@nurokumus
|
Düzen dediğiniz şey bu karsız topraklarda koca bir yalandan ibarettir. Bunca sene, doğru sanarak uyutulduğum gösterişli ve heybetli binada, hiçbir şeyin su kadar berrak olmadığını öğrendim. Şimdi çıkacağım savaş ise, bu yalanların üzerini kırmızı bir mürekkep çekmek içindir. Bu davama eşlik etmek isteyen olursa gireceğimiz savaş dünyanın en büyük 4. Savaşıdır, kararsızlık kaldırmaz. Ateşin suya, günahın sevaba, ihanetin vicdana açtığı son savaşa hazır olanlar, yüreklerini de alarak gelsinler. O kutlu savaş artık Başlamıştır... SU VARİSİ ELİS ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ Genç kız mavi tonlarının ağır bastığı odasında, uzun bir boy aynasının karşısına geçmiş, beyaz pelerini giyiyordu. Önüne düşen siyah saçlarını pelerinin arkasına atarak şapkasını alnını örtecek şekilde kapattı. Pelerin, bu ülkede çok farklı anlamlar taşır, soyluları ve yerli halkı ayırmak için belirleyici bir unsur olarak kullanılırdı. Yıllar yıllar öncesinde bir hastalık yüzünden kazanılmış bu alışkanlık, artık insanların hayatının vazgeçilmezlerinden biri hailine gelmişti. İki şeyin rengi sizin hayatınızı, hayallerinizi ve yattığınız yatağın konforunu belirlerdi. Giydiğiniz pelerinin rengi ve doğuştan gelen göz renginiz...Eğer bir çocuk gözlerini dünyaya kahverengi harelerle açarsa herkes tarafından anlaşılırdı ki o bir köylüdür. Ama göz renginiz mavi, kırmızı, gri, yeşil veya morsa o zamanda beş binada, hologramlı camların arkasında yaşayan bir soylusunuz demektir. Bu düzen yıllarca kusursuz bir dengeyle bu şekilde akıp gitmiştir. Beş binanın içinde doğanlar beyaz pelerinli ve renkli gözlü, binanın dışında yaşayanlar ise siyah pelerinli ve kahverengi gözlü dünyaya gelirler, çalışırlar ve ölürler. Elis, uçlarında dalga işlemeleri olan pelerininin düğmelerini büyük bir özenle ilikledikten sonra kolundaki mücevher işlemeli ama gayet sade duran saatine baktı. Şahsa ait teknolojik araçlar sadece beş binanın içinde ve yöneticiler tarafından kullanıldığı için, her zaman üzerinde binadan çıkınca işine yarayabilecek şeyler taşırdı. Saat, ufak tefek kesici aletler ve kahverengi lensler bunlardan bazılarıydı. Saat sabah dokuza geliyordu. Birkaç dakika sonra her gün olduğu gibi binanın hopörlerlerinden ülke marşı yüksek bir sesle bütün şehrin semalarında yankılanacak ve herkes işini gücünü bırakıp bu marşı dinlemeye koyulacaktı. Ve marş başladı... Bir zamanlar vardı, şu an uzakta silüet halinde Kıtlık, açlık, hastalık ve yokluk vardı o zamanların içinde Ölüm vardı vahşet vardı o zamanların içinde Ama bir gün çıktı beş parlak genç Kurdular beş binayı, kurtardılar dünyayı Birisi doktor, birisi maden ustası, biri terzi, Biri su bilimci ve volkan araştırmacı Canla başla çalıştılar, Onları örnek al yaşa, çalış ve üret YAŞA, ÇALIŞ VE ÜRET Marş bittikten sonra Elis de duruşunu rahat bir konuma getirdikten sonra, tam kendini beyaz koltuğa atacakken kapısının hafif bir şekilde çalındığını duydu. Büyük ihtimalle baş yardımcısı ona günlük görevlerini okumak için, marş biter bitmez kapısına dikilmişti. Elis duyulur bir sesle baş yardımcıya ‘gir’ dedikten sonra günlük işerini dinlemek için çalışma masasına oturdu. Çalışma masasının sol tarafında gelişmiş teknolojiyle donatılmış bilgisayarlar bulunurken, sağ tarafında kalemler ve kağıtlar dağınık bir şekilde