Yeni Üyelik
40.
Bölüm

40. Bölüm

@nurita

Lütfen yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın✨🫢😇🩵

 

 

Tırların yola çıkmasına belki de dakikalar kala beni apar topar bir vaziyette lüks bir yata bindirdiler. Herkes şimdi bu yatta kahkahalar atarak eğleniyordu. Denizin ortasındaydık.

 

 

Akdeniz nazlı nazlı dalgalanıyordu. Ne hırçın ne de sakindi. O da mı pusulasını kaybetmişti?

 

 

Annem, Melis ve Demir bile vardı. Bu demek oluyordu ki dün tek plan yapan ben değildim. Matteo’nun dün neden ortada olmadığını ya da Yağmur’un saklamaya çalıştığı öfkesini şimdi anlıyordum.

 

 

Berfuyla evlenmeye çalıştığımı biliyorlardı. Bu bilgi onları delirtmişti ama önceden yaptıkları gibi yakıp yıkmak yerine bu sefer sinsice plan yapıp aslanı kafese tıkmışlardı.

 

 

Şimdi ise harap bir halde yatın arka tarafında oturmuş ay ışığının dalgalar üzerindeki yansımasını izliyordum.

 

 

Ne hissedeceğimi bile bilemiyordum. Yıkılmıştım adeta. Aynı şekilde yanımda yıkılmış bir şekilde oturan Diego vardı. Nikâhtan beri ağzını her açtığında sadece özür diliyordu.

 

 

Dedesinin attığı kazık için özür diliyordu. Açıkçası ondan ve benden başka kimsenin üzüldüğünü düşünmüyordum.

 

 

Yata ilk bindiğimizde Matteo üzgün olduğunu ama olması gereken şeyin bu olduğunu söylemişti. Eğer Diego’nun yardımıyla Berfuyla evlenseydim artık onların tarafsız bölge olmaktan çıkacağını ve Diego’nun tehlikenin içinde kalacağıyla alakalı bir şeyler söylemişti.

 

 

Cevap vermemiştim galiba ya da dinlememiştim. Aslında hatırlamıyordum sadece her şeyin donmuş gibi olduğunu hissediyorum. Ben donmuştum, hayatım donmuştu.

 

 

Matteo oğlundan kalan tek hatırayı korumuştu ama şimdi kendi aileme bakıyordum. Asu Ilgaz…

 


Onu sevmeyen bir adamdan çocuk yaparak o çocukların kıyametini hazırlayan kadına. Onlar biz yata gelirken zaten yattalardı. Yata adım atar atmaz bana sarılmış ve çok mutlu olduğunu söylemişti.

 

 

Saçları özenle yapılmıştı. Kıyafeti özel bir tasarım olduğunu haykırıyordu. Kısacası oğlunun düğününe hazırlanan bir anne gibiydi ama bilmiyordu ki ben artık ölü bir adamdım. Annemi pekte hafif bir şekilde olmamakla birlikte ittiğimi hatırlıyordum. Bu onu şaşırtsa da umursamadım.

 

 

Gözlerim kardeşlerime indi. Bana haber vermeyerek arkamdan iş çeviren Demir ve Melis’e…

 

 

Bakışlarımı görür görmez başlarını önlerine eğdiler. Bana neden ihanet ettiler bilmiyorum ama içimde bir şeylerin kopmasına neden oldu bu.

 

 

Ben onlar için ölmeyi göze almıştım. Karşılığı bu muydu? Sırtımdaki hançerlere yenisi eklenmişti ama hiçbiri bu kadar acıtmamıştı.

 

 

Herkesi arkamda bırakıp şimdi olduğum yerdeydim. Vardım ama aslında yoktum. Üstümdeki ceket, boynumdaki kravat bir an beni boğuyormuş gibi hissettim. Onlardan hınçla kurtuldum.

 

 

Sanki beni bu duruma getiren onlarmışçasına. Diego da aynı şekilde ceketini atmıştı. Gömleğimin düğmelerini de neredeyse yarıya kadar açmıştım.

