Lütfen yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın 🩵❄️✨
Armend ve Fitore ile imzaları atıp el sıkıştık. “It was a good deal, gentlemen! (İyi bir antlaşmaydı beyler!)” dedi gülerek Diego gerçekten haklıydı. Arnavutlar sırf bizim piyasaya girebilmek için bir sürü taviz vermişti. Zaten bu yüzden onlara bu teklifi yapmıştım.
Verilen tavizler sayesinde Fırat Ilgazdan güçlü olacaktım. İçimdeki zafer kahkahalarını içime gömdüm. Armend “So let's go now. We have a long way to go. We will contact you when the trucks are on the road! (O halde şimdi gidelim. Gidecek çok yolumuz var. Kamyonlar yola çıkınca sizinle iletişime geçeceğiz!” dedi.
Kilolu ve esmer bir adamdı. Armend ve Fitore abi-kardeşti. Armend ne kadar kilolu ve esmerse, Fitore o kadar zayıf ve sarışındı. İkisinin kardeş olduğuna kimse inanamazdı taa ki ikisinin de sağ kaşının üstündeki benleri olmasaydı. İkisinde olan bu benin aynısı babalarından geçmişti.
Babalarının benleri daha büyük ve koyuydu sadece. “Of course! (Tabii ki de!)” dedim güler yüzle. Onları depodan uğurlamak için deponun çıkışına kadar Diegoyla gittik.
Depo denizin ortasındaki ıssız bir adadaydı. Bu adayı kimsenin tercih etmemesinin nedeni merkeze uzak ve denizinin kirli olmasıydı.
Yandaki boş fabrika yıllar önce denizi katlettiği için kapatılmıştı ama iş işten geçmişti. Bir canlı hareketlilik bile yoktu hatta yerli halk tarafından buranın lanetli olduğunu bu yüzden de kimsenin artık oraya gitmemesi gerektiği gibi saçma sapan şehir söylentileri yayılmıştı.
Tam bu söylentilerin yayıldığı anda Matteo bu adayı neredeyse bedavaya almıştı. Fabrika yüzünden ilk başta kokudan buraya girilmiyordu bile. Denizin rengi burada yeşile kayıyordu. Tam o sıralar almıştı Matteo burayı.
Eski haline getirebilmek için milyon dolarlar harcamıştı hatta bu yüzden Diegoyla çok kavga etmişti. Diegoya göre bu adaya harcanan her para çöpe atmakla eş değerdi ama Matteoya göre ise ülkesinin bir karış yerine bile faydalı olabilirse ne mutlu onaydı.
Zamanla yaptığı harcamalar işe yaramıştı. Kötü koku artık yoktu. Deniz, İtalya’nın diğer taraflarında olduğu kadar berrak ve mavi olmasa da en azından artık yeşil değildi ya da suyun yüzeyinde ölü balıklar yoktu…
Tabii eskisi gibi burası artık bir çöplük olmadığı için Matteoya adayı geri satması için dudak uçuklatacak paralar teklif ediliyordu ama Matteo asla kabul etmiyordu. Şimdi de Diegoyla bu yüzden kavga ediyorlardı. Adayı geri satmak için.
“Artık gerçekten de Topluluk tek liderisin, kardeşim!” dedi Diego. Armend ve Fitore yatlarından gizlice bizim gönderdiğimiz küçük hız teknelerine geri bindiler. Onları yatlarına götürecek teknelerdeki adamlardan biri de Ahmet’ti. Başkasına güvenemezdim!
“Dile benden ne dilersen!” dedim muzip bir tonda. Bu Diegoyu da güldürdü. “Vay, baya cömert davranıyorsunuz ha?” dedi gülerek. Gömleğimin iki yakasını hafifçe çekip bıraktım. “Ne sandın kardeşim!” dedim ve ikimiz de kahkaha atmaya başladık.
Bir anda kendimi on yıl öncesinde gibi hissettim. Diego da hissetmiş gibi “Eski günlerdeki gibi ha kardeşim?” dedi. Güldüm başımı “Evet!” der gibi salladım.
