Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm

@nurrunatt

Hayatımda aldığım ilk evlilik teklifinin böyle olacağını hiç düşünmemiştim.

Yani… Sahte.

Benim için ilkler önemliydi. Yek. Benzersiz.

Mesela ilk kılıç tuttuğum anı asla unutmazdım. Babam, İmparator Miranris kızının artık kılıç ve dövüş eğitimi almasının zamanının geldiğini duyurduğunda talimler başlayana kadar geçen dört günlük teknik ve sözlü eğitim boyunca kılıcı elimde tutacağım anı hayal edip durmuştum. Sonunda o gün geldiğinde, gerçek bir kılıcı elimde tutmanın verdiği canlılık hissi beni afallatmıştı. “Gerçek bir kılıcı elinde tutmak demek böyle bir şey,” diye geçirmiştim, içimden. Uzun bir süre küçük ellerime, ellerimin arasında tuttuğum, bana özel yapılan küçük, sivri uçlu kılıca bakakalmıştım.

İlklerin önemli olduğunu o gün öğrenmiş ve bir liste yapmaya karar vermiştim. İlklerimi yazdığım bir defter.

İlk defa kılıç tutmak.

İlk defa hançerle dövüşmek.

İlk defa uyku iksiri hazırlamak.

İlk defa başkasının yaptığı bir tılsımı kontrol edebilmek…

Ve şimdi bu listeye bir yenisi eklenmişti.

İlk defa sahte evlilik teklifi almak.

Bu düşünceyle gülmek istesem de arkadaşım önümde diz çökmüş duygu yüklü bir konuşma yaparken gülemeyeceğimin farkındaydım. Oynadığım rolü sürdürebilmek için çenemi biraz daha yukarı kaldırıp dilimi ısırdım.

Ne kadar garipti. Biri tarafından bu kadar sevilmek, kalbinin tamamen ona adandığına şahit olmak ve onun için her şeyi göze alabilecek bir adamla bütün bir ömrünü geçirmek için teklif almak.

Bunun sahipliğini hissetmek bambaşka bir duygu olmalıydı. Ve bu evlilik teklifinin gerçek sahibi ne kadar şanslı olduğunun farkında bile değildi.

“Cevap vermeyecek misin?”

Arkadaşımın gözlerinin içine baktım. Sevdiği kadına edecek olduğu evlilik teklifini prova ederken bile haddinden fazla ciddiydi. Sanki karşısında beni değil de Leydi Merta’yı görüyordu.

Cevap verecek olan benim hür iradem olsaydı, Rhesel’in gözlerindeki yoğun, aşk dolu kıvrımlara dayanamaz ve sonucunu bile düşünmeden “Evet, seni şapşal,” diye bağırırdım. Ve aradan otuz saniye geçtikten sonra ne yaptığımı fark ederek kusmaya giderdim.

Yanlış anlaşılmasın, Rhesel çirkin bir lord değildi. Kesinlikle değildi! Fazla yakışıklı, çekici ve kaslıydı. Çoğu genç kızın hayallerini süsleyecek bir görüntüye ve mevkiine sahipti. Ancak benim yakın arkadaşım, hatta abimdi. Şimdi, tek yapmam gereken Leydi Merta gibi düşünerek Rhi’ye cevap vermekti.

Kolaymış gibi!

Soğuk bir yüz ifadesi takınarak “Vereceğim,” dedim. Ses tonumun bu kadar sert çıkması beni bile şaşırttı. Genelde bu ses tonunu, prenses gibi davranmam gerektiğinde kullanırdım. Rhi ya da Via’yla birlikteyken değil.

Rhi’nin kaşları yukarı kalktı. Sanki binlerce seyircinin önünde tiyatro sergiliyormuşuz gibi dişlerinin arasından mırıldanarak “Ne oldu,” diye sordu.

Duruşumu tekrar düzelttim. Aklımdan geçenleri aktarmak ve onu hataların en büyüğünden – Leydi Merta’ya evlilik teklifi etmek – döndürmek isterdim. Ki şu ana kadar denediğim onca ikna girişimi işe yaramadığı için artık buna yanaşmıyordum.