saçılmıştı. Sonuçta Anterya hala gelişmek üzere olan bir ülkeydi ve teknolojileri ne kadar ileri seviye olsa da, savunma ve ülke yönetimi harici alanlarda pek kullanılmazdı. Bu nedenden dolayı kâğıt ve kalem hala varlığını sürdürmekteydi. Baş yardımcı odaya girdikten sonra su varisi Elis’e kısa bir saygı konuşması yaparak söze girdi. Bir yandan pürüzsüz sesini korumaya çalışıyor bir yanda da elindeki notları kurcalıyordu, “Su varisi Elis’e saygılarımla günlük görevlerini takdim ediyorum. İlk yapmanız gerekenler birazdan masanıza bırakılacak olan belgeleri kontrol ederek mühürlemek ve bilgisayarınıza gönderilecek olan davetlere üsluplu bir şekilde cevap vermektir. Ardından ufak bir molaya çıkabilirsiniz. Son olarak da ayda bir gerçekleşen varisler toplantısına katılmanız gerekmektedir. Toplantı başladığında size haber gönderilecektir.” Elis masasındaki kağıtları düzene sokmak ile meşgulken birden gözlerini baş yardımcıya çevirdi. “Sadece bu kadar mı?” Baş yardımcı kafasını yavaşça sallayarak cevap verdi. “Evet bugünün planında yapmanız gereken başka bir şey gözükmüyor. Müsaadenizle çıkıyorum efendim.” “Çıkabilirsin.” Kadın baş yardımcı odadan hızlı hareketlerle çıktıktan sonra Elis derin bir nefes aldı. Bugün işleri hızlı bitecek gibi görünüyordu. Akşamı boş olduğuna göre gizlice binadan çıkıp biraz dolaşabilirdi. Bu düşünce ister istemez pembe dudaklarının kıvrılmasına sebep olmuştu. Uzun zamandır Gece’yle dolaşmaya çıkmıyordu ve bu düşüncesi bile mutlu eden bir şeydi. Kısa bir süre sonra tekrar kapısı çalındı, iki yığın evrak ve belge daha yeni topladığı masaya muhafızlar tarafından bırakıldıktan sonra genç kız yine sessizlik ile baş başa kalmıştı. Bu belgeler diğer ülkelerle yapılan anlaşma maddelerini ve su dairesi ile ilgili bazı sorunları ele alıyordu. Belgelerin içinde bazı hatalı kısımlar çıktığı için yetkilileri çağırıp onlarla bu konular hakkında tartışması gerekmişti. Yetkililer odadan çıktığında ise Elis sırtında kuvvetli bir acı hissetti. Kolundaki saate baktığındaysa ağrının neden başladığı çok net bir şekilde anlamıştı. Yedi saattir oturduğu masadan zaruri ihtiyaçlar haricinde hiç kalkmamıştı. Belinin bunca saat dayanması bile, doğrusu hayret edilecek bir durumdu. Yatağına biraz uzanarak ağzına atıştırmalık birkaç şey attı. Aynaya baktığındaysa yer yer koyu mavi gözleri kırmızılaşmış ve gözlerinin altında hafif morluklar kendini göstermeye başlamıştı. Çok beklemeden baş yardımcıyı çağırdı. Eğer toplantıya daha vakit varsa kısacık bir zaman dilimi uyuyup, kendisini toplaması için yetebilirdi. Baş yardımcı yine her zamanki ciddiyetini koruyarak yeni ütülenmiş olan siyah peleriniyle odaya girdi. Elis baş yardımcının konuşmasına izin vermeden söze başladı. “Toplantıya daha var mı diye merak ettim. Toplantı saat kaça ayarlandı baş yardımcı?” Kadın, notlarını kısa bir süre kurcaladıktan sonra hemen kafasını Elis’e doğru çevirdi. “Toplantıya on beş dakika kalmış efendim. Muhafızlarda zaten size birazdan haber vereceklerdir.” Elis nefesini sıkıntılı bir şekilde ciğerlerinden dışarıya attı. Gerçekten bu vahim haliyle toplantıya girmesi gerekecekti. Aslında toplantı pek de ciddi ve önemli bir toplantı sayılmazdı, her ay düzenli bir şekilde yapılır ve beş binanın gelecek varisleri toplanarak ülke sıkıntıları hakkında konuşurlardı. Ama