Sağ elimi Diego’nun sol omuzuna atarak “Hayatımın cehennem dediğim dönemlerinde seninle tanıştık ve sen o cehennemi yaşanabilir kılan tek şeydin kardeşim! Şimdi benim için aileni, ailenden tek kalan deden Matteoyu karşına aldın! Kuralını çiğnedin! Nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum ama yine de her şey için teşekkür ederim kardeşim!” dedim. Gözlerim tıpkı Diego’nun gözleri gibi dolmuştu.
“Ne demek kardeşim! Aynısını sen de yapardın! Ayrıca Berfuya âşık olduğunu sanıyordum ama görüyorum ki bana karşı duyguların varmış!” dedi Diego üzgün gibi ifadeyle.
Gözlerimi devirerek “Sana kaç defa dedim değil mi Ayazla az vakit geçir diye değil mi?” diye dememle Diego’nun kahkaha atması bir oldu. “Ayaz’ın neşeli hallerini seviyorum ki sen de seviyorsun!” dedi.
“Ya ne demezsin!” deyip iç geçirdim ve kıyıdaki çardağa yürüdüm. Bahçe sandalyesine oturdum. Arkamdan Diego da geldi kaşları çatılmıştı. “Ne oldu?” diye sordu.
İç çekerek “Berfuyu özledim! Onu her zaman görmek istiyorum! Yanımda olsun istiyorum! Mesela iş için İtalya’ya mı geldim? O da benimle gelsin istiyorum ve bunu saklanarak değil, herksin gözü önünde yapmak istiyorum!” dedim çaresizce.
Diego umursamazca omuzunu silkerken kendine bir sigara yaktı. “Bunu çok kolay bir şekilde yapabilirsin!” dedi sigarasının dumanını üflerken.
Bu beni şaşırtmıştı. “Nasıl kolay bir şekilde yapabilirim? Neler olduğunu biliyorsun!” dedim ona inanamaz bir şekilde bakarken.
Diego bana gözlerini devirerek “Din, dil, ırk fark etmeksizin, herkesin en saygı duyduğu şey bu dünyada ne sence kardeşim?” diye sordu Diego.
Ben ona anlamadığımı belli eden bir şekilde bakarken Diego beni kınayarak bakarak “Aşk senin gibi bir adamı bile aptallaştırmış kardeşim!” dedi.
Sabırsız bir şekilde “Söyler misin artık!” dedim. Diego hafifçe öne eğilerek “Evlilik kardeşim! Sen ve Berfu evlenseniz kimse artık size bir şey diyemez! Bu kadar basit!” dedi.
Bu düşünce beni afallattı. Dediği doğruydu. Zaten benle Yağmur’u bu yüzden evlendirmeye çalışmıyorlar mıydı?
“Ama Berfu benle evlenmek ister mi ki?” diye sordum. “Seninle evlenmek istemeyen bir kadın için bütün dünyayı karşına almana değmez o zaman!” dedi Diego haklı bir şekilde.
“Peki, nasıl benimle evlenmek isteyip ya da istemediğini öğreneceğim!” dedim. Diego bu sefer bana “Sen şu an ciddi misin?” der gibi bakıyordu. “Biliyor musun bilmiyorum kardeşim ama telefon icat edileli çok oldu! Bil diye söylüyorum!” dedi Diego.
Gözlerimi devirerek “Kıza telefonda evlenme teklifi yapacağım ve kabul edeceğini mi düşüneceğim? Kadın ruhu hakkında bir sik bilmiyorsun kardeşim!” dedim.
“Alparslan Türkiyede rahatça evlenemezsin! Yağmur’a kalsa bile buna izin vermez ayrıca Arnavutlarla ortaklık yaptığın ortaya çıktığında üstelik o ortaklığın teminatı benim olduğu da ortaya çıktığında eskisi gibi İtalya’ya gelebileceğini de sanmıyorum yani kısacası ya şimdi evlenirsin ya da Berfuyu unutursun çünkü anladığım kadarıyla Yağmur sana karşı olan stratejisini değiştirmiş!” dedi gülerek. Son dediğine gözlerimi devirsem de söylediklerin de haklıydı.
