Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6. Bölüm

@nurrunatt

İki siyah atın çektiği siyah arabanın içinde Kral Zonan’la birlikte karşılıklı oturuyorduk. Kralın ve sarayın muhafızları çevremizi sarmış bizimle birlikte yol alıyordu. Tekerlek ve at nallarının sesi arabanın içindeki sessizliği bozan tek sesti.

Dudaklarım öyle kurumuştu ki, aralayıp konuşmaya cesaret edemedim çünkü sesim çıkmayabilirdi. Bulunduğum durumu düşündükçe aslında bir şey düşünemediğimi fark ettim. Kral Zonan karşımdaydı. O. Karşımdaydı!

Ve bana bakıyordu.

Bakışlarından bir anlam çıkarmak mümkün değildi; ya da anlam çıkaracak kadar uzun süre gözlerine bakamıyordum. Utancımdan cesaret mi edemiyordum, yoksa ona olan hislerim miydi gözlerine bakmamı engelleyen, emin değildim. Hiçbir şey bilmiyordum. Hatta ona olan nefretim bile bastırdığım duyguların arkasına saklanmıştı.

Bu kadar güçsüz olduğumu yeni fark ederken kendime kızmadan edemedim. Dört yıl boyunca bastırmayı başarmış olduğuma göre şimdi de güçlü olmalıydım. Ama… Kral Zonan’la aynı arabanın içinde karşılıklı otururken bütün gücüm bir parazit tarafından emilmiş gibi çekilmişti.

Göz ucuyla ona baktım. Gözleri hala üzerimdeydi. Beni okumak istiyormuş gibi. Sanki güzel bir şiirdim ve Zonan beni ezberlemek istiyordu.

Yanaklarımın ısındığını hissederek gözlerimi tekrar kaçırdım.

Bu bakışlardan anlam çıkarmayacaktım. Bundan öncesinde yaptığım gibi. O Kral Zonan’dı. Genç hanımların, prenseslerin, leydilerin efendisi. Hepsinin yakışıklı, siyah atlı kralıydı. Bütün Avoria’daki genç kadınlar Zonan’ı arzuluyordu ve Zonan hakkında duyduğum hikâyelere göre Zonan da onlara istediklerini pekâlâ veriyordu.

Dört yıl boyunca kendime söylediğim kelimeleri tekrarladım. Kral Zonan bir kadına kalbini açacak kadar yakın durmaz. O ve krallığı Karanlık’a hizmet ediyor. Bu yaşta Korkusuz unvanını almış kötü bir kral, o. Bakışlarının seni etkilemesine izin verme, Nix. Bunu yapma.

Ve bu kelimelere artık yenilerinin eklenme zamanı gelmişti. Evlenecek olabilirsiniz ama her evli kral, karısına tapmıyor. Senden beklenildiği gibi evlenecek bir iki varis doğuracak ve Zonan’a herhangi bir aşk bağıyla bağlanmayacaksın. Çünkü o seni üzer. Kral Zonan’ın seni sevmesine imkân yok. İmparatorun kızı olduğun için seninle evlenmek istiyor, hepsi bu.

Yüce Işık adına! Kendime bunları söylemek ne kadar da zordu. Ben korkuyordum. Birçok şeyden. Atlatamadığım travmalarım vardı ve evliliğe hele ki Kral Zonan’la evliliğe hiç de hazır değildim.

Sırtımdan buz gibi bir ter damlasının aktığını ve bel boşluğumda süzüldüğünü hissettiğimde titredim. Aynı anda Kral Zonan’ın sesi kulaklarıma doldu ve bu beni ikinci kez titretti. “Üşüdünüz mü, prenses?” Sesi o kadar nazik çıkıyordu ki, üşüdüğümü söylesem arabayı durdurup benim için ateş yaktırabilirdi. Ya da üzerindeki siyah, poposuna kadar uzanan deri ceketi üzerime geçirirdi. Onun sıcaklığının, onun kokusunun sindiği bir ceket.

“Teşekkür ederim, lordum. Üşümedim.” Sesim küçük bir çocuk gibi çıktığında içimden kendime küfrettim. Böyle bir adamın karşısında kız çocuğu gibi durmak! Ah, çok küçük düşürücüydü.

Boğazını temizleyerek ona bakmamı sağladı. Nereye odaklanacağımı bilemedim. Beni delip geçen siyah parlak gözlerine mi, usulca yaladığı biçimli dudaklarına mı, erkeksi yüz hatlarına mı yoksa yutkunurken inip kalkan larinks tümseğine mi?

Hava birden otuz derece ısınmamış mıydı? Bunu yapma, Nix.