 

 

Tek hissettiğim boğuluyordum. Gerçekten bu sefer boğuluyordum. Tekrardan yatın ön tarafından müziği bastıran kahkaha sesleri yükselince gözlerimi yumdum içimdeki acıyla birlikte.

 

 

Ellerim de iki yanımda yumruk olmuştu. Ben burada ölüyordum ama onlar sanki dünyanın en güzel şeyi yaşanmış gibi eğleniyorlardı.

 

 

“Tekne ne zaman bizi almaya gelecek?” diye cansız bir şekilde sordum yanımdaki Diego’ya.

 

 

Sırtını yatın beyaz kenarına yaslamış bir şekilde “Bilmiyorum, gelmesi lazımdı.” diye o da cansız bir şekilde cevapladı beni.

 

 

“Gece yarısına doğru ancak gelecek tekne. Düğün eğlencen var diye adamları durdurdular! Liderin mutlu gününü bozmayın diye…” deyip yanıma oturdu Ayaz.

 

 

Hissiz olan bakışlarımla birlikte Ayaz’a döndüm. Ayaz’ın söylediğine karşılık Diego “İyi bok yemişler!” dedi. Benim konuşmaya halim yoktu ama Diego duygularıma tercüman olmuştu.

 

 

“Maalesef öyle…” deyip tek boş yanım olan sol tarafıma oturdu Ayaz. Elini dizimin üstündeki elime indirince fark ettim. Elleri paramparça olmuştu. Soru işaretleriyle dolu cansız bakışlarımı ona çevirdim.

 

 

Omuz silkti öylesine. “Benden her şeyi gizlemişlerdi. Haberim olunca sana ulaşmaya çalıştım. Etten duvar ördüler korumalarıyla. Geçmeye çalışınca da bu hale geldi ellerim.” demesiyle daha dikkatli baktım ona.

 

 

Sabah fark edememiştim anın verdiği şokla ama şimdi gördüklerimle anlıyordum. Sol kaşı açılmış ve dikiş atılmıştı. Sağ gözünün altı morarmaya başlamıştı ve gözleri kıpkırmızıydı. Şimdi de gözleri dolmuştu. Ayaz her zaman aramızdaki en duygusal olandı.

 

 


Annesi artık babasının onu aldatmalarına katlanamadığı için bir gece evi terk etmeye karar vermişti.

 

 

Ayaz’ı götüremezdi, yasaktı ama ona söz vermişti geri döneceğine. O geceden sonra bir daha Ayaz’ın annesinden haber alınamadı.

 

 


Ondan beridir de babası gibi kendini çapkınlığa vermişti. Sanki annesi bu yaptıklarını duysun da gelip ona da kızsın diye yapıyordu.

 

 


Kızsın ama yeter ki geri gelsin diye çırpınıyordu adeta. Belki de annesinin onu bıraktığı o küçük yaştaki Ayaz olarak kalmıştı…

 

 


“Mert en başından beri biliyordu o zaman?!” diye bir soru sormuştum ama aslında cevabını biliyordum. Ayaz’ın gözünden bir damla yaş gelmesiyle başını o da denize çevirdi.

 

 


Gerçi Mert’e niye şaşırıyorsam. Öz kardeşlerim bana ihanet etmişti. Bu hayatta bana iki kişi ihanet etmemişti. Biri sağımda oturan ve en az benim kadar yıkılmış Diego. Diğeri ise hayatımın aşkı olan ve onunla bugün evleneceğimi düşündüğüm Berfuydu.

 

 

Ona şimdi ben mi ihanet etmiş oluyordum? Onu her şeyden korumaya söz vermiştim ve asla o sözümü tutamamıştım. İçim derin bir utanç kaplanmıştı.

 

 


“Pasta kesilecek beyler. Yapmayın ama sanki bugün biri ölmüş gibi davranıyorsunuz. Hele sen Alparslan! Bugün senin düğün günün ne bu tavırlar?!” Eva’nın neşeli sesi zaten bozulmuş sinirlerimi iyice bozmuştu.