“O zaman arayayım mı şimdi?” dedim umutla bakarken. Diego gülerek “Berfu’nun cevabına göre hemen nikâhınızı hazırlatırım kardeşim!” dedi.
Telefonumu çıkarıp Berfuyu aradım. Heyecandan ölmek üzereydim. Bu halim Diego’nun kahkaha atmasına neden oldu.
Ayakkabımın ucuyla bacağına vurmama rağmen Diego gülmeye devam etti. Heyecandan ölmek üzere olmam onu baya eğlendiriyordu.
“Alo!” dedi Berfu’nun tatlı sesi. “Berfu söyleyeceklerimi iyi dinle. Tek bir soru soracağım! Fazla vaktim yok!” dedim. “Tamam!” dedi Berfu hemen. Kısa konuşmam gerektiğini, telefonumun dinlendiğini biliyordu. “Benimle evlenir misin?” diye tek nefeste sordum.
Birkaç saniye ses gelmeyince hayal kırıklığıyla “Berfu?” dedim. Benim üzgün ifadem Diego’nun yüzündeki neşeyi de silmişti. Şimdi pür dikkat endişeyle bana bakıyordu. “Evlenirim!” dedi en sonunda Berfu.
“Ben ciddiyim Berfu! Eğer istemiyorsan söyle!” dedim. Berfu’nun yanında bir saniye bile duramayacağı bir adam olmaya dayanamazdım!
“Hayır, hayır! İstiyorum sadece şaşırdım.” dedi neşeli bir tonda. Rahatlamış bir şekilde geriye yaslanınca Diego’nun da benim gibi rahatladığını hissettim. “O zaman kimseye çaktırmadan seni İtalya’ya getirteceğim! Burada evleneceğiz!” dedim.
“Hemen mi?” diye şaşırdı Berfu. Üzgün bir sesle “Böyle bir şansı bir daha yakalayamayabiliriz ama eğer istemezsen anla…” lafımı bölen Berfu’nun kararlı bir şekilde “Hayır, seni seviyorum ve seninle evlenirim!” dedi.
Yüzümde yamuk ama kendinden emin bir gülümseme oluşarak “Ben de seni seviyorum kar tanem!” dedim ve telefonu kapattım. Elimdeki telefona sırıtarak bakarken bakışlarım Diegoyu buldu. “Ben evleniyorum kardeşim!” dedim yüzümdeki şapşal gülümsemeyle.
Diego yine benle dalga geçerek “Biliyorum kardeşim! Planı ben kurdum!” dedi.
…
Ahmet ve diğer adamlarımız teknelerle geri döner dönmez Diego onlara planı anlattı. Plan kısa ve özdü. Karda iz belli etmeyecektik.
Diego dedesinden gizli aldığı mavi renkli köşkte benle Berfu’nun nikâhının kıyılacağını organize etmeye çalışıyordu.
Ahmet ve diğer adamlarımı onlara yardım etmeleri için yollamıştım. Berfuyu gizlice buraya getirtecektik.
Berfu en erken yarın burada olabilirdi bu yüzden hiçbir şey olmamış gibi eve döndük. Mert, Ayaz, Hakan ve Yağmurla akşam yemeği yedik.
Matteo’nun acil bir işi çıktığı için bize katılmadı, aslında iyi de olmuştu. Bu masada beni Diego’dan sonra en iyi tanıyan Matteoydu.
Bendeki nedeni olmayan ve saklamak için elimden geleni yaptığım onlara göre saçma ve yersiz sevinci hemencecik anlardı. Bu da hayatımda asla geri dönüşü olmayan bir yola neden olurdu.