“Leydimin nasıl olduğunu sormadığım için beni bağışlayın. Güzelliğiniz geçirdiğim uzun yolculuğun yorgunluğunu dahi unutturdu.”

Şu anda su içiyor olsaydım ya dışarı tükürürdüm ya da genzime kaçardı.

Sakin ol, komutu verdim, kendime. Ben imparatorun kızı, geleceğin imparatoriçesiydim. Krallıkların en güçlü adamı ile evlendiriliyordum. Güçlüsün.

“Şimdi sormuş oldunuz, lordum,” dedim. Gerçekten mi, Nixavis? O iltifata verdiğin karşılık bu mu?

Zonan’ın dudağının bir tarafı yavaşça yukarı kıvrıldı. Midem! Midem iyi değildi ve içimde hareket eden canlıların varlığından neredeyse emindim. “Ama siz cevap vermediniz.”

Doğru.

“İyiyim,” dediğimde kendimi yere yatırıp tekmelemek istiyordum.

Zonan, “Çok spesifik (!) bir cevap oldu.” diye mırıldandı. Erkeklerle tecrübem olmayabilirdi ama kinaye yaptığını anlayacak kadar onları tanıyordum. Ya da insanları. Kendimi toparlamalıydım, derhal!

Tek kaşımı kaldırıp yüzüme umursamaz bir tavır ekledim. “İyi olmamla ilgili başka ne söylememi bekliyorsunuz ki?” Sesim yavaş yavaş düzeliyordu.

Gülümsedi. Hayatım boyunca gördüğüm en güzel gülümsemelerden biri olabilirdi. Ama büyük bir ihtiyatla duruşumu bozmadım. Ve bu performansım için kendimi daha sonra alkışlamayı beynime not ettim.

“Daha önce yirmi birinci yaş gününde tapınaktan çıkan hiçbir prensesin iyi olduğunu görmemiştim,” dediğinde neyi kastettiğini anlamam biraz uzun sürdü. Ve sonunda anladığımda gözlerimin büyümesine engel olamadım. Bunu gerçekten söylemiş olamazdı, değil mi?

“Bu konuda epey tecrübeli olduğunuzu bilmiyordum.” Sesim istediğim gibi sert çıkmıştı.

Yüzü bir anda değişti. Gülümsemesi yüzünde donarken hatları gerildi ve oturduğu yerde doğruldu. “Beni kesinlikle yanlış anladınız, prenses.”

Kaşlarımı kaldırdım. “Ya öyle mi?”

“Özür dilerim, leydim,” diyerek elini kalbinin üzerine koydu. “Txerrea Prensesi, yani kız kardeşim, yirmi birinci yaş gününde templuadan çıktığında sizin kadar iyi görünmüyordu. Tamamen bunu düşünerek sorduğumu bilmelisiniz.”

Kral Zonan’ın kız kardeşi Leydi Antanya, bundan yaklaşık dört yıl kadar önce Zonan’ın yakın arkadaşı, Suxeta (Yılan) Kralı ile evlenmişti. Zonan’ı ilk defa orada gerçek anlamda görmüştüm. İlk defa, o düğünde dikkatimi çekmişti ve aklımdan geçen ilk şey “Gökyüzü adına! Ne yakışıklı bir adam!” olmuştu.

İmparatorluk Prensesi olarak daha önce defalarca karşılaşmış olsak bile bu karşılaşmalarda aklım on karış havada bir çocuk olduğum için Kral Zonan’a ya da diğer krallara dikkat etmezdim. Via’yla birlikte kafa kafaya verir, diğer prenses ve leydilerin kıyafetleriyle dalga geçmekten başka, davetlerle ilgili hatırladığım pek bir şey yoktu.

Birden yükseldiğim için utanarak “Ah!” diye mırıldandım.

Zonan aynı mahcup ifadesiyle “Sizi temin ederim prenses, aklımdan başka bir şey geçmedi,” diyerek kendini açıklamaya çalıştı. “Yalnızca iyi olup olmadığınızdan emin olmak istedim ve aslında bu gece burada olmamanız gerekiyordu.”

İşte şimdi, ilk defa gerçek ve doğal bir tepki verebildim. Kaşlarım çatılırken “Elbette burada olmam gerekiyordu,” dedim. Kız kardeşi de aynı yollardan geçtiği için bilmesi gerekirdi. Doğum günüme kadar bir daha Son Dördün çıkmayacaktı. Bugün buraya gelmek zorundaydım.