“Bir şey olmadı, lordum. Vereceğim cevabı düşünüyorum.” Bunu söylerken kafamı biraz daha yukarı kaldırmış ve dünyanın sahibi benmişim gibi gözlerimi kısmıştım. Eminim Merta olsaydı da böyle yapardı.

Elbette Rhesel için bu önemli değildi. Dudaklarını yalayıp “Bekliyorum, leydim,” diye soluklandı.

Cadı kazanı adına! Gerçekten de bu provayı çok ciddiye alıyor olmalıydı. Hatta benim yerime Merta’yı gördüğüne yemin edebilirdim.

Zihnimi kurcaladım. Merta olsa ne cevap verirdi?

Güzel. Bu çok zordu. Rhi gibi yaparak dişlerimin arasından “Ne diyeceğimi bilmiyorum,” diye mırıldandım.

“Kendini onun yerine koymaya çalış.” Sanki yapmaya çalıştığım şey bu değildi.

Pekâlâ. Normal bir kadın Rhi gibi soylu ve yakışıklı bir lordun onu sevmesinden zaten ekstra bir etkene gerek duymadan etkilenirdi. Devamında Rhesel’in aşkının boyutunu ve gerçekliğini ölçer ve ona göre bir cevap verirdi. Ama Merta… o kadının sevmek gibi duyguları olduğunu sanmıyordum. O, normal bir kadın değildi.

Ne kadar kendimi zorlasam da leydi Merta gibi düşünemediğim, onun kadar katı ve ruhsuz biri olamadığım için boğazımı temizleyip “Sizden birkaç gün düşünmek için izin istiyorum, lordum,” dedim. “Kararımı daha sonra bildireceğim.”

Rhesel’in kaşları çatıldı. “Gerçekten mi, Nix?”

İnleyerek, elimi onun ellerinin arasından çekip “Ne söyleyebilirim, Rhesel?” diye sızlandım. “Gidip Merta gibi birine âşık oldun. Kızın aklından ne geçirdiğini anlayabilmem için ancak beynine falan girmem gerekir.”

Rhesel bir süre bir şey söylemeden öylece durdu. Sonunda beni haklı bulmuş olmalıydı ki oflayarak ayağa kalktı. Tek dizini yere koyduğu için pantolonuna bulaşan toprağı silkelerken “Sence kabul eder mi?” diye sordu.

“Bilmiyorum,” deyip somurttum. “Bilseydim ona göre cevap verirdim.”

“Doğru.”

Rhesel çok dokunaklı ve uzun bir konuşma yapmıştı. Ne kadar uzun süredir Merta’yı sevdiğine, onun için her şeyi yapabileceğine, aşkı onunla tanıdığına dair. Ve bu da son çaresiydi. İki yıl boyunca leydi Merta’nın peşinde koşup durmuştu ama Merta inanılmaz ruhsuz bir insan olduğu için Rhesel’in yüzüne bile bakmamıştı. Geriye evlilik teklifi etmek kalmıştı ve az önce bana ettiği teklife bakılırsa bunu kabul etmeyecek biri ancak aptal olabilirdi. Tabii söz konusu Merta değilse!

Elimi Rhi’ye doğru uzattım. “Şu yüzüğe bir bakayım.”

Yüzük kutusunu, açık avcuma bırakıp yanıma geldi. Taşı kocaman, yeşil, zümrüt bir yüzüktü. Onlarca metre öteden bile ne kadar değerli olduğu anlaşılabilecek kadar parlıyor ve resmen etrafına büyülü bir aura yayıyordu.

Yüzüğü kutusundan çıkarıp parmağıma taktım ve elimi ileriye doğru uzattım. Rhi de arkama geçerek benim gibi yüzüğü incelemeye başladı. “Bu gerçekten çok değerli, çok güzel bir yüzük, Rhi.”

Kendiyle gurur duyuyormuş gibi gülümsedi. “Bu yüzüğü bulmam epey zamanımı aldı ama değmiş gibi görünüyor.”

“Gibi görünmüyor, zaten değmiş.”

Yanağıma öpücük bırakıp tekrar karşıma geçti. “Size de çok yakıştığını belirtmeme izin verin, prenses.”

