Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10. Bölüm

@nurrunatt

Daha çocukken yaşadığım travmadan dolayı bu odaya yıllardır ayak basmıyordum. Hatta Nazdo’nun odasının bulunduğu koridora girmeye bile yanaşmamıştım. Şimdi burada, Nazdo’nun odasındayken tek yaptığım gözümde eski anılarım canlanmasın diye Nazdo’nun yatağına bakmamak olmuştu. Gözüm yaramaz bir çocuk gibi yatağa kaysa da kendimi dizginleyip boğazımı temizledim ve acımasız bir ifadeyle Nazdo’ya bakmaya başladım. İmparatorluk elçisi eli kolu bağlı, sandalyede korku dolu gözlerle bize bakarken öfkem giderek kabarıyor gibiydi.

Via sağ tarafımdan Rhi’ye bakarak homurdandı. “Bunun kaçırmak olmadığının farkındasın değil mi?”

Ortalarında durduğum için Rhi boynunu uzatıp sinirle soluyarak Via’ya baktı. “Söyler misin, sarayda kimseye görünmeden imparatorluk elçisini zindanlara nasıl götürmemi bekliyordun?”

Via gözlerini devirip kollarını önünde birleştirdi. Elbisesinin kolu volanlı olduğu için ince kumaş boşlukta sallanıyordu. “Erkeklerin büyü gücü olmadığını unutmuşum.”

“Bana üstünlük taslama, Livivia.” Araya girip ikisini de susturmak için hamle yapacakken Via buna izin vermedi.

“Sana üstünlük tasladığım yok, Baş Muhafız Lord Bey. Büyüden yoksun dünyaya geliyor oluşunuz sizin suçunuz değil ne de olsa.”

“Via,” diye uyarıda bulundum ama ikisi de beni duymadı.

“Çok biliyorsan kendin yapsaydın, Via! Hem beni de bu onursuz işlerinizden uzak tutmuş olurdun.”

Via yüzünü buruşturup tamamen Rhesel’e döndü. “Onursuz işler mi?”

“Ne olduğunu düşünüyordun? İmparatorluk elçisini kaçırdık!”

“Yüce Işık akıl dağıtırken sen uyuya mı kalmıştın acaba!”

Tekrar araya girip “Çocuklar yeter,” desem de yine beni duyan yoktu.

Rhi de Via gibi tamamen ona döndü. Arada ben olmasaydım birbirlerine saldırabilmeleri fazlasıyla mümkün olduğu için aralarında durduğuma şükrettim. “Haklısın, Via. Yüce Işık akıl dağıtırken bir tek sen uyanıktın zaten.”

Via’nın yüzünde küçümseyici bir ifade belirdi. “Bu yaptığımızın inatla kaçırma olduğunu söylediğin sürece senden daha zeki olduğumu kabul etmelisin.”

Rhi de kollarını önünde birleştirdi. Onun burnundan hatta kulaklarından soluduğunu neredeyse görebiliyordum. “Bu yaptığımızın ne olduğunu açıkla da bilelim, o zaman leydim. Hani her şeyi siz biliyorsunuz ya!”

“Adam kaçırmak demek bir adamı ikamet ettiği yerden alıp başka bir yere kapatmak demek.” Via kollarını çözüp sandalyesinde eli kolu bağlı, ağzı kalın bir bezle örtülmüş Nazdo’yu gösterdi. Bu ikisi yüzünden neredeyse Nazdo’nun varlığını unutacaktım. “Bu adamın kaçırılmış gibi bir hali var mı?” Sesi bir anda öyle bir yükselmişti ki olduğum yerde sıçradım. Araya girmek için doğru bir zaman değildi.

“O adamın şu an özgür gibi bir hali var mı?”

Via ellerini sinirle derin bir nefes alarak iki yanına bıraktı. “Özgür olmaması kaçırıldığı anlamına gelmiyor! Ben sana kaçır, dedim. Olduğu yerde elini kolunu bağla demedim.” Rhesel’in onu alıkoymasını isteyenin, Via olduğunu öğrenen Nazdo sandalyesinde biraz daha büzülerek inledi ve durumu olduğu gibi kabul ettiğini belli eden bir şekilde gözlerini yere indirdi.

Rhi de Via gibi bağırarak “Nesini anlamıyorsun, bilmiyorum,” dedi. “Ben bu sarayın baş muhafızıyım Nazdo’yu sırtımda taşıdığımı gören saray halkı ve muhafızlarıma ne cevap verecektim hiç düşündün mü?”

