Yeni Üyelik
4.
Bölüm
@nurrunatt

Günümüz

 

“Bu kötü bir fikirdi,” dedim, Della’ya. Söz verdiği gibi bana duş aldırmıştı. Söz verdiği gibi Doktor Felix evime benimle konuşmak için gelmişti ve yine söz verdiği gibi doktor gittikten sonra beni özel bir davete götürüyormuş gibi hazırlayıp geceyi dışarıda geçirmemi sağlamıştı. Ve evet. Beni özel bir davete götürmüştü.

Benim için hazırlanmış bir davet!

Della, Jeep marka gri arabasını evimin önüne çektikten sonra bana yan gözle baktı. Gözlerinin içi parlıyordu. “Hiç de değil. Ne kadar mutlu olduğumu tahmin bile edemezsin. Artık istemesen de o lanet kurgunu yazacaksın.”

Della böyle söylüyordu çünkü beni götürdüğü davet yeni kitabım için bir kutlama partisiydi.

Della benden habersiz yayıncılıkla ilgilenen bütün o gerekli gereksiz insanları bu partiye çağırmış ve partinin temasının Ophelia Wizard'ın yeni kitabı olarak tanımlamıştı. Açık renklerin hâkim olduğu geniş salona girdiğimden sanki doğum günümmüş gibi insanlar sandalyelerinden kalkmış konfeti patlatarak alkış tutturmuşlardı.

Della'nın yaptığı abartılı makyajım bile ne kadar şaşırdığımı gizleyememişti. İnsanlara teşekkür etmek ya da gülümsemek yerine soru dolu gözlerimi ağır bir şekilde Della’ya çevirmiştim. Della ise yalnızca omuz silkerek “Kendi partine hoş geldin, tatlım,” diye şakımıştı.

Della’ya cevap veremeden yayıncım Ezra yanıma gelerek beni kollarının arasına almış ve sonunda yeni kitabımı yazmaya karar verdiğim için ne kadar mutlu olduğunu söyleye söyleye bitirememişti. Elbette mutlu olurdu. Della’nın dediği gibi ona ada satın alacak kadar çok para kazandırmıştım.

Yüzümü buruşturdum. Bu gece bir damla bile içmemiştim ama kendimi sarhoş gibi hissediyordum. Ne de olsa onca insanın nasıl bir kurguyla geldiğimi, neden bu kadar uzun bir süredir sessiz kaldığımı, en azından söyleşilere neden katılmadığımı sormaları da yeterince alkol etkisi veriyordu.

“Hazır mıyım, bilmiyorum, Della. Ve artık hazır olmasam bile senin yüzünden kahrolasıca bilgisayarımın başına oturmak zorundayım.”

Della omuz silkti. “Hızlı yazmak zorunda değilsin, canım. En azından giriş yaptığını, o kahrolasıca bilgisayarını sonunda eline aldığını görmek bile bana yeterli gelecek.”

Aslında ona kızmalı ve böyle bir emrivakiliği yaptığı için bağırıp çağırmalıydım. Ama beni düşündüğünü biliyordum. Uzun bir süredir kimsenin düşünmediği kadar.

Pes ederek derin bir nefes verdim. “Dediğin gibi olsun. Ama aradan beş ay geçtiğinde kitabın neden hala bitmediğini hayranlara sen açıklarsın.” Bugünkü partide Della’nın bir başka işgüzarlığı olarak basın da vardı. Basının orada olması demek, yarın evimin önünde Everest Dağı büyüklüğünde posta kulesi olacak anlamına geliyordu. Okurlarımdan ve şu anda önemsemediğim birçok insandan.

“Merak etme,” dedi, son harfi uzatarak. “Eğer beş ay sonra bitirememiş olursan dediğin gibi yaparız.”

Kaşlarımı çatıp başımı eğdim. “Dediğim gibi mi?”

Gözlerini devirdi. “Bugün bana son kitabını Netflix’e vermemi söylememiş miydin? Yeni kitap bitmezse eskisini veririz. Bu haber, okurlarını uzun bir süre idare eder.”

Oflayıp emniyet kemerimi çözdüm. “Neden seninle çalıştığımı bilmiyorum.”