Ayaz ve Mert’in akşam yemeğinden sonraki bara gidelim teklifini reddedip odama çıktım çalışmam gerektiğini öne sürerek. Yağmur’un ise sabahki neşesi ve cüretkâr tavırları gitmişti.
Ben nasıl içimdeki sevinci saklamaya çalışıyorsam sanki Yağmur da içindeki öfkeyi saklamaya çalışıyordu.
Yine de odama geçer geçmez kapıyı kilitlemiştim.
Yağmur’un saçma sapan tavırlarıyla uğraşamazdım! Berjerin önündeki masaya geçip geç saatlere kadar dosyalarla uğraştım.
…
Sabahın ilk ışıklarıyla uyandım. Sabaha doğru yatmama rağmen o kadar dinç uyanmıştım ki…
Hatta yerimde duramıyordum. Hızlıca bir duş alıp sakalımı kestim. Dişlerimi de fırçalayıp belimdeki havluyla odaya girdim.
Keyiften ıslık çalarak hemen beyaz bir tişört, altına da krem bir kumaş pantolon giydim. Diegoyla gece kimse uyanmadan evden çıkmak üzere antlaşmıştık.
Hızlıca saçımı da kurulayıp cüzdanım, telefonum ve güneş gözlüğümü aldım ve odadan kapının kilidini açarak çıktım.
Merdivenlerin başında Diegoyla karşılaştım. Bana beğeniyle bakarak “Damat tıraşı olunmuş!” deyip gülmeye başladı. Etrafa baktım hemen biri duydu mu diye. “Sakin ol! Dün gece herkes bara gittiler ama geri gelmediler tekneye gitmişler! Dedem de gelmedi. Yani sadece sen ve ben varız. Neyse hadi gidelim damat bey!” dedi gülerek.
Omuzuna vurdum “Sus!” der gibi ama Diego bana mısın demedi. Hızlıca merdivenleri inip dış kapıya yürüdük. Kahvaltıyı mavi köşkte yapacaktık.
Zaten oraya gitme bahanemiz de buydu. Matteo o köşkün Diego’nun olmadığını sanıyordu ama hep gittiğini biliyordu.
Mavi köşkün en güzel özelliği altındaki gizli tüneldi. Berfuyu oradan alacaktık. Arabalara binip yola çıktık. Benim heyecanlı halimle yol boyu dalga geçti Diego.
Köşke gelince de kahvaltımızı yaptıktan sonra Diego gilin aile mücevherlerini tasarlayan Gerardo birbirinden güzel ve özel tasarım takıları yollatmıştı.
Beyaz kar tanesi şeklinde bir tektaş yine onun takımı olan sade ama şık bir set seçmiştim.
Kar taneme başka ne takabilirdim ki?
Diego telefonu çalınca aşağı indi. Ben de denize karşı Türk kahvemi içmeye devam ettim. “İşte geldi!” demesiyle Diegoya döndüm. Elinde siyah bir takım tutuyordu.
Gülerek “Bu ne?” dedim. “Bu takımı altı aydır kendime özel bir yerde yaptırıyordum ama işte kime niyet kime kısmet demiş sizinkiler! Sana düğün hediyem bu takım! Berfu’nun gelinliği de içerde! Bu arada birazdan gelin hanım burada olur. Bu yüzden damat olarak hazırlan bakalım!” deyip takımı lacivert berjerin kenarına koyup odadan çıktı.
Takımı giyinip aynanın karşısına geçtim. Diegoyla beden ölçülerimiz neredeyse aynı olduğu için takım cuk oturmuştu.
Tam o sırada kapı çaldı ve ben içeri davet etmeden odaya bir adam girdi. Adamı görmemle donup kaldığımı hissettim. “Fırat Bey, sizi aşığa bekliyor efendim!” dedi.
Bu Osman’dı. Babamın sağ koluydu. Ne dediğini kavrayamadan kapının ağzında Fırat Ilgaz’ı görmem bir oldu. “Damat beyi yormayalım Osman!” deyip kahkaha attı ve odaya girdi. Osman saygıyla başını eğip kapıyı kapattı.
