Yeni Üyelik
18.
Bölüm
@nurrunatt

Günümüz

 

“Doğru mu anlamışım? Doktor Felton’ı tanıyorsun. Peter Lee’yi de.”

Saat gece yarısına yaklaşırken Blake eve gidip dinlenmemizin daha doğru olacağını düşünmüştü. Eve gelene kadar arabada hiç konuşmamıştık. Onun evinde kalacaktım, çünkü Della Avustralya’ya gitmişti. Evimde kalamazdım ve otelde de yalnız olmak istemiyordum. Blake zaten beni yalnız bırakmamaya yemin etmiş gibiydi.

Ona her ne kadar yaptıkları için minnettar olsam da bu, bazı şeyleri açıklamayacağı anlamına gelmiyordu. Ölen iki kişiyi tanıyor olmam tesadüf değildi. Eğer katil sapık takipçimse –ki kesinlikle öyleydi- o halde öldürdüğü kişileri de tanıyor olmam gerekirdi. Ama Blake? Blake neden tanıyordu? Bu işin tam olarak neresindeydi? Eğer sapık takipçim Blake değilse, o kişi onu da tanıyor olmalıydı ve yalnızca bana değil ikimize birden anlatmak istediği bir şey vardı.

“Doğru anlamışsın,” dedi, Blake, viskisini yudumlarken. Yine salonunda karşılıklı oturuyorduk. Takım elbisesini çıkarmış gri bir şort ve kırmızı, vücudunu tamamen saran bir tshirt giymişti. Kasları konusunda kesinlikle yanılmıyordum.

Gözlerimi kısıp ona baktım. “Sence de biraz şüpheli durmuyor mu?”

O da gözlerini kıstı. “Ne demek istiyorsun?”

Ellerimi iki yana açarak “Çok açık değil mi?” diye sordum. “FBI ajanısın benden daha iyi bilmen gerekir. Bir katil var. İlk ölüyü benim evime bir notla birlikte bırakıyor. İkinci ölüyü de yanında bir notla bırakıyor ve notun içinde ikimizin adı geçiyor. Ayrıca iki maktulü de tanıyoruz. İkimiz de! Sen söyle. Sence de şüpheli değil mi?”

Gülecek gibi oldu ama ifade hızla yerini alınmış bir ifadeye bıraktı. Aynı zamanda sinirliydi de. “Benden mi şüpheleniyorsun? Sence o kişileri ben öldürdüm ve notları ben bıraktım, öyle mi?”

“Ben öyle bir şey demedim?”

“İma ettin.”

Evet, ima etmiştim. Çünkü emin olmam gerekiyordu. Blake’in masum olduğundan emin olmalıydım. Kaldı ki kendimden bile şüphe ediyordum. Elbette, birilerini öldürmemiştim fakat ikinci cesedin Peter Lee olduğunu öğrendiğimde kendimi sorgulamıştım.

Bugün tüm gün neredeydim? Ne yapıyordum? Tanıklarım var mıydı?

Koltuğundan kalkıp ağır adımlarla yanıma oturdu. Katilin o olduğunu düşünerek kendimi ondan uzaklaştırmaya çalıştıysam da olmadı. Yapamadım. Hatta Blake’e daha da yaklaşmak istediğimi fark ettim. Tuhaf bir şekilde ondan korkmuyordum.

“Senin yerinde olsam ben de aynı şekilde düşünürdüm. Ama Ophelia, gözlerime bak ve söyle. Gerçekten benim onları öldürdüğüme mi inanıyorsun?” Odanın köşesindeki lambader salonu mum ışıkları gibi aydınlatıyordu. Karanlık değildi fakat aydınlık da değildi. Dışarıdaki havuzdan yansıyan biraz ışıkla salon, kitap yazabilmek için uygun bir ortam oluşturuyordu. Sakin ve huzurluydu.

Loş ışıkta Blake’in gözlerine baktım. Kaşlarının kıvrımlarına bakıldığında üzgün görünüyordu. Gerçekten üzgün. Peter’ı yakından tanıyor olmalıydı.

“Bilmiyorum,” diyerek yalan söyledim. Bana, gözlerimin içine bakarak katil olmadığını söyleyene kadar ona yalan söylemeye devam edecektim. Ondan şüphelendiğimi bilmesini sağlayacaktım. Gerçekler, küçük oyunları severdi. Öylece ortaya çıkmazlardı. Mutlaka arkasında bir entrika olurdu.