Gözümü devirerek pofurdadım. “Benim zamanım henüz gelmedi ve bunu biliyorsun.” Bu zamanın gelip gelmeyeceğinden bile şüpheliydim.

Rhesel omuz silkip işaret parmağını kaldırdı. “Birincisi; böyle şeylerin zamanı olmaz, ne zaman sana geleceğini bilemezsin-”

“Evet, ne zaman geleceğini bilmiyorum ama şimdi gelmeyeceğinden eminim.”

“İkincisi,” dedi, burnuma bir fiske atıp beni duymamış gibi. “Günün birinde parmağına taktığın yüzük bundan çok daha değerli olacak, Nix.”

Yüzükle oynarken “Bazen o günün gelmeyeceğinden endişeleniyorum, bazense gelecek olmasından ödüm kopuyor,” diye mırıldandım. Bunu itiraf etmek, en az yaşamak kadar zordu. Kimseye ihtiyacım olmadığını bilecek kadar özgüveni yerinde bir prenses olsam da daha bu saraydan doğru düzgün dışarı çıkmamıştım, bile. Gerçek dünyayı tanımıyordum. Yalnızca seyredebiliyordum.

Yanılıyor olabilirdim. Tüm düşüncelerimde.

Rhi omuzlarımdan tutup yüzlerimizi sabitledi. Bunu yaparken fazla eğilmesine gerek kalmamıştı. Boyum uzun olduğu için onun çene hizasına geliyordum. “Çünkü aşka inanmıyorsun, bebeğim. Kendini hayallerine ve gelecekte olacağın imparatoriçeye adadın.”

Kaşlarımı kaldırdım. Dünyaya gelme sebebim buydu. Doğmuştum, çünkü imparatorluğa bir varis gerekiyordu. Yeryüzündeki küçük bir karınca bile bir amaca hizmet ederdi. “Doğrusu bu değil mi? Etrafına baksana; koskoca imparatorluğu yönetebilmem için kusursuz olmam gerek ve şu an bunun yanından bile geçemem.”

Dostça gülümseyerek “Hiçbir şeyi tek başına yapmak zorunda değilsin, Nix,” dedi. “Bu koskoca imparatorluğu yönetirken yorulacaksın. Yorgunluk, beraberinde yalnızlık hissini getirecek. Seni seven birinin yanında olmak isteyeceksin ve inanmadığın aşkın eksikliğini hissetmeye başlayacaksın.”

Haklı olabilirdi. Çünkü o Rhesel’di. Haklı olmak onun damarlarında akan kan kadar, nefes almak kadar doğaldı.

Ama ben de haklıydım. Henüz birine güvenmeye hazır olup olmadığımı bile bilmiyordum. Ve bunu bilmemek, hazır olmadığın anlamına gelirdi. Babam, annemin ölümünün ardından hiçbir erkeğe güvenmemem gerektiğini gösteren kanıtlar sunmuştu.

“O dediğine zamanı geldiğinde bakarız.” Omuz silktim. “Şu anda hayallerimin peşinden gitmekten başka bir gayem yok.”

Rhi, ses tonumdan konuyu kapattığımı anladığı için üstelemedi. “Peki, prenses. Sen nasıl istersen.” Uzanıp alnıma babacan bir öpücük bırakırken yanımızdan gelen öksürük sesi dudaklarını ayırmasına neden oldu.

Livivia, Yüksek Bahçe’nin girişinde, kollarını önünde kavuşturmuş sinir bozucu sayılabilecek bir ifadeyle bize bakıyordu.

“Bundan hiç bıkmayacaksın, değil mi?” diye sordum, bıkkın bir ses tonuyla.

Kaşlarını çatarak “Neyden?” diye sordu. Cevabı bilmiyormuş gibi.

Gözlerimi devirerek “Gizlice sokulmaktan,” diye homurdandım.

Via’nın yüzünde muzip bir sırıtış belirdi. “Asla.”

“Senden nefret ediyorum.”