 

 

Arkadan adım sesleri tek gelenin Eva olmadığını haykırıyordu. “Kalk artık. Bugün evlendin. Ona göre davran kardeşim. Ayaz sen de artık kendine gel! Hem pasta tam senin sevdiğin gibi. Yağmur bütün pastayı yemene kızmaz öyle değil mi gelin hanım?” diye konuşan Mert’i öldürmek isteğiyle dolup taştım. Belimde silah olsaydı çekip vururdum da.

 

 

 

“Tabii ki de! Alparslan’la düğün pastamızı kestikten sonra hepsini yiyebilir.” dedi. Yağmur’un nahif çıkan sesine kahkaha atmak istedim. Şeytanın diliydi o, böyle tiyatrolara gerek yoktu.

 

 

Ayaz ağzının içinden bir şeyler geveledi ve sinirli bir şekilde “Bari beni araya katmayın. Sıçıp sıvadınız ve gerçekten benimle mi düzeleceğini düşünüyorsunuz?” diye alayla sordu.

 

 

Ayaz’ın konuşmasının bitiminde Diego’nun sinirli bir şekilde gülmesi bir oldu. Sessiz bir şekilde “Sciocchi che pensano di essere gli unici intelligenti! (Tek akıllının kendilerinin olduğunu sanan aptallar!)” demesi bir oldu.

 

 

Onu tek ben duyduğum için cılız bir şekilde güldüm. Bu Diego’nun da gülmeye başlamasına neden oldu. Bize Ayaz da katıldı. Şimdi üçümüz delirmiş gibi kahkaha atarak gülmeye başladık. Herkesin şaşkınlıktan donduğuna emindim. Ayaz, Diego’yu duymamasına rağmen bizim gibi gülüyordu.

 

 

Diego gülmekten yaşaran gözlerini siliyordu hala gülerken, Ayaz da öyle. Ben ise ağlıyordum. Bu hayat gülerken bana ağlamayı öğretmişti. Silmeye çalıştım ama beceremedim. Aniden ayağa kalktım. Bu halimi o şeytanların görmesini istemiyordum!

 

 

Az kalsın düşecektim denize. Zar zor dengemi sağladım. Diego hemen atılıp kolumu tutmasaydı da düşerdim. Diego’nun beni o halde görmesiyle kolumda olan eli kaskatı kesildi.

 

 

Hıçkıra hıçkıra ağlamamak için dudaklarımı kanatacak kadar ısırdığımı o tek gördü. Herkese sırtım dönüktü. Yıllar önce o depoda bile yapılan işkencelere rağmen ağlamayan ben şimdi ağlıyordum. “Aslan?” diye şaşkınlıkla ismim ağzından döküldü.

 

 

 

Kolumu çektim ve Diego’nun uzattığı bacaklarının üzerinden geçip yatın iç odalara geçilen arka tarafına gittim. Arkamdan çoğu kişi ismimi söyledi ama umursamadım. Kendimi odaya atmamla gözlerimden yaşların dökülmesi bir oldu.

 

 

Odanın kapısını kilitledim. Üstümdeki takımdan kurtulmak istiyordum. Bu lanet günü simgeleyen her şeyden kurtulmak istedim.

 

 

Üstümdekileri odadaki yatağın üstüne fırlattım ve kendimi odadaki banyonun içine attım. Soğuk suyu açarken ellerimin titrediğini fark ettim. Ağlıyordum. Amansızca, çaresizce, için için…

 

 

Keşke Diego kolumu tutmasaydı da düşseydim o denize bir daha da çıkamasaydım.

 

 

Hayatı boyunca neler yaşayan Alparslan Ilgaz şu an küçük bir çocuk gibi fayansların üstüne oturmuş, üstüne buz gibi su dökülürken ağlıyordu. Bileğimi ısırdım, ağzımdan çıkacak hıçkırıklarım duyulmasın diye.

 

 

Ölmek istiyordum. Aklımdan sadece ölmek geçiyordu. Gözlerime kapattım. Gözlerimin önüne Berfu’nun gülen yüzü geldi. Burnumun direği sızladı adeta. Dudaklarım titredi. Onun şu an iyi olup olmadığını bilmeden ölemem ki…

 

 

Onu korumam gerekiyor. Ona kendimi anlatmam gerekiyor. Benden nefret ediyordur şu an. Belki de iğreniyordur…

 

 

Ona kendimi açıklamam lazım. Ona şerefsizin teki olmadığımı, sadece ama sadece bu hayatta onu sevdiğimi anlatmam lazım. O beni anlar. O beni anlar…

             

 

O banyo fayansının üzerinde kaç dakika öyle kaldım bilmiyorum ama artık soğuk su yüzünden çenem titreyip dişlerimin birbirine vurulmasına neden olacak kadar durduğumu biliyordum bu da hatırı sayılır bir zamanı gösteriyordu.


 

 

Kapıya kaç kişi geldi umursamadım ya da kapıyı zorlayarak açmaya bile çalıştılar en sonunda Diego’nun “Çekilin şuradan! Rahat bırakın onu! Daha ne istiyorsunuz ondan!” diye bağırmasıyla sakinleşti.

 

 

 

Fırat Ilgaz’ın “Ses vermiyor. Kendine bir şey yapmasından korkuyorum!” demesiyle gülmek istedim ama halim yoktu. Zar zor üstümden yaka paça çıkardığım takımı giymiştim.

 

 

 

“Siz gidin buradan ben hallederim! Hadi!” diye sonda Diego’nun yüksek sesle konuşmasıyla adım sesleri hepsinin gittiğini gösteriyordu.

 

 

Diego kapıyı iki defa tıklattı. “Kardeşim, herkes gitti. İyi misin?” diye sordu.

 


Cevap vermem lazım ama konuşmaya mecalim yok. Sanki bedenimden ruhumu almışlar gibi hissediyordum. Zaten almadılar mı? İç sesime karşı gözlerimi istemsizce yumdum.

 

 

“Aslan… Kardeşim… Korkutuyorsun beni!” diye telaşlı bir sesle konuştu bu sefer Diego.

 

 

Canımda kalan son bir mecelle ayağa kalkıp kapının kilidini açtım. Geri geri adımlayıp kendimi sırt üstü yatağa bıraktım.

 

 

Kapı açıldı ve Diego odaya girip kapıyı kapattı. Bakışlarım tavandaydı. Diego bir süre sadece bana yani enkaza baktı. “Tekneler geldi, Alparslan!” dedi cansız bir şekilde.

 

 

“Ben gidince mi eğlenceleri yarım kalıyor? Kırk gün kırk gece eğlensinler! Başları göğe erdi en sonunda!” dedim. Gözlerimin tekrardan dolduğunu hissedince gözlerimi yumdum sertçe.

 

 

“Yapma böyle! Kendine gel! Şu an ne zamanı ne de yeri kendini bırakmanın!” dedi Diego. Diego’nun tavrı aynı öğrencisine motivasyon konuşması yapan öğretmenlere benziyordu.

 

 

“Ölmek istiyorum Diego! Artık katlanamıyorum bu hayata. Ölmek istiyorum!” diye cümlemi bitirmemle bakışlarımı Diegoya çevirdim. Kaşları derinden çatılmıştı.

 

 

“Ölemezsin! O kız şu an nerede, ne yapıyor, bilmiyoruz! Âşık olduğun, uğruna ölmek istediğin kadın için ayağa kalkmak zorundasın, Alparslan! O kızın hayatı senden önce sakin ve mutlu bir yaşamdı. Kusura bakma kardeşim ama sen kızın hayatına girdikten sonra hayatı altüst oldu. Tamam, haklısın! Hayatın mahvoldu ama düzeltmek için mücadele etmek zorundasın! Başka çaren yok! Şimdi olmadığın kadar güçlüsün, kendini odaya kapatıp da ben ölmek istiyorum diyemezsin! Dışarda zafer sarhoşluğunda olan akbabalara istediğini veriyorsun şu an! Onların kazanmasına izin veremezsin! Şimdi kalk, ülkene dön! Ve o kızı kurtar!” diye sinirle konuştu. Kaşları havalanmıştı.

