ben!
“Sana elbiseni giy dedim!” sabrımın sonuna gelmiş bulunmaktaydım. “Çığlık atsam! Senle beni bu halde bassalar!” deyip benden uzaklaştı tam rahat ettim demişken Yağmur aniden gömleğimin iki yakasından tutup çekti ve gömleğin bütün düğmeleri kopup etrafa dağıldı.
Refleksle ittim onu. Bir iki adım gerilediğini topuklu ayakkabısının sesinden anlamıştım.
“Kendine gel!” diye hafifçe sesimi yükselttim. Yağmur kahkaha attı. “Bağırsana! Herkesi odaya toplada bizi bu halde görsünler ve ben de yıllardır hayaliyle yanıp tutuştuğum şeye kavuşayım! Sana…” diyerek konuşmasıyla sinirlerim tamamen bozuldu.
Haklıydı bizi böyle bulurlarsa direkt evlendirirlerdi. Zaten bir bahane arıyorlardı. Bu bahane de Topluluk üyeleri için bulunmaz Hint kumaşıydı.
Daha da kötüsü Yağmur’un bunu yapabilecek olmasıydı. Bir çare düşünmeliydim. O an aklıma gelen tek şeye sığındım.
“Bak, bize bunu yapma! Benim tanıdığım o küçük kız çocuğu olan Yağmur’u öldürme bari! Lütfen elbiseni giy! Bu hiç yaşanmamış gibi devam ederim ben de!” dedim bir umut.
Yağmur’un birkaç saniye durakladığını hissettim.
Düşünüyordu!
O lanet olası şeytan kafasında neler dönüyordu bilmiyordum ama umarım benim yararıma dönen bir şey olurdu.
“Tamam, bir şartla elbisemi giyerim. Beni öpeceksin! Hayatındaki tek ve en özel kadın benmişim gibi beni öpeceksin! İşte ancak o zaman hiçbir şey olmamış gibi odadan çıkarım!” demesiyle sinirim bozulmuş gibi gülmeye başladım.
Delirmişti!
Başka açıklaması olamazdı, bunun!
“Asla ama asla Berfuya ihanet etmem ben! Şimdi daha da fazla gözümden düşmeden şu siktiğimin elbisesini giy ve defol git bu odadan!” dedim sertçe. Sinirden beynime ağrı saplanmıştı adeta.
“Sen bilirsin ALPARSLAN!” diye sonda bağırmasıyla ben de kayışlar kopmuştu. Aniden Yağmuru yakaladığım gibi masaya yasladım. Bir elim ağzına giderken diğer kolumu yan yatırıp göğsünün üstünde koydum. Böylelikle çıplak göğüslerini görmeyeceğimi biliyordum.
Gözleri açtım. Ben şu an ne kadar sinirden deliriyorsam Yağmur da bir o kadar zevkten deliriyordu.
Gözlerindeki tutku en üst seviyedeydi. “Şimdi ben banyoya gireceğim, sen de o sıra elbiseni giyip siktir olup gideceksin bu odadan Yağmur! Beni daha fazla zorlama!” dedim dişlerimin arasından. Gözlerinden parıltılar geçti.
Aniden arkamı dönüp giysi dolabına ilerledim. Oradan yeni bir gömlek alıp odadaki banyoya girip kapıyı sertçe Yağmur’a tepkimi koyarak çarptım.
Sinirden elim ayağım titriyordu resmen!
Ne yaptığının farkında bile değildi! Hatta tedavi olmalıydı. Gömleğin düğmelerini sinirden doğru dürüst ilikleyemedim bile.
Sinirle iki elimi lavabo tezgâhına vurdum. Parmaklarım siyah mermeri deşmek ister gibi siyah mermeri kavradı. Sinirden alnımdaki damar belli olmuştu.
Aynadaki yansımamdan kendime bakınca sakinleşmem gerektiğini anladım. Kahvaltıya bu halde inemem.
Kimse anlamasa bile yaşlı kurt Matteo anlardı Yağmurla bir şey olduğunu ve maalesef Allah’ın belası Yağmur’un dediği doğruydu.
Bizi böyle görselerdi Topluluk’un eline çok büyük bir koz vermiş olurdum. Sırf bizi evlendirmek için bile bu saçma sapan anı bahane edip bir anda kendimi nikâh masasında bulabilirdim.
Musluğu açıp yüzüme birkaç defa su çarptım. Aynanın yanında fayanslara monte edilmiş havluluktan siyah havluyu alıp yüzümü kuruladım. Birkaç defa derin bir nefes alıp verdim.
Gömleğin düğmelerini de ilikleyip banyodan çıktım. Yağmur gitmişti. Ben de odadan çıktım.
Merdivenlerden inerken Ayazla karşılaştım. “Günaydın!” dedi. Umursamaz bir tavırla “Sana da!” deyip hızlı adımlarla basamakları indim.
Hakan, Mert, Diego, Matteo ve bana sırıtarak bakan Yağmur kahvaltıya başlamışlardı.
Matteo kafasını tabağından kaldırmayarak “Sei in ritardo! (Geç kaldın!)” dedi.