“Burada bir söz töreni mi düzenleniyor?” diye sordu, Via, açıkça beni görmezden gelerek. “Burada bensiz bir evlilik teklifi töreni mi yaptınız?”

Rhesel, eliyle yay hareketi yaptı. “Burada bizden başka birini görüyor musun?”

“Hayır.” Via’nın sesi ifadesizdi.

İmparatorun baş muhafızı muzip bir tavırla gülümsedi ve gerçek bir şövalye asaletiyle başını yana eğdi. “Öyleyse leydim, burada bir törenden bahsedemeyiz.”

Kıkırdayarak Via’ya baktığımda yüzünü buruşturmuş olduğunu gördüm. “Baş muhafız Çokbilmiş lord, konuştu,” derken bize doğru yürüyordu. “Evlilik teklifi ettiğin kişinin büyük imparatorun kızı ve müstakbel imparatoriçe olduğunu hatırlatmama izin verin, lordum.”

“Eğer bu evlilik teklifini ona ediyor olsaydım emin olun, bu gerçeği asla unutmazdım, leydim.”

Via yanıma gidip yüzüğün olduğu elimi kendine çekti. Devasa zümrüt taşı ilk gördüğünde gözleri belli belirsiz açılmıştı ama hemen sonra kendini düzeltip tepkisiz bir ifadeyle yüzüğü incelemeye devam etti. Sonunda başını kaldırıp Rhi’ye baktı. “Gerçekten o kıza bu yüzüğü mü hediye edeceksin?”

Rhi’nin yüzü bir anda allak bullak oldu. “Kötü mü?”

Via’nın gözlerinin sinirle parladığını gördüğümde elime bir zarar gelmemesi için usulca geri çektim. Kınama dolu bakışlarla Rhi’yi incelerken “Çok güzel,” diye bağırdı. “Ve o kız bu yüzüğü hak etmiyor!” İşte bu konuda sonuna kadar haklıydı.

Rhesel ciddi bir şey olmadığını görünce rahatlamayla nefesini verip elini salladı. “Yüzüğün kötü olduğunu söyleyeceksin sanmıştım.”

Via hayret dolu bakışlarını bana çevirdi. “Bu erkekler neden böyle?”

Umursamaz bir edayla omuz silkerek “Biliyor gibi bir halim mi var?” diye sordum. Sanki beni tanımıyordu.

“Bu yüzüğün o kıza göre çok daha değerli olduğunu sevgili arkadaşına söylemiyor musun, sen?” Via gerçekten sinirlenmiş olmalıydı- ki, haksız olmadığını biliyordum. Bütün hayatınızın birlikte geçtiği, çok değer verdiğiniz bir insanı, onu hak etmeyen bir insanla düşünmek zor oluyordu.

Adanın ortasına kurulmuş bu sarayda birlikte büyümüştük. Daha doğrusu Rhesel, benden yedi, Via’dan beş yaş büyük olduğu için biz büyürken bir nevi abilik yapmıştı. Artık çocuk değildik, artık kendimizi de onu da koruyacak yaştaydık ve Rhi’yi o kadından korumaya çalışıyorduk.

“Söylüyorum, Via,” dedim, sesimi yükselterek. “Rhesel’i tanımıyormuşsun gibi konuşma.”

“Öyleyse daha ikna edici konuşmalar yap.”

Gözlerimi devirip cevap verecekken Rhi araya girdi: “Benim burada olduğumun farkındasınız, değil mi?”

Onu umursamadan “Sen de yardım etseydin hiç fena olmazdı, leydim,” diye homurdandım.

Via’nın gözleri kısıldı. “Gizli toplantılarınıza gelebilseydim çoktan onu ikna etmiştim.”

Konumuz kesinlikle bu değildi. “Biz gizli toplantılar yapmıyoruz,” dediğimde istemsizce gözlerimi kaçırmam Via için gizli toplantı yaptığımızın bir kanıtı oldu. Tamam. Belki de yapıyorduk. Çünkü Via bazen gerçekten de çekilmez oluyordu.

Rhi elini kaldırıp “Ben hâlâ buradayım,” diye söylendi.

