Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7. Bölüm

@nurrunatt

Aynalı masama oturmuş yansımamı izlemem gerekirken dün gece at arabasında yaşananları izliyordum. Sanki aynada kendi aksim değil de Zonan’la ikimizin görüntüleri vardı.

Kral Zonan’ı ve güzel yüzünü karşımda gördüğümde bütün bedenim Kişiyi Donduran Tılsım yapılmış gibi taş kesilmişti. Evet, daha önce hiç gerçek bir ilişki – öpüşmeden öteye gitmeyen birkaç flört hariç – yaşamamış ve evet, dört yıl önce Zonan’ı gördüğüm o geceden sonra ondan nefret etmeye çalışmış olabilirdim. Ama kendimi tanıyordum. Ne olursa olsun güçlü bir insan olduğumun farkındaydım.

Annem gibi.

Güçlü olmayı bana annem öğretmişti. “Hislerini görmelerine izin verme, Nix,” demişti, bir keresinde. “Yalnızca gülümse, dik dur ve sakın gerçek hislerini belli etme, benim minik kuşum. Hiçbir şeyden korkma. Hiçbir şeyin seni üzmesine izin verme. Eğer biri canını sıkarsa bunun hesabını sor. Çünkü o kişi senin canını sıkma cüretini kendinde bulabiliyorsa sen de bunu neden yaptığını sorabilme cüretine sahipsin demektir.”

“Ama anne, ya hesap sorduğumda bana küserlerse?” diye sormuştum, o küçük aklımla.

Annem gülümseyerek saçlarımı okşamıştı. “Kendini savunduğun için sana küsen insanlar, hayatında var olmayı hak etmiyor demektir, meleğim.”

Gözlerim dolduğunda hemen kırpıştırarak yaşların akmalarını engelledim. Birazdan müstakbel nişanlım ve kocamla kahvaltı yapacaktım. Makyajımın akmasını istemezdim.

Ve evet, makyaj yapmıştım.

Genelde makyaj yapmazdım. Kendime has doğal bir güzelliğim vardı. Kırmızı renkteki gözlerim badem şeklinde ve biçimliydi. Burnum ancak küçük kızlarda olabilecek kadar küçük, minik ve düzgündü. Dudaklarım kıpkırmızı ve dolgundu. Yüzüm tamamen pürüzsüzdü; annemin cildi gibi parlaktı.

Güzel olduğumun farkındaydım.

Gerçekleri hiçbir zaman inkâr etmez, yalandan uzak dururdum. Zaten yalan da söyleyemezdim. Bu konuda kesinlikle Via’ya benzemiyordum. Via yeri geldiğinde paçasını kurtarabilmek için yalanları tek ayaküstünde roman okur gibi sıralayabilirdi. Ama ben ne yalan söyleyebilir ne de birinden kendisini ilgilendiren bir gerçeği saklayabilirdim. Söylemezsem geceleri uykularım kaçıyordu.

Gerçekleri inkâr edememe huyumdan olsa gerek dün gece arabada yaşananları, hissettirdiklerini de inkâr etmiyordum. Zonan hiç de nefret etmek için çabaladığım kişi değildi. Ve bu kanıya sadece kırk dakikalık bir araba yolculuğunda varmamıştım.

Onu dört yıl boyunca gördüğüm her davette gözlemlemiştim. Ama kendi gözlerimle değil.

Onu izlediğimi görmemesi için minik kuşlarımın, bu görevi üstlenmelerine izin verirdim. Gün bitiminde, herkes süitine döndüğündeyse kuşlarımı çağırır ve Zonan’ı anlattırırdım.

Kuşlarımın söylediğine göre o da hep beni izliyor olurdu. “Tüm gece boyunca, prenses,” derdi, kuşlar. “Kral yalnızca sizi izledi. Sadece size baktı.” Buna yıllar boyunca anlam verememiştim. Zonan’ın bana bakmasının, aşkla bir bağlantısı olduğunu hiç düşünememiştim. Çünkü söylentilere göre Kral Zonan âşık olamayacak kadar katı kalpliydi.

Neticesinde o Korkusuz Kral Zonan’dı. On Bir Krallık’ın en güçlüsü, en cesuru, en ulaşılmazı.