artık bu toplantılar bir istişare masasından çıkmış, sohbet günlerine dönmüştü. Bu, genç kızı deliye çeviren bir noktaydı ama yine de resmi bir toplantı olduğu için onca zahmete katlanmak mecburiyetinde kalıyordu. Üstündeki pelerini değiştirip, daha sade ve şık bir şeyler alarak odasından çıktı. Odadan çıkar çıkmaz peşine takılan iki muhafızı aldırış etmeden mavi halının üzerinde temkinli adımlarla yürümeye devam etti. Pek de dar olmayan koridorlardan geçerken sağında ve solunda şeffaf camlı asansörler çalışıyor ve pek çok kamera bu genç kızın adımlarını izliyordu. Farklı farklı yerlerde konumlanmış bu kadar göz, alışık olmayan bir insanın başından aşağı terler akmasına neden olabilirdi ama Elis burada doğup büyümüştü ve su binasının tek varisiydi. O nedenle üzerinde olan bakışlara oldukça alışkındı. Bir süre daha yürüdükten sonra mavi halının ucundaki toplantı salonuna geldi. Bu toplantı salonu beş binanın buluştuğu tek yerdi ve bu oda toplamda beş kapıdan oluşuyordu. Yüz tanıma sistemiyle toplantı odasına giriş yaptı. Peşinden gelen bir muhafız salonun arkasında beklerken, diğer bir muhafız salonun içine girerek orada beklemeye başladı. Salona girdiğinde her zaman olduğu gibi en erken gelen kişi, demir varisiydi. Hem demir hem de maden varisi olduğundan kıyafetleri ve pelerini genelde gösterişli taşlarla bezenmiş olurdu. Ama bugün sadece pelerinin uçlarına hemimorfit taşları büyük bir itinayla yerleştirilmiş ve gayet sade giyinmişti. Gözleri ve saçları gri olduğu için mavi renginde bir doğal taş, gözleriyle çok uyumlu duruyordu. Demir ve Madencilik binasının iki genç varisi vardı ama Barlas’ın kardeşi her zaman bu tarz işlerden kaçar ve keyfini tatmin edecek neresi varsa oraya koşardı. O nedenle bu tarz toplantılara Demir Binasını temsil etmek için abisi katılırdı. Odaya giren üçüncü kişi ilaç binasının temsilcisi oldu. Hiçbir deseni olmayan ve beyaz bir önlüğü andıran pelerini, genç adamın yeşil gözlerini ortaya çıkarıyordu. Sade ve önlük tasarımlı pelerinler giymek, İlaç Binası’nın bir çeşit geleneğiydi. Toplantının başlama saati gelmişti ama ne yazık ki toplantıda iki eksik vardı. Birincisi tekstil ve giyim varisi, ikincisi ateş varisi. Doğrusu ateş varisinin şu ana kadar hiçbir toplantıya katıldığı görülmemişti ve bu toplantıya da katılmayacağı kesindi. Ateş varisi çok garip ve asla anlaşılamaz tipten biriydi. Hatta Ateş Binası’nın varisi hakkında pek çok dedikodu çıkmış ve bir dönem bütün ülke bu dedikodular ile çalkalanmıştı. Çıkan dedikodular da pek iyi sayılmazdı. Asi ve sert bir mizacı olduğu artık tüm halk tarafından bilinen bir şeydi. Ama bir o kadar da gizemi bünyesinde barındıran bir kişiydi. Ne adı ne dış görünüşü hakkında hiçbir bilgi yoktu. Hiçbir resmî törende de yer almamıştı. Sadece geceleri dışarı çıktığı söylenen varla yok arası bir varisti o. Toplantı başladıktan tam beş dakika sonra tekstil binasının varisi mor bir halıda yürüyerek içeriye girdi. Uzunca topuğu zaten uzun olan kızı arşa çıkarmıştı ve bir metre olan pelerini arkasından sürüklemişti. En çok gösterişi seven varis Tekstil varisiydi ve o kadar karmaşık kıyafetler giyerdi ki tarifi imkansıza yakındı. Ama kısaca anlatmak gerekirse pelerinin ön kısmına tavus kuşu tüyleri yerleştirilmiş, pelerinin uçlarına ise daha önce görülmemiş kumaşlar dikilmişti. Normalde