@nurrunatt
|
08.08.2020 18:56
Tüm gün boyunca yattım. Küçük bedenim bir enkazın altına kalmış da kıpırdayamıyormuşum gibi yalnızca yattım. Şimdi yine yatıyorum. Della’nın dizlerinde. Uzun sarı saçlarımı okşuyor. Bir abla, bir anne gibi. Anneme ihtiyacım var. Hiç olmadığı kadar. Ona bugün olanları anlatmak istiyorum. Beni rahatlatmasını, kollarının arasına almasını, belki bir masal okumasını ya da güzel sesiyle bir şarkı söylemesini istiyorum. Annemin şarkıları beni bu diyardan koparıyor. Sesi öyle büyülü ki farklı evrenler olduğuna inandırıyor. Her zaman bir kaçış yolu olduğuna. Bu sefer kaçabileceğimi sanmıyorum. Sorunlarımdan her zaman kaçtım. Rakiplerimle bile yarışa girmedim. Edna dün gece bana “Aptal,” derken “Zekân ancak bu gibi hakaretlere yetiyor, kendi başarısızlığını benim başarımla örtbas etmeye çalışıyorsun,” diyemedim. Yalnızca baktım ve geçtim. Özellikle düşmanlarınızla polemiğe girmek olur olmaz konuları bile mahşer gününe kadar uzatabilir. Uzamasını istemedim. Birkaç ay önce Los Angeles’tayken saldırıya uğradığım adama sorunun erkek kardeşinde olduğunu, benim romanlarım olmasaydı da cinayet işleyeceğini çünkü bir insanı öldürmeyi kafasına koyan birinin, bunu yapabilmek için yalnızca bir teşvike ihtiyacı olduğunu söyleyemedim. Peter korumam olarak Della’yla yiyişirken onu kovan ben olamadım. Evet, ona kızdım. Fakat bu yeterli miydi? Ashton, başıma gelenleri öğrendiğinde Peter’a ağzının payını vererek kovarken kocamın arkasında duramadım. Yalnızca ailemle, arkadaşlarımla, kocamla, okurlarımla ve kitaplarımla mutlu olabileceğim bir hayat istemiştim. Kendi işine bakan, kimseye karışmayan biri olmak. Bunun karşılığında aldıklarım pek hoş sayılmazdı. Yazarlığımın ilk yıllarında şöhret beni sarhoş etmişti. Herkes tarafından sevilmek, kitapseverlerin kitaplarımı okuyup sonrasında bana sosyal medyadan gönderdikleri çığlık dolu mesajları, imza günlerinde bana getirdikleri hediyeler… Hepsi bu dünyaya ait olamayacak kadar masum ve temizdi. Sonra büyümeye başladım. Benim daha haberim yokken benimle yarışan yazarlar olduğunu öğrendim. Birbirinden farklı tuhaf insanlardan “Artık annemi daha rahat öldürebileceğim,” tarzında mesajlar almaya başladım. Kitaplarım katillere yol gösteriyordu. Ama yine de vazgeçmedim. Onların hastalıklı ruhları beni ilgilendirmiyordu. Bugüne kadar. Bu ruhun, benim ruhumu kirletene kadar. Birinin çıkıp, tecavüze uğramadığımı söylemesine ihtiyacım var. Yalnızca uğradığımı düşünmem için yapılmış bir oyun olduğunu bilmeye deli gibi ihtiyacım var. Gerçeği bilmemek beni öldürüyor. Bununla nasıl yaşayacağımı bilmiyorum. Beni ormanda bayıltan kişi bulunmazsa belki de asla öğrenemeyeceğim. Ve arafta kalacağım. Sonucu kötü de olsa bilmek her zaman daha iyidir. Belirsizlik, içinizi kemiren bir fare kadar rahatsız edicidir. O fare benimle sonsuza kadar yaşayacakmış gibi hissediyorum. Telefonun sesi düşüncelerimi bölüyor. Della’nın eli, saçlarımdan uzaklaşıyor ve telefona uzanıp kulağına götürüyor. “Wizard’ların evi.” Bir süre karşı tarafı dinledikten sonra “Elbette,” diyerek telefonu bana uzatıyor.” Yattığım yerden kalkmadan telefonu alıyorum. “Ben Ophelia.” “Oph. İyi misin?” Şerif Clive’in sesi bana karşı her zaman olduğu gibi şefkatli. Özellikle bugün olanları öğrendikten sonra bana karşı iki kat korumacı. “Doğruyu söylemek gerekirse bilmiyorum, Şerif.” İlk defa iyi olup olmama konusunda dürüst davranıyorum. Size “Nasılsın,” diye sorduklarında “İyiyim,” diye cevap vermek bir gelenektir. Ama bu sefer vermiyorum. Çünkü gerçekten kötüyüm. İyi olan tek bir parçam yok. Şerif ağır ağır bir nefes veriyor. Benim için üzülüyor. Elinden gelse takipçiyi şimdi yakalayıp önüme serecek. Ama her istediğimiz elimizden gelseydi, Şerif