Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@nurita

Lütfen yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın❤️😢🥰

 

Güneş ışığı gözüme vuruyor. Refleksle kapalı olan gözlerimi yumdum. Yavaş yavaş gözlerimi açtım.

 


Yine başım çatlıyor sağ elim direk başıma gitti. Sol omzumun üstünde bir ağırlık hatta bir kafa vardı. Siktir! Hayır Alparslan! Bunu yapmadın.

 


Kızının kafasını ittim. Hemen uyandı. Gülümseyerek “Günaydın canım!” dedikten sonra elini göğsümde gezdirmeye başladı. Elini de ittim.

 

Yüzündeki gülümseme sendeledi ama yine de gülümsemeye devam etti. Yataktan kalktım. Üstümü giymeye başladım. Kız konuşuyor ama umursamadım.

 


En son gömleğimin düğmelerini de ilikledikten sonra komodindeki telefonumu alıp kızın yüzüne bile bakmadan odadan çıktım. Çıkmamla kapının önünde Süleymanı görmem bir oldu. Başımla içeriyi işaret ederek “İlgilenirsin sen!” dedim. Süleyman hemen kafasını salladı. Ben koridordan çıkışa doğru yürümeye başladım.

 


Berfuya benzeyen bir kadınla olacak kadar düşmemiştim değil mi? Şakaklarıma sinirle parmaklarımı bastırdım. Bir kadınla birlikte olmam sorun değildi. Hep oldum ama Berfuya benzetmeye çalışarak bir kadınla birlikte olmak, bu nefsime ağır geliyordu.

 


Çıkışta Ahmetin arabanın kapısını açmış beni önünde beklerken bulmuştum. Arabaya bindim. Ahmette sürücü tarafına geçti. “Nereye gideceksin abi? Eve mi?” aniden bağırarak “HAYIR!” dememle Ahmet de irkildi. İstemsizce bağırmıştım.

 

Bezgin bir ifadeyle “Şirkete!” dedim daha sakin bir tonda. Şu an en son istediğim şey Berfuyu görmekti. Kafamı arkaya doğru yatırdım. Elimle başımı ovmam Ahmetin dikkatini çekti. “Abi, iyi misin?” iç çektim. “İyiyim Ahmet! İyi olmaktan başka seçeneğim de yok zaten!” Ahmet mahcupça başını eğdi. Şirkete gidene kadar da arabada çıt çıkmadı.

 


 

 


Şu an yaptığım şey resmen düşünmemek için kendimi işe vermek. Nasıl başka bir kadında Berfuyu aramıştım, anlayamıyordum. Kapının çalmasıyla kafamı dosyadan kaldırdım. “Gir!” odaya giren Süleymanın halinde bir şeyler vardı ama anlamadım. “Abi… Şey… Iıı…” kaşlarım çatıldı. “Ne oldu Süleyman!” Süleyman sıkıntıyla nefes alıp “Abi, Ayaz abinin takıldığı kızlar gazeteciymiş.”

 

Sinirlenmeye başlamıştım. Dişlerimin arasında “ Eee!” Süleyman gözlerini kaçırdı. “Abi dün geceyi geçirdiğin kadınla senin fotoğraflarını çekmişler. Haberler sizin fotoğraflarınızla dolu bu yüzden.” Süleyman kafasını eğdi. Başı eğik bir şekilde alttan alttan bakıyordu. Ben ise şu an sinirden kıpkırmızı olduğuma eminim.

 


Gözlerimi yumdum. Sakinleşmeye çalıştım. Burnumdan sesli bir nefes verdim. “Süleymancığım, peki bunlar olurken siz neredeydiniz!” aniden masaya vurmamla Süleyman sıçradı. “CEVAP VER!” bağırmamla Süleymanın yüzündeki kan çekildi.

 

 

“Abi dün gece birlikte olduğun kız sen gittikten sonra ortalığı birbirine kattı. Ben onla uğraşıyordum. Yoksa abi biliyorsun beni. Hem zaten Selçuk bağlantılıymış gazeteci kızlar.” Neden şaşırmadım acaba? “Merti çağır bana çabuk!” bir gece ya! Bir gece bari bensiz bir şey başarsınlar! “NE BEKLİYORSUN LAN HALA! HADİ!” Süleyman bağırmamla telaşla odadan çıktı.

