@nurlaricindeyatask
|
18.06.2016 "Ebru, hava alalım mı?" Ezel'in sorusu ile gülümseyerek ona baktım ve başımı aşağı yukarı sallayarak onu onayladım. "Çıkalım balım, iyi olur." Gülümseyerek konuştum ve Ezel'in koluna girdim. Birlikte mezuniyetimizin yapıldığı otelin bahçesine çıktık. "Yeliz'in giydiği elbiseyi gördün mü? Rezalet." Ezel yüzünü buluşturarak konuştu. Ufak bir kahkaha attım. "Çok rüküş giyinmiş. İğrenç. Özelikle saçları, felaket yağlıydı..." Ezel gözlerini devirdi ve kusacak gibi numara yaptı. Ufak bir kahkaha attım. "Modadan anlamıyor işte, salla." Hava yavaş yavaş soğumaya başlamıştı. "Girelim hadi, hava çok soğuk." İçimde sebebini anlayamadığım garip bir his vardı, sanki bir şey olacak gibiydi. Ezel, umursamaz bir tavırla omuzlarını silkti. "Sen gir hayatım, ben biraz daha duracağım." Onu yalnız bırakmak istemiyordum ama onu ikna etmemin zor olduğunu da biliyordum. "Emin misin?" "Evet bebeğim, bana ne olabilir ki?" Gülümseyerek yanağına bir öpücük kondurdum ve ona sarıldım. "Seni seviyorum bitanem." Ezel gözlerini devirdi. "Ne bu? Veda konuşması mı? Tebessüm ettim ve ona sıkıca sarıldım. Henüz haberim yoktu ama bu, ona son sarılışımdı. "Gidip Yeliz'i rezil edeceğiz, unutma." Ezel ufak bir kahkaha attı. Gülerek onu onayladım ve yeniden baloya dönmeden önce son kez ona baktım. "Beyaz sana çok yakışıyor..." Ezel, bana gülümsediğinde ben de gülümseyerek yeniden içeriye girdim.
10. 10.2024... Sabah alarm sesi ile uyandım. Her zaman yaptığım gibi önce duşumu alıp işe gitmek için hazırlanmaya başladım. Hazırlığımı bitirip adliyeye gitmek için arabama bindiğim esnada telefonum çaldı. Telefonu açıp telefona doğru konuştum.
"Evet?" "Savcım, bir ceset bulduk. Gelmeniz gerekiyor." Cengiz konuşunca ona konum atmasını söyleyip telefonu kapattım. Yine bir intihar ya da intihar süsüyle gizlenmiş bir cinayet vakası olduğuna emindim. Yarım saat içinde Cengiz'in attığı konuma gelmiş, cesede bakıyordum.
"Delil topladınız mı?" Cengin beni başını sallayarak onayladı. Cesede baktığımda kaşlarımı çattım. Genç bir kadındı, boynunda boğulduğunu belli eden bir iz vardı. Bembeyaz teni ve beyaz elbisesi kanlar ile kaplıydı. Yüzü tanıdık geliyordu. "Maktül'ün adı Yeliz Koç. Yirmi yedi yaşında." Cengiz'e şaşkınlıkla döndüm. "Y-yeliz Koç mu?" Şaşkınlıkla konuştum. Yeliz'i liseden tanıyordum, en büyük düşmanımdı o zamanlar. Ölmesi beni şaşırtmıştı, daha dün sosyal medyada fotoğraf paylaşmıştı. Cengiz beni başıyla onayladı. "Yazık olmuş... Başarılı birisiydi." Yeliz, oldukça başarılı bir öğrenciydi. Lise zamanlarında düşmandık, taa ki mezuniyet gecesine kadar...