“Güzel plan! Yıllar boyu sana verdiğim eğitim boşa gitmemiş oğlum!” dedi. Derince yutkundum. Donmuş bir şekilde babama bakıyordum.
Bu onun yüzünde derin bir gülümseme oluşmasına neden oldu. En sonunda zar zor konuşarak “Sen… Nasıl?” diyebildim.
Babam odadaki lacivert berjere oturdu.
“Yıllar önce emekli olduğumda gerçekten emekli olmak istemiştim ama buna izin vermediler. Bu yüzden senin beni gerçekten emekli yapabilecek güce ulaşmanı bekledim. Nihayet sonunda o güce Arnavutlarla ortaklık yaparak kavuştun, oğlum! Artık gerçekten de emekliyim sayende! Sana teşekkür ederim bu yüzden!” dedi.
Dedikleri başımda yıldırım etkisi yarattı. Fırat Ilgaz gerçekten emekli olabilmek için beni mi kullanmıştı?
Bana oyun oynamıştı!
“Ama bu antlaşma yanında bir de Berfuyla evlenmeye cesaret edeceğini beklemiyordum. Gerçeği söylemeliyim ki bu beni gerçekten şaşırttı. Ben gençken cesaret edememiştim senin bu yaptığına. Babama karşı gelememiştim hiçbir zaman. Senle en büyük farkımızda bu!” dedi dalgın bir ifadeyle.
Bakışları bana döndü. “Çok yakışıklı olmuşsun gerçekten! Evet, bugün evleneceksin ama Berfuyla değil!” dedi. Yüzünde hiçbir duygu ifadesi yoktu.
“N… Ne?” diye kekeleyerek sordum. “Osman!” diye seslendi Fırat Ilgaz. Osman sanki bunu bekliyormuşçasına odaya elinde bir tabletle girdi. Tableti önüme getirdi.
Karşımda bir kafede oturan ve etrafa sıkıldığını belli eden bakışlar atan bir kadın vardı. Bu kadın benim kar tanem, Berfuydu. Ama bu görüntüde asıl ilginç olan alnının ortasındaki kırmızı noktaydı.
“Aşağıda Yağmur, yani olması gereken kadın var! Ya sen Yağmurla kendi isteğinle evlenirsin ya da ben vur emri vererek Berfu’nun infaz emrini veririm. Biliyorsun ki hala tırlar yola çıkmadı yani birkaç saatlik senden daha güçlüyüm ve bu Berfuyu öldürtmem için yeter de artan bir süre olur!” dedi. O kadar ciddiydi ki bunu yapmak için an kolladığını anlamıştım.
“Bana bunu da yapamazsın!” dedim. Gözlerim dolmuştu. Fırat Ilgaz başıyla Osman’a kapıyı işaret etti. Osman tableti babamın yanındaki orta sehpaya koyup çıktı.
“Hiçbir zaman anlamadın değil mi? Başına gelen her şeyin tek sorumlusu dedendi ama sen hep beni suçladın! Sadece benden nefret ettin! İkimizin hayatını mahveden o adamı benden çok sevdin! Şimdi o adamın bize bıraktığı lanetin bedelini ödeyeceksin sen de Alparslan!” dedi büyük bir nefretle.
“Onun sana yaptığını sen de bana mı yapacaksın? Madem dedemden bu kadar nefret ediyordun neden sana yaptıklarının aynısını bana da yaptın?” dedim sertçe. Sinirden titriyordum. Bakışlarım Fırat Ilgazla tablet arasında gidip geliyordu.
“Çünkü onu sevmene katlanamıyordum! Bu Allah’ın belası örgütü kuran, doyumsuz, acımasız ve kibirli olan o adamı sevmene katlanamıyorum ve içindeki o sevgiyi öldürmem gereken şey buysa bunu da yapmaktan başka seçeneğim yok!” dedi.
