Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Tek Yönlü Bilet

@nurrunatt

08.08.2020

06:15

 

Hava aydınlandı. Fakat bunu anlayabilmem için başımı tamamen geriye yatırmam ve yaprakların arasından görünen o boşluğa bakmam gerekiyor.

Orman sık ağaçlar, ağaçlar sık dallar ve yapraklarla kaplı. Bu da ormanın saat sekiz olmadan önce aydınlanmayacağı anlamına geliyor. Ormanın görünüşü, havanın bulanıklığı, üzerimi sarmış olan bu kasvet… Eğer etrafımda kameramanlar olsa, hiç yadırgamadan bir korku filminde rol aldığımı düşünürüm.

Ama ben yalnızım.

Tamamen değil.

Karanlık bir ormanda. Karşınızda, doğruca size baktığınızı düşündüğünüz bir siluet görseniz ne yaparsınız?

Sağlıklı bir insan kaçmayı düşünür ve kaçar.

Ama ben yapamıyorum.

Ayaklarım bana ihanet ederken orada bir heykel gibi kaskatı kesilmiş siluete bakıyorum. Bütün bedenim baştan aşağı taş gibi. Nefesim boğazımda tıkalı ve göğsüm inip kalkmıyor. Kalbim ağır atımlarla hızlanmaya başlıyor. Bana ait olmayacak kadar bilge bir ses “Ne bekliyorsun, kaç artık,” diye fısıldıyor.

Bu benim iç sesim.

O anda iç sesimi dinlemeli ve kaçmalıyım. Ya da kulaklığımı geri takmalı, koşuma devam etmeliyim. Onu hiç görmemişim gibi. Ormana koşuya gelmiş bir başka biri gibi.

Zihnimdeki bilge kadın “Öyleyse neden koşmuyor?” diye soruyor. Haklı. Neden öylece dikiliyor?

Görünmeyen gözlerini bedenimin her yerinde hissedebiliyorum. Gözbebekleri bedenimin her santimini tarıyor. Tıpkı bir hayalet gibi. Sanki gözümü kırpsam ortadan kaybolacak ve ben bunun bir halüsinasyon ya da bir göz yanılsaması olduğuna inanacağım.

Tabii siluet hareket etmeye başlamasa.

Bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğuna karar veremiyorum. Benim gibi ormana yürüyüş yapmaya gelmiş biriyse eğer yürümesinin oldukça normal bir davranış olduğunu düşünmem ve yoluma devam etmem gerekir. Ama karşımdaki siluetin hiçbir normal yanı yok. Bunu nereden bildiğimi ben bile açıklayamam.

İçgüdülerim, yazdığım kitaplardaki tecrübelerim ve karşımdaki siluetin sert adımları toplandığında gerçekten de hiçbir şey normal değil. Artık kaçmam gerekiyor. Ayaklarım bunu çok geç idrak ettiğinde onlara da kendime de ayrı ayrı kızıyorum. Oysa bu sahneyi bir yerde izlesem “Ben olsam çoktan kaçardım,” derim.

O anda anladığım şeylerden biri buydu: zihninizde hayal ettiğiniz şeyler gerçekleştiğinde hiç de düşündüğünüz gibi olmuyor. Gerçek olanlar karşısında hayallerinizdeki gibi bir kaçış yolunuz yok. Tek yönlü bilet. Bir tane ruhunuz ve bedeniniz var. Risk, ölümlü hayatlarımızda her durumda almamamız gereken bir seçenek.

Anladığım ikinci şeyse birazdan başıma çok kötü bir şeyin geleceği.

Siluet uzun boylu. Yaklaştıkça daha çok insana benzemeye başlasa da yüzünü göremiyorum. Başında kapüşon, yüzünün yarısını kaplayan maske ve gözünde gözlük var. Pantolonu bacaklarına bol oluyor. Ama bu zayıf olduğu anlamına gelmiyor. Ah, hayır. Hem de hiç zayıf değil. Öylesine bir et yığını da değil. Aksine kas çuvalı.

Geniş omuzları, arkasındaki büyük ağaçları kendi gölgesinde bırakıyor. Karşımdakinin Jason Statham olduğunu varsaymamam için hiçbir sebep yok. Ama eğer gerçekçi düşüneceksem bir komutan ya da boksör olabilir.

Ve doğruca bana geliyor.

Sonunda ayağım geriye doğru hareketleniyor. Cebimdeki telefonu yokluyorum. Yerinde. Eğer arkama dönerek hızla koşmaya başlarsam ondan biraz uzaklaşabilir, bu sırada Ash’i arayabilirim. Ya da şerif Clive’i. Bu lanet ormanda beni bu devasa yaratıktan koruyabilecek herhangi birini.

Bir adım daha attıktan sonra hızla arkama dönüyorum. Ayaklarımın harekete geçtiğinin bile farkında değilim. Düzensiz nefeslerim ve kalp atışlarım koştuğumu anlamamda yeterli oluyor.

Cebimden telefonumu çıkarmaya çalışıyorum. Ama ellerim o kadar titriyor ki bir türlü elimi cebime sokamıyorum. İçimden kendime ve peşimdeki o adama lanetler okumaya başlıyorum. Beni takip ediyor. Hızını arttırsa da koşmadığına eminim.

Eğer koşsaydı beni şimdiye yakalamış olurdu. Çünkü onun uzun bacaklarının attığı bir adım, benim minik bacaklarımın ancak beş adımına eşit olabilir.

Ah, Tanrım. Tanrım! Lanet olsun!

Bütün uzuvlarım gittikçe geriliyor. Daha önce hayatımda yaşamadığım bir panik bu. Elbette bir daha da yaşamak istemeyeceğim.

Ayak sesleri yaklaşıyor. Ben de hızımı arttırıyorum.

Zaman durmuş gibi. Bir türlü ilerlemiyor, aydınlanmıyor, yakınlardaki bir patikadan araba sesi gelmiyor. Dünya, içindekiler, olduğu gibi zaman bütünüyle durmuş gibi. Sanki bu adamın beni yakalamasını istiyor gibi. Sanki ormanın çıkışına ulaşmak istedikçe, hedef noktasının benden uzaklaştığı şu saçma, kült kâbuslar gibi.

Sonunda cebimdeki telefonu çıkarmaya başarıyorum. Fakat demir gibi sert bir kol, belime sarılıp beni kendine çekiyor. Bir aptal gibi telefonu elimden düşürürken çığlık atıyorum. Adam toplu saçlarım sayesinde açıkta kalan kulağıma “Şişt,” diye fısıldadıktan sonra ağzıma beyaz bir bez kapatıyor.

Debeleniyorum.

Var gücümle.

Bezden yayılan koku, burun deliklerimden genzimi yakarak yayılıyor ve doğruca sinir hücrelerimin üzerine kapanıyor. Bilincimi kaybediyorum.

Orman, siyah tül bir perdenin ardındaymış gibi görünüyor. Görebildiğim tek net şey yerde duran telefonumun ekranındaki tarih ve saat.

8 Ağustos 2020

06:18.

Loading...
0%