bir soylunun giydiği pelerin beyaz renk ağırlıklı olma zorunluluğu vardı ama garip bir şekilde tekstil varisi beyaz haricinde her rengi kullanıyordu. Derin bir nefes aldı. Bu karmaşanın içinden bir an önce çıkmak ve kurtulmak istiyordu. Şu an istediği tek şey bu toplantının hemen başlayıp bitmesiydi. Odanın tam ortasında bulunan masada artık sadece bir boş sandalye kalmıştı. Herkes ateş varisinin huyunu bildiği için muhafızlardan biri gür sesiyle bağırdı ve ateş varisinin açık olan kapısı kapatıldı. “Ayın Varisler Toplantısı Başlamıştır, bütün varislere saygılarımla.” Ortamın loş ışığı eşliğinde Barlas söze girdi. Her zaman toplantıyı Demir varisi başlatırdı. “Hepinize hoş geldiniz demek istiyorum, değerli beş binanın varisleri. Bugün konuşulacak konu şehirlerin ve köylerin içine konmuş yüz tanıma sistemleri.” Tekstil varisi kibirli bir sesle konuştu. Her zamanki gibi kibri ses tonuna bile yansımıştı, “ Ama Barlas, bu nasıl bir konu böyle? Yani hali hazırda bu tarz konularla ilgilenen bir heyet var. Bence bu seferlik bir konu üzerinde konuşmayalım. Zaten saatlerce tartışsakta pek bir şey değişmeyecek.” Demir varisi sinirlenmişti. Dağınık gri saçları pelerinin şapkasından taşarken, gri gözleri kısılmıştı. Çok beklemeden cevabını verdi, “Bana ismimle hitap edemezsiniz Tekstil Varisi. Haddinizi bilin. Bu ülkede bana baş yardımcım ve yöneticiler hariç hiç kimse adım ile seslenemez. Bunu çok iyi bildiğinizi düşünüyorum. Adımı nereden öğrendiğiniz hakkında bir fikrim yok. Ama bu görgüsüzlüğü bir kere daha tekrarlarsanız ağır mahkemeye vermekten hiç çekinmeyeceğimi söylemek isterim. Sorun çözüldüyse konuya tekrar dönmek istiyorum.” Toplantıdaki herkes derin bir sessizliğe kapılmıştı. Büyük ihtimalle Barlas’ın bu kadar büyük bir çıkış yapacağını kimse tahmin etmiyordu. Doğrusu bu duruma Elis de çok şaşırmıştı. Normalde bir varisin ismini, onun her işini halleden özel baş yardımcısı ve binanın yöneticileri hariç hiç kimse bilmezdi ama bu Demir Varisi için geçerli bir durum değildi. Kardeşinin bir davranışı yüzünden bütün beş bina Barlas’ın ismini öğrenmişti. En azından Barlas’ın bunu biliyor olması gerekirdi. Lakin genç adamın, o burnu hava da kıza verdiği cevap Elis’in de hoşuna gitmemiş sayılmazdı. O kibirli kızı küçüklüğünden beri hiç sevmiyordu, hatta mümkün olsaydı o kızla aynı havayı bile solumak istemezdi. Tekstil varisi bu cevabı gururuna yedirememiş olsa gerek kısa bir süre sonra söze girdi. “İsminiz herkes tarafından biliniyor. Sanki bunda benim suçum varmış gibi konuşmayın. Eğer bir derdiniz varsa gidin o sorumsuz kardeşinizle konuşun.” İşte tam olarak şu an büyük kavganın eşiğinde bir kaos başlamıştı. Elis ise bu kavgayı uzaktan izlemek ya da katılıp kavgayı daha da hararetlendirmek arasında ufak bir ikilem yaşıyordu. Eğer kavgaya girerse büyük İhtimalle Tekstil varisinin sonu ağır mahkemenin geniş salonunda olacaktı. Ama o susmayı tercih etti. Barlas daha da sinirlenmişti. Bir hışımla ayağa kalktığı için başında ki şapka açılmış, gri saçları tam anlamıyla görünür olmuştu. “Demir Binası’nın varisine sorumsuz deme cüretini nereden buluyorsunuz. Kardeşimle olan şey benim aramdadır. Bu durum sizi hiç ilgilendirmez. Şimdi yerinize oturun ve dedikleriniz adına özür dileyin.” Tabii ki de bu kibirli genç kız olayların altında kalmayacak