 


Hemen magazin sayfalarına baktım. Manşetlerde boy boy benle adını bile hala bilmediğim kızla dans ederken ki sarmaş dolaş fotoğraflarımız doluydu. İçlerinden bir haber sitesine tıkladım.

 


“Ünlü iş adamı Alparslan ILGAZ, sevgilisiyle aşk dolu anlar yaşadı!” başka bir haber sitesine tıkladım. “Milyarder iş adamının uzun zamandır merak edilen sevgilisiyle aşk yaşadığı anlar görüntülendi!” böyle nice haber vardı.

 

 

Sinirle burun kemiğimi sıktım. O sırada aniden kapı açıldı. Mert içeri girdi. “Ne bu saçmalık! Nasıl basına sızar? Ayaz nasıl ayıkmaz!” daha sonra dişlerimin arasından “Ayaz nerede?”, “Sakin ol! Şimdi yeni hallettim. Öğrenir öğrenmez bununla uğraşıyorum. Bunu haber eden magazin siteleri bedelini ödeyecek! O kızlar da ödedi! Bu yüzden sakinleş artık!”

 

 

Mert yorgun bir halde ofis koltuğuna oturdu. Tekrar dişlerimin arasından “Ayaz nerede!” dedim. Mert şakaklarını ovarken “Sence nerede olabilir? Haberi duyar duymaz kaçtı? Şu an nerede bilmiyorum!” arkama yaslandım.

 

 

Sakinleşmem lazım. “Ayaz yeni yetme gibi nasıl bunların oyununa gelir!” Mert omuz silkerek “Konu kadınlar olunca azgın teke gibi ortalıkta dolaşıyor, gerizekalı!” o da en az benim kadar sinirlenmişti.

 


Yarım saat sonra Süleyman kapıyı çalıp içeri girdi. “Abi her şey temizlendi!” hemen bilgisayara girdim. Magazin sitelerine baktığımda artık bana dair bir şey yoktu ama bu beni rahatlatmamıştı. Acaba Berfu görmüş müydü?

 

 

İçimdeki sinir geçmiyordu. Ayağa kalktım. “Ne oldu abi? Bir şey mi istiyorsun?” Süleymanın sorusuyla birlikte Mert elindeki dosyayı bıraktı, sorgulayan bakışları üzerimdeydi. “Selçukun sağ kolunun tutulduğu depoya gidiyoruz.”, “Abi bizim çocuklar hallediyor. Sen boşuna kendini yorma!” ağır ağır kafamı Süleymana çevirdim. “Öyle mi! Gördük az önce sizin halletmelerinizi!” Süleyman başını mahcupça eğdi.

 

 

Benim alayla söylediğim onu iyice utandırmıştı. “Sakinleşmek için gidiyorsun, öyle değil mi?” Mert bir insanı her hareketinden anlardı. Kafamı evet anlamında salladım ve odamdan çıktım.

 


Şirketten çıkıp arabalara binmiştik. Benle birlik dört araba daha geliyordu depoya.

 


Depoya gidene kadar gözlerimi kapatıp kafamı geriye yasladım.

 


Selçuk bugün değil ama birgün ölümün benim elimden olacak. Yemin ediyorum, ölmeden seni öldüreceğim.


Ağzı-gözü dayak yemekten şişmiş, her tarafı kan olan adama baktım. “Abi yalvarırım, durun artık!” kafamı sağa sola yatırdım. “Her şeyi yaptıktan sonra yalvarmanız trajikomik! Gülmek istiyorum ama bugün gülmemi engelleyebilecek bir şey oldu.” Adam korkudan titreyerek bana bakıyordu. Yan masaya yürüdüm.

 


Masada kerpeten, çivi, çekiç, farklı boyutlarda bıçaklar, tornavida, testere, kafir çatalı, dil koparıcı gibi aletler vardı. Elime dil koparıcıyı aldım. Sağa sola çevirdim. “Patronun olacak olan piç seni kurtarmak yerine sinirimi bozmaya devam etti.” Yalvarmaya devam etti.

 

 

Elimi kaldırdım susması için. “Sen onu satmamak için o kadar direndin. O seni umursamadı bile. Takdir ediyorum harbi adammışsın ama bazen kaliteli bir insan olsan da olduğun taraf önemli.” Karşımdaki adam çocuk gibi ağlamaya başladı. “Abi! Kulun, köpeğin olayım. Ne olur bir şey yapma bana! Her şeyi anlattım. Yemin ederim başka bir şey bilmiyorum!” güldüm hatta deli gibi kahkaha atmaya başladım.