18. 06.2016 saat: 01.26
"Ebru, ağlama artık. Ezel bulunacak." Yeliz, elini omzuma koydu ve acı bir tebessüm ile bana baktı. Ağlayarak ona sarıldım. "Bana geleceğini söyledi, saatler geçti... Hala yok..." Burnumu çektim ve Yeliz'den ayrılıp Hayat'a baktım. O da benim gibi ağlıyordu, Emir'e sarılmıştı. "Nerede bu kız?" Anıl gergin bir sesle konuştu. Hayat, kırmızı gözleri ile ona baktı. Hepimiz polislerden gelecek bir haberi bekliyorduk. "Bu kadar yeter, ben de gidip onu arayacağım!" Yiğit, öfkeli ve panik dolu bir sesle konuştu. Hemen ayağa kalkıp telefonumun fenerini açtım. "Şuradaki ormana gidelim, belki orada bir yerdedir." Yiğit, başını onaylar gibi salladı ve sert bir nefes aldı. "Gidelim hadi." Hayat aniden koluma yapıştı ve beni çekti. Şaşkın gözlerle sana baktım, kararlı ve kırmızı gözlerle bana bakıyordu. Gözlerinde bir endişe vardı. "Gitme Ebru, Ezel gibi seni de kaybedemem!" Tam itiraz edeceğim esnada aklıma gelen o soru ile Hayat'a kaşlarımı çatarak baktım. "Kaybedemem mi dedin sen?" Şüpheci bir sesle sorduğum soruyu, Hayat başını sallayarak onayladı. "Ezel'i kaybettiğimizi nereden biliyorsun?" Sorduğum soru ile Hayat, Anıl'a döndü. Ne diyeceğini bilemez gibi hepimizin yüzüne teker teker baktı. Kaşlarımı çatarak yüzünü inceledim. Anıl hemen söze girdi. "Hayat, Ezel'in şu anda yanımızda olmamasından bahsediyor. Sen neden bu kadar panik oldun?" Bana doğru yaklaştı, sıcak nefesini yüzümde hissediyordum. Kolumu sıkıca kavradı. "Bir şeyler mi biliyorsun?" Şaşkın gözlerle yüzüne baktım. Neden benden şüphelendiğini anlamamıştım, Ezel benim en yakın arkadaşım, ona zarar vereceğimi nasıl düşünebilir? Hayat, kollarını göğsünde kavuşturdu ve tek kaşını kaldırarak bana baktı. "Yoksa bir şeyler bilip bize söylemiyor musun?" Islak ve kızarık gözlerimden bir damla yaş süzüldü. Gerçekten benden mi şüphe ediyorlardı? Ezel'e benim zarar verdiğimi mi sanıyorlardı? Zorlukla yutkundum ve Hayat'a baktım. "Siz benden mi şüpheleniyorsunuz?" "Neden şüphelenmeyelim? Henüz ortada bir şey yokken bu kadar panik olman, dikkat çekici." Anıl, kolumu daha çok sıkarak konuştu. "Anıl haklı." Dedi Hayat. Büyük bir hayal kırıklığı ile onlara baktım. Yiğit, aniden Anıl'ı çekip yakasına yapıştı. "Ne saçmalıyorsun lan sen?" Öfkeli bir sesle bağırdı ve Anıl'ın burnuna kafa attı. Anıl, yere düşerken Hayat hemen yanına gelip kolunu tuttu. "Ne yapıyorsun sen?" Şaşkın gözlerle Yiğit'e baktım. Onu ilk kez bu kadar öfkeli, gergin ve üzgün görüyordum. Yeliz, ne olduğunu bile anlayamamıştı henüz. Emir ise kenarda durmuş yaşananları sakinlikle izliyordu. "Asıl siz ne yapıyorsunuz?" Yiğit, öfkeli bir sesle konuştu. "Ebru'nun nasıl şüphe edersiniz? Onun Ezel'e bir şey yapacağını nasıl düşünebildiniz?" Emir derin bir soluk alıp bir sigara yaktı. "Nereden bilelim? Belki de Ezel ile kavga ettiler ve Ebru, istemeden de olsa ona zarar verdi?" Gözlerim şaşkınlıkla kocaman açıldı. Kalbimde yoğun bir acı hissediyordum, ihanete uğramış gibiydim adeta. Midemde bir bulantı hissi vardı. "Bence şu an en büyük şüphelimiz Ebru. Ezel'i öldürmüş bile olabilir!" Hayat, bana bakarak konuştu. Güçlükle yutkundum, bacaklarım titriyordu. Başım dönüyordu ve ayakta durmakta güçlük çekiyordum. "Sonuç olarak Ebru'nun sevdiği çocuk, Ezel'e aşık. Belki de bu yüzden kavga ettiler." Ben hayal kırıklığı ile Hayat'a bakarken Yiğit, kendini tutamadı ve Hayat'ın kolunu sıkıca tutup öfkeli ve sert gözlerle ona baktı. "Bana