Via bunu sonra konuşacağız bakışı atıp tüm dikkatini ve öfkesini Rhi’ye yöneltti. “Sana inanamıyorum, Rhi. Ve inanmak da istemiyorum. Teklifini kabul bile etmeyecek, soğuk bir nevale için bu kadar yırtınmana değmiyor!”

“Bırakın da orasını ben düşüneyim.”

“Düşünme!” Via’nın sesi tekrar yükseldi. “Başkalarını düşün, daha güzel kadınları düşün. Şu yerlere göklere sığdıramadığın sevgini, hak edecek birine vermeyi düşün.” Via’yı alkışlamak istedim. Ama bunu yapsam da yapmasam da Rhi’yi kararından döndüremeyecektik. O gemi çoktan kalkmış, fırtınanın ortasına yelken almıştı.

Rhi, düşüncemi haklı çıkararak “Üzgünüm ama sözleriniz bir işe yaramıyor,” dedi.

“Cehennem Çukuru’na düşeyim!” diye haykırdı, Via. “Zaten ne zaman yaradı ki?”

Rhi güldü. “O halde denemekten vazgeçin.”

Via işaret parmağını Rhi’nin suratına doğru sallayıp “O şırfıntı kalbini gerçekten kırdığında ağlaman için omzumu vermeyeceğim,” diye tısladığında yüzüme istemsiz bir gülümseme yerleşti. Ben de omzumu vermeyecektim.

“Ben ağlamam, leydim. Ama ince düşünceniz için teşekkürler.”

“Gerçekten çok geri zekâlısın,” dedi Via, lafı ağzımdan alarak.

“Bir gün âşık olduğunda neler yapabileceğini görmek için sabırsızlanıyorum.” Rhi, Via’nın hakaretine alınmamıştı. Kendinden emin duruyordu. Âşık olduğu kadın için tüm dünyayı karşısına alabilecek güçlü bir lord gibi.

Via’nın gözleri kısıldı. “Duygusuz bir insan değilim, Rhi. Ve bunu sen de biliyorsun.” Bunu hepimiz biliyorduk. Via dışarıdan hiçbir şeyi umursamayan, sorumsuz, deli dolu biri gibi görünebilirdi. Ancak sabahları odasından çıkmadan önce giyindiği şey sadece kıyafet değildi. Sanki kişiliklerinin de kostümü vardı ve o odadan her sabah farklı birini giyinerek çıkıyordu.

“O zaman benden ne istiyorsun?”

“Mutlu olmanı!” Via’nın bağırmasını beklemediğim için irkildim. “O kadın iki sene boyunca seni süründürdü ve acıdan başka bir şey vermedi. Neden artık önüne bakmıyorsun?”

Rhi duraksadı. Alnı kırışırken gözlerinde bu sefer onu yadırgadığımız ve Merta’dan vazgeçirmeye çalıştığımız için oluşan o suçlayıcı ifade yoktu. Uzun bir sessizliğin ardından “Bilmiyorum,” diye mırıldandı, sonunda.

Bunu beklemiyordum. “Nasıl bilmiyorsun?”

Gözlerini kaçırıp tekrar etti: “Bilmiyorum, işte.”

Via araya girip “Daha nedenini bile bilmezken ondan inatla vazgeçmemen doğru değil, Rhi,” diye homurdandı. Rhesel’in yüzündeki ifade – ne cevap vereceğini bilemiyor gibi - Via’nın sinirinin geçmesi için yeterli değildi. Şaşıracağım kadar çok sinirlenmişti ve bu her zaman olmazdı.

“Merta, benim ilk âşık olduğum kadın.” Söylediğinin bir anlam ifade etmesi gerekiyormuş gibi yüzümüze baktı. Bakışları ikimiz arasında gidip gelirken gözlerimizdeki boş ifadeyi gördüğünde sesli bir nefes verip “Belki de ondan kopmaya hazır değilimdir,” diyerek açıklamaya çalıştı. “Birini âşık olmak anlamında sevmeyi öğrendiğinizde her şeyden önce bu sevgiyi bırakmakta zorlanırsınız.”

Aramıza rahatsız edici, kasvetli bir sessizlik çöktü.