 

 

“Demek yemin ediyorsun! Vay be! Görüyor musun Süleyman yemin etti!” Süleyman gevşek gevşek sırıttı. Karşımdaki adama gülümseyerek bakarken aniden yüzüm kaskatı kesildi. “Hala yalan söylüyorsun!” ona nasıl baktım bilmiyorum ama ağlaması şiddetlendi. “Sizin gibi kansızları kendi kanıyla boğmak lazım!” elime kerpeteni alıp ağır ağır ona yürüdüm.

 


Çırpınışları arttı. Ama boşunaydı. Tam önünde durdum. Ahmete şarkıyı açmasını işaret ettim. Koca depo “Müslüm Gürses-Seni Yazdım” şarkısıyla inliyordu. Büyük ustanın şarkısını biraz dinledim.

 

 

Gözlerim kapalıydı. Kafamı da müziğin ritmine göre hareket ettiriyordum. Kollarım iki yana açıktı. Bu birkaç dakika devam etti. Sonra aniden adamın kafasını tutup ağzını açtım. Kerpetenle dişini kavrayıp tek tek çekmeye başladım. Kan yüzüme ve üstümdeki beyaz gömleğe gelmişti. Dişlerini sökerken boğuk çığlıkları beni rahatlatıyordu.

 


Dişlerinin yarısı yerdeydi. Adamda yarı baygındı. Oluk oluk kan akıyordu ağzından. Kerpeteni yere attım. Bu kan yeterli olurdu. Kafasını kaldırdım. Bir elimi burnunu kapatacak şekilde ağzını kapattım. Diğer elimle de bunu destekledim. Birkaç saniye sonra kanını yutmaya başladı.

 

 

Baygın gözleri de artık cin gibi bakıyordu. Öğürmeye çalışıyordu ama koca ellerim izin vermiyordu. Kafasını da arkaya doğru yatırmamla rengi morarmaya başladı. “Sizin gibi kansızları kendi kanıyla boğmak lazım, demiştim!” birkaç defa daha çırpıntı. Sonra durdu. Ben de biraz daha bekledim. Gözlerin de ölmesine rağmen dehşet ifadesi vardı.

 


Elimi çekmemle arkaya doğru olan kafasından yanlara doğru kanlar süzülmeye başladı. Bakışlarımı etrafta gezdirdim. Kendi adamlarım bile bakışlarını benden kaçırıyor, benden korkuyorlardı. Arkamı dönmemle gözlerim depodaki kirli ve kırık aynadaki yansımama takıldı. Saçlarımdan bile kanlar damlıyordu. Gülümsedim…

 


İçimdeki canavar ortaya çıkmıştı. “Temizleyin şu pisliği!” yanıma Süleyman geldi. Elindeki ıslak havluyu bana verdi. Havluyla yüzümdeki ve kollarımdaki kanları silmeye çalıştım. Duş almam gerekiyordu. “Dişleri Selçuka gül ve lokum kutusunun içinde yolla!”, “Tamam abi!” aniden aklıma Berfu geldi. Onu özlemiştim. “Ben eve gidene kadar akşam yemeğini hazırlasınlar!” Süleyman kafasını salladı ve hemen telefona sarıldı.

 


Arabamın olduğu yere doğru ilerledim. Çok geçmeden Süleyman ve Ahmet de geldi. Yorucu bir gündü. Eve gidip ilk işim ılık bir duş almak olacaktı.

 


 

 

Eve geleli yaklaşık yarım saat olmuştu. Şimdi duş başlığının altında suyun ruhumdaki yaraları sarmasına izin veriyordum. Kafam dopdoluydu. Berfu o haberi gördüyse benim hakkımda yanlış bir izlenime kapılmış olabilirdi.

 

Tamam! Zaten yaptığım yanlıştı ama ben de çaresiz kalmıştım. Bütün benliğimi ele geçirmişti. Benliğim onun yüzünden yörüngesini şaşmıştı. Pusulamı kaybetmiştim. Bunları o bana yapmıştı. Ben neden suçlu oluyordum.

 


Alnımı fayansa dayadım. Aşağıdan sesler geliyordu. Gelmişti. Berfu gelmişti. Hemen suyu kapatıp duştan çıktım. Hızlıca kendimi kuruladım. Gri bir alt eşofman, üstüne de beyaz bir tişört giydim. Saçlarımın nemini alıp kurutma makinesiyle hafif kuruttum. Odadan çıktım.