bak Hayat, bir daha benim kardeşimi böyle bir şeyle suçlarsan, sonuçları hiç iyi olmaz!" Emir büyük bir hızla Yiğit'i itti. Yiğit sendeleyerek geri gitti ve düşmekten son anda kurtuldu. "Bir daha sevgilime dokunursan, seni öldürürüm!" Büyük bir şaşkınlıkla yaşananları izliyordum. Emir ve Yiğit tartışırken sessizce ağlıyordum. Aklım hala Ezel'deydi ancak içinde bulunduğumuz durum öylesine karışıktı ki ne olduğunu bile idrak edemiyordum. "Kendinize gelin artık!" Her şeyi sessizce izleyen Yeliz, aniden bağırdığında herkes ona döndü. "Hepinizin en yakın arkadaşı olan kız, ortalıkta saatlerdir yok! Ölmüş bile olabilir ama siz, birbirinizi suçluyorsunuz!" Daha fazla burada durmak istemedim, Ezel'i ormanda aramak şu an için en iyi tercihimdi. Arkamı dönüp koşar adımlarla ağlayarak ormana ilerlemeye başladım. Ormana giremeden sert bir bedene çarptığımda durdum. Bacaklarım titriyordu ve başım dönüyordu, dengemi kaybettiğim esnada bir kol beni belimden kavrayıp düşmemi engelledi. "Dikkatli ol, küçük hanım." Daha önce hiç duymadığım sert bir ses konuştu. Kızarık gözlerimle beni belimden tutan adama baktım. Yakışıklı bir yüzü ve uzun bir boyu vardı. Kaşlarını çatarak yüzümü inceledi. Korku dolu gözlerle ona baktım. "Korkmana gerek yok küçük, sadece düşmeni engelledim." Ben daha ağzımı açmadan adam, dengemi kurmamı sağlayıp kolunu belimden çekti. Bana son kez dikkatli olmamı söyleyip bir cevap bile beklemeden uzaklaştı.
12.10.2024
Adliye koridorundan geçip odama girdim ve Yeliz'in dosyasını elime alıp masama oturdum. Dosyayı defalarca kez okumuştum, dikkatimi çeken tek şey, Ezel ile öldürülme şekillerinin benzemesiydi. Derin bir nefes aldım ve kahvemi yudumladım. Dosyayı yeniden okumaya başladığım esnada odamın kapısı çaldı, içeri Ceyda girdi. "Savcım, bir adam geldi. Sizinle görüşmek istiyor." Başımı onaylar gibi salladım ve iç çektim. "Söyle, gelsin." Ceyda, beni başıyla onaylayıp odadan çıktı ve kapıyı kapattı. Deli gibi uykum vardı, Yeliz'in dosyası için iki gecedir uyumuyordum. Dün izin günüm olmasına rağmen izin yapmamış, olay yerine bakmaya gitmiştim. Sonrasında adliyeye gelmiş ve Yeliz'in son görüştüğü kişileri sorgulamıştım. Odamın kapısı çaldığında bakışlarımı kapıya çevirdim. "Gel." Kapıya doğru seslendim ve duruşumu düzelttim. Kapı açıldı ve ileri bir adam girdi. Uzun boylu, sakallı, esmer ve siyah saçlı bir adamdı. Benden izin istemeden gelip karşıma oturdu. Gözlerinin altı mosmordu, günlerdir uyumuyor gibiydi. Siyah bir tişört ve siyah bir ceket vardı üzerinde. Altında ise yine siyah, kumaş bir pantolon vardı. Adam karanlık gözlerini, gözlerime dikti. Boğazımı temizleyip söze girdim. "Buyurun?" Adam, derin bir iç çekti. Yüzünü incelediği meee onu daha önce görmüş gibiydim. "Ben Arık Ateş Koç." Adam tok bir sesle konuştu. Tokalaşmak için uzattığı elini sıktım. "Ebru Yücel, cumhuriyet savcısı." Adam elini geri çekti. Gözleri hala gözlerimi inceliyordu. "Duyduğuma göre Yeliz Koç'un davasını sen takip ediyormuşsun, doğru mu?" Üslubuna şaşırsam da bir şey demedim. Başımı onaylar gibi salladım. "Fazla uzatmayacağım savcı," Adam ceketinin cebinden bir sigara çıkardı ve benden izin beklemeden sigarayı yaktı. "Yeliz, benim kız kardeşim. Buraya bir anlaşma için geldim, bana yardım edeceksin." Şaşkın gözlerle ona baktım. Ona ne konuda yardım edebilirdim ki? Yeliz'in katilini bulmak için çabalıyordum zaten. Yeliz'in abisi olması, aklımda bir soru işaretine sebep