@nurrunatt
|
Günümüz
Perkins’lerin küçük salonları antika dükkânı gibiydi. Bayan Becca Perkins, antikalara bayılırdı ve eşi Bayan Ivy Perkins onun için bu salonu dizayn ettirmişti. Becca’nın anlattığına göre bu evi, eşyalı olarak tutmuşlardı ve birkaç eşya dışında değişiklik yapılmamıştı. Becca, Fortuna, Kaliforniya Belediye binasında sekreter olacak çalışıyordu. Ivy ise bildiğim kadarıyla bir reklam şirketi için Home Office çalışıyordu. Afişler hazırlıyor, özgün içerikleri üretiyor ve reklam şirketlerinde ne yapılırsa onu yapıyordu. Yüksek gelirleri yoktu. Bu evin bile onlar için lüks olduğunu söylemişlerdi. Ki öyleydi de. Fortuna’da birbirinden farklı, her kesime hitap eden mahalleler bulunurdu. Bana kalsa lükse kaçmayan normal mahallelerden birinde oturabilirdim ama Ash biraz gösterişçiydi. Benim yüzümden Fortuna’da yaşamayı kabul etmişti; ben de gerisini tamamen ona bırakmıştım. Ev seçimi, restoresi, yaz ve kış bahçeleri ve bir havuz. Evi aldığımızda hepsinin üstünden geçmiş, Fortuna’nın en zengin kesiminde yaşasak bile ev buraya fazla görünmüştü. Bana sorarsanız hâlâ da öyle görünüyordu. Perkins’ler ise birikimleri ile iyi bir semtte ev aldıktan sonra eşya konusunda seçici davranmamıştı. Yerler cilalı ahşapla kaplıydı. Ortada dikdörtgen şeklinde Hint desenlerine benzeyen şekillerle kaplı bir kilim bulunuyordu. Üzerinde kenarları kahverengi ahşap, ortası ise camdan büyük bir sehpa vardı. Şöminenin bulunduğu köşe odanın renklerine uygun kahverengi-kızıl tuğlalarla kaplıydı ve önünde de gaz lambası, eskimiş biblolar ve bir de kutusu açık şekilde duran bir pipo vardı. Yere kadar inen pencerenin yanındaki uzun sehpada ne kadar eski olduğunu anlayamayacağınız bir gramofon duruyordu. Görünüşü eski olsa da içinden yükselen ses daha dün alınmış kadar taze çıkıyordu. Perkins’ler rahatlayabilmem için Beethoven’ın plağını koymuşlardı. Moonlight Sonata, sessiz odadaki tek canlıydı. Kitap yazarken sürekli klasik müzik dinlerdim. Ve Beethoven da severdim. Fakat şimdi sırası değil gibi geliyordu. Bu güzel parçayı gözümün önündeki kanlı görüntülerle kirletmek istemiyordum. Ne kadar zamandır bu kahverengi deri koltukta yumuluydum bilmiyordum. Ne kadar zamandır Beethoven dinliyorduk? Becca ve Ivy benimle ne konuşmuşlardı? Su içmiş miydim? Her şey o kadar fluydu ki. Lenslerimin üzerine bir lens daha takmak, netleştirmek istiyordum. O kadın kimdi? Benim evime neden bırakılmıştı? Bir daha o eve girebilecek miydim? Kahrolasıca Ashton nerelerdeydi? Dünyadaki tüm insanların gözyaşlarını üzerimde toplamış gibiydim. Aylardır yalnızca dinmeyen bir yağmurda ıslanıyor, çamurla kirleniyordum. Evim mezarım, kıyafetlerim kefenim, nefesim engelim olmuştu. Şimdi o ev, gerçekten de birinin mezarıydı. Benim dışımda birinin. “Tatlım, ne olduğunu anlatacak mısın? Senin için endişeleniyoruz.” Becca’nın tiz sesi zihnimi kırbaçladı. Benim için endişeleniyor olmaları, onlara anlatmak zorunda olduğum anlamına gelmiyordu. Becca’ya baktım. Endişeli gözleri, gözlerimdeydi. Eliyle kolumu tutuyordu. Tekrar ağlamaya başlasam beni hiç çekinmeden kollarına alabilmek için hazır bekliyordu. Becca’yı severdim. Cana yakın olmasının yanı sıra bu özelliğinde samimiydi. Eşi gibi değil. Ivy de cana yakındı. Ya da cana yakın görünürdü. Samimi olmadığını anlamam