Via ellerini iki yana açtı. “Bak işte aynı dilden konuşmaya başladık. Adı üstünde bu sarayın baş muhafızısın. Kimse kararını sorgulamazdı.”

Bu konuda Via’ya katılmıyordum. Saray halkı ve diğer muhafızlar Rhi’nin Nazdo’yu götürüyor olmalarına tek kelime etmeye cüret edemeyebilirdi. Ama saray Nazdo’nun haberci kuşları, küçük casuslarıyla doluydu. Rhi’nin Nazdo’yu kaçırmasının hemen ardından haber imparatora uçardı ve bu durumda yalnızca Rhi değil; üçümüz de babama mantıklı bir açıklama bulmak zorunda kalırdık.

Rhi, pes etmiş bir şekilde “Sana laf anlatmak o kadar zor ki,” diye homurdandı.

Bu sefer araya girdim. “Bu konuda Rhi haklı, Via. Babam, imparatorluk elçisini kaçırdığımızı öğrenmek istemeyebilir.”

Via bir süre bana baktı. Sonunda ikna olmuşa benziyordu. Tekrar Rhi’ye dönerek “En azından bunun kaçırmak değil, özgürlüğünü kısıtlamak olduğunu bilmelisin,” dediğinde derin bir nefes verip burun kemerimi sıkarken Rhi ellerini başının arkasında birleştirip odanın içine doğru ilerlemeye başladı.

Via bazen o kadar inatçı oluyordu ki ikimiz de onunla baş etmekte son derece zorlanıyorduk. İsimsiz ormanlarda kaybolmak bile Via’ya laf anlatmanın yanında daha kolay olurdu.

“Tamam,” dedim, Via’nın susması için. “Bu bir kaçırma değil, özgürlüğünü kısıtlama. Kabul ediyoruz, oldu mu?”

Via’nın gözü Rhi’nin üzerinde biraz daha oyalandıktan sonra Nazdo’ya dönerek “Oldu,” dedi. Rhi’yle aynı anda rahatlamayla derin bir nefes verdik.

Evlilik olayı beni kapsadığı ve Nazdo’ya geçmişte yaşananlar yüzünden kin beslediğim için artık konuşmayı tamamen devraldım. “Neden burada olduğunuzu merak ediyorsundur, elçi?”

Nazdo başını kaldırıp pörtlek gözlerini bana dikti. Korkudan neredeyse gözlerinin içi bile titriyordu ve onu böyle görmek içime su serpmişti. Birden evlilik fikri bile güzel görünmeye başladı. Dünya güzelleşti, çiçekler açtı, kuşlar şarkı bağırarak şarkı söyledi.

Nazdo usulca başını aşağı yukarı salladı. Yüzüme acımasız bir ifade kondurup tek kaşımı yukarı kaldırdım. Tüm dünyaya oynadığım prenses rolüne, Zonan’la karşılaştığımdan beri tekrar girebilmek iyi gelmişti. “Ben de neden Zonan’la evlenmem gerektiğini merak ediyorum.” Yürüyüp Nazdo’nun sandalyesine yanaşırken Rhesel ve Livivia’nın birbirlerine yaklaşarak arkamda adeta bir duvar gibi dikildiğini hissettim. Sürekli didişip duruyor olabilirlerdi ama bu gibi durumlarda her zaman iyi bir takım olurlardı.

“Ve ben merak ettiğim şeyleri öğrenememekten hiç hoşlanmam, elçi.”

Nazdo, gözlerimde her ne gördüyse korkuyla irkildi. Kurtulma umuduyla omzumun gerisinden baş muhafıza baktı. Ama Rhi’den aradığı taviz gelmeyince gözünü yere indirdi. Ama o kadar yakınındaydım ve üzerine öyle bir eğilmiştim ki gözleri istemsizce yakama kaymış göründü.

Ve… bu fırsatı değerlendirmek istedim.

Gözlerim biraz daha kısılırken “Ne cüret,” diye tısladım. Sesim o kadar soğuktu ki odanın sıcaklığı nefesimle birlikte birden düşmüş gibiydi. “Ben gözlerini oyarak yerinden sökmeden önce o gözlerini yakamdan hemen çek!”