olmuştu. Bildiğim kadarıyla Yeliz'in bir abisi yoktu. "Ne konuda yardım edeceğim?" Arık, başını hafifçe salladı. "Ben Koç örgütünün lideriyim. Eminim ki daha önce duymuşsundur bu örgütü. Davanın detaylarına ihtiyacım var." Sigarasından bir duman aldı ve külünü avcuna döktü. "Kardeşimi katleden o piç kurusunu bulmam ve cezasını vermem gerekiyor." Tek kaşımı kaldırıp ona baktım ve boğazımı temizledim. Sesi ne kadar ikna edici olsa da ona yardım etmeyecektim. O katilin cezasını o değil, biz verecektik. Her ne kadar güçlü bir örgütün lideri de olsa, buna izin veremezdim. "Örgütünü duydum, ancak sana yardım etmeyeceğim." Net bir sesle konuştum ve masamın üzerinden kalemimi alıp parmaklarımın arasında çevirmeye başladım. "Yeliz'in abisi de olsan, katilin cezasını sen veremezsin. O cezaya adalet karar verir." Arık, alaylı bir kahkaha attı. Ardından sert yüz ifadesine geri döndü ve öldürücü bakışlarını gözlerime dikti. Sertçe yutkundu. "Hangi adalet savcı?" Gergin şekilde parmaklarını kütletti. "Sen bu ülkede adaletin yerine geldiğini mi sanıyorsun?" Derin bir nefes aldım. Maalesef haklıydı. Ne kadar kabul etmek istemesem de adalet açısından çok zayıftık. Ülkedeki adalet öyle bir hale geldi ki hapse girenler genellikle Cumhurbaşkanına hakaretten, hakkını savunmaktan veya kendisini ya daa bir kadını korumak isterken bir sapığı öldüren insanlardan oluşuyordu. Bu durum can sıkıcı ve üzücüydü. Arık, öfkeden titreyen elleri ile devam etti. "Eğer adeleti yerine getirseydiniz, ben hapiste olurdum. Örgütümden, işlediğim suçlardan ve benden tüm ülkenin haberi var. Ben bile hala hapiste değilim." Sözünü kesmeden onu dinlemeye devam ettim. "Kardeşimi canice katleden bu şerefsiz en fazla altı yıl yatacak." Yumruk yaptığı elini sertçe masama vurduğunda irkildim. "Benim kardeşimi hayattan kopardı, benim en değerli varlığımı, yaşama sebebimi elimden aldı! Ben, kardeşimi öldüren adamın altı yıl yatıp sonrasında hayatına devam etmesine izin vermem. Anlıyor musun?" Ne diyeceğimi bilemeden ona baktım. Haklıydı, acısı çok büyüktü. İki gün önce, haftalardır kayıp olan kardeşinin öldürüldüğünü öğrenmişti. Doğal olarak üzgün ve öfkeliydi. "Yine de sana yardım edemem." Net bir sesle konuştum. Tek kaşını kaldırıp bana baktı ve arkasına yaslandı. "Kardeşimi öldüren adam ve senin en yakın arkadaşın Ezel'i öldüren adam, aynı kişi. Bunu biliyor muydun?" Donduğumu hissettim. Gözlerim dolmuştu. Arık'ın sözlerini idrak etmem birkaç dakikamı almıştı. Gözümü bile kırpmadan ona bakıyordum. Parmaklarımın arasında dönen kalem yere düştü. Gözümden bir damla yaş yavaşça süzüldü, kalbimin acıdığını hissettim. Gerçekten doğruyu mu söylüyordu? Bu adam Ezel'i nereden tanıyordu ve katilin aynı kişi olduğuna nasıl emin olmuştu? Zihnimde bunlar gibi binlerce soru dönüyordu. "Sen daha arkadaşının katilini bulamadın. Aynı adamın başka bir kadını daha katletmesine engel olamadın, katili nasıl yakalayacaksın? Söylesene." Sertçe yutkundum. Gözlerine baktım ve başımı yavaşça iki yana salladım. Tıpkı Ezel gibi, bir kadını daha koruyamamıştım. Ölümünün önüne geçememiştim. Ne Ezel'in katilini bulabilmiştim ne de ona verdiğim sözleri tutabilmiştim. "Benim yardımım olmadan, katili bulamazsın. İkimizin de birbirinin yardımına ihtiyacı var." Dediğinde Arık, haklılık payı olduğunu anlamıştım. Derin bir nefes aldım ve arkama yaslandım. Gözümden süzülen yaşın, ıslattığı yanağımı elimin tersiyle sildim. "Kabul ediyorum," Derin bir nefes daha aldım ve ciddi bir ifadeyle ona baktım. "Ancak bir suçluya körü körüne güvenemem. Sözleşme imzalayağız." Arık hiç düşünmeden başını hafifçe sallayarak beni onayladı. "Nasıl istersen." Sigarasından son bir dumanı alıp avuç içinde söndürdüğünde şaşkınlıkla ona baktım. Canı hiç yanmamış gibiydi, yüzünde zerre mimik yoktu. Nasıl olur da bir sigarayı elinde söndürüp hiç tepki vermez? Bu nasıl bir delilik? "Seni akşam saat onda, Ezel'in mezarında bekleyeceğim." Konuşması ile şaşkınlığım iki katına çıktı. Ezel'in mezarının yerini nasıl biliyordu? Daha önce oraya gitmiş miydi? Ne saçmalıyorum ben, o bir örgüt lideri elbette bir şekilde öğrenir. "Orası olmaz, Ezel'in mezarında bunu konuşmaya cesaret edemem." dedim ve kısa süre düşündüm. "Onun yerine sahilde buluşalım." Arık, gözlerini devirdi ve ayağa kalktı. Omuzlarını silkip elindeki külleri yere döktü ve ellerini pantolonunun cebine soktu. "Fark etmez savcı." Ardından bir cevap beklemeden arkasını dönüp odamdan çıktı. Şaşkınlıkla arkasından bakarken dediği şeyler aklıma geldi. Ezel ve Yeliz'in katilinin aynı kişi olduğunu söylemişti, bu bile Ezel'in dosyasını yeniden açmam ve gündeme getirmek için yeterliydi. Yıllardır ne zaman Ezel'in dosyasını açmak istesem ve bunu dile getirsem, her seferinde başsavcı bu isteğimi reddetmişti. Gözlerim mutluluk ile doldu. Yıllar sonra Ezel'in mezarında, ona verdiğim sözü sonunda yerine getirme şansım olmuştu. Bu ilk kez başıma geliyordu. Yüzümde bir gülümseme oluştu, dolu gözlerimden birer damla yaş süzüldü. Artık ihtiyacım olan tek şey, katilin aynı kişi olduğuna dair ufak bir kanıttı. Ve bu elimde vardı, ikisinin de öldürülme şekilleri birebir aynıydı. İkisi de karnından ve kalbinden bıçaklanmıştı. İkisi de ölmeden önce cinsel istismara maruz kalmıştı ve ikisi de boğularak öldürülmüştü. İkisinin de sol ellerinde, işaret parmakları yoktu. Parmakları kayıptı, Ezel'in kayıp parmağı bile hala bulunamamıştı. Neşeyle hemen ayağa kalkıp başsavcısının odasına doğru ilerledim. Koşar adımlarla ilerlerken odasının önünde durdum ve kapıyı çaldım. İçerden "Gel" sesini duyunca kapıyı açıp içeri girdim. "Müsait misiniz?" Başsavcı Burak Bey, beni başıyla onayladı. "Geç otur." Eliyle karşısındaki sandalyeyi işaret ettiğinde derin bir nefes alıp dediği yere oturdum. "Sizinle ciddi bir şey konuşmalıyım." Net bir sesle konuştum ve Burak Bey'in cevabını bekledim. Hiç konuşmadan, tek kelime etmeden beni yalnızca başıyla onayladı. Lafa nasıl gireceğimi düşünürken heyecanla derin bir nefes aldım. "Bildiğiniz üzere Yeliz Koç cinayetinin davası bana ait. Davayla ilgili önemli bir gelişme buldum," Burak Bey tek kaşını kaldırıp bana baktı. "Bu cinayet, katilin öldürdüğü ilk kadın değil. Yeliz Koç ile aynı liseye giden bir kızı daha öldürmüştür. Tam sekiz yıl önce Ezel isimli bir kızı, mezuniyet gecesinde öldürmüştür." Sözlerimi bitirdiğimde meraklı gözlerle Burak Bey'e baktım. Tek kaşını kaldırarak ayağa kalktı ve oturduğum sandalyenin arkasına geçip elini omzuma koydu. Üstten bana bakarken yüzündeki ciddi ifadeyi göre biliyordum. "Bu kanıya nasıl vardın?" Sertçe yutkundum ve titrek bir nefes aldım. "Öldürülme şekilleri aynı-" "Pekala, niyetini biliyorum. Ezel'in dosyasını yeniden açmaya izin veriyorum." Burak Bey ben daha sözümü bitirmeden beni kesip, konuştuğunda hızla ayağa kalkıp şaşkın gözlerle ona baktım. Tam iki yıldır, ne zaman bu konuyu açsam beni reddederdi ve