kadar kendini beğenmişti. Bu tarz insanlar için özür dilemek en küçük düşürücü durumdu. Tam kendini savunmak için ağzını açmıştı ki İlaç varisi söze girdi. “Değerli Demir varisi. Dediklerinizde sonuna kadar haklısınız ama sonuçta dedikodular hepimizin kulağını okşuyor. Kardeşinizin kara borsaya girdiği ve yasal olmayan şeyler ile meşgul olduğu söyleniyor. Aynı zaman da Su Varisi...” Bütün salon rahatsız edici bir sessizliğe boğulmuştu. Gözler yine Elis’in üzerine dikilmiş, İlaç varisinin ağzından çıkan zehirli cümleleri duymak için beklemeye başlamışlardı. İlaç varisi tehditkâr bir şekilde konuştu, “Su Varisi. Sizin de kuralları ihlal ettiğiniz ve torpil yaptığınız kulağımıza gelen söylentiler arasında.” Elis, gözlerini İlaç Varisinin üzerine dikti. Bu nasıl bir oyundu böyle. Ya da zaten oynanan oyunun içinde nasıl bir hamleydi. Büyük ihtimalle İlaç varisinin yapmaya çalıştığı şey şöhreti ve itibarı elinde tutmaktı. Eğer bir binanın varisi yanlış yollara girerse bu ağır mahkemede konuşulur ve o varis, bütün işlerinden alıkonarak göz hapsine mahkûm edilirdi. Suçlu kabul edilen varisin yerine binanın ikinci bir seçeneği yoksa, başka binanın varisi dönemlik olarak yerini alırdı. Yani bu da demek oluyordu ki 20 sene iki binanın da varisi olarak şöhret ve mal mülk kazanacaktın. Ne kadar da iğrenç bir oyun. Elis adamın dediklerini hiç umursamıyormuş gibi yaparak önündeki suyu yudumladı. Halen bütün gözler Elis’in üzerindeydi. “Eğer bir delil bulursanız lütfen bana da gösterin İlaç varisi. Tabi ki yalancı deliler sizden sorulur. Rica ediyorum bu seferliğine alışkanlıklarınızdan vazgeçerek gerçek ve doğru deliller sunun.” Elis ayağa kalkarak zaten kapalı olan pelerinin düğmelerini düzelti. İçinden bu adamı camdan aşağıya atmak geçse de şu an yapacağı her hangi bir çıkış elinde ki üstünlüğü kaybetmesine neden olabilirdi. Demek ki bir oyun oynanıyordu, o zaman Elis de boş duramazdı. Pelerinini düzelttikten sonra kapıya doğru yürüdü. Herkes ayakta olayların gidişatını soluk vermeden izliyordu. Elis son sözü söylemek için arkasını dönerek konuştu, “En içten duygularımla özür diliyorum, lakin bu toplantı da daha çok durmak istemem. İyi günler, Beş Bina’nın Değerli Varisleri” Son sözlerini söyledikten sonra odadan çıktı. Muhafızlara peşinden gelmemelerine dair bir işaret yaptıktan sonra yürümeye devam etti. Bugün yaşananları babasına anlatmalıydı. Babası bu kir pasa bulanmış düzende tek güvenebileceği insandı. Annesi ve babası Elis’in hep yanında olmuş ve ona doğru yolu göstermişleri. Bu nedenle asla yanlış yollara sapmamıştı Elis. Savaşmıştı, hemde bütün benliğiyle ama en azından doğru bir yolda canını ortaya koymuştu. Lakin annesi bu tarz konuları konuşmayı pek sevmeyen bir insan olduğundan bugün yaşananları babasına anlatmak daha mantıklı bir seçim olabilirdi. En azından şu, varisler toplantısı denen, işe yaramaz şey ortadan kaldırılmalıydı. Şeffaf camlı asansörlerden birine binerek en üst kata bastı. Kata basabilmesi için yüz tanıma işlemini de hallettikten sonra asansör çalıştı. Babasının bugün toplantısı vardı ve toplantı su binasının en üst katında yapılacaktı. En üst katlar toplantıların yapıldığı ve sadece yetkililerin girmesine izin verilen, binaların en güvenli kısımlarıydı. Bu son katlar beş binanın dışarıdan görünmesi neredeyse imkansız