Memnuniyetsiz bir ifadeyle başını iki yana sallayıp yüzünü buruşturdu. “İkimiz de bu gece buraya kutsanmak dışında ne için geldiğinizi biliyoruz,” dediğinde yüzüme birden ateş bastı. İşte beklediğim Zonan buydu. Patavatsız, kaba… ve… ve… hödük?

Ancak sonrasında öyle bir şey söyledi ki donup kaldım. “Ve bunun olmaması için imparatora bizzat mektup yazmıştım.”

Rol yapıyor, diye düşündüm. Kesinlikle gözüme girmek için rol yapıyor. “Ne yaptım, dediniz?”

Daha tok bir sesle “İstemiyordum,” dedi. “Böyle bir kontrolden geçmenizi. Dört yıl önce kız kardeşime de bunu yapmak zorunda olmadığını söylemiştim fakat o biraz kurallarına bağlıdır.” Sert bir nefes verdi. “Görüyorum ki imparator da öyle.”

Her ne kadar rol yaptığını düşünmek istesem de yaramaz kalbim böyle bir inceliği düşündüğü için Zonan’a karşı teklemişti. Ama hayır. Elbette kendimi kaptırmayacaktım. “Kendim için doğru kararları verebilecek yaştayım, Kral Zonan. Benim için böyle bir şeye karar veremezsiniz.” Ya tabii, dedi iç sesim. Kendin istediğin için buradasın, zaten. Baban emir verdiği için değil.

Zonan hiçbir alınma belirtisi göstermeden “Elbette,” diyerek alttan aldı. “Kararlarınıza yalnızca saygı duyabilirim.”

“Öyle.”

Zonan bir süre daha beni süzdükten sonra “En iyisi bu konuyu kapatalım,” diye öneride bulundu.

Onu onaylayarak konuyu kapatmış olmam gerekirdi. Çenemi kapalı tutmalıydım. Ama… “Sonucu merak etmiyor musunuz, yani?” diye sormaktan kendimi alamadım. Eğer elimde bir bıçak olsaydı dilimi keserdim.

Başını yana eğip gözlerini kısarak beni süzdü. Yüzünden ne düşündüğünü okumak imkânsızdı. “Neden merak edeyim?”

Beni oyuna getirmeye çalışıyordu. Konuşturmaya, evliliğimizden söz ettirmeye çalışıyordu. Ortaya bir yem atmıştı ve salak olduğum için yemi bir güzel yemiştin. “Evleneceğiniz kızın bu akşam nasıl bir sonuçla o templuadan çıktığını merak etmediniz mi, gerçekten?”

Zonan’ın boğazından tuhaf bir gülme sesi çıktı. Ama yüzünde yine bir şey yoktu. Ya da onu okuyamıyordum. Her durumda bildiğim tek şey, yüzündeki ifadenin ateşimi yükselttiğiydi.

Gözleri biraz daha kısıldı. Öyle yoğun bakıyordu ki üzerime atlayıp tek lokmada beni yutacak bir canavar gibiydi. “Etmedim,” dedi. Net. Sert ve kendinden emin.

Onun gibi yaparak gözlerimi kıstım. “Evleneceğiniz kadının bakire olup olmaması sizin için önemli değil mi? Bunu mu söylemeye çalışıyorsunuz.”

Dudaklarına değil; gözlerine bir gülümseme yerleşti. “Evleneceğim kadını bir kalıba sıkıştırmayı yanlış bulduğumu söylemeye çalışıyorum. Ahlak, hiçbirimizin bacak arasında değildir, Prenses Nixavis.”

Adımı söylerken dudaklarının aldığı şekle değil, açık sözlülüğüne odaklanmaya çalıştım. Ve başarılı oldum da. O…o ne demişti?

Gözlerim sonuna kadar açıldı. Bu kadar açık konuştuğu için kızmalı ve belki de haddini bildirmeliydim. Fakat bu konuşmayı sürdüren, kralı kışkırtan benken bu saçma olurdu. Samimiyetine inanmak istemesem de Zonan yalan söyleyecek biri gibi durmuyordu.

Onun hakkında duyduklarımı bir tarafa, karşımdaki adamı diğer tarafa koyduğumda terazinin Zonan tarafı ağır basıyor gibiydi. Ama buna kanmayacaktım, şimdi değil.

“Yani,” dedim, cüretkâr bir sesle tek kaşımı kaldırarak. “Bakire olmasaydım da sizin için bir önemi olmazdı.”

Gösterdiğim şok edici cesaretime Zonan da şaşırmış olmalıydı ki kaşları anında havaya kalktı. Yüzündeki saf şaşkınlık beni sardığında gözümü kaçırmamak için öyle bir direndim ki dilimi ısırmam gerekmişti. Şaşkınlığını üzerinden attığında artık dudakları da gülümsüyordu. “Tam da bunu dile getirme cesaretinizden dolayı hiçbir şey benim için sorun olmazdı.”