 

 

Aklımda sadece Berfu vardı. “Benden nefret ediyordur…” dedim çaresiz olduğumu belirten bir sesle. Herkes benden nefret edebilir zaten hep ettiler ve ben her zaman onlarla savaştım ama onun nefretiyle başa çıkamam ki…

 

 

“O zaman geri sevgisini kazanmak zorundasın! Kardeşim… Bak! Nasıl diyeceğimi bilmiyorum ama bizi duygusuz, insanlıkla asla yan yana gelmeyecek tıpkı sadece komutlarla yaşamını sürdüren robotlar olarak eğittiler. Ot gibi yaşıyorduk, yaşıyoruz ve bir gün içimizden biri artık yıllar sonra duygularının olduğunu hissetti. Bunu kaybedemezsin! Şimdi kalk! Topluluk’un lideri olarak sevdiğin kadının peşinden git!” dedi.

 

 

Yüzümde anlamını bilmediğim bir gülümseme oluştu. Bu Diego’nun da yüzüne sıçradı.

 

 

“Savaşacağım! Ne olursa olsun hayatımın aşkını geri kazanacağım!” dedim hırsla.

 

 

Yataktan kalktım. Diego’nun karşısında durup ona sarıldım. Kulağına doğru “Grazie per essere con me! (Benimle olduğun için teşekkür ederim!)” deyip sırtına vurdum dostça.

 

 

Diego da aynı şekilde sırtıma vururken “Buona fortuna fratello! (İyi şanslar kardeşim!)” dedi.

 

 

Odadan çıkıp yata yanaşan teknelere baktım. Süleyman’ın yanında olduğu tekneye yürüdüm. Hain olan Süleyman değildi, Ahmetti! Elbette ona bedelini ödetecektim.

 

 

Ona yaptıklarımdan sonra değil birinin bana ihanet etmesi bundan sonra kimse patronuna ihanet edemeyecekti bile.

 

 

Süleyman’ın yanına gelince durdum. “Bu tekneye benden başkası binmeyecek!” deyip tekneye geçtim.

 

 

Süleyman “Tamam abi!” deyip teknedeki adamlara işaret verdi. Ben teknedeki odaya geçerken arkamdan Yağmur “Alparslan, böyle yapma!” diye bağırdı ama umursamadım bile. Bir insanın sesinden bile nefret edilir mi? Ben bu kadınla bunu keşfetmiştim.

 

 


Arkamda tartışma çıkmıştı ama umursamadım. Tekne hareket etti. Bundan sonra kimse benim lafımı ikiletemezdi. Madem uyuyan şeytanı uyandırdılar, bundan sonra yaptıklarımı ve yapacaklarımı da kabul ettiler.

 

 

 


Not: 35.bölümde Alparslan bir rüya gördü. Rüyada Berfu’nun elinde sarı güller vardı. Sarı güller arkadaşlıkta dostluğun gücünü ve bağlılığını simgelerken maalesef aşkta öyle değil!


Aşkta ayrılık ve ihaneti temsil eder. İki güçlü ilişkide sarı güllerin anlamının bu kadar taban tabana zıt olması hayatın garip bir cilvesi gibi. Bunun gibi kitapta gelecek bölümlerle ilgili geçmiş bölümlerde bir sürü ipuçları var. Final bölümü de dâhil buna.

 

Bu kitap aklıma geldiğinde ilk finalini tasarlamıştım. Finali etrafında her şey gelişti ve tasarlandı. Bu yolculukta benimle olduğunuz için tekrardan teşekkür ederim. 40.bölüme özel bu bilgileri sizinle paylaşmak istedim.

Loading...
0%