Korkudan daha da büzüştü. Hızla gözlerime bakarken anlamsız sesler çıkararak başını iki yana salladı. Nazdo’ya çektirdiğim bu işkenceden zevk aldığımı belli edercesine elçinin oturduğu sandalyenin iki kolunu da tuttum ve üzerine doğru biraz daha eğildim.

Nazdo sırtını sandalyeye resmen yapıştırarak geri çekildi. Bana bakmamak için gözlerini sımsıkı kapatmıştı. “Her zaman tehlikeli sularda yüzüyordun, elçi. Bu korkmuş gibi yapan surat ifaden, aslında olmadığın ürkek adam gibi davranmak benim için hiçbir şey ifade etmiyor.” Gözümün önüne yıllar öncesi geldiğinde dişlerimi birbirine bastırarak bu anıyı kovuşturdum.

“Yüzüme bak.” Nazdo neredeyse ağlayacak gibi bir ses çıkardı. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Alnından duştaymış gibi sular damlıyordu.

Tekrar “Yüzüme bak, Nazdo,” diye tısladım. Sesim ölümdü. Nazdo artık o küçük çocuk olmadığını biliyordu.

Korka korka gözlerini aralayıp göz bebeklerinin başka yerlere kaymasını şiddetle engelleyerek bana baktı. Ağlamasına saniyeler kalmış gibiydi.

“Sana hiçbir zaman güvenmedim.” yüzüme, Nazdo’nun suratına doğru kusmak istediğimi belli eden bir ifade yerleşti. “Hatırlıyorsun değil mi? 14 yıl önce bu odada yaşananları hatırlıyorsun?”

Yüzüne anlamı belli olmayan bir ifade yerleşti. İmparatorluk elçisi, yer yarılıp kendisini yutmasını bekliyormuş gibi daha da büzüştü. “Ben hatırlıyorum, elçi. Ve aklımdan asla çıkmıyor.” Ona iğrenerek baktım. “Artık köşeye sıkıştırıp tehdit edebileceğin, gözünü korkutabileceğin küçük bir çocuk değilim.” Özür diler gibi sesler çıkarmaya başlayıp başını salladı. “Özür dilemeye mi çalışıyorsun?”

Nazdo’nun kafası aşağı yukarı o kadar hızlı sallandı ki neredeyse kafası kopacaktı.

“Peki, ben özrünü kabul etmezsem ne olacak?” İnlemeye başladı. Çılgın gibi başını sallıyor ve acınası sesler çıkarıyordu. Ona eziyet etmekten zevk duyarak üzerine biraz daha eğildim. Elbisemin yakası bu hareketimle hafifçe açılmış ve dolgun göğüslerimi gözler önüne sermişti. Nazdo başını olduğunca geri atıp tavana bakmaya başladı. “Neden gözünü kaçırıyorsun, Nazdo? Hâlbuki 14 yıl önce benden hiç korkmuyordun.”

Sonunda ağlamaya başladı. “Beni tehdit ederken ağlamıyordun. Bana hayatım boyunca yakamı bırakmayacak o travmayı bırakırken ağlamıyordun!”

Rhi’nin buz gibi sesi beni biraz olsun kendime getirdi. “On bir yıl önce ne oldu, Nixavis?”

Nazdo’nun gözleri anında beni buldu. Yeşil gözleri yaşlarla parlarken korkuyla açılmıştı. Yalvaran gözlerle bakıyordu. Onun bu halini daha çok sevdiğimi fark ettim. Dünkü o pişkin tavırlarından tamamen sıyrılmıştı. Yalvaran gözleri, içimi tatminle dolduruyordu.

Dudağımın köşesi sola doğru kaydı. Yüzümdeki gülümsemenin Kötülük Hanımı’na ait olabilecek kadar korkunç ve tüyler ürpertici olduğunu biliyordum. “Anlatmamı ister misin, Nazdo?” Kafasını sağa sola sallamaya başladı. Bunu yaparken alnındaki ter damlacıklarının birkaçı suratıma sıçramıştı. Bu, daha da öfkelenmeme neden olurken elbisemin koluyla öfkeden çarpılmış yüzümü sildim.

“Demek anlatmamı istemiyorsun.” Bu sefer başını aşağı yukarı salladı. Gözlerim tehlikeyle kısıldı. “Babama anlatsam peki?” Tekrar ağlamaya başladı. Bağlı olduğu sandalyeden kurtuluşu olmamasına rağmen deli gibi çırpınıyordu.