Kalbim durdu.

Ve bu mecazen değildi.

“Madem bu kadar açık konuşuyoruz, prenses,” dedi, ellerini iki yana açarak. “O zaman bir şeyi net bir şekilde dile getirmeme izin verin.” Yüzüme izin ister gibi baktı. Gözlerimi kırparak sessiz bir onay verdim. Doğruldu ve tek dirseğini dizinin üzerine koyarak bana doğru eğildi.

Araba üç saniye içinde küçülmüş gibiydi. Zonan’ın nefesini tenimde hissediyordum.

“Prenseslerin yirmi birinci yaş günlerinde templuadan çıktıklarında genelde mutlu olmadıklarını söylemeye çalıştığımda, başka prenseslerden tecrübem olduğunu düşündünüz?” Zonan, bu kadar yakın bir mesafeden delici bakışlarla bakarken konuşacak gücü kendimde bulamadığım için yalnızca başımı sallamakla yetindim.

Çenesi gerildi. Sanki böyle düşünmeme sinirlenmiş gibi. “Bu dünyadaki hiçbir prenses, ister güzel ister çekici olsun; ister güçlü, ister savaşçı olsun, isterse bütün güzellikleri kendinde toplamış olsun, benim için hiçbir önemi olamaz. Anlıyor musunuz?”

Anlamıyordum.

Ya da anlamayı reddediyordum.

Kusursuz yüzüne hiçbir tepki göstermeden bakmayı sürdürdüm. Kral Zonan cevap alamayacağını anladığında açıklaması gerektiğini de anlamıştı. Ve sabırla, ince ince, yumuşak bir sesle, asla gocunma belirtisi göstermeden açıklamaya başladı: “Benim için dünyadaki tek prenses sizsiniz. Bu hep böyle oldu; böyle de olacak.”

Beni sevdiğini mi ima etmeye çalışıyordu, yoksa yanlış mı anlıyordum?

Yanlış anlamış olabileceğimin verdiği utançla bakışlarımı çevirdim ama bir el çenemi zarif bir hareketle kavradı. Dokunduğu yerden başlayarak bütün vücuduma dehşet verici bir kan akışı yayıldı. Kavurucu bir alev bedenimi olduğu gibi esir alırken dumanı altında boğulmaya başladım. Yanıyordum. Ancak Zonan’ın eli buz gibiydi.

İki parmağıyla kavradığı çenemi tutup yüzümü kendisine çevirdi. Sanki aramızdaki mesafe biraz daha kapanmıştı. Nefesimi tuttum. “Bunu böyle bir anda söylemem yanlış fakat konuyu açtığımız için belki de daha iyi bir fırsat bulamayacağım. Ve böyle bir şeyi söylemenin hiçbir zaman kolay yolu olmamıştır.”

Sebebini dahi bilemeden “Söylemenizi istiyorum,” diye mırıldandım.

Duymak istiyordum, açık açık. Çünkü süslü laflardan anlayan, yelpazesini burun hizasında sallayıp iltifatları kabul eden zarif biri değildim. Net bir insandım. Aklımdakini öylece söyleyen, göründüğü gibi olan biriydim. Ve gece uykularımın kaçmaması için her şeyin açık açık söylenmesini tercih ediyordum.

Zonan hem memnun olmuş hem de şaşırmış bir ifadeyle beni süzdü. Çenemi serbest bırakarak ellerini uzaklaştırdığında yüzümde bir soğukluk hissettim. Sanki elleri yüzümün bir parçasıydı ve o alındığında geride dipsiz, soğuk bir boşluk kalmıştı.

“Dört yıl önce kız kardeşimin düğününde sizi gördüğüm günden itibaren aklımdan çıkmıyorsunuz, prenses,” diyerek itaat etti. “Dört yıl boyunca sadece sizi düşündüm ve diyardaki tüm kadınlara gözümü kapatarak bugünün gelmesini bekledim. Sizi seviyorum, Prenses Nixavis. Belki bencilce gelecek ama benimle evlenmeniz için her şeyi yaparım, anlıyor musunuz? Her şeyi.”

Dudaklarım aralandı. Ama bir şey söyleyeceğimden değil. Şaşkınlıktan.

Dört yıl boyunca hiçbir kadına bakmamak mı? Kral Zonan gibi biri?

Peki duyduklarım?

Buna inanmam zor olsa da bir şey söyleyemedim. Karanlık ve net bir sesle konuşurken aksine inanmak daha da zordu.

Dört yıl önce Zonan’ın bakışlarının üzerimde yarattığı baskı yavaş yavaş anlam kazanıyordu.

O gün Zonan’dan etkilenmediğimi söylesem yalan olurdu ve yalan söylemeyi beceremezdim. Ancak Txerrea Krallığı hakkında okuduğum efsaneler; Zonan hakkında genç leydi ve prenseslerin anlattıkları; Zonan’ın, benden yaşça büyük olması – tam olarak hatırlamasam da otuz iki yaşında olmalıydı- beni durdurmuş, olmam gerektiği prenses gibi düşünmeye zorlamıştı.

Dört yıl boyunca onu bazı davetlerde görmüş ama konuşmaya yeltenmemiştim. Çünkü yalnızca bakışları bile kalbime hiç hoşuma gitmeyen bir sıcaklık yayarken konuştuğumda tamamen âşık olacağımı biliyordum. Ve bunun olmasını engellemek için ne gerekiyorsa onu yapmıştım.

Bugüne kadar.

Babam Zonan’la evleneceğimi söyleyene kadar.

Zonan, templuanın kapısında dolunay gibi parlayan gözlerle bakana kadar.

Dudaklarımı yalayıp “Söyler misiniz, lordum,” dedim. Sesimi elimden geldiği kadar duygusuz bir seviyede tutmaya özen gösterdim. Bugüne kadar Zonan’a karşı gerçek şeyler hissetmemek için yaptığı şeyim tekrarladım:

Ondan nefret etmek.

“Ya evlenmemiz için hiçbir şey yapmanız gerekmeyecek olsa? Yani, sizinle evlenmeyi kabul etmesem? O zaman ne yapardınız?” kalbim göğüs kafesimden kayıp düşecekmiş gibi oldu.

Duraksadı. Sanki bu seçeneği daha önce düşünmemiş gibi kaşlarını çattı ve gözlerini kaçırdı. Düşünceli ifadesine bakılırsa belli ki gerçekten de bunu düşünmemişti. Ona dilediği kadar zaman verdim ve başımı tekrar pencereye çevirdim.

Korkusuz Kral Zonan. Lakabı buydu. Korkusuz.

Kralların lakap kazanabilmeleri için ancak gerçek bir savaşa katılmaları, gerçek bir dövüşte başarılı olmaları gerekiyordu. Zonan, yaklaşık sekiz yıldır kraldı ve son sekiz yılda herhangi bir savaş olmamıştı. Ama Zonan, lakabını hak etmişti.

Söylentilere göre Kral Zonan, annemin öldüğü – belki de yok olduğu demeliydi, çünkü ondan geriye hiçbir şey kalmamıştı – o çukura inmişti. Orada ne olduğu hakkında her kafadan farklı bir ses çıksa da kimse gerçeği bilmiyordu. Zonan dışında.

Kral Zonan, oraya inmiş, oradaki yaratıkla savaşmıştı. Yanındaki adamlar, tıpkı annem gibi yok olmuştu ama Zonan o çukurdan geri çıkmayı başarmıştı. Ve herkes bunun, Zonan’ın Karanlık’a ya da Kötülük’e itaat etmesinin bir kanıtı olduğunu söylüyordu.

Ben de önce böyle düşünmüştüm. Ancak daha sonra büyümüş, Txerrea’nın Avoria İmparatorluğuna bağlı on bir krallıktan biri olduğunu idrak edebilmiştim. Karanlık’a hizmet ediyor olsaydı, beni korumak için saraydan dışarı adım atmama izin vermeyen babam Txerrea Krallığı’nı haritadan silerdi.

Onunla birlikte davetlere katılmaya başladığımdan beri babam beni, yalnızca birkaç krallığa götürüyordu. Koruma tılsımlarında uzman Lerensuge, annemin krallığı Sagmua, Via’nın varisi olduğu Untxia ve Avoria’yı Karanlık yaratıklardan koruyan Txerrea.

Daha da önemlisi Zonan fena halde kötü biri olsaydı babam onunla evlenmeme müsaade etmezdi.

Ama Zonan’ın çok kötü biri olmaması, iyi biri olduğu anlamına gelmiyordu. Annemin öldüğü çukura inmiş ve sağ çıkmıştı. Benim annem sağ çıkamazken o sağ çıkıyordu! Yakışıklı ve egoistti. İnsanların kalplerini

kırıp kırmayacağını asla düşünmüyordu. Avoria onun hakkında anlatılan zalimce hikâyelerle doluydu. Ve bunlar da ondan nefret edip, hislerimi bastırmam için yeterliydi.