Livivia bulutlanan gözlerini bir saniye bile kırpmadan Rhesel’e odaklamıştı. Dudakları düz bir çizgi halini almış, çenesi gerilmişti. Hem saldırmaya hazır bir savaşçı gibi hem de dokunsa ağlamaya başlayacak sinirli küçük bir çocuk gibi duruyordu.

Via, onu izlediğimi göz ucuyla fark ettiğinde hemen gözlerini kaçırdı ve kafasını eğdi. Gözlerim belli belirsiz büyürken kalp atışlarım hızlandı. Yanlış görmüş olmalıydım. Elbette!

Gergin sessizliği bozmak için hızla Rhi’ye döndüm. “Öyleyse Merta’yı değil, ona verdiğin sevgiyi seviyorsun, Rhesel. Ve bence bu atlatılamayacak bir şey değil.”

Rhi dudaklarını yalayıp “Daha fazla üzerime gelmeyin,” diye soludu.

Via, gözlerini kısıp bir müddet Rhi’yi inceledi. Yeşil saçlarını tamamlayan yeşil kaşlarının altındaki parıldayan gözleri, onu izlediğimin farkındaydı. Az önceki surat ifadesini yakaladığımım da. Bu yüzden olsa gerek umursamazlık maskelerinden birini takarak “Öyle olsun,” diye mırıldandı. “Ben aslında sana bir şey sormak için gelmiştim.”

Rhi, konunun değişmesine rahatlamış gibi derin bir nefes vererek “Ne soracaksın?” diye sordu.

Via’nın yüzüne hınzırca bir gülümseme yavaşça yerleşirken, vaftiz kardeşimin o anda ne soracağını anlamıştım. Arkamı dönüp ağacımın altındaki mermer banka oturup olacakları izlemeye başladım. Keyifli birkaç dakika beni bekliyordu.

“Astor’un bu akşamki nöbetini bir başkasına vermen sence nasıl olur?” Tam da tahmin ettiğim gibi. Yalnızca bir anlığına bile olsa aklımdan geçen saçma sapan şeyler için kendime kızdım. Via her zamanki Via’ydı.

Rhi şakalaşmayı bitirdiğini belli eden katı bir ifadeyle “Hayır,” dedi. Keskin. İtiraz istemeyen soğuk bir ton.

Bu tondan etkilenmeyen tek kişi ise Via’ydı.

Via’nın yüzü kendi özüne döndüğünü belli etmek istercesine gevşedi ve ellerini önünde birleştirerek “Rhi, bunu benim için yapmalısın,” diyerek yalvarma sekansına geçiş yaptı.

Rhi tekrar net bir sesle “Hayır,” diyerek reddetti. “Yapmayacağım.”

Via, daha yeni başladığının sinyallerini vererek koluna yapıştı. “Lütfen, lütfeeeeeen.”

Kolunu kurtarmaya çalıştıysa da Via öyle sıkı tutuyordu ki kurtulması, en azından Via yorulana kadar imkânsız gibi duruyordu. “Hayır, diyorum, Livivia!”

“Ne olur, bir akşamcık nöbet listesinde ufak bir değişiklik yapsan? Ne olur!”

Rhi inatla Via’nın ellerinden kurtulmaya çalışırken “Bir muhafızımı daha senin uğrunda feda etmeye hiç niyetim yok,” diye gürledi. Ama Via, bu gürlemelere artık o kadar alışmıştı ki onun üzerinde hiçbir etkisi yoktu.

Rhi’nin kolunu daha sıkı tutarak “Yemin ederim bu, diğerleri gibi olmayacak,” diye söz vermeye çalıştı.

“Sana inanmıyorum. Bırak kolumu!”

“Söylediğimi yapana kadar bırakmayacağım!”

“Livivia beni daha sonrasında pişman olacağım şeyleri yapmaya zorlama.”

Via bir anlığına duraksayıp “Tehdit çeşitlerini ne zaman gözden geçireceksin?” diye sordu. “Çünkü bu artık bayatladı.”

Dudaklarımdan Rhi’nin duymasını istemeyeceğim bir kıkırtı kaçtı. Neyse ki birbirleriyle öyle meşguldüler ki beni duymamıştı.