Rhi tekrar araya girdi. “Sana bir şey mi yaptı, Nixavis?”

Via’nın bir şeyler mırıldanarak onu susturduğunu zar zor duyabildim.

Onlara aldırmadan düşünüyormuş gibi yaptıktan sonra “Daha güzel bir fikrim var, Nazdo,” diye fısıldadım. Gözleri korkuyla büyüdü. Sırada neyin geleceğini merakla beklerken bana yalvaran bakışlarını atmaktan vazgeçmedi.

“Görünüşe göre biraz da senin sayende evleniyorum.” Ne söyleyeceğimi anlamış gibi donup kaldı. “Öğrendiğime göre Kral Zonan aslında bana âşıkmış.” Titremeyi bile kesmişti.

Gülümsedim. “Müstakbel kocam bana yaptığın şeyi öğrense sence nasıl olur?”

Odanın ısısı düşmüş müydü, yükselmiş miydi anlayamadım.

Sıcak ya da soğuk bir esintiyle ürperdim ve bu iyi gelmişti.

Nazdo heykel gibi kaskatı kesilmiş korku dolu gözlerle baktı. Çünkü çok iyi biliyordu. Zonan’ın öfkelendiğinde neler yapabileceğini biliyordu. Bütün diyar biliyordu. Zonan dürüst, erdemli, akıllı ve mert biri olabilirdi. Hatta iyi kalpli olduğunu bile söylemek mümkündü. Ancak bunlar ne kadar ağır basıyorsa acımasızlığı daha da ağır basıyordu.

Ayağına takılan taşları, canını sıkan şeyleri ortadan kaldırmakta üstüne yoktu.

Gülümsemem yayıldı. “Ne oldu? Yoksa korktun mu?”

Nazdo tepki veremedi. Kıpırdamadan öylece bana bakmaktan başka hiçbir şey yapamadı. Boynumdaki kolyenin bir anlığına ışıldadığını o da görmüştü. Odaya dolan soğuk rüzgârı, sıcak alevi hissetmişti. Yalnızca müstakbel kocamdan bahsettiğimde oluşan bu değişim.

Vay be.

“Zonan’a söylememem için yalvarmayacak mısın, Nazdo?” Adı dudaklarımın arasından döküldüğü anda odanın havası tekrar değişti. Yaz sıcağında soğuk bir yağmura yakalanmaya benziyordu.

Rhi ve Via’nın tekrar fısıldaştığını duydum ama konuşmaya başladığımda ikisi de sessizliğe gömüldü. “Yalvarmadığına göre sanırım Zonan’a söylememi istersin. İyi. Bunu bilmem iyi oldu.” Nazdo’nun gözleri büyüdü. Sonunda konuşulanı idrak edebilmişti.

Neredeyse eşeği andıran sesler çıkarmaya başladığında soğuk bir kahkaha attım. “Devam et. Ne kadar keyif aldığımı anlaman mümkün değil.” Gözleri yaşlarla doldu. Sesi gittikçe yükseliyordu.

Bir süre kıvranmasına izin verdim. Ancak en sonunda elimi kaldırıp susması için üzerinde tılsım uyguladım. Artık istese de ses çıkaramayacağı için dudaklarının üzerine kapanmış kumaş parçasını çözüp bir kenara fırlattım.

“Üzerindeki tılsımı kaldırmadığım sürece ömrün boyunca konuşamayabilirsin, Nazdo.” İrkildi. Ağzını açtı. Dudaklarını anlamsızca oynattı ama sesi çıkmadığı için bunların boş bir çabadan ibaret olduğunu anladığında yalvaran gözlerini gözlerime dikti.

“Anlaşmaları sevdiğini duydum, Nazdo. Doğru mu?” Tek kaşımı kaldırıp Nazdo’nun bir çocuk zekâsına bile yaklaşmadığı beynine jetonun düşmesini bekledim. Ve sonunda ne söylemek istediğimi anlayıp başını hemen salladı.

Doğrulup kollarımı göğsümde kavuşturdum. “Öyleyse seninle bir anlaşma yapacağız. Senden iki şey isteyeceğim, karşılığında sana iki şey vereceğim.” Nazdo’nun terden sırılsıklam olmuş domates kırmızısı yüzünde bir umut ışığı yeşerdi.

“İlk olarak bana neden Zonan’la evlenmem gerektiğini, bundan babamın ve senin nasıl bir çıkarınızın olduğunu açıklayacaksın. Ben de karşılığında on bir yıl önce yaşananları Zonan’a anlatmayacağım.”