Zonan boğazını temizleyerek dikkatimi yeniden üzerine çekti. “İstemiyorsanız, elbette saygı duyarım, prenses. Ama önce sebebini duymak isterim.”

Ona baktım. Üzerine kar yağmış gibi kaskatı olan bedenine, beni ağlatabilecek gözlerine baktım. “Dürüst olacağım, lordum.”

“Lütfen.”

“Babamın evleneceğimi söylediği ana kadar bir hayalim, kendim için kurduğum farklı bir hayatım vardı. Sagmua Krallığı’na gidip kadim büyücülüğü öğrenecek, annemin güçlerini onurlu bir şekilde yaşatacaktım.” Dudaklarım titremeden konuşabildiğim, gerçek hislerimi yansıtmadığım için kendimle gurur duydum. “Bu evlilik benim için ani ve beklenmedik oldu. Bütün planlarım suya düştü. Öte yandan sizi tanımıyorum bile.”

Yine bir süre düşündü. Yüzü karardı. Kaşları tuhaf bir biçimde bükülürken “Çok haklısınız,” diye mırıldandı. Gözlerime öyle derin baktı ki bir an için onun Korkusuz Kral Zonan olduğunu unuttum. Yalnızca bir adamdı. Doğruyu söylüyorsa seven bir adam. Sanki bir şey söylemek istiyormuş da sonradan bundan vazgeçmiş gibi gözlerini kısa bir süreliğine kapattı ve açtığında yeniden Kral Zonan oldu. Hafifçe gülümseyerek “Sagmua büyücülerinden eğitim almanızı rahatlıkla sağlayabilirim,” dedi.

Bu söylediğine şaşırsam da neyi söylemekten vazgeçtiğiyle daha çok ilgilendiğim için düşünceli bir şekilde “Nasıl?” diye sordum.

“Sagmua Krallığı’ndan sizin için eğitimcileri getirtebilirim. Txerrea’da rahatlıkla eğitim alabilirsiniz.”

İşte şimdi şaşkınlığım, merakımın önüne geçti. Bu söylediği çok ciddi bir vaatti. Özellikle Txerrea Krallığı için.

Zonan’ın krallığında bazı kurallar vardı ve bu kurallar kadınlar için pek nezih sayılmazdı. Bir kraliçe bile istediklerini yapacak güçte değildi. Erkekler kadar değil.

Kaşlarım şaşkınlıkla gerildi.

Bunu fark ederek “Siz imparatorluğun prensesi ve kabul ettiğiniz takdirde Txerrea Krallığı’nın kraliçesi olacaksınız,” diyerek açıklamaya çalıştı. “Güzel dudaklarınızdan çıkacak her sözcük benim ve krallığım için bir emir olacaktır.”

O anda krallığının kurallarını benim için esnettiğini düşünmem gerekirken, dudaklarım için güzel demesine takılmıştım. Güzel buluyordu. Beni ve dudaklarımı.

“Teşekkür ederim,” diyebildim, sadece.

Bu cevabı onun için bir umut olmuş olacak ki, “Öyleyse yaş gününüzde teklifimi kabul edeceğinizi düşünebilir miyim?” diye sordu.

Evet, demeyi çok isterdim ama diyemedim.

Dışarıdan bakıldığında Zonan’ın sunduğu teklif tam olarak istediğim şeydi ve hayallerim yüzünden bu evliliği istemediğimi, ön sürdüğüm düşünüldüğünde ne kadar da makuldü. Tabii rüşvet gibi görünmeseydi.

Dört yıldır beni sevdiğini söylüyordu ama buna inanmak için yirmi dakikadan fazlasına ihtiyacım olacaktı. Babamın soğuyan kalbine şahit olduktan sonra durmam gereken yeri öğrenmiştim. Ve belki de biraz da bunun sayesinde Zonan’a karşı kalbimi durdurabilmiştim.

“Ben, bilmiyorum,” diye mırıldandım. Madem dürüstlükle, açıklıkla her şeyi konuşabiliyorduk, tamamen kendim olabilirdim. “Siz beni seviyorsunuz ve ben bunu daha şimdi öğrendim. Doğru olup olmadığını nasıl anlayacağım?”

Kaşları çatıldı. Düşünceli bir şekilde “Şimdi öğrendiniz,” diye mırıldandı.

Onun gibi mırıldanarak “Şimdi öğrendim,” diye teyit ettim.

Zonan’ın kaşları olması gerektiği yere gerilerken yumuşak bir ifadeyle gülümsedi ve düşünceli halinden sıyrılarak umutlu bir ifadeyle baktı. “Doğru söylediğimi size garanti edebilirim, prenses.”