“Işık adına, bırak kolumu!”

“Nöbetleri değiştireceğini söylemeden asla bırakmam.”

Rhesel gözlerini belertip en sinirli ifadesini takındı. “Değiştirmeyeceğim!”

“Öyleyse ben de bırakmayacağım.” Via bir adım ileri giderek Rhi’nin koluna tamamen sarıldı. Ne olursa olsun Rhi’nin ondan uzaklaşacak gücü olduğunu hepimiz biliyorduk. Via, Rhi kaçamasın diye muhtemelen onun üzerinde bir çeşit güç tılsımı uyguluyordu

Rhi en sonunda yalvaran bakışlarını bana çevirdi. Zamanımın geldiğini anlayarak ayağa kalktım ve onlara doğru yürüdüm. “Via, hadi artık. Toplantı saati yaklaşıyor, gitmeliyiz.”

Via yeşil saçlarını savurarak bana döndü. Yüzünde pes etmeyeceğinin sinyallerini taşıyan inatçı bir surat ifadesi vardı. “Öyleyse şu çok sevdiğin arkadaşın lordu, nöbetleri değiştirmesi için ikna et.”

Rhesel sabır dilenmek için başını gökyüzüne doğru kaldırdı. “Anlamıyor,” dedi, ağzının içinden. “Ne söylersen söyle, anlamıyor.”

Via hemen “Evet, anlamıyorum,” diye çıkıştı. “Astor’la görüşmemi sağlaman senden ne eksiltir ki? Arkadaşın için neden böyle bir iyiliği yapamıyorsun?”

Şimşek çakan gözlerini Via’ya çevirdi. “Çünkü” dedi, bağırarak. “Bundan öncekilerde de aynı şeyleri söyledin ve muhafızlarım seni bir daha görmek istemedikleri için kara komutanlığına katıldılar. Senin uğrunda bir muhafızımı daha kaybetmeyeceğim, anlıyor musun?”

“Bu hepsinden farklı, diyorum. Neden anlamıyorsun?”

“Anlamıyor, çünkü-“ diyerek araya girdim. “Sen hiçbir şekilde iflah olmuyorsun.”

Via yalvaran sesiyle “Yemin ederim bu farklı,” diyerek inledi.

“Bunların hepsini daha önce de duyduk, Via.” Yaklaşık milyon kez, belki de trilyonlarca kez. Normal şartlarda erkeklerin çapkın olması beklenirdi. Belki imparatorlukta çapkın ya da çapkın olmaya yakın kadınlar da vardı. Ama hiç birinin Via gibi olamayacağını biliyordum. Bu konuda en usta çapkın erkek bile eline su dökemezdi.

Rhi sert bir sesle “Unut, bunu,” diye soludu. “Kendine oynamak için başka birilerini bul.” Eliyle çaprazlarında bulunan Kara Lejyonları Komutanlığı’nın adasını gösterdi. “Oradaki piyadelere musallat olman, beni gerçekten mutlu eder.”

“Bu gerçekten mantıklı,” dediğimde onların yanına gelmiştim.

Via, ne yapacağımı anlayarak bir elini bana doğru siper etti. Rhi’ye uyguladığı tılsım noktasına dokunduğum an tılsımın çözüleceğini biliyordu. Tüm tılsımları, kimin yaptığı önemli olmaksızın kontrol edebildiğimi de.

Bu, İmparatoriçenin kızı olmanın faydalarından biriydi. Daha doğrusu annemin kızı olmanın. İmparatoriçe Nixvita, dünyanın en güçlü büyücüsüydü ve öldüğünde tüm güçlerinin bana geçtiği düşünülüyordu.

Via “Lütfen yaklaşma,” diye yalvardı.

Ona aldırmadan Rhi’nin umut dolu gözlerine karşılık verdin. Via’nın Rhi’ye tılsım uyguladığı noktaya dokundum. Tahmin ettiğim gibi Via basit bir tılsım kullanmıştı, çünkü vaftiz kardeşimin gücü şimdilik buna yetiyordu. Üç ay önce talihsiz bir yaralanma yaşadığı günün ardından büyü gücü bu yaralanmadan etkilenmişti.