için üç yıl önceki tanışmamızda yalnızca selamına karşılık vermem ve elini sıkmam yeterli olmuştu. Hatta o kadar güzel sahte bakıyordu ki karakterlerimden birinde Ivy’den esinlenmiştim. Bir insanın Ivy’nin samimi olmadığını anlaması için ya benim gibi analizci bir yazar ya da bir psikolog olması gerekirdi. Sekiz yıldır birlikte ve bunun üç yılında evli olduğu Becca bile Ivy’nin samimiyetsiz bir kadın olduğunu anlayamamıştı. Anlasaydı onunla evli kalacağını düşünmüyordum. Ivy’nin bu semtte yalnızca Ashton’la konuşurken samimi olduğunu görebiliyordum. Eşcinsel olabilirdi ama yalnızca eşcinsel değildi. Ash’i arzuluyordu. Umursamaz görünmesine dikkat ettiği gözleri Ash’i gördüğünde belli belirsiz parlar ve bunu örtbas edebilmek için de boğazını temizleyip boynunu kaşırdı. Ash ona pek bakmazdı. Baktığındaysa gözleri boş olurdu. Yalnızca bir miktar kibarlık. Eğer aynı bakışı Ash’te de yakalamış olsaydım şimdi burada olmazdım. Becca’ya cevap vermeden önce yutkundum. “Konuşmak istemiyorum, Becca. Bay McClark’ı bekleyelim, olur mu?” Becca’nın yüzünde anlayışlı bir gülümseme belirdi. Saçlarını gergin bir şekilde arkasında topladığı için aşağı bakan göz kapakları şimdi tilki gözü gibi sivrilmişti ve bu haliyle çok daha güzeldi. Daha iyilerine layık, güzel bir kadın. “Sen nasıl istersen, canım. Ama beni korkutuyorsun. Hastaneye gitmemiz gerekiyor mu?” Başımı salladım. “İyi olacağım, Becca.” Elini kolumdan çektikten sonra avuçlarımın arasındaki bardağa uzandı. Başımı eğip dizlerimin üstünde birleştirdiğim ellerime baktım. Arasında bir su bardağı vardı. Boş. Demek su içmiştim. Becca bardağı elimden kibarca aldıktan sonra “Sana bir sıcak çikolata yapacağım,” dedi. “Bol kremalı.” Becca’nın samimi olduğunun bir başka kanıtı. Onunla iyi ve sık zamanlar geçirirdim. Öyle ki sıcak çikolatayı bol kremalı sevdiğimi bilecek kadar. Becca’ya minnetle baktım ama gülümseyemedim. “Senin sıcak çikolatana hayır diyemeyeceğimi biliyorsun, canım. Ama bugün hiçbir şey istemiyorum. Yalnızca biraz daha su.” Becca ciddinin ötesinde bir durum olduğunu sonunda anlamış göründü. “Tamam. Yalnızca su.” Bardağımla birlikte Becca’nın Nostaljik Mekânı’ndan çıkmasını izledim. Ivy gibi bir kadınla aynı evde yaşayacak bile olsam Becca’nın yerinde olmayı isterdim. En azından eşi bir yerlere kaybolmuyordu. Ormanda tecavüze uğramıyor, bir gece kanlar içinde hastaneye kaldırılmıyordu. Evinde ceset bulmuyordu! “Biraz uzanmak ister misin?” Bu kibar ses, çaprazımdaki tekli koltukta oturan Ivy’den geldi. Beni, Blake’in kollarının arasından alıp buraya oturtana kadar hiç bırakmamış ardından da tekli koltuğuna yerleşmişti. O kadar sessiz ve hareketsizdi ki neredeyse odadaki varlığını unutacaktım. Başımı olumsuz anlamda salladım. Midem kavruluyordu ve az önce içtiğim ama içtiğimi hatırlayamadığım su dışında boştu. Pozisyonumu bozduğum an tekrar kusacağımdan korkarak “Hayır,” diye yanıtladım. “Teşekkür ederim.” “Ashton’dan bir haber var mı? Öyle görünüyor ki hâlâ gelmemiş.” FBI ajanları ve polis memurları evimi ararken sorulabilecek en saçma soruydu. Kendime bunun yalnızca zihnimi dağıtmak için sorduğunu söyledim. Ash’i merak ettiği için değil. Onun karısıyım diye beni kıskandığı için değil. Yalnızca kafamı dağıtmak isteyen iyi bir komşu olduğu için (!). “Ash’ten her