Blake derin bir nefes alıp “Pekâlâ,” dedi ve bardağını sehpaya bıraktı. Ardından koltukta tamamen bana döndü. Gözlerimin içine baktı. Sanki daha fazlasını görüyormuş gibi. Yalnızca gözlerimi ve bedenimi değil. Ruhumu, ruhumun ötesini, beni oluşturan her şeyi görüyor gibi.

Kalbim tekledi ama elimden geldiğince kendimi sakinleştirmeye çalıştım. “Olivia Felton’ı ve Peter Lee’yi ben öldürmedim, Ophelia. Tüm varlığımın üzerine yemin ederim, katil ve not bırakan ben değilim.”

Sesi, açıkta kalan tüm tenimi baştan aşağı yaladı. Gözleri, kalbimin üzerine tatlı birkaç öpücük bıraktı. Bu sefer kalp atışlarımı ve nefes alışlarımı düzenleyemedim. Bedenim, Blake’in ses tonu, bakışları ve söyledikleriyle sıcak bir esintiyle ürperdiğinde bu ürpertiyi kabul ettim. Onunu yalan söylemediğini biliyordum. Onun yanımda olduğunu da biliyordum. Yalnızca birkaç saatte Ashton’ın yanımda olmadığı kadar yanımda olduğunun farkındaydım. Ve Tanrım, bunu kaybetmek istemiyordum.

Ben de usulca koltukta ona dönerek bağdaş kurdum. “Doktor Felton’ı nereden tanıyorsun?” Sorgu sırası bendeydi.

Blake tekrar sehpadaki bardağına uzandı. Tek nefeste viskisinin geri kalanını içtikten sonra bardağa bakarak “Bu hoşlanmadığım bir hikâye,” diye mırıldandı.

Ona uzanıp, başımı geniş omzuna yaslamak istedim ama yapamadım. “Hepimizin hoşlanmadığı hikâyeleri var.”

Bana yandan bir bakış attı. Yüzünün bana bakan kısmı lambaderin loş ışığıyla aydınlanıyordu. Diğer tarafına ise havuzun ışığı vuruyordu. Ve her ışıkta, her koşulda güzel bir adamdı. “Senin Doktor Felton’ın yanına neden gittiğini anlatamadığın hikâye gibi mi? Kocandan bahsedemediğin hikâye gibi? Olivia’nın yanındaki notu okuduktan sonra panikten ne yapacağını şaşırman ve buna sebep olan hikâye gibi mi?”

Takım elbisesinin kemerine asılı tabancısıyla bana birkaç atış yapsaydı daha iyiydi. Dudaklarımı büzüştürüp ona sinirli bir ifadeyle baktım. “Önce ben sordum, Blake.”

Kinayeyle güldü. “Aslına bakılırsa önce ben sordum. Saatler önce. Ve hâlâ cevaplarımı alabilmiş değilim.”

Anlaması için ne yapmalıydım, bilmiyordum. Şansımı tekrar denedim. “Buradayım, değil mi? Kaçmadım, geri döndüm. Anlatmayacak olsam bunu yapmazdım.”

Blake ayağa kalkıp vitrindeki viski şişesini alarak tekrar yanıma oturdu. Bardağına viskisini koyarken “Öyleyse anlat da şu lanet herifi bir an önce bulalım,” diye homurdandı. Korkmayacağımdan emin olsa sesini yükseltmeye de cüret ederdi. Ama kendini tutuyordu.

“Herif olduğunu nereden biliyorsun?”

Bardağını alarak arkasına yaslandı. “Peter gibi bir adamı herhangi bir kadının öldürebileceğini düşünebiliyor musun? Ya bıraktığı notlar? İlk notta bunu, ikiniz için yaptığını söylüyordu. Ayrıca notu görür görmez korkudan çıldırdın. Yani bu notları daha önce de alıyordun. Ancak bir erkek seni ciddi anlamda bu şekilde korkutabilir.”