 

 

Merdivenlerin başında tekrar odaya gidip parfüm sıktım. Aynadaki yansımam da yirmi yedi yaşındaki Alparslan değil de on yedi yaşındaki o genç delikanlı vardı. Yıllar sonra nasır tutmuş kalbim onun varlığıyla bile bu kadar hızlı atmasının nedeni neydi?

 


Daha fazla oyalanmaya gerek yoktu. Merdivenleri hızlı hızlı indim. Mutfaktan ses geliyordu. Yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirip mutfağa girdim. “İyi akşamlar Alparslan Bey!” yüzümdeki gülümseme soldu.

 

 

Gülsüm buradaydı. Berfu yoktu. Mutfak bir an gözüme bomboş ve anlamsız geldi.
“Akşam yemeğiniz hazır, Alparslan Bey! İstediğiniz başka bir şey var mı?” yüzümdeki gülümseme solduğu gibi kendimi bir an bitkin hissettim.

 

Berfuyu istiyorum, desem ne olurdu?

 

Yüzümde mutlulukla alakası olmayan bir tebessüm oluştu. Kıyamet kopardı büyük ihtimalle. “Hayır, bir şey istemiyorum, sen çıkabilirsin!”

 

Gülsüm saygıyla bir baş selamı verip evden gitti. Birkaç kaşık pirinç pilavından aldım ama daha fazla yiyemedim.

 

Neden o gelmemişti ki? Sıkıntıyla geriye yaslandım. İştah falan kalmamıştı. Acaba şu an ne yapıyordu. Eve mi gitsem? Ne diye gideceğim?

 


Sürahiden bardağa su doldurdum. İçim yanıyor. Berfu Hanım eseriyle gurur duysun! Bardağı sertçe masaya indirdim. Salona geçtim. L koltuğa oturdum. Geri kalktım. Gözüme spor aletleri takıldı.

 

 

Üstümdeki tişörtü çıkardım. Gelişi güzel fırlattım odanın bir köşesine. Koşu bandına çıktım çıplak ayakla. Hızlandırdım. Hızlandıkça daha da hırslandım. Ne oluyordu lan bana! Berfu kim? Bir hizmetçi… eee …bana ne ondan!

 

 

Bir de onun için saçma sapan hareketler yapıyorum. Çıplak ayaklarım canımı yakacak kadar acımaya başladılar. En sonunda koşu bandından atladım. Sinirle L koltuğun karşısındaki berjere tüm gücümle tekme attım. “KİMSİN LAN SEN? KİMSİN?” bağırışım salonda yankılandı.

 

 

Yüksek tempoda koştuğum için alnımdan ter damlaları düşüyordu. Göğüs kafesim şiddetle inip kalkıyordu. Gözüme bir ter damlası düşünce gözüm yandı. Sinirle gözümü sildim. Sakin olmalıyım. Delirmiş gibi davranıyorum. Duş alıp yatmak en iyisi. Hızla merdivenlerin oraya giderken donup kalmam bir oldu.

 


Berfu elinde çamaşır sepetiyle korku dolu gözlerle bana bakıyordu. Tek kelimeyle sıçmıştım. Hatta sıçıp sıvamıştım. Sertçe yutkundum. Yutkunurken boğazım acımıştı. Az önceki halimi gördüğüne adım kadar eminim.

 

 

Beni büyüleyen gözleri irice açılmış bana korkarak bakıyordu. Bu hayatta herkes benden korkar. Ama o benden asla korkmasın, olmaz mı?

 


Ürkek ürkek bakarken birkaç kez o minik kırmızı dudakları aralandı. Benle konuşmaya cesaret edemiyordu. Ben zaten donup kalmıştım. Sadece mal gibi kıza bakıyordum.

 

 

Bu artık Berfuyu tedirgin etmeye başlamış olmalı ki konuşma cesareti buldu. “Alparslan Bey, iyi misiniz?”

 

Ne diyeceğim? En iyisi hiçbir şey olmamış gibi davranmak. “İyiyim! Az önce özel bir spor yapıyordum.” Berfu inanmamıştı. Zaten bu dediğime kimse inanmazdı ama o sadece kafasını sallayıp yukarı kata yöneldi.

 


Bir dakika! O beni görmezden mi geliyor?