Gözlerimi kısarak inat ettim. “Belki de edemeyeceksiniz ve ben size asla inanmayacağım.”

Kısa bir anlığına pencereden dışarı baktı. Ay ışığı, tek bir kusuru olmayan yüz hatlarını aydınlatıyordu.

Siyah saçları iki yanından tek örüklerle arkasında toplanmıştı ve gerisi omuzlarına kadar dökülüyordu. Saçlarını siyah kaşları ve siyah gözleri tamamlıyordu. Badem gözleri kısıldığında göz bebekleri neredeyse görünmüyordu. Elmacık kemikleri çıkık ve sertti. Yeni tıraş olmuş yüzünde tek bir sakal yoktu. Tertemiz veya bembeyazdı.

Dudakları. Dudaklarına diyebileceğim hiçbir şey yoktu. Çizgi gibi dümdüz ve olması gerektiği kadar dolgundu. Ne çok kalın ne de çok ince. Ve kusursuz.

Siyah gözlerini tekrar gözlerime odakladı. “Size olan sevgimden mi bilmiyorum ama iyi yönünden bakmak istiyorum, prenses. Birbirimizi tanıdığımızda bana inanacağınızı hissediyorum.”

Peki, o tanışma süreci tamamlanana kadar ne olacaktı? Bekleyecek miydi? Kendimi hazır hissedene kadar benimle sevişmeden durabilecek miydi? Bu benim en büyük korkumdu. Bunun hastalık olabileceğine dair bir şeyler duymuştum. İlk gece korkusu çoğu kızda meydana gelebilen bir durumdu. Ama bunu Zonan’a söyleyemeyeceğim için tereddüt içinde yüzüne bakmaya devam ettim.

Ve o anda aklımdan geçenleri duyuyormuş gibi “Siz istemediğiniz sürece de size dokunmam,” dediğinde bütün vücudumdan terler boşanmaya başladı. Bunu söylediğine inanamıyordum. Söylemiş olması anlık bir rahatlamayla gevşememe yardımcı olsa da utancım kat kat artmıştı. Beni güçsüz mü görüyordu?

Kapüşonumu yüzüme kadar çekip kendimi aylarca saklamak istediğim sırada elleri, titreyen ellerimin üzerine kondu. Yine soğuktu. Ancak garip bir şekilde vücut sıcaklığımı arttırıyordu. “Korkuyor musunuz?”

Hiddetle elimi geri çekerken. “Ne cüret!” diye bağırdım. “Ben kimseden korkmam.”

Zonan’ın gözleri anlayışla parlarken başını yana eğdi. “Zaten korkmamalısınız.”

Kaşlarımı çatıp “Ne söylemeye çalışıyorsunuz?” diye sorduğumda, kalçasını oturduğu koltuktan kaldırdı ve kendini yanıma attı.

Ona şaşkınlıkla bakarken kapüşonumu indirmesine sesimi bile çıkaramamıştım. Elbisemin içinde kalan uzun saçlarımı zarif bir hareketle tuttu ve omuzlarıma saldı. Onu durdurmalıydım. Bu kadar erken yanıma yaklaşamazdı. Yerini bilmeliydi.

Ama bir şey yapamadım. Tuhaf bir şekilde durmasını dahi istemediğimi fark ettim. Yakınımda olması bir şekilde güven vermişti.

Zonan, kulağıma doğru eğildi. Nefesi; ılık ve sert nefesi, boynuma sürtüyordu. Gözlerimi kapatıp bu ana ayak uydurmamak için her şeyi yapardım. Daha önce sevgililerim olmuştu. En fazla öpüşmeden ileri gitmeyen kaçamak birkaç ilişki. Ama hiçbirinde bunu hissetmemiştim ve hissedemeyeceğimi de Zonan’ı o düğünde gördüğümden beri biliyordum.

Bu farklı, gerçek, ürpertici ve arzu doluydu. Dudağımı ısırarak konuşması için dua etmeye başladım. Artık konuşsun ve kendinden uzaklaşsın istiyordum.

“Söylemeye çalıştığım şey benim kraliçem olmanızı tüm benliğimle, tüm kalbimde çok istediğim,” diye mırıldandı. “Benim kraliçem,” Bunu söylerken sesi öyle bir renge büründü ki, bayılmamak, uzanıp kolunu tutmamak için kendimi zor tuttum. “Ve benim kraliçem hiçbir şeyden korkmaz, prenses. Hiçbir şeyden. Ancak sizden korkabilirler. Bizden korkabilirler.”