Tılsım, dokunuşumla anında çözülürken Rhi kendini hızla geri çekerek derin bir nefes çekti.

“Mutlu musun?”

Via’ya dönüp hiç çekinmeden “Evet,” dedim. “Astor gibi bir muhafızı senin elinde heba etmeye hiç niyetim yok.”

Via’nın gözü ikimizin üzerinde gidip gelirken yüzü biraz daha düştü. “Anlamıyorsunuz,” diye mırıldandı. İşte şimdi de farklı bir taktik deniyordu. “Ondan gerçekten… gerçekten-“ Ona imparatorluğun sanat kollarına yazılmasını söyleyecekken Via cümlesini tamamladı. “Hoşlanıyorum.”

Rhi’yle aynı anda şaşkınlıkla geri çekildik. Konuşabilecek duruma geldiğimde “Gerçekten de seni oyunculuk koluna yazdırmalıyız. Tiyatroların nefes kesici olur,” diye mırıldandım.

Via gözlerini devirdi. “Rol yapmıyorum.”

Rhi yüzünü buruşturup “Sana inanmıyorum,” dedi. “Aynı zamanda güvenmiyorum da.”

Via, kapana yakalanmış bir farenin direnişiyle “İnanmanız için ne yapmam gerekiyor?” diye sordu.

Cevap vereceğim sırada yanımızdan bir öksürük sesi geldi. Üçümüz de irkilerek döndüğümüzde yaklaşık on dakikadır bahsi geçen Astor’un kollarını arkasında birleştirmiş Yüksek Bahçe’nin girişinde durduğunu gördük.

Önce bana bakıp eğilerek “Prenses Nixavis,” dedi. Ardından Via’ya “Leydi Livivia” ve son olarak da Rhesel’e “Lordum,” diyerek başını eğmekle yetindi.

En rütbeli kişi olarak “Söyle, Astor,” dedim. Bunu yaparken Via’ya yan gözle bir bakış attım. Birden yanakları kızarmıştı. Parmaklarıyla saçlarını tarayarak geriye attı ve gözlerini kaçırdı.

Astor boğazını temizleyip “İmparator Miranris, divan meclisine siz prenses ile Leydi Livivia’yı ve-“ burada Rhi’ye baktı. “Siz lordu çağırıyorlar.” Ah, Yüce Işık! Geç kalmıştık!

Sahte bir kızgınlıkla Via’ya bakıp “Yaptığını beğendiğin mi?” diye söylendim.

Yeşil kaşlarını birbirine yaklaştırıp başını suçlu edasıyla yere eğdi. “Ben bir şey yapmadım.” Gerçekten de on üzerinden on verebilecek bir performansla oynuyordu.

Bu oyunlara alışık olduğumu belli edercesine omuz silkip Astor’a döndüm. “Geliyoruz.”

Astor başını bir kez hızlı bir hamlede eğip kaldırdı ve arkasına dönerek geldiği yoldan ritmik adımlarla gözden kayboldu. O gider gitmez Rhi sahte bir takdir edasıyla alkış seremonisi tutturdu. “Daha önce bu kadar iyi oynadığını görmemiştim.”

Via cevap vermeden yalnızca gözlerini kaçırmakla yetindi. Ben de onun bu kadar iyi oynadığını görmemiştim ancak şimdi buna kafa yorabileceğim kadar vaktim yoktu. “Babamı daha fazla bekletmeden gitsek iyi olur.”

Via “Benim bir işim var katılmayacağım,” dediğinde “Emin misin?” diye sordu, Rhi. İmparator onu da çağırtıyordu ve emirlerine karşı gelmek isteyeceğimiz son kişi bile değildi.

“Evet, evet. Siz gidin.”

Rhi’yle birbirimize bakıp omuz silktik. Parmağımda kalan ve neredeyse varlığını bile unuttuğum yüzüğü çıkarıp Rhi’ye uzattım. Yüzüğü alıp kutusuna koyduktan sonra Yüksek Bahçe’den çıkıp toplantı odasına yürüdük.

 

 

Loading...
0%