Blake’in FBI’ın Kıdemli Özel Ajanı olduğunu neredeyse unutuyordum ki bu detayı bana hatırlattı. Aslında ben her detayı düşünmüştüm. Kadın olma ihtimalini de. Ormanda gördüğüm kişi bol giyinmişti. Ben bunun kaslarından dolayı olduğunu düşünsem de kadın olduğu belli olmasın diye bol giyinebileceğini göz önünde bulundurmuştum.

Bu pekâlâ mümkündü. Fakat sonrasındaki notlar. Birlikte olacağımızı, bensiz yaşayamayacağını, sadece biraz daha zamanı olduğunu söylediği notlar kadın faktörünü ortadan kaldırıyordu. Ayrıca hastaneye kaldırıldığım gecenin öncesinde olanlar bunun bir kadın olmadığını kanıtlıyordu.

Bir kadın, başka bir kadını hamile bırakamazdı.

“Tamam,” dedim bu konuyu kapatmak için. “Doktoru nereden tanıdığını anlat.”

“Anlatana kadar durmayacaksın değil mi?”

“Doğru bildin.”

Koltukta kaykılıp başını geriye yasladı. Bacakları uzun olduğu içi böyle yapınca dizleri epey bükülmüştü. “Ben de senin için aynı yöntemi uygulayabilirim. Anlatana kadar sorarım. Nasıl fikir?”

Burnumu kırıştırıp başımı iki yana salladım. “Eh, çalıntı bir fikir gibi duruyor.”

Sessizce kıkırdadı. “Çalıntı fikirlerle bir problemim yok. Fikir güzelse, bunu kullanmak en doğal hakkım.”

“Kendine yapılmasını istemediğin şeyleri başkasına yapma,” diye mırıldandım. “Bir dahakine bu kurala uyarım.”

“Ben anlattıktan sonra mı?”

“Sen anlattıktan sonra.”

Bana bakıp gülümsedi. Dudaklarının kıvrılan tarafları bulaşıcıydı. Belki olabilecek en kötü durumlardan birindeydim. Ama bu, beni Blake’e bakarken gülümsemekten alıkoymuyordu.

Blake söze girdiğinde ikimizin de yüzündeki gülümseme silindi. Tatsız şeylerin sırası gelmişti. Gülümsemeler arkaya geçecekti.

“Olivia Felton, benim koruyucu ailemdeki ablamdı. Birlikte büyüdüğümüz için gerçek kardeş gibiydik. Ve sonra bir gün her şey değişti. Onların yanından ayrıldım ve bir daha onları görmedim.” Kafasını çevirip bana baktı. “Son.”

Bütün anlatacağı bu muydu, yani? Bir gün her şey neden değişmişti, neden onların yanından ayrılmıştı ve neden hiç görüşmemişlerdi? Sorum birken birden altıya döndü: Blake koruyucu ailede mi büyümüştü? Aman. Tanrım.

Blake’i uzun zamandır tanımadığım için neden şaşırdığımı bilmiyordum ama şaşırmıştım işte. Bir saat önce tanıştığınız birinin de koruyucu ailede büyüdüğünü öğrenseydiniz yine şaşırırdınız. “Neden onların yanından ayrıldın?”

Kafasını çevirip viskisinden bir yudum aldı. “Bunun cevabı, katili yakalamamıza yardımcı olmayacak.”

İşte şimdi apışıp kaldım. Doğruydu. Bu, tamamen Blake’in özel hayatına giriyordu ve bana anlatmak için bir sebebi yoktu. Ama… Katilin Blake olmadığını bilsem de üvey ablasıyla, Blake evden ayrıldığından beri görüşmüyorlarsa bu, aralarının pekiyi olmadığını gösteriyordu.

Kendimle gurur duyarak “Aslına bakılırsa senden şüphelendiğime göre üvey ablanla aranda olanları bilmem gerek,” dedim.

Blake ne söylediğimi umursamıyormuş gibi omuz silkti. Rahattı. Fazla rahat. Ve bunun içtiği üçüncü bardak viskiden kaynaklandığını düşünmek istesem de öyle olmadığını biliyordum. Blake gibi adamlar üç bardak viskide kafa bulmazdı. “Benden şüphelenmiyorsun,” dedi ve bardağını kafasına dikledi.

Çenemi yukarıda tutarak “Evet, şüpheleniyorum,” diye ısrar ettim.

Bıkkın bir nefes verdi. “Bunu sabaha kadar yapabiliriz, Ophelia. Özel ajan olduğumu neden sürekli unutuyorsun, bilmiyorum?”