önce nerede olduğunu bilmediği oğlunu geri alırdı. “Evini ve seni izleyecek olan memurları ayarladım, canım. Ashton’la konuştun mu?” Ah. İşte şimdi zor kısmı başlıyor. Ash’e bugün olanları anlatmak. İçimden ona söylemek gelmiyor. Nedenini bilmiyorum. Ash beni korur, o adam yakalanana kadar her şeyi yapar, özel dedektif bile tutabilir. Ama bir yanım ona anlatmak istemiyor, işte. Çünkü kocama yalan söyleyemem. Bunun için birbirimize söz vermiştik. Ne olursa olsun birbirimize dürüst olacaktık. Tecavüze uğrayıp uğramadığımı bilmiyorum. Ama eğer uğradıysam Ash’in tepkisi ne olur, kestiremiyorum. Bir daha bana dokunmak istemeyebilir, benimle seks yaparken bedenime başka birinin dokunduğunu hatırlayabilir. Kaldı ki uzun bir süre ben de seks yapabileceğimi sanmıyorum. Çok uzun bir süre. “Ekiplerin sivil olacak değil mi, Clive?” “Evet.” “Öyleyse onları yollayabilirsin. Ash’e anlatmayacağım, buna göre davranırlarsa sevinirim.” Sözcükler dudaklarımdan çıktığı anda Della başımı elleriyle iterek dizinden kaldırıyor. Gözlerinde beni parçalamak istiyormuş gibi bir ifade var. Onunla sonra uğraşacağım. Şerif Clive kısa bir duraksamanın ardından “Emin misin, Oph?” diye soruyor. “Bu ciddi bir durum.” “Clive, bana bir iyilik borçlusun ve senden istediğim iyilik bu. Ash bir süre öğrenmeyecek.” Clive düşünüyor. Bunu kesinlikle kabul etmek istemiyor fakat bana gerçekten de bir iyilik borçlu. “Öyle olsun. Ama o adama dair herhangi bir iz bulursak senin yerine Ash’le ben konuşurum. Anlıyorsun değil mi, borcumu şimdi ödüyorum.” “Anlaştık.” Clive hiç memnun olmadığını belli eden bir sesle “Ekipler yarım saate oraya gelecek,” diyor. “Onlarla konuşacağım.” Teşekkür ederek telefonu kapatıyorum. Della anında ayağa fırlıyor. “Benimle dalga geçiyor olmalısın!” Della’nın bağırması kulak zarlarımı adeta titretiyor. Ses, beynimin içinde yankılanırken kendimi bir mağaranın içinde yüksek ses maruz kalmışım gibi hissediyorum. Ağrı birazdan damarlarımdan yukarı tırmanarak başımda konaklayacak. “Bağırma lütfen.” Della, hatasını anlamış gibi sesini biraz alçaltıyor ama hâlâ oldukça sinirli. Elinde bir bıçak olsa şimdiye beni doğrayabilirmiş gibi bakıyor. “Ash’e anlatmamak kötü bir fikir, Oph. Çok kötü bir fikir.” Della’nın arkasına yaslandığı yastığı alarak koltuğun koluna koyuyorum ve tekrar uzanıyorum. “Hiçbir zaman anlatmayacağım demedim. Yalnızca bir süre bilmesini istemiyorum.” “Neden?” Della önümde yere çöküyor. “Peşinde seni takip edip ardından not bırakan biri var, Oph. Ashton bunu bilmeli.” Gerçeği yalnızca benim biliyor olmam ve söylediğim yalan, doğruymuş gibi davranmam bir hayli zor. Söylemek, çığlık atarak haykırmak istediğim çok şey var. Bunun yerine “Bir süre bilmeyecek, Della. Lütfen karışma ve bu kararıma saygı duy.” Della’ya arkama dönüyorum. İkimiz de sessiz kalıyoruz. Ama bu bitecek bir sessizlik. Arkasından hoşuma gitmeyecek bir şey gelecek, bunu hissediyorum. Şimşeğin ardından huzursuzlukla beklenilen gök gürültüsü gibi. Nitekim geliyor da. Della göz pınarlarımı yakan şeyi söylüyor. “Bunun yalnızca bir takipçi olduğuna emin misin, Oph?” Diye soruyor, usulca. Sesi pamuk kadar yumuşak. Ilık nefesi, saçlarıma vuruyor. Eliyle tekrar saçlarımı okşayama başlıyor. Beni tanıyor. Ayrıca Della altıncı hisleri kuvvetli bir kadın. Kadınların çoğunda olduğu gibi. Biz kadınlar, sevdiğimiz insanların sorunlarını hissedebiliriz. “Evet,” diyorum. Neyse ki sesim net çıktı. “Öyle olsun, canım.” Della inanmıyor fakat daha fazla konuşmayacağımı anladığı için uzatmıyor. Bedenimi ileri itiyor. Ona yer açmak için kayıyorum. Menajerim ve dostum arkama yatıp kollarını etrafıma doluyor. Della’nın etli ellerine tutunuyorum. Çünkü düşüyorum. Her geçen saniye, daha fazla. |
0% |