bölümleridir. Çünkü bütün binaların camları, farklı görsellerle sahip hologramlarla kaplanmış durumdadır. Örneğin su binasının ilk katlarında haraketli ve göz alıcı dalga görselleri bulunurken yukarıya çıktıkça haraketli görseller azalır. Bu görseller o kadar gerçekçidir ki bir insanın nefesini kesip kendini gerçek bir dalganın içinde zannettirecek cinstendir. Lakin bu binaların tek sıkıntısı, yöneticilerin bu tarz şaşalı gösterişler için elindeki sınırlı imkanları saçıp savurmasıdır. En üst kısımda ise en son model, gelişmiş hologram sistemleri vardır. Bu gelişmiş sistem sayesine hologramlar gökyüzünün şekline bürünür ve bir nevi son katları görünmez kılar. İşte tam olarak bu nedenle son katlar binaların en güvenli kısımlarıdır. Genç kız asansörün varış sesini duyduktan sonra asansörden yavaş adımlarla indi. Asansör, üst katlara geldiği için camlarını siyaha çevirmişti. Elis, uzun koridorun ucundaki odaya doğru yürümeye başladı. Yere serilmiş mavi halı nedeniyle adımları ses çıkarmadan usulca ilerliyordu. Bu koridorda ne bir muhafız ne de bir koruma vardı. Sadece duvarlara birkaç tablo iliştirilmiş ve içinde ne olduğu bilinmeyen kapalı odaların görüntüsü vardı. Babasına ait çalışma odasının önüne geldiğine birkaç kere kapıyı vurdu. Ses yoktu. Acaba toplantısı hala devam ediyor mu diye düşünürken, içinde onu dürtükleyen garip hisse engel olmaya çalıştı. Hissettiği ve onunla oynayan sesin zaferiyle birden ani bir hareketle kapıyı açtı. İçerde kimse yoktu. Ne babası ne de toplantı yaptığı insanlar... Tam anlamıyla hiç kimse yoktu. Babasının nerde olduğunu düşünürken sessizlikte yankılanan bir patırtıyla ürktü. Bir sandalyenin ya da masanın düşme sesiydi bu. Tek bir sorun vardı, bu duvarlar ses geçirmezdi. Neler olduğunu anlamak için hemen hemen boş olan koridoru adımladığında, sesin büyük bir tablonun arkasından geldiğini fark etti. Bu tablo eski zamanlardan kalan ve vahşet dönemini anlatan bir eserdi. Elis, tablonun tam karşısına bir heykel gibi dikildi. Sesin buradan geldiğine emindi ama şu an da sesler kesilmiş, sessizlik tekrardan bütün koridoru kucaklamıştı. Genç kız bir şeylerden şüpheleniyordu. İçinde onu yiyip bitiren bir merak ve kuşku vardı. Her zaman yanında taşıdığı hassas işitme cihazını pelerinin altından hızla kulağına taktı. Bu tablonun arkasında birileri nefes alıp veriyor olabilirdi. Tam da düşündüğü gibi oldu. Sesler tam da, eski ve heybetli tablonun arkasından geliyor ve çok net bir şekilde duyuluyordu. İlaç binasının başındaki yöneticiye ait olduğunu düşündüğü ses konuştu. “Plan bozuluyor. Buna bir çare bulmamız gerek.” Sesini tam alamadığı bir kişi daha söze girdi. “Burada asıl zararı halk görecek. Diğer ülkelerle daha dengeli bir anlaşma yapmalıyız.” Ve işte başka bir ses kulaklarında çınlamaya başladı. Bundan sonra hayatını değiştirecek o cümleler döküldü tok sesli bir adamın dudaklarından. O cümlelerin ve tok sesin sahibi asla kabullenmek istemese de babasıydı. Su Binasının başındaki adam. O ateş gibi düştüğü yeri yakan ses babasına aitti. Ve Elis, bundan adı kadar emindi. “Halkı boş verin. Kaç sefer daha tekrar etmem gerek. Beş bina, en gelişmiş teknolojiler ile donatılmış durumda. Binaların herhangi birsine zarar verme ihtimalleri yok. Eğer halka bir şey olursa da başka bir olayla üstünü kapatırız. Bana katılanlar