Zonan’ın adı her geçtiğinde istemsizce titrediğini fark ettim. Ve muhtemelen Nazdo bile o ismi duyduğunda titrediğinden habersizdi. Bu işime gelmişti. Ondan korkuyorsa cevaplarımı verebilirdi.

Bir süre teklifimi düşündü. Her şeyi anlatabilirdi; bu, onu ölüme götürmezdi. Ancak Zonan geçmişi öğrenirse ölmek belki de en iyi seçeneği olacaktı.

Çaresizlikten büzülmüş gözlerini bana çevirerek başıyla onayladı.

Yüzümde tekrar şeytani bir gülümseme belirdi. Avucumu açıp elimi uzattım. İki saniye içinde elimde, Sagmua’ya giderken kullanmak için özel yaptırdığım hançerlerden biri belirdi. Hançerin bıçak kısmı öyle parlıyordu ki odaya sızan güneş ışığı bile gölgede kalmıştı.

Nazdo’nun gözleri korkuyla büyüdü. Bir hançere bir bana bakarken bir şeyler söylemeye çalıştı ama sesi çıkmadı. Büyük bir keyifle “Eksiksiz her şeyi duymak istiyorum, anlaşıldı mı?” diye sorduğumda hemen onayladı.

Boştaki elimi sallar sallamaz odaya hızlı nefes alışverişlerin sesi doldu. Nazdo öksürdü ve sesinin çıktığından emin olduğunda “Prenses, bu yaptığınız-“ diyecek oldu ama sesi bir anda tekrar kesildi. Bu sefer sesini kesen bir tılsım değil; boğazına dayanmış sivri uçlu bir hançerdi. Nazdo yutkunmayı bile unuturken tekrar titredi. Anlaşılan onu tek titreten Zonan’ın ismi değildi.

Belli ki ben de istediğim zaman titretici olabiliyordum.

“Ne diyordun, Nazdo?” Tıslamam odada yankılandı.

Nazdo donakalmış gibi cevap veremediğinde yüzümde şimşek gibi çakan bir öfke parıldadı. “Konuş!”

Nazdo’nun bedeni tümüyle sandalyeye bağlı olduğu için sandalyeyle birlikte yerinden sıçradı. Sandalye geri düşmeden önce uzanıp tuttum ve onu yere bastırdım. Nazdo’yu teşvik etmek için hançerimi boğazına biraz daha yaklaştırdım.

Yüksek sesle konuşmaya başladı: “Zonan, babanıza bir yıl önce yazdığında ve sizinle görüşmek istediğinde imparator hemen diğer adayları bir kenara bırakmıştı.”

“Neden?”

“Ben… ben…”

Yüzüm buruştu. “Biraz erkek olmaya çalış ve kekelemeyi kes!”

Zorla yutkundu. En ufak bir hareketinde hançer şah damarına saplanabilirdi. “Ben bilmiyorum. Bana yalnızca Zonan’ın sizi çok sevdiğini ve ondan daha iyi bir aday bulamayacağını söyledi.”

“Dün akşam Via’ya odadan çıkmadan önce söylediğin şeyler? Neden benim onunla evlenmemde geçerli bir neden olsun?”

“Perilerin şarkısını duymuş muydunuz, prenses?”

Kaşlarım çatıldı.

Yankı Ormanındaki periler sık sık şarkı söylerdi. Ama Nazdo’nun yüz ifadesindeki bilmiş tavra bakılırsa onun sıradan bir şarkıdan bahsettiğini hiç sanmıyordum. “Anlat.”

Nefesim yüzüne çarptığında korkuyla geri çekildi. “Perilerin şarkılarının bir kehanet olduğuna inanılırmış, prenses. Kadim büyücülerin, yani Sagmua’da yaşayan insanların söylediğine göre periler, şarkılarının arasında hiç hissettirmeden bir kehanet söyleyiverirmiş. Bu kehaneti anlayabilen kişi, şarkıyı gerçekten dinleyen kişiler olurmuş.”

“Gerçekten dinleyen mi?”

“Sanırım inanarak dinlemekten bahsediyor, prenses. Ben de bilmiyorum.”

Bunu daha sonra düşünecektim. Şimdi vakit kaybetmem anlamsızdı. “Bunun Zonan’la evlenmemle nasıl bir alakası var?”