“Çünkü ben en iyisiyim.”

Porselen makyaj yaptığı yüzüne baktım. Üstünden saatler geçmemiş ve partide delice eğlenmemiş gibi yepyeni duruyordu. “Bu yüzden hayatıma burnunu sokup duruyorsun. Baksana, bence menajerliği bırakıp yaşam koçluğu yapmalısın.”

Ne söylediğimi umursamadı. “Eve git ve güzelce uyu, Oph. Yarın güzel bir gün olacak. Sonunda bir şeylere başlangıç yapabildiğimiz güzel bir gün.”

**

Dişlerimi de fırçaladıktan sonra kendimi tek kişilik yatağıma bıraktım.

Kocam ortadan kaybolduktan sonra odamızın kapısını bile açamıyordum. Bütün eşyalarımı, misafirler için ayırdığım odaya taşımış ve eski yatak odama hazır olana dek kilit vurmuştum. İçimden bir ses o kilidin hayatımın sonuna kadar açılmayacağını söylüyordu.

İlk zamanlar tek kişilik yatak dar ve küçük gelmişti. Alışamamış, bir türlü uyuyamamıştım. Uyuyamadığım her gece bunun sebebinin yatak olduğunu söyleyip durmuştum. Kesinlikle Ash’in yokluğu değil, küçük ve alışkın olmadığım bir yatak olmasıydı. Zamanla tek başıma bu küçük yatakta uyumaya alıştığımda eski anılarım buğulu bir pencerenin arkasında kalmıştı.

Derin bir nefes aldım. Della haklıydı. Doktor Felix bugün bana iyi gelmişti ve tamamen kendimi toparlayana kadar bir süre her gün ziyaretime gelecekti. Bir an için her gün görüşmenin doğru olmadığını düşünüp itiraz edecektim. Ama bunun, son bir yılda gelişen itiraz mekanizmamın bir refleksi olduğunu fark ettiğimde vazgeçtim. Madem ölemiyordum. O halde bir şekilde yaşamayı öğrenmeliydim. Küçük bir bebek gibi.

Hava o kadar sıcaktı ki üstümdeki geceliği çıkarıp geri yattım. Gözlerim uzun zamandır özlem duyduğu huzurlu bir uykunun ağırlığıyla kapandı. Ama bu uzun sürmedi. Zilin çalmasıyla gözlerimi geri açıp homurdandım.

Saat gece yarısını geçiyordu. Bu saatte kim gelirdi ki?

Üzerime baldırıma kadar inen sabahlığı geçirip önünü bir şey görünmeyecek kadar sıkıca bağladım. Odadan çıkmadan önce uzun bir eşofman giyip giymemeyi düşündüm. Bu saatte bu halde kapıyı açmak doğru olmayabilirdi.

Ama hemen sonra vazgeçip odadan çıktım. Yeni başlangıçlar, yeni hayatım içindi.

Zil bir kez daha çalarken antreye girmek üzereydim. Kapıya ulaştığımda delikten kim olduğuna baktım.

Aman Tanrım!

Bu, Della’nın Tanrı evladı diye bahsettiği yeni karşı komşumdu. Bu saatte burada ne aradığını merak etsem de üzerimdekiler, bu saatte böyle bir adam için kapıyı açmamı engelliyordu. Geri geri gidebilir, evde yokmuşum gibi davranabilirdim. Eğer Della’nın beni eve bıraktığını görmediyse bu çok yerinde olurdu.

Zile tekrar bastı. “Bayan Wizard, rahatsız ettiğim için üzgünüm. Sizden bir şey isteyebilir miyim?”

O anda kafama dank etti. Delikten baktığımı anlamaması için bir insanın salak olması gerekirdi ki bu adamın salağa benzer bir yanı yoktu.

Geceliğimin yakasını elimle iyice sıkarak kilidi çevirdim ve kapıyı açtım. Adını henüz bilmediğim – daha doğrusu unuttuğum – o adam altında bir beysbol şortu ve üstünde gri bir tshirtle dikiliyordu. Kaslı olduğunu fark etmiştim ama sanırım onu ilk kez ayık kafayla görüyordum ve gerçek gözlerimle gördüğümü söylemeliyim ki gerçekten de kaslıydı. Çikolata rengindeki teni sokak lambasının altında parlıyordu.