şimdi kabul etmişti. "Gerçekten mi?" İnanamayarak konuştum. Gözlerim dolmuştu. "Çok teşekkür ederim." Gülümseyerek ona baktım. Utanmasam oturup ağlayacaktım. Hayatımın en mutlu ikinci günü, bugündü. İlkini henüz yaşamamıştım ama, en kısa zamanda yaşayacağımdan emindim. Ezel'i öldüren o caniyi bulduğum gün, benim en mutlu günüm olacaktı. Burak Bey beni başını sallayarak onayladı ve garip şekilde gülümsedi. Ellerini cebine sokup gözlerimin içine baktı. "Tabiki, neden olmasın?" Bana doğru yaklaşırken yüzündeki gülümseme, bir sırıtmaya dönüştü. "Benimle yemeğe çıkmayı kabul edersen, ben de Ezel'in dosyasını açmana izin veririm." Yüzündeki gülümseme solarken hayal kırıklığı ile ona baktım. Zorlukla yutkundum ve yumruklarımı sıktım. Daha önce onu tam üç kere reddetmiştim, ruh hastası herif hala pes etmemişti. Derin bir nefes aldım. "Ne zaman pes edeceksin Burak?" Kararlı gözlerle ona bakarken konuştum. Burak Bey tebessüm ederek bana daha çok yaklaştı. Hemen bir adım önümde durup elini omzuma koydu ve başını hafifçe sola eğdi. "Sen kabul edene kadar vazgeçmeyeceğim, Ebru." Gözlerimi devirdim. İğrenir gözlerle ona bakıp birkaç adım geri gittim. "Yani Ezel'in dosyasını açmamın tek yolu, seninle yemeğe çıkmak mı?" Dedim ve tek kaşımı kaldırıp Burak Bey'e baktım. Başını onaylar gibi salladı ve koltuğuna oturup ayaklarını masasına uzattı. "Aynen öyle bebeğim." Dedi ve sırıtarak arkasına yaslandı. "Ne dersin? Bu akşam uygun musun?" Ne kadar istemesem de kabul etmem gerekiyordu. O davayı yeniden açmam için tek şansım buydu. Derin bir nefes aldım. "Saat on birde atacağım konuma gel, ilk ve son buluşmamız olacak. Ezel'in dosyasını açmama da izin vereceksin." Burak, genişçe gülümsedi ve oturuşunu düzeltti. Gülümseyerek gözlerime baktı, gözleri parlıyordu. "Ezel Yalçınkaya mı?" Dediğinde Burak, başımı onaylar gibi salladım. "Evet, Ezel Yalçınkaya." Yüzünden gülümsemesi düşmeyen Burak, yüzümü inceledi. Başını aşağı yukarı sallarken ayağa kalkıp yeniden yanıma yaklaştı ve elini, çeneme koydu. "Endişelenme tatlım, o kızın dosyasını bu kez açacaksın." Sert gözlerle, gözlerine bakıp çeneme koyduğu elini sertçe ittim. "Sadece seninle yemeğe çıkacağım, bu bana dokunmana izin vereceğim anlamına gelmiyor!" Net ve sert bir sesle konuştum ve arkamı dönüp odadan çıktım. Kendi odama girip kapıyı kapattım. Masama oturdum ve derin bir nefes aldım. "Aşağılık herif..." Kendi kendime mırıldandım. --- Saat on olmak üzereyken arabamı sahilde durdurdum. Üzerimde siyah, dar bir etek ve yine siyah bir kazak vardı. Arabadan indikten sonra sahilde Arık'ı gördüm. Buz gibi olan havada sahilde bir tek o ve bir adam vardı. Yabancı olan adam yanıma doğru gelmeye başladığında kaşlarımı çattım. Başta tanıdığımı sansam da adam tamamen yabancıydı. Adam gülümseyerek yanıma geldiğinde yüzünü inceledim. "Ebru Yaman?" Adam sorar gibi konuştuğunda, onu başımı sallayarak onayladım. "Kimsiniz?" Diye sordum, mesafeli bir sesle. Adımı bilmesine şaşırmıştım. Adam aniden bir silah çıkarıp silahı bana doğrulttuğunda kaşlarım çatıldı. "Memnun oldum." Sırıtarak konuştuğunda gözlerimi devirdim. "Tek sende mi var, aptal?" Sıkıldığımı belli eden bir sesle konuştum ve çantamdan hızla kendi silahımı çıkardım. Adam şaşırırken ben, sağ kolumun dirseği ile silahı tutan eline vurup silahın yere düşmesini sağladım. Ardından erkekliğine bir tekme attım, adam acıyla inlerken ve iki büklüm olurken bundan yararlanarak burnuna diz