“İmparator sanırım sizinle ilgili bir kehanet dinlemiş. Periler, şarkılarında sizden ve Kral Zonan’dan bahsediyormuş.” midem hareketlendi. Bir an için Nazdo’nun doğru söylediğini, böyle bir kehanetin var olup olmayacağını düşündüm. Zonan’ı gördüğüm ilk andan itibaren hissettiklerim, Zonan’ın da bana aynı gece âşık olması, boynumdaki kolyenin titreşmesi, bir çeşit tılsım tarafından ona itilmem.

Nazdo’nun boğazına biraz daha abanarak “Babam sana kehaneti söyledi mi?” diye sordum.

Nazdo inleyerek “Söylemedi,” dedi. “Yalvarırım, prenses. Gerekten söylemedi.”

“Öyleyse neden Via’ya-“ derken sözümü kesti: “Çünkü imparator da bana aynı şeyleri söylemişti. ‘Dünyada gerçekleşen her şey bir amaca hizmet eder.’ Bunu söyledim değil mi?”

Yalnızca başımla onayladım ve Nazdo devam etti. “Bunu bana imparator babanız söyledi, prenses. Ben de onun elçisi olarak imparatorumu desteklemekten başka bir şey yapmadım. Ayrıca Kral Zonan’ın sizi son derece sevdiğini öğrendiğimizde bu sadece mantık evliliği olmayacaktı. Âşık olabileceğiniz biriydi ve sizi de düşündük.”

Bütün uzuvlarıma şiddetli ağrı girdi. Öyle öfkelenmiştim ki ne yaptığımı fark etmeden hançerimle Nazdo’nun yanağında uzun bir yarık açtım. Acıyla haykırırken diğer elimle onun yağdan ve terden birbirine yapışmış kumral saçlarını tutup başını geriye yatırdım.

“Kural bir; bir daha asla. Asla. Sözümü. Kesme.” Hızla onayladığında daha da öfkeli bir sesle “Kural iki; bir daha sakın benim için neyin iyi olduğuna karar vereyim deme,” diye devam ettim. “Yoksa ben de senin için neyin iyi olduğuna karar veririm ve bu karardan hiç hoşlanmazsın.”

Başıyla onaylamaya çalıştı fakat saçını tutan güçlü parmaklarım bunu engelliyordu. Ve bu sanki onun sorunuymuş gibi yüzüne doğru kükredim. “Anladın mı?”

“An… Anladım. Anladım, prenses. Bir daha yapmayacağ-“

“Kes!” iğrenerek Nazdo’nun pislik içindeki saçlarını bıraktım. Bu odadan çıkar çıkmaz elimi çitileyecektim. “Yani babamın beni onunla evlendirmesindeki sebepler yalnızca bunlar mı?”

“Bildiklerim bunlar, prenses.”

Omzumun gerisinden Via’ya baktım. Kardeşim, talimatı anlamış gibi bize bir adım yaklaşıp havayı kokladı. Ardından gözleri beni buldu. Başını yavaşça olumsuz anlamda salladığında ateş saçan gözlerimi Nazdo’ya çevirdim. “Yalan söylüyorsun!”

Korkuyla büzülüp tekrar ağlamaya başladı. “Söylemiyorum. Yalan söylemiyorum!”

Bu sefer hançerimle kolunda bir yarık açtım. Nazdo’nun çığlığı eşliğinde kan, önce sandalyeye oradan da bacağına damladı.

Bir santim.

Esas damara gelmesine yalnızca bir santim kalmıştı. Nazdo da bunu fark ettiğinde “Lütfen,” diye inledi.

“Görüyor musun,” diye sordum, soğukkanlı bir sesle. “Yaşamınla ölümün arasında bir santim var.”

“Yalvarıyorum, prenses. Yalan söylemiyorum.”

“Konuş!”

“Ne konuşacağımı bilmiyorum.”

“Bildiklerinin hepsini anlatacaksın!”

Çaresizce sarsılarak ağladı.

Acımasız gözlerle Nazdo’yu süzerek elimdeki hançeri çevirip kaldırdım. Hançer bacağına girmek üzereydi ki kulak tırmalayıcı bir çığlık yükseldi. “Tamam! Tamam, söyleyeceğim. Lütfen, durun. Söyleyeceğim, tamam.”