“Sen de mi insanların yalan söylediğini anlayabiliyorsun?” Kaşlarım havaya kalktı ve o anda suratıma bir tokat atmak istedim. Gerçekten de Blake McClark’ın kim olduğunu unutuyordum.

“Bu konuda senden belki biraz daha tecrübeli olabilirim, Yazar Hanım. Her gün gerçek suçlularla karşı karşıya geliyorum. Herhangi bir kurgu karakteriyle değil.”

Belki söylediği şeye alınmam gerekirdi ama sesinde herhangi bir küçümseyici tavır yoktu. Beni küçümsemek gibi bir amacı da. İkimizin mesleği birbirinden farklıydı ve ne olursa olsun Blake bu konuda benden çok daha fazla tecrübeliydi.

“Yani anlatmayacaksın?”

“Şimdi değil.”

“Neden?”

Gözlerime baktı. “Seninle aynı sebepten.”

Dirseğimi koltuğun kenarına koyup başımı da kolumun üzerine yatırdım. “Beni anladığın için teşekkür ederim.”

O sırada gözümün üstüne sarı bir tutam düştü. Blake benden önce davranıp tutamı ince parmaklarının arasına alıp kulağımın arkasına sıkıştırdı. Bu temas ne kadar fazlaydı, emin değildim. Ama şikâyetim yoktu. Bana dokunmasına izin vermek, onunla aynı evde kalmak muhtemelen hangi açıdan bakılırsa bakılsın yanlış görünüyor olabilirdi. Ama bu yanlışı kabul ediyordum.

“Onu yakalamamız için hangi bilgi gerekiyorsa buna ihtiyacım var. Seni anlıyorum ama yakında anlatmak zorunda kalacaksın.”

Gözlerimi kaçırıp deri koltuğa baktım. Loş ışıkta altın sarısı parlıyordu. Cilalanmış gibi. “Biliyorum.”

Bakışları altında ezilirken gerginliğimi bastırmaya çalıştım. Ona defalarca kez teşekkür etmek istiyordum. Tanımadığı bu kadına, kocası tarafından terk edilmiş, öylece bırakılmış bu kadına, onca şeyi yalnız yaşamaya mahkûm edilmiş bu kadına yardım ettiği için sonsuza kadar teşekkür edebilirdim. Kaçmama izin vermeyip, gücümü bulmasına yardım ettiği için teşekkür edebilirdim.

“Bence artık uyumalısın,” dedi, çok alçak bir sesle. Bugün beni sorgulayan adamın ses tonu değildi bu. Arkadaş mıydık, bilmiyordum ama bana yakın birinin ses tonuydu.

“Peter’ı nereden tanıyorsun?” diye sordum, enerjim tükenmeden önce.

Son sorumu “Sevdiğim bir arkadaşımdı,” diyerek cevapladı.

Yeniden sessizlik oldu ama bu sefer bu sessizliği sevmedim. Sanki kulaklarımda Olivia’yı öldüren bıçağın sesini duyabiliyordum. Ve daha da kötüsü gözümü kapattığım an onun orada beni beklediğini biliyordum. Sahne arkasındaydı. Kanlı haliyle hazır beni bekliyordu.

“Müzik açar mısın?”

“Tabii,” dedi ve yerinden kalktı. Salona daha ilk girdiğimde müzik sistemini ve pahalı hoparlörlerini görmüştüm. Zaten görünmeyecek gibi de değildi.

Blake sanki neye ihtiyacım olduğunu biliyormuş gibi Ludovico Eunaudi’nin Una Mattina’sını açtı. “Ah, işte bu,” diyerek inledim.

Kıkırdayıp yanıma geldi ve aynı şekilde oturdu. Bir süre yalnızca müziği dinlerken ikimizin de birçok şey düşündüğünü ama aslında hiçbir şey düşünmediğimizi biliyordum. Zihin fazla dolu olduğunda mola isterdi ve bizimkisi moladaydı. Yarın her şey kaldığı yerden devam edecekti.

Belki yeni bir ceset daha bulacaktık. Belki de sessizlik olacaktı. Ama sessizlik de bir eylemdi. Yani mutlaka yeni bir şeyler olacaktı.

Loading...
0%