kapağım ile vurdum. Adam tam konuşacağı esnada buna izin vermeden topuklu ayakkabım ile karnına bir tekme attığımda yere düştü. Arık, sesleri duyup geldiğinde ben hala adama bakıyordum. Arık yanımda durup yerde duran adama baktı ve tek kaşını kaldırdı. "Gökhan, ne yapıyorsun oğlum yerde?" Dediğinde Arık, anlamadan ona baktım. Arık bana döndü ve kaşlarını kaldırdı. "Sen mi dövdün bunu?" Ben cevap veremeden Arık'ın, Gökhan dediği adam söze girdi. "Çok ciddi duruyordu, şaka yapmak istemiştim." Yerden kalkıp kanayan burnunu sildi. Gözlerimi devirdim ve arabama yaslandım. "Aptal mısın kardeşim sen?" Arık daha fazla bu saçmalığa katlanmak istemiyormuş gibi bize baktı. Ellerini cebine soktu ve iç geçirdi. "Şurada güzel bir restaurant var, oraya gidelim." Tek nefeste konuştu. Başıyla Gökhan dediği adamı işaret etti. "Şu salakta elini yüzünü yıkasın." "Arık, seni duyabiliyorum!" Gökhan sırıtarak konuştu. "Boş konuşmayı keser misiniz beyler? Buraya sizin saçmalıklarınızı duymak için gelmedim." Sert bir sesle konuştum. Arık ve Gökhan bana döndüğünde onlara gözlerimi devirdim. Gökhan, Arık'ın elinden tutarak ayağa kalktı. "Gidelim artık." Dedi Arık. Hep birlikte yavaş adımlarla yakınımızdaki restorana ilerlemeye başladık. Konuşmadan restorana geldik ve denizi gören bir masaya oturduk. Gökhan elini ve yüzünü yıkamak için lavaboya gittiğinde Arık ile yalnız kalmıştık. Boğazımı temizledim ve söze girdim; "Bir sözleşme hazırladım, tamamını oku ve imzala. Eklemek istediğin bir şey olursa söyle." Arık, başını onaylar gibi salladığında çantamdan sözleşmeyi çıkardım ve ona uzattım. Arık, sözleşmeyi okurken Gökhan gelmişti. İkisi de karşıma oturuyordu. Gökhan garsonu çağırdı. "Bir salata, bir et sote, bir kermalı makarna ve ızgara balık istiyorum. Yanına da şarap." Gökhan sipariş verirken Arık tek kaşını kaldırıp ona baktı. Ben de şaşkınlıkla bakıyordum Gökhan'a. Gerçekten hepsini yiyecek miydi? Kıtlıktan mı çıktı bu adam? Gerçekten şaka gibi, ikisi de birbirine çok uyumsuz. Arık soğukkanlı ve ağırbaşlı iken Gökhan sıcakkanlı ve eğlenmeyi seven birisine benziyordu. En azından gözlemlerim öyle söylüyordu. "Beni de ye oğlum, olmaz böyle. Aç falan kalırsın." Arık sert bir sesle konuştu ve yeniden sözleşmeye dönerken bir sigara çıkardı. Gökhan onu umursamadan bana döndü. "Gökhan ben, Arık'ın ortağıyım. Kardeş gibiyizdir." Gülümseyerek konuştuğunda ona biraz ısınmıştım. Sıcak ve içten bir gülümsemesi vardı. Hafifçe tebessüm ettim. "Ebru ben de, Cumhuriyet savcısıyım." Gökhan'ın aniden gülüşü soldu ve tedirgin gözlerle bana baktı. "Savcı mısın?" Başımı onaylar gibi aşağı yukarı salladım ve sigara içen Arık'a baktım. Tüm ciddiyetiyle sözleşmeyi inceliyordu. Yeniden Gökhan'a döndüğümde yüzünde gergin bir ifade vardı. "Ortağıyım derken, şirketlerimiz ortak." Diye beceriksiz bir yalan söylediğinde gözlerimi devirdim. "Her şeyi biliyorum Gökhan, rahat olabilirsin." Gökhan kaşlarını çattı. Bakışları bir Arık'ın üzerinde bir benim üzerimde geziniyordu. "Neden bizi tutuklamıyorsun?" Tam Gökhan'a cevap vereceğim esnada Arık araya girdi. "Sözleşmede anlamadığım tek nokta, ölmek neden yasak?" Derin bir nefes aldım ve tebessüm ederek Arık'a baktım. "Ölerek beni yarı yolda bırakmana izin vermemem. Katili bulana kadar hiçbirimiz ölmeyeceğiz." Kararlı bir sesle konuştum. Gökhan'ın kahkahası ortamdaki gergin havayı azaltmıştı. "Allah olmaya mı karar verdin? Ne zaman öleceğimize sen mi karar