Elimi kıpırdatmadan beklentiyle ona baktım. Gözü baldırına üç santim mesafede duran sivri uçtaydı. “Aradığınız cevaplar İmparatorluk Şehri’nin batı kanadındaki ormanda. Okyanusun yanındaki orman.”

“Ne varmış orada?”

“Tam ortada ormanı koruyan çok yaşlı bir ağaç bulacaksınız. Ağaç sizi cevaba götürecek.”

Mümkünmüş gibi daha da sinirlendim. “Benimle dalga mı geçiyorsun?”

Nazdo inleyerek “Hayır,” dedi. “Leydi Livivia yalan söyleyip söylemediğimi anlar.”

Via tekrar bir adım öne çıktı. Kokladı. Ama hemen karar vermedi. Bir süre havayı kontrol ettikten sonra “Doğru söylüyor, Nix,” dedi.

“Bildiklerini neden bana anlatmıyorsun, Nazdo?” diye sordum. “Neden o lanet ormana gitmek zorundayım?”

Nazdo sertçe yutkundu. Dudakları kupkuru olmuştu ve serbest kaldığında ilk işi su içmek olacak gibiydi. “Çünkü ben de bilmiyorum, prenses. Yalnızca orman ağacının, cevap arayanlara istediklerini verdiklerini biliyorum.”

gözlerim yalnızca bir anlığına hançerimin üzerindeki taşlara kaydı. Hemen ardından gözlerimi kısarak Nazdo’ya baktım. “Gideceğim, elçi. Eğer bu bir oyunsa saraya dönmemem için dua et.” Ve bıçağın ucunu küçük bir yara açacak kadar bacağına bastırdım.

acıyla “İstediğiniz cevapları verdim,” diye inledi. “Benden daha ne istiyorsunuz? Lütfen bırakın.”

hançerimi çektiğim anda kesik kesik nefesler almaya başladı. Suratı iyiden iyiye kızarmıştı. Fırından yeni çıkmış hindiye benziyordu.

Olduğum yerde doğrulup elimi salladım. Nazdo’nun sesi tekrar kesildi. Korkuyla çırpınmaya başladı. “İki şey isteyeceğimi söyledim. İkincisi burada olanları kimseye anlatmaman. Bu odada yaşananları unut ve ben de sesini sana geri vereyim.”

Başını aşağı yukarı sallamaya başladı.

“Eğer bu odada yaşananları bir başkasından duyarsam Nazdo, her ay bedeninden bir parça koparırım.” Hançerimle bacak arasını işaret ettim. “Ve ilk nereden başlayacağımı biliyorsun.”

Son bir saatte öyle şeyler yaşamıştı ki bana kalmadan kalp krizi geçirip ölebilirdi. Keşke.

Elimi salladım. Nazdo’nun sesi yerine geldi ve bedenindeki ipler çözüldü. Kendini anında yere bırakı önümde diz çöktü. “Asla söylemem, prenses. Yemin ederim söylemem.”

Tek kaşımı kaldırarak “Bugün öğleden sonra ne yapıyordun, Nazdo?” diye sordum.

Odada kısacık göz gezdirdi. “Güneşten dolayı başım ağrıdığı için odama gelip ikindi vaktine kadar uyudum, prenses. Hiçbirinizi de gün boyu görmedim.”

Cevap vermeden arkamı döndüm. Rhi ve Via geçebilmem için bana yol açtıktan sonra beni takip ederek odadan çıktı.

Serin koridora çıktığımızda derin bir nefes aldım. Nazdo’nun anlattıklarını sindirmek ve düşünmek için zamana ihtiyacım vardı. Ve bazı şeyler içinse hiç vakit yoktu. Doğum günüme dört gün – bu günü saymazsak üç gün – kalmıştı. Madem Zonan’la aramda olan bu etkileşimi merak ediyordum. O ormana gidecektim. Hem de hemen.

Koridorda yürümeye başlarken arkamdan gelen Via’ya “Şafak vakti hava aydınlanmadan yola çıkıyoruz, Via,” diye emrettim. “Yanına silah al ve ikimize de çanta hazırla.” Onlarla her zaman bu ses tonuyla konuşmazdım. Ve yaptığımdaysa geri çevrilmemesi gerektiğini bilirlerdi. Sorgulamamaları gerektiğini.

Via “Tamam,” diyerek itaat etti. Ancak Rhesel hiç de itaat edecek gibi durmuyordu.