zaman bir haber var,” diyerek yalan söyledim. Son on bir yılda yaptığım gibi. “Şirketinin aldığı ihale oldukça büyüktü. Bina tamamlanmadan gelemeyecek.” “Sen neden onun yanına gitmiyorsun. Epey uzun zamandır ayrısınız.” Gözleri ne kadar da dost canlısı bakıyordu. Dudakları ne kadar da nazik bir gülümsemeyle kıvrılmıştı. Asla umut dolu değil. Asla zafer kazanmış bir gülümseme değil. Ash’le birlikte olamayacağını bilse de bizim ayrılmamız Ivy için bir mutluluk sebebiydi. “Biliyor musunuz, Bayan Perkins? Bunu konuşabilecek durumda değilim. Daha önemli sorunlarım var.” Ona asla ismiyle hitap etmemiştim. Tanıştığımız sene boyunca Ivy de bana ismimle hitap etmemişti. Ama Ash ortadan kaybolduktan sonra Bayan Wizard’tan Ophelia’ya terfi almıştım. Ne zavallı bir kadındı! Mahcup göründü. Gerçekten mahcup. Kısa sarı saçlarını gözünün önünden çekerek “Üzgünüm, tatlım,” dedi. Sesi de tıpkı yüzündeki sahte mahcubiyet gibi mahcuptu. “Canını daha fazla sıkmak istememiştim.” Becca nerede kalmıştı? “Canımı sıkmadınız, Bayan Perkins. Ash’le aramızda canımı sıkabilecek bir şey yok. Ama evimde polis memurları varken burada durup sizinle kocamı konuşmayacağım.” İçimden bir ses eski kocamı diyerek düzeltme yaptı. Boşanmamış olabilirdik. Ama bu beni Ash’in karısı yapmıyordu. Son birkaç aydan sonra değil. Ivy’nin koyu yeşil gözleri büyüdü. “Tatlım, çok haklısın. Üzgünüm, ben kafanı dağıtmak istemiştim, yalnızca. Özel meselelerinize karışamam, elbette.” İkinci cümlesinden sonra sıska elini kalbinin üzerine koymuştu. Belki de filmlerimin birinde Ivy’yi oynatmalıydım. Şu, kimsenin ondan şüphelenmediği ama sonunda suçlu çıkan kişi. Sonunda Becca elinde bir bardak suyla içeri girdi. Bardağı bana uzatırken “Bay McClark geliyor,” dedi. “Eğer iyi değilsen onu yollayabilirim ve daha sonra konuşursunuz.” Olayın ne olduğunu dahi bilmeden Becca’nın beni düşünmesi karşısında gözlerimin dolmaması için büyük bir çaba gösterdim. Della dışında birilerinin beni düşündüğünü bilmek, yanımda olduğunu hissetmek iyi bir duyguydu. “Teşekkür ederim, Becca,” diyerek bardağı aldım ve bir iki yudum içtim. “Onunla konuşabilecek kadar iyiyim. Hatta konuşmam gerekiyor.” O sırada Perkins’lerin evinin zili eski bir malikâne zillerini andıran bir melodiyle evin içinde yankılandı. Daha önce gayet normal bir zil sesi kullandıklarını bilmesem Becca’nın bu nostalji olayına biraz fazla takıldığını söylerdim. Ama uzun zamandır buraya uğramıyordum. Belki de Cadılar Bayramı’ndan sonra değiştirmeyi unutmuşlardı. Yani dokuz ay falan. Becca “O zaman onu alıp geliyorum,” diyerek kapıyı açmaya gitti ve beni yine Ivy’yle yalnız bıraktı. İkimiz de birbirimizin varlığından rahatsız oluyorduk. Ivy bunu ustaca gizliyordu. Bense… Rol yapmayı sevmezdim. Becca birazdan tek başına döndü. “Bay McClark seni çağırıyor, tatlım. Eğer yürüyemeyecek gibiysen tekrar içeri girmesini söyleyeceğim. Sizi konuşmanız için yalnız bırakabiliriz.” Bardağı ortadaki sehpanın cam kısmına bırakıp elimi Becca’ya uzattım. O kadar kusmuştum ki ayağa kalktığım anda başım dönecekti. Ve Becca’nın Nostaljik Mekânı’na kusmak gerçekten de feci olurdu. Becca uzattığım elimi tutarak kalkmamda yardımcı oldu. Tam da tahmin ettiğim gibi başım dönmüştü. Birkaç saniye Becca’ya tutunup gözlerimi kapattım ve salonun tekrar olduğu