veriyorsun?" Dediğinde Gökhan, gözlerimi devirdim. Ona cevap vermek yerine derin bir nefes aldım. Arık sözleşmeye imzasını atıp bir sigara daha yaktı. "Pekala, bundan sonra her gece saat dokuzda benim evime geleceksiniz. Katili bulmak için birbirimize yardımcı olacağız." Ciddi bir ses tonuyla konuştum. Gökhan kaşlarını çatarak hafifçe sırıttı. "Niye bu kadar ciddisiniz ki?" Arık'ın Gökhan'a olan sert bakışlarını gördüğüm anda ben bile gerildim. Her an silahını çıkarıp onu vuracakmış gibi bakıyordu. "Benim kardeşimin onun ise en yakın arkadaşının katilini arıyoruz Gökhan, kendine gel." Gökhan boğazını temizledi ve derin bir nefes aldı. Saati kontrol edip ayağa kalktım. Burak ile buluşmam gerekiyordu. "İyi akşamlar beyler." Ayağa kalkmam ile Arık'ta ayağa kalktı. "Tek gitme, seni ben bırakayım." Şaşırsam da ona belli etmedim. "Gerek yok, arkadaşımın yanına gideceğim." Bir cevap beklemeden sözleşmeyi aldım ve restarandan çıkıp arabama bindim. Arabayı çalıştıracağım esnada telefonum çalmaya başladı. Telefonumu çantamdan çıkarıp kimin aradığına baktım, Burak arıyordu. İstemesem de telefonunu açtım. "Ne oldu?" Telefona doğru soğuk sesimle konuştum. "Ebru, ben biraz hastayım. Dışarı çıkabilecek halde değilim, bana çorba yapar mısın?" Telefonun öteki ucundan Burak'ın hasta sesini duyunca gözlerimi devirdim. Sinir bozucu herif, hasta olması beni ne kadar ilgilendirir ki? "Yapamam, başkası yapsın." İstemediğimi belli eden bir sesle konuştum telefona doğru. "Ah, öyle mi?" Burak'ın tehditkar sesini işittim. "Öyleyse bu Ezel Yalçınkaya dosyasını tekrar düşünmeliyim." Tüm kanımın çekildiğini hissettim. Sol elimin yumruğunu sıkıp hafifçe arabamın direksiyonuna vurdum. "Konum at." Telefonu suratına kapatıp yan koltuğa attım. Bir yandan da söylenmek ile meşguldüm. Onun bu istekleri sinir bozucu olmaya başlamıştı. Adeta kölesi gibi kullanıyordu beni. Halbuki istediğim tek şey arkadaşımın katilini bulmaktı, başka bir isteğim yoktu. Ezel'in katilini bulana kadar asla hayatıma dönemeyecektim. Burak, bana konumu attığında arabayı çalıştırdım. Mesafeye hiç bakmadan sadece konumu açtım ve telefonumu arabamın ekranına yansıttım. Park yerinden çıkıp akan trafiğe girdim. Trafik yoğundu, bu saatlerde İzmir'de trafiğin yoğun olması normaldi. İnsanlar bu saatlerde eğlenmeye çıkarlardı hep. O yüzden artık alışmıştım bu trafiğe. İzmir'in gece olan trafiği, İstanbul'un sabah iş saatinde olan trafiği ile eşdeğerdi. Akan trafikte ilerlerken düşünmeden edemiyordum. Ya Ezel'in katilini bulamaz ve ona verdiğim sözü tutamazsam? O zaman ne olacaktı? Hayatım tamamiyle bitmiş olacaktı... Hoş, şu anda da pek devam ettiği söylenemezdi. Gaza biraz daha basarken gözlerimi kapattım. Birkaç derin nefes alıp gözlerimi yeniden açtım. Diğerlerine bundan bahsetmeli miydim? Ezel'in dosyasını yeniden açtığımı duyunca nasıl bir tepki verecekler, bilmiyorum. Onlara bundan bahsetmeyi çok istiyorum, eminim hepsi çok sevinecek. Özellikle Yiğit ve Hayat. Hayat bunu duyunca çok mutlu olacak, en yakın arkadaşının katilini bulmaya yakınım, eminim çok mutlu olacaktır. Telefonum çalmaya başladığında bir elimi direksiyondan çekip telefonumu aldım. Kimin aradığını kontrol etmeden telefonu açtım. "Efendi-" Attığım panik dolu çığlık, sözümü kesmişti. Telefon elimden kayıp giderken arabamın camları kırıldı. Araba, içinde ben varken yuvarlanmaya başlamıştı. Bir kolumu gözlerimi korumak için gözümün üzerine koydum.
|
0% |