Yine aklıma geleni söylemekten çekinmeyerek “Ya ben sizden korkuyorsam?” diye sordum ve sorduğum an pişman oldum. Bu açık sözlülüğümü gözden geçirmeliydim.

Zonan güldü. Nefesi değişik bir dalgalanmayla boynumu yaladığında bu sefer gözle görülür bir şekilde irkildim. Midem burkuldu, araba gitmeyi bıraktı, ay ışığı söndü. Karanlığın ortasında sadece biz kalmıştık. Sadece o vardı, atan kalbi; yüzüme çarpan nefesi.

“Size öyle bir hayat yaşatacağım ki, prenses, korku hissetmek aklınızın ucundan bile geçmeyecek.”

Bu sefer istemesem de koluna tutundum. Demir kadar sert koluna. Kasları parmaklarımın altında öyle sıkı ve güçlüydü ki bu güç sanki onda değil, kendimdeymiş gibi yükseldiğimi hissettim.

O anda bir şey oldu. Belki kader, belki aşk, belki normal basit bir istek.

Dört yıldır gizliden gizliye çevremizi saran bir his.

Orada.

Aramızda.

Nefesi beni sarmışken, güçlü kollarına tutunmuşken, bir tılsımın üzerimize çöktüğünü hissederken bunun aksini iddia edemezdim.

Daha önce böyle güçlü bir his duymamıştım. Bu tılsım Zonan’dan gelmiyordu, zaten bu imkânsız olurdu. Havada bir şey vardı. Bizi birbirimize doğru iten, ‘evet’ diye fısıldayan bir gölge vardı. O kadar doğruydu ki. Tutunduğum adam o kadar doğru ve canlıydı ki yüreğim sıkıştı. İstekle sıkıştı. Bana bahşedilen güçle sıkıştı.

Zonan başını çekip gözlerini gözlerime dikti. Çok yakındaydı. Neredeyse burunlarımız birbirine değecekti. Bunun her ne kadar doğru olduğunu iliklerime kadar bilsem de “Bu yanlış,” diye fısıldamaktan kendimi alamadım.

Prensesliğimi yapıp ağırdan alıyor ve olması gerektiği gibi davranıyordum. Yıllarca kendimi inandırdığım gibi Zonan’a kızmak, ondan uzak durmak, nefret etmek istiyordum.

Ancak içten içe bir şekilde o teklifi kabul edeceğimin farkındaydım.

Sarhoş olmuş gibi bir ifadeyle “Ne yanlış?” diye sordu.

“Bu,” dedim, kaşlarımı çatarak. “Bana bu kadar yakın olmanız.”

Kolunu tutunan elimi tutup kalbinin üzerine bastırdı. “Hissedebiliyor musunuz?”

Kalbi öyle güçlü atıyordu ki, içeride davul çaldıklarını düşünmek bile mümkündü. “Evet,” diye fısıldadım.

Boştaki elini göğüslerime dokunmamasına özen göstererek kalbimin üzerine koyduğunda midem öyle bir kasıldı ki tüm bedenim kastan yapılmış olsaydı bu kadar olurdu. Elinin altındaki kendi kalbimin sesini duyabiliyordum. Oradan çıkmak istiyormuş gibi hırçındı.

Ve bunu Zonan da biliyordu.

“Yanılıyorsunuz, prenses,” dedi, sıcacık bir sesle. “Yanlış değil. O kadar doğru ki tüm dünya aramızda oluşan bu bağı gördüğünde önümüzde diz çökecek.”

Soğuk olmasını umduğum bakışlarla gözlerine baktım. “Peki, siz lordum? Siz benim önümde diz çökecek misiniz?”

Dudaklarını yalayarak gülümsedi. “Yaş gününüzde,” dedi, itaatkâr bir şekilde. “Herkesin gözlerinin önünde.”

Başımı biraz daha kaldırdım. Bu cesaretim nereden geliyordu, emin değildim. Tek bildiğim büyülenmiş olduğumdu. Işık, boynumdaki kolye, dünya üzerindeki tüm tılsımlar sanki bu amaca hizmet için var olmuştu. Sanki Zonan ve beni bir araya getirmek var güçleriyle çalışıyorlardı.

Burunlarımız birbirine sürtündü ama buna aldırmadım. Şaşılası kadar cüretkâr bir ses tonuyla, “Dört gözle bekleyeceğim, lordum.” dedim.

Kral Zonan’ın cevabı ise tüm yüzüne yayılan çekici bir gülümseme olmuştu. Kalbimi tekleten, hücrelerimi sızlatan bir gülümseme.

Loading...
0%