el kaldırsın.” Ufak bir sessizlik oluştu. Büyük ihtimalle şu an oylama gerçekleşiyordu. “Herkes benimle aynı fikirde olduğuna göre toplantı burada bitmiştir.” Ve Elis’in kulaklığına sandalye sesleri gelmeye başladı. Toplantı bitmişti ve birazdan o vicdanı körelmiş insanlar Elis’in karşısında olacaktı. Genç kız kendini şiddetli bir hastalığa yakalanmış gibi hissetse de buradan gitmesi gerektiğini çok iyi biliyordu. Beyni ona komutlar gönderiyor ama komutlar bedeni tarafından uygulanamıyordu. Adım sesleri çoğaldı. Sonunda koşmak için gerekli canı bacaklarında bulmuştu genç kız. Eli ayağa dolanmış bir şekilde asansöre bindi. Biner binmez iki dizinin üzerine çöküp, kafasını bir daha kaldırmak istemezcesine önüne eğdi. Babası böyle bir şeyi halkına nasıl yapardı? Adaleti öğrendiği adam, İnsanlığı öğrendiği adam, Hayatı öğrendiği adam, Örnek aldığı adam, BABASI Bu sözleri nasıl söyleyebilmişti? Babasının ağzından o iğrenç sözler nasıl çıkmıştı. Kalbi ve aklı büyük bir savaşın içine girmiş ortalığı yakıp yıkıyorlardı. Kalbi duyduklarına inanma diye diretirken, aklı ve gerçekler buna var gücüyle karşı çıkıyordu. İki damla yaş süzüldü mavi gözlerinden. Kafasını kaldırıp etrafına baktığındaysa asansörün siyah camı yavaş yavaş şeffaf haline geri dönmeye başlamıştı. Ayağa kalktı. Bacakları titriyor gerçeklerin getirdiği büyük sorumluluk bedenine ağır geliyordu. Odasının bulunduğu kata geldiğinde çevresinde bulunan kimseye bakmadan odasına girdi ve kapısını kilitledi. Etrafında gördüğü her şeyden nefret ediyordu. Odasının geniş camını açtı. Nefes almak iyi gelir diye düşünmüştü ama aldığı her nefes ciğerlerini yaktı. Doğru bildikleri şeyler yanlıştı ve belki yanlış bildiği şeyler doğruydu. Aklı tam olarak karman çorman bir ormanın halini almıştı. Anılar, babasının sözleri ve halkı. Hepsi aklının bir yerinden kıza doğru hücum ediyordu. Tam o sırada hepsinden kuvvetli bir ses yankılandı. İNSANLAR DEĞİŞİR. Peki babası değişmiş miydi, yoksa hep mi böyle bir insandı? Bu düşüncenin gerçekleriyle yüzleşmeye çalışırken pencereden giren siyah şey bir adım geri çekilmesine neden oldu. Ufak bir pervaneye sahip eli kadar bir kutuydu bu. Açıp açmamakta kararsız kaldı. Daha fazla ne olabilir ki düşüncesiyle kutunun düğmesine hiç düşünmeden basmıştı. Kutu dörde ayrıldı ve üstün de kırmızı ŞAH damgalı bir mühür taşıyan mektup, kızın avuçlarının içine düştü. Karmakarışık duygularına ek merakı şimdi büyük bir kar topu halini almıştı ve kızı yavaştan yavaştan dürtmeye başlamıştı. Daha çok beklemeden parmaklarının ucunda ki zarfı hafifçe yırttı. Zarfı masasının üstüne koyduktan sonra el yazısı ile bir şeyler yazılmış olan kâğıdı açtı. Özenle siyah bir kalemle yazılmış cümleleri teker teker okumaya başladı. Okudukça kafası daha çok karışıyor büyük bir ikilem içine sürükleniyordu genç kızı. Mektupta yazanlar aynen şu şekildeydi; Saygı Değer Su Varisi Adaletin yerlerde süründüğü bu karsız topraklarda, yaşananlara dur demek için bir topluluk kurmuş bulunuyoruz. Bu topluluk düşman belirlediğimiz beş binanın kirli oyunlarını ortadan kaldırmak için kurulmuştur. Adaletin, halkın ve vicdanın tarafında olmak isterseniz yarın saat akşam on da, kâğıdın arkasında belirtilen yere gelin. Hayatınız ve insanlığınız, vereceğiniz bu karara bağlıdır. ŞAH (ŞEHRİN ANAHTARLARI HEYETİ)
|
0% |