Geniş yüzünde gergin bir gülümseme vardı. Gözleri, saçları gibi simsiyahtı. Ya da karanlıkta siyah görünüyordu. Burnu büyük olsa da biçimliydi ve dudaklarıyla güzel bir uyum içindeydi. Adamda Ashton’ı andıran bir güzellik vardı. Yakışıklı ve göz alıcıydı.

“Umarım uyumuyordunuz?” Bu daha çok bir soruydu.

“Aslında uyumak üzereydim.” Ses tonum, böyle bir adama karşı kullanılmayacak kadar sert çıksa da umursamadım.

Elini ensesine götürüp kaşıdı. Yüzü mahcubiyetle buruşurken “Ah,” dedi. “Ben mutfağınızın ışığını açık görünce uyanıksınız sandım.”

Mutfak ışığım mı? Belli belirsiz bir adım geri gidip göz ucuyla sol tarafıma baktım. Mutfağın ışığı yanıyordu. Harika! “Sanırım kapatmayı unuttum,” dedim, alnımı ovalarken.

“Gerçekten üzgünüm.”

Elimi önümde sallayıp “Önemi yok,” diye mırıldandım. “Neden gelmiştiniz?”

Dudaklarına minik bir gülümseme yerleşti. “Çok önemli bir dosya hakkında çalışıyorum ve uyumamam gerekiyor. Ama filtre kahvem bitmiş. Eğer varsa-“

“Tabii,” diyerek sözünü kestim, bir an önce gitmesi için. Sabahlığımın altında ince bir tangadan başka bir şey yokken bir adamın karşısında dikilmek için güvenli bir saat değildi. Kaldı ki bunun için güvenli diyebileceğim bir saat kavramı bile yoktu. “Bekleyin, ben hemen getiriyorum.”

Adam “Teşekkür ederim,” derken kapıyı kapatıp mutfağa koştum. Kavanozdan iki paket kahve çıkardıktan sonra mutfağın ışığını kapattığımdan emin olup geri döndüm.

Bıraktığım gibi beni bekliyordu. Kahveleri ona uzatırken “Kolay gelsin,” dedim. Dudaklarıma sahte bir gülümseme yerleştirmeye çalışmıştım. Ne var ki başarısız olduğumun farkındaydım.

Kahveleri alırken parmakları elime sürttü. Dokunuş, tenime elektriklenme olarak iletildiğinde hızla kendimi geri çektim. Mideme rahatsız edici bir yumru oturmuştu. “Gerçekten çok teşekkür ederim. Yarın yenisini alır getiririm.”

Yüzümü buruşturdum. “Ah, hayır. Yeterince kahvem var, teşekkür ederim.”

Yüzünde sıcak bir gülümsemeyle bana baktı. Gözleri, istediği zaman sert olabileceğini belli eden bir kararlılıkla parlıyordu. Kıdemli birine benziyordu. “O halde iyi geceler, Bayan Wizard. Rahatsızlığım için tekrar üzgünüm.”

Başımı salladım. “İyi geceler Bay…” Adamın adını unutmuştum değil mi?

Neyse ki beni bu dertten kurtararak cümlemi “McClark,” diye tamamladı.

Başımı yana eğip “McClark,” dedim ve adamın son bir kez bana gülümseyip arkasına dönerek gidişini seyrettim.

Bir anda kendimden beklemediğim bir içgüdüyle “Adınızı sorsam saygısızlık mı etmiş olurum?” diye seslendim. Bunu neden yaptığıma dair en ufak bir fikrim yoktu.

Dokunuşu. O dokunuşta tenimi tırmalayan bir şey vardı.

Evimin patikasından çıkmadan durdu. Bedeninin yarısını bana çevirerek parlayan gözlerini yüzüme dikti. Bakışları nefes kesiciydi ve ensemi öpüyordu. “Blake,” dedi, dudağının bir tarafı yukarı doğru kıvrılırken. “Blake McClark.”

Arkasına dönüp yürümeye devam ettiğinde aynı gülümsemeden bende de olduğunu yatağıma yatana kadar fark etmemiştim.

Loading...
0%