Elimde olan ve başka sığınabileceğim bir şey olmayan tek gerçeğe sığındım. “Berfu, âşık olduğun kadının kızı. Beni geçtim. Ona nasıl bunu yapacaksın?” dedim. Bunu dememle Fırat Ilgaz’ın kahkaha atması bir oldu.
“Dediğin gibi âşık olduğum kadının kızı, benim kızım değil! Sevdiğin kadının başkasından çocuğu olmasının nasıl bir acı verdiğini tahmin bile edemezsin sen! Şimdi kararını ver!” dedi.
Birkaç dakika öylece babama baktım. Fırat Ilgaz’a değil, babama! Ama o sadece ama sadece Fırat Ilgaz olarak karşımda duruyordu her zamanki gibi!
“Peki, OSMAN!” diye bağırmasıyla Osman kapıyı açtı. “Emri ver!” demesiyle aynı anda aceleyle “Tamam!” demem bir oldu. Fırat Ilgaz memnun olmuş bir şekilde ayağa kalktı.
O sırada odaya Ahmet girdi. Fırat Ilgaz’a doğru dönerek “Konsolosluktan geldiler, efendim!” dedi. Asla bana bakmıyordu. O an anladım ki içimdeki hain Süleyman değil Ahmet idi!
“O zaman düğünümüz var!” dedi. Osman tableti elinden alırken en son gördüğüm Berfu’nun ikide bir kolundaki saate bakmasıydı. İstemsizce sol gözümden bir damla gözyaşı düştü.
Bu Fırat Ilgaz’ın yüzündeki gülümsemeyi gölgeledi. Onların önünden geçip odadan çıktım. Merdiveni inmemle aşağıda ben ve Berfu için hazırlanmış nikâh masasına yürüdüm.
Nikâh masasında büyük bir mutlulukla Yağmur oturuyordu. Beni görünce hemen ayağa kalktı. Abartılı bir gelinlik giymişti. Midemin bulandığını hissediyordum.
Bakışlarım odadaki herkese kaydı.
Diego, Matteo’nun yanında iki korumayla zorla tutulmuştu ve bana yıkılmış bir ifadeyle bakıyordu. Ayaz da Diego gibi üzgündü.
Mert ve Hakan ise o kadar mutlulardı ki bu midemin daha da bulanmasına neden olmuştu.
Beni başka şaşırtan ise Ayaz’ın babası ve Mert’in babasının da burada olmasıydı. O an anladım en başından beri Matteo’nun da bu işin içinde olduğunu.
Murat Özdoğan büyük bir keyifle şampanyasını içiyordu. Bakışlarımız buluşunca kadehi bana doğru kaldırdı.
Yağmur’un yanına gidip oturdum. Asla ona bakmıyordum o da bunu umursamıyor olacak ki hemen yanıma oturup elimi tuttu. Elimi aniden çektim. Bundan sonrası o kadar hızlı olmuştu ki.
Konsolosluktan gelen görevli hemen nikâhımızı kıymıştı. Şahitler ise Mert ve Hakan olmuştu.
“Sizi karı-koca ilan ediyorum! Gelini öpebilirsiniz!” dedi görevli ama ben donmuş gibi öylece duruyordum.
Yağmur’un dudaklarını yanağımda hissetmemle koluma sarılması bir oldu.
Sevinçle kahkaha atıyordu ve elindeki cüzdanı sallıyordu. Odadaki herkes –Ayaz ve Diego hariç- alkışlıyordu.
Bakışlarım Fırat Ilgaz’a döndü. Babasından intikamını almış olmanın verdiği zafer sarhoşluğunu yaşıyordu. Kulağıma sessizce “Sana, benim olacağını demiştim Alparslan!” diyen Yağmura döndüm.
Ona bakmamla dudağımı öpmesi bir oldu. Geri çekilip tekrardan cüzdanı havada mutlulukla salladı.
Onun hayatının en mutlu günü artık 2 Ekim 2010 idi. Benim ise hayatımın en kötü günü 2 Ekim 2010 idi…