Kaşlarını çatıp bakarken “Biri bana on dört yıl önce ne olduğunu anlatabilir mi,” diye sordu. “Ayrıca bensiz bir yere gidebileceğinizi sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz.”

Yürümeye devam ettim. Onlara bakarsam yumuşayacağımı biliyordum. “Via ve ben gideceğiz, Rhi. Sen burada kalıyorsun.”

“Asla.”

“Senden izin almıyorum.”

Sadece bir anlığına bozulsa da hemen silkelenip kendine geldi. “Bensiz gitmenize asla müsaade etmem, Nix.”

Bıkkın bir nefes verdim. “Senden. İzin. Almadığımı. Söyledim.”

Uzanıp kolumu tuttu ve beni kendine çevirdi. “Nazdo’ya güvenip böyle bir yolculuğa çıkmak hali hazırda hiç de akıllıca değilken bir de yalnız başınıza sizi yollayamam.”

Kolumu kurtarıp Rhi’ye baktım. “Şafak vakti Via ile yola çıkacağım, Rhesel. Ve sen de burada kalacaksın.” İtiraz etmeye hazırlanıyordu ki elimi kaldırıp onu durdurdum. “Bu bir emirdir.” Sesim neredeyse babamınki kadar sert çıktığında kendimi tekmelemek istedim. Ama Rhi için bir emir, her şey demekti. Baş muhafız olarak durması gerektiği yeri, emir aldığında ne yapması gerektiğini çok iyi bilirdi.

Bir adım geri atıp duruşunu dikleştirdi. Başını çevik ve sert bir hareketle eğip kaldırdı. “Emredersiniz, ekselansları.”

Önüme dönüp merdivenlere yöneldim. “Sana burada ihtiyaç var, Rhi.” Sesim şimdi biraz yumuşamıştı. “Doğum günüm birkaç gün sonra. Ve babam yokluğumu fark ederse benim güvende olduğumu söyleyerek onu bir şekilde oyalayabilirsin. Zonan’ı da.”

Rhi tekrar “Emredersiniz,” dediğinde durup ona sarılmak istedim. Ama bunu yaptığım anda tekrar ısrar etmeye başlayacağını biliyordum. Geri döndüğümde onun gönlünü bir şekilde alırdım.

Üst kata çıktığımızda Rhesel “Müsaadenizle,” diyerek yanımızdan ayrıldı. Odama girdikten sonra Via “Bunu yapman gerekiyor muydu, Nix?” diye söylendi. “Senin iyiliğini düşünüyor. Bizi korumaya çalışıyor.”

Ona bakmadan pencerenin önüne geçtim. “Babam veya Zonan beni görmek istediğinde onları oyalayabilecek tek kişi Rhesel, Via.”

Via ayakta durmaktan yorulmuş gibi kendini çalışma masasının arkasındaki sandalyeye bıraktı. “Ondan bahsetmiyorum.”

Tam olarak neyden bahsettiğini biliyordum. “Rhi’nin ısrar etmemesi ve peşimizden gelmemesi için bu gerekliydi.”

Başını geri atarak gri taşlı tavanı izledi. “Demek sonunda gerçek bir maceraya atılıyoruz.”

Babam bizi en az yirmi muhafız olmadan hiçbir yere yollamazdı. Bir göreve gidilmesi gerektiğinde hep yaverlerini gönderirdi. Bazen kendisi giderdi. Bazense yanına Via’yı alıp giderdi. Ama ben, defalarca yalvarmama rağmen bu sarayın içinden çıkmamış, talim adasında yaptığım antrenmanlar dışında gerçek bir maceraya atılmamıştım.

“Sonunda,” diye mırıldandım.

Via, ses tonumdaki kasvetli havayı sezmişti. “Sorun ne? Nazdo’nun yanında epey iyi iş çıkardın ve sonunda şu çok istediğimiz maceraya gidiyoruz.”

Güneşi yakalamaya çalışan bulutlarda gözlerimi gezdirdim. “Dikkatli olmalıyız, Via. Çok dikkatli olmalıyız.”

“Olacağımızı biliyorum.”

Gözlerimi, elimdeki hançere indirdim. Özel bir hançerdi. Tehlikeyi sezip sadece sahibinin görebileceği özel bir tılsımla parlayan özel bir hançer. Ve az önce Nazdo ormana gitmem gerektiğini söylediğinde taşlar mor alevler saçarak parlamıştı.

 

Loading...
0%