yerde durmasını bekledim. “Bence o içeri gelmeli.” Derin bir nefes alıp Becca’ya “Hayır,” dedim. “Midem bomboş. Başım bu yüzden dönüyor, şimdi geçecek.” Becca’nın itiraz etmek için açılan ağzını duydum. Ama konuşan onun yerine Ivy oldu. “Keşke sana yiyecek bir şeyler ikram etmemize izin verseydin. Zaten çok zayıfsın, iyice hasta olacaksın.” İyi davranmaya çalışıyordu. Kendince. Yalnızca “Teşekkür ederim,” diye mırıldandım. Tanrım! Başım gerçekten de dönüyordu. Belki de sıcak çikolataya izin vermeliydim. Hem ağzımdaki acı tat kaybolur, hem de vücudumdaki şeker dengelenirdi. “Böyle olmayacak. Ben Bay McClark’ı buraya çağıracağım.” İtiraz etmek istedim ama tekrar kusmaktan korktuğum için dudaklarımı aralamaya cesaret edemedim. “Bence de Becca. Ben Ophelia’yı tutarım. Sen git adamı getir.” Yine Ivy’le yalnız kalmak mı? Ah, hiç sanmıyorum! Becca’yı olduğu yerde tutabilmek için sıkıca tuttum. Midemdeki dalgalar rüzgârsız bir havaya geçiş yaptığında dinecekti. Yalnızca biraz daha derin nefes almam gerekiyordu, o kadar. Bu sürede de Blake kapıda bekleyebilirdi. Şeker değildi, eriyecek hali yoktu. Blake’in sesi, son düşüncemi yalanlarmışçasına kulaklarıma doldu. Beklememişti. “Sen iyi misin?” Bunu bana sorduğunu biliyordum. Gözlerimi usulca araladım. Görüşüm önce bulanıktı ama yavaşça düzelmeye başladı. Ve gördüğüm ilk şey Blake’in kaslı vücudunu saran beyaz gömleği oldu. Başımı biraz kaldırıp ona baktım. Yüzünde donuk bir ifade vardı. Biraz da yorgun. “Biraz hava almaya ihtiyacım var.” Becca itiraz etti. “Bence burada kalın ve ne konuşmanız gerekiyorsa konuşun. Biz üst kata çıkar, sizi rahatsız etmeyiz.” Blake’e bakmayı sürdürdüm. Keşke Ivy tekrar annesinin yanına memleketine gitmiş olsaydı. O zaman burada kalmayı düşünebilirdim. Ama şimdi gerçekten de biraz havaya ve Ivy’den uzaklaşmaya ihtiyacım vardı. Blake’in bakışları da beni anladığını söylüyordu. Nasıl anlamıştı, bilmiyordum. Bana doğru uzanıp bir kolunu sırtıma doladı. “Bence de Bayan Wizard biraz hava almalı.” Becca ona itiraz edemedi ama ellerini üzerimden çekerken oldukça yavaş davrandı. Blake ben daha ne olduğunu anlayamadan diğer kolunu bacağımın arkasına atarak beni bir kelebek kadar hafifmişim gibi kolayca ve sarsmadan kaldırdı. Hatta o kadar sarsılmamıştım ki havaya süzüldüğümü hissetmiştim. Ona gözlerimi sonuna kadar açarak baksam da o Perkins’lere dönerek “Teşekkür ederim, hanımlar,” dedi. “Lütfen bugün evde kalın. Memur arkadaşların size de soracağı birkaç şey var.” Ivy önce Blake’le oluşturduğumuz bu samimi görüntüye odaklansa da memurların geleceğini öğrendiğinde dikkatini tamamen Blake’e verdi. “Nasıl yani? Neler oluyor?” Blake çoktan çıkışa yürümeye başlamıştı. “Memurlar size neler olduğunu açıklar.” Bunun üzerine Ivy hiçbir şey söylemedi ve Blake açık kapıdan dışarı çıktı. Verandayı geçip Perkins’lerin duyamayacağı bir mesafeye gidene kadar konuşmadı. En sonunda “Seni, benim evime götürüyorum,” dedi. “İçeride kalmak istemezsen arka bahçede oturabilirsin. Konuşmamız gerekiyor.” O sırada benim evimin önünden geçiyorduk. Bir yabancının beni kucağına alması normalmiş gibi dönüp evime bakmamak için yüzümü Blake’in boynuna gömdüm. Blake belli belirsiz irkildi ama bunu anlamamam için beni taşıyan kolları sıkılaşarak bedenimi kendine bastırdı. |
0% |