Sinirli olduğu her halinden belliydi. Onun için yemek saatleri çok önemliydi ve asla geç kalınmasını istemezdi. Yağmur imalı bir şekilde gülerek “Ho detto sbrigati ma? (Acele et dedim ama?)” dedi. Bunun üzerine Matteo kahve bardağını sertçe masaya koydu.
Hakan’ın kaşları çatıldı. “Ne demek bu?” diye sordu.
Kuşkuyla bir bana bir Yağmur’a bakıyordu. Mert ise Yağmur’a takdir ediyormuş gibi omzuna iki defa hafifçe vurdu.
Ayaz ise elini ağzına götürmüş sanki aldatılmış gibi davranıyordu. “Bu ne demek Aslanım!” diye ağlamaklı bir ifadeyle konuştu.
Zaten sabahtan beri sinirlerim tepemdeydi bu yüzden Ayaz’a patladım. “Bana bak o elini senin gö…” lafımı tamamlamamı Matteo’nun “Rispetta la tua colazione! (Kahvaltınıza saygı gösterin!)” diye yüksek sesle konuşması böldü.
Diego bana “Ne oluyor?” der gibi kaş göz yaptı. Başımı “Ne olmadı ki!” der gibi salladım. Diego kafası karışmış gibi benle Yağmur’a baktı.
Yağmur özgüvenli bir şekilde sandalyeye geri yaslanarak “Yanıma otursana Alparslan!” dedi. Yüzümde yapmacık bir gülümsemeyle Diego’nun yanına, bu Yağmur’un karşısı oluyordu, oturdum.
Yağmur’a baktım. “Ben her zaman olduğu gibi senin karşında olmaya devam Yağmur!” dememle Ayaz’ın “Ooo kavgada bile söylenmez bu!” demesi ve Yağmur’un sinirle Ayaz’a bakması bir oldu. “Şaka yaptım. Minik bir şaka yani öylesine…” diye ağzından bir şeyler geveledi sonlara doğru.
Matteo boğazını temizledi. Böylelikle dikkati kendisine çekmeye çalıştığını en güzel şekilde ifade etti.
“Quando verrai in azienda? (Şirkete ne zaman geleceksin?)” diye sordu.
Ben cevaplamadan Diego lafa atladı. “Domani nonno! (Yarın büyükbaba!)” dedi.
Matteo’nun kaşları hafifçe çatıldı ama hemen kendini geri topladı. Sanki bir şey saklıyor gibiydi. Bu kaşlarımı çatmama neden oldu.
Matteo da kafamda oluşan soru işaretlerini görmüş gibi bakışlarını kaçırdı. Bu daha da kuşkulanmama neden oldu. Matteo bakışlarını kaçıracak biri hiçbir zaman olmamıştı.
Her zaman bakışları kendinden emin bir şekilde karşı tarafa bakardı.
Hizmetçinin bana portakal suyu doldurmasıyla dikkatim dağıldı. En iyisi Arnavutlara odaklanmaktı.
Kahvaltımı güzelce yapıp dinç bir halde karşılarına çıkmam en doğrusuydu. Kahvaltımı yaparken bacağımda bir şey hissetmem bir oldu.
Refleksle karşımda oturan Yağmur’a baktım. Yüzünde yine kibirli bir sırıtma vardı. Kimseye çaktırmadan sırtımı sandalyeye yasladım ve alta baktım.
Yağmur topuklu ayakkabısını çıkarmış ayağını bacaklarıma sürtüyordu.
Kaşlarım çatıldı. Sinirden yine kıpkırmızı olduğuma emindim. Bacağımı çektim geriye doğru. Bacağımı çekmemle Yağmur’un yüzündeki sırıtış daha da arttı.
O da bacağını uzatıp yine ayağını bana sürttü. Bu bardağı taşıran son damla oldu. Çatalımı bırakıp tam ayağa kalkacakken Yağmur ayağını çekti. Dudaklarını oynatarak “Benden kurtuluşun yok!” dedi.
Ellerim istemsizce yumruk olmuştu. “Alparslan, stai bene? (Alparslan iyi misin?)” diye sordu Matteo.
Sinirli bakışlarım Matteoya döndü.
“Bir şey yok!” dedim Türkçe konuşarak. Yağmurdan hiçbir zaman hoşlanmamıştım ama bu son günlerde yaptıklarıyla nefret ediyordum artık ondan.
“Alparslan biraz sinirli gibisin?” diye soru sordu Yağmur. Bir de utanmadan soru sorabiliyor!
Yüzündeki ifadeden eğlendiği o kadar belli ki bu beni daha da sinirlendirdi. Bakışlarım yanımdaki Diegoya döndü.
Yağmur’un sorusu bütün gözleri bana çevirmişti ama umursamadım.
Diegoya bakmamla Diego artık gitmemiz gerektiğini anlamış olacak ki Matteoya dönüp bazı işlerimiz olduğunu söyledi.
Mert de hemen atılıp gelmek istediğini söyledi ama Diego kibar bir şekilde reddetti. Böylelikle Diego’nun ve benim adamlarımla birlikte arabalarımıza binip Arnavutlarla antlaşma yapacağımız depoya doğru gitmeye başladık.
Not: Yağmurdan korkuyorum. Bu karakteri nasıl yazdım bilmiyorum. 😞😒