 

Beni umursamadan merdivenleri çıkmaya başladı. Ben de arkasından gitmeye başladım. Giyinme odasına girince sepeti yere indirdi ve sepetteki kıyafetleri dolaplara yerleştirmeye başladı. Ben ona bakıyordum ama o yüzüme bile bakmıyordu.

 

 

Biraz daha yaklaştım. Hatta dibine girdim. Alttan bir bakış attı ve geriye gitti. Benden rahatsız mı olmuştu. Bu beni afallattı. Üstüm çıplak diye mi? Hemen yandan bir tişört alıp giydim ama yok hanımefendi yüzüme bile bakmıyordu.

 

 

Sinirlenmeye başlamıştım ama ona belli etmeden hatta umursamaz bir tavırla “Akşam yemeğini sen hazırlamamışsın! Neden?” elim enseme gitti ve kaşıdım. “Yani bir şey mi oldu da sen hazırlamadın?” ben ona beklentiyle bakarken o son tişörtü de yerleştirip yüzüme bile bakmadan “Hayır, efendim!” dedi ve yanımdan sepeti de alıp geçti.

 

 

Arkasından bakakaldım. Hatta dondum. Kendime gelince arkasından gittim. Mutfaktaydı. Ortalığı topluyordu. Masadaki yemekleri tam toplayacakken aklıma sinsi bir fikir geldi. “Ben daha yemedim.” Bu onu duraksattı ve geri çekildi. Ben yemek yerken burada olacaktı. Yanımda duracaktı. İtiraf etmem gerekirse yanımda durması bile bana yetiyordu.

 


Hemen masaya oturdum. İştahım geri gelmişti. Yemeklerin soğuk olmasını umursamadan yemek yemeğe başladım.

 


O sırada Berfu mutfaktan çıkmaya niyetlendi. Aniden bileğinden tuttum ve ben daha şaşıramam sanarken Berfu kaşlarını çatıp hızla bileğini elimden çekti.

 

 

Ona dokunmamdan da mı rahatsız oluyor artık? Allahım ne oluyor? “Nereye?” diye sorarken buldum kendimi. Çatık kaşlarıyla “Salonu toplayacağım efendim!” dedi ve gitti. Benim de kaşlarım çatıldı. Benle aynı ortamda bulunmak istemiyor.

 


Peşinden salona gittim. Salonu toplarken onu izlediğimi biliyordu ama bir kere dönüp bakmadı bile. Salonda işi bitince bana döndü. Yüzü sirke satıyor. “Yemeğiniz bitti mi efendim?” imalı imalı sormuştu.

 

 

Tek kaşım havalandı. Ben de imalı imalı “Evet, bitti!” dedim. Sonra Berfunun çatık kaşları altındaki mavilerinde kırgın bir bakış yakaladım. Bana kırgındı. Magazin haberini mi okumuştu? Büyük ihtimalle okumuştu. Benim onun gözünde şu an iyi bir izlenime sahip olmadığım belliydi artık.

 

 


Bana doğru gelmeye başladı ve sanki ben yokmuşum gibi yanımdan geçti. Mutfağı toplamaya başladı. Ben ise sadece onu izledim. Omuzları gergindi. Onu izlediğimi biliyordu ama dönüp bir kere bile yüzüme bakmıyordu.

 


Mutfağı da topladıktan sonra başı dik ama gözleri yerde olacak şekilde “Başka bir ihtiyacınız var mı efendim?” diye sordu. Mavileri asla koyu kahvelerimle buluşmuyordu. Dişlerimi gıcırdattım.

 

Cezası gözlerini benden mahrum etmek miydi? Böyle ceza mı olur?

 


Ben de dişlerimin arasından “Yok!” dedim. Sinirli sinirli bakıyordum artık ben de. Ama ben şaşıramam dedikçe tam tersi oluyor. Berfu da bana sinirli sinirli bakıp dişlerinin arasından “O zaman iyi akşamlar efendim!” dedi.

 

Sinirli bakışlarımın yerini şaşkınlık aldı. Tam yanımdan geçecekken bana yandan sert bir bakış atıp dış kapıya gitti. Kapıdan çıkana kadar da bir daha yüzüme bile bakmadı. Ben kaç dakika arkasından kapalı kapıya baktım bilmiyorum…

 

 

 


Kardelen! Annenin bana gösterdiği ilk tepkiydi bu. İtiraf etmem gerekirse aklıma geldikçe hala şaşırıyorum.

 

Annen nahif bir kadındır ama galiba benim sayemde bu tarafını da keşfetmişti…

Loading...
0%