Onun yanında çocuk gibi kalıyordum. Evet, güzeldim. Ama Zonan için bu yeterli olmamalıydı. Zonan gibi güçlü bir kral, gizemli krallığına kendisi gibi olgun bir kraliçe düşünürdü.

Kuşlarım “Sizi sevdiğini hissediyoruz,” deseler de buna inanmayı reddetmiştim. Babamdan beklediğim sevgi bile yerini bulamamışken Zonan’ın sevgisini kazanmam imkânsızdı. Ve sırf ondan etkilenmemek, ona gerçek anlamda bağlanmamak için yıllarca ondan nefret etmek için sebepler aramış, bulmuş, türetmiştim.

Dün geceye kadar. Zonan, kız kardeşinin düğününden beri beni sevdiğini söyleyene kadar.

Gece odama gelir gelmez İlker Listeme Zonan’la tanışmak yazıp yanına da not düşmüştüm: Sanırım inkâr edemeyeceğim şeyler hissedeceğim. Sanırım dört yıl boyunca ondan nefret etme çabam buhar gibi uçacak.

“Delirmiş olmalıyım”, diye mırıldandım. “Kral öylece seni sevdiğini söyledi diye inanacak değilsin.”

Ama gözleri.

Aynadaki aksime güldüm. “Bu sen olamazsın, Nixavis. Işık ve bütün tılsımlar bir araya gelmemizi istiyor olabilir ama bu, hemen Zonan’a kapılmanı gerektirmez. Kendine gel. Sebeplerini düşün. Onu sevmemek için bütün o geçerli sebeplerini düşün ve kendine gel.

Neyse ki odasının kapısı bir hışımla açıldı ve kendimi telkin etme işinden kurtulmuş oldum. Karşımda, bu işi benim için yapabilecek olan kız kardeşim duruyordu.

Via yüzü resmen pula batırılmış gibi parlarken koşarak yanıma geldi. “Dün akşam templuadan Zonan’la birlikte dönmüşsün!” Sesi öyle yüksek çıkmıştı ki bütün saray duymuş olmalıydı.

Panikle ayağa kalkıp “Sessiz ol,” diye tısladım. “Bütün sarayı başımıza mı toplamayı planlıyorsun?”

Via, sanki bu gerçek bir soruymuş gibi dudaklarını büzüp düşünme pozisyona girdi. Gözlerimi devirerek derin bir nefes aldım ama artık çok geçti. Via – şükürler olsun ki sesini biraz azalmıştı – “Bir düşünelim,” dedi. “Böyle bir şeyi planlamıyordum ama artık planlayabilirim çünkü bütün saray olarak genelleme yaptığın insan silsilesinin içinde artık Zonan da var. Yani Zonan bu odaya gelecekse şu an pars sesi bile çıkarabilirim.” Dirseğiyle beni dürterek iki defa göz kırptı. “Anlarsın ya onun burcu.”

Via’nın kolunu hışımla iterek yüzümü buruşturdum. “Hiçbir şey anlamam ve anlamak da istemem, teşekkür ederim.”

“Hadi ama Nix. Dün akşam o taş yapıtla aynı arabada saraya dönmüşsün. Etkilenmemiş olamazsın.”

“Taş yapıt mı?”

Via gözlerini devirdi. “Zonan’dan bahsediyorum. Bu kadar saf olma.” Zaten bu kadar saf değildim ve neyi kast ettiğini çok iyi biliyordum. Sadece Zonan’dan etkilenmem konusunda ne diyeceğimi bilmediğim için zaman kazanıyordum. Yalan söylersem Via anlardı.

Yüzümün bir anda allak bullak olduğunu gören Via “Bak işte,” diye şakıdı, eliyle yüzümü göstererek. “Basbayağı da etkilenmişsin.”

“Bırak onu şimdi!” bir an için Zonan’ın itirafını – beni dört yıldır seviyor oluşu - Via’ya anlatmayı düşündüm. Ama her nedense bunun kötü bir fikir olduğuna karar verdim. Via daha şimdiden Zonan’dan etkilenmekten bahsediyordu ve babamla konuştuktan sonra – daha doğrusu onun yalan söylemediğine, gerçekten Zonan’la evlenmek zorunda olduğumu öğrendikten sonra – bu evliliğe daha ılımlı bakıyordu. Öte yandan Zonan, sevgili kardeşim için gerekli olan tüm özellikleri taşıyordu.

Yakışıklılık.

Güç.

Kas. 

Bunlar birine âşık olmak, hatta evlenmek için geçerli sebepler değildi. Ama bunu Via’ya anlatmak, duvara anlatmakla eşdeğerdi.

Bir anda sessizliğe gömülünce Via kaşlarını çatarak “Ne oldu?” diye sordu. “Niye sustun?”

Kolundan tutup onu kapıya doğru sürüklemeye başladım. “Kahvaltıya geç kalıyoruz. Onu söyleyecektim.”

Via pis pis sırıttı. Onun yüzüne bakmıyordum ama zaten o sırıtışını görebilmek için yüzüne bakmama gerek de yoktu. Via’nın bakışları her koşulda insanın ensesine yapışan bir tür tutkal gibiydi.

“Şimdi anladım,” dedi. Ses tonu da en az yüz ifadesi kadar sırıtıyordu. Ve bu yüzümün ısınmasına neden olmuştu. Yalan söylemediğimi anlamaması için zihnime basit bir tılsımla bariyer ördüm. Şu anda epey heyecanlı olduğu için çektiğim bariyeri hissetmezdi.

Via’yı daha hızlı sürüklemeye başladığım sırada odadan çıktık. Kapının önünde dikilen iki muhafız da peşimizden geliyordu. “Neyi anlamış olabilirsin ki?”

“Gerçekten neyi anladığımı merak mı ediyorsun?”

Via’nın ses tonunu bile dövebilirdim. Ama sarayda Txerrea Krallığı üyeleri varken rezil olmamak için dişimi sıkarak kendimi dizginledim. “Gerçekten merak falan etmiyorum, Via. Rica ediyorum, sus ve yürü.”

Via’yı sürüklerken neredeyse koşar adım ikinci kata inmiştik.

“Sence şu anda yürümüyor muyum?” Sesi gereğinden fazla yüksek çıkmıştı. Ve bunun iki sebebi olabilirdi. Birincisi; gece içkiyi fazla kaçırmıştı ve hâlâ ayılamamıştı. İkincisi Zonan’ın odası bu kattaydı.

Dün gece Zonan’ın kaçıncı katta yanımdan ayrıldığına neden dikkat etmemiştim ki? Bir mi iki mi? Aptal kafam! “O sesini kısmazsan, Via. Yemin ederim bunu senin yerine ben yaparım!”

Kolunu elimden kurtarıp “Uu,” diye uludu. “Çok korktum.”

“Neyin var senin?”

Birden yürümeyi kestiğinde saçından sürükleyerek aşağı indirmeyi düşündüm. Ama yine aynı sebepten bunu yapamazdım.

Bazı günler Via’yı tılsımlayıp çenesini kapamasını sağlayarak havada uçurarak getiriyor, bazense şimdi aklımdan geçirdiğim gibi saçından sürüklüyordum. Saray halkı bu gibi senaryolara tamamen alışmıştı. Babam bile. Hatta yemek odasına iki ayağımız üzerinde yürüyerek girdiğimizde “Normal insanlar gibi davranmanıza şaşıracağımı hiç düşünmezdim,” diyerek bizimle alay bile ediyordu.

Via’nın suratında muzip bir sırıtış peyda oldu. “Kahvaltıya gitmek için bu kadar acele etmenin sebebi sevgili müstakbel nişanlına kavuşmak değil mi?”

Bu sefer yalnızca yüzüme değil; tüm vücuduma bir sıcaklık yayıldı. Bir süredir sinirlendiğimde ya da bir duyguyu en uç noktalarda yaşadığımda vücudum normalin üzerinde garip bir ısıyla kaynamaya başlıyordu. “Sesini alçalt, dedim! Ayrıca Zonan’a kavuşmak gibi bir derdim de yok.”

Yüzü hiç de inanmış gibi değildi. “Hı hı. İnandım, evet.”

“Seni ayağımın altındaki mermere gömmemi istemiyorsan kendine gel! Ne kadar içtin dün gece?”

Kaşlarını çattı. “İçmek mi?”

“Benimle oyun oynama, Via. Neden böyle bir zamanda içiyorsun?”

“Bir yudum bile içmedim, Nix.”

Sesi kuru ve ciddi çıksa da onun yine rol yaptığını düşünüyordum. “Babam muhtemelen dünden sonra daha da sinirlidir. Kahvaltıda Zonan da olacak ve seni böyle görürse ne kadar kızabileceğini hiç akıl edebiliyor musun?”

Bir bacağını öne uzatıp kollarını önünde birleştirdi. “Hiçbir şey içmedim, Nixavis.”

Gözlerimi kısıp vaftiz kardeşimi baştan aşağı süzdüm. Dişlerimin arasından “Sana neden inanmıyorum, acaba?” diye mırıldandım.

Omuz silkti. Sanki bu tamamen benim sorunummuş gibi kayıtsız bir surat ifadesiyle “Bilemem,” dedi. “Doğru söylüyorum.”

“Farkında mısın bilmiyorum ama yalan konuşurken de bunu söylüyorsun.”

“Hiç farkında değilim.” Problem kendisinde değilmiş gibi dudağını büzüp etrafını incelemeye başladı. Gerçekten de burnunu ısırmamak için kendimi zor tutuyordum. Hatta birinin bizi görme riski olmasa Via’nın o çok sevdiği yeşil saçlarını elime bile dolardım.

“Eğer içtiysen, Via-“

Bıkkınlıkla ofladı. “Arada bir doğru söylediğimde bana inansan hiç de fena olmaz.” Yüzünü yüzüme yaklaştırıp kükrediğinde yerimde sıçradım. “Sadece arada bir!”

“Doğru söylüyorsan neden böyle davranıyorsun?”

Tekrar sırıttı. “Çünkü despot, kompleksli, egolu, kendini beğenmiş, doğruluk prensesi, tepeden-“

Elimi kaldırarak konuşmasını böldüm. Çünkü tam olarak kimden bahsettiğini biliyordum. “Tamam anladım. Sadede gel!”

Burnuma işaret parmağıyla bir fiske atıp “Senden bahsettiğimi anladın mı?” diyerek benimle biraz daha uğraşmaya başladı.

Elini ittim. “Anladım!” Bu sefer kendi sesim de yüksek çıkmıştı.

Via memnuniyetle gülümseyerek “Tamam o zaman,” dedi, bilmiş bir tavırla. “Yani sen, bütün o saydığım özelliklerinle birlikte dün akşam Zonan’la aynı arabada geri döndün. Ve bu, sonunda seninle uğraşabilmem için benim elime harika bir malzeme verdi.”

Kollarımı göğsümde birleştirip gözlerimi kıstım. “Altı üstü eve dönüş yolunda bana eşlik etti. Doğru dürüst konuşmadık bile.” Bunu söylerken dudaklarımı ısırmıştım. Via’nın yalanın kokusunu alamaması için bariyer çeksem de mimiklerim beni ele verecekti. Hay lanet!

Via da benim gibi gözlerini kısarak “Yalan söylediğini düşünüyorum,” dedi, kısık bir sesle.

Çareyi konuyu değiştirmekte buldum. “Saraya Zonan’la döndüğümü nereden öğrendin, sen?”

“Rahibe Darisa sabah odama gelip dün gece templuanın kapısının önünde Zonan’ı gördüğünde donup kaldığını söyledi.” Ellerini iki yana açıp başını kaldırdı. Yüzünde epey eğlendiğine dair izler vardı. “Yüce Prenses Nixavis Santua-Lux donup kalmış. Seninle uğraşmamak için Rahibe Darisa olmam gerekir ama şükür ki değilim.”

Somurtmaya devam ettim. Bunun hesabını rahibeden soracaktım. “Rahibe Darisa gelip sana bunu mu anlattı, yani?”

“Derhal uyanıp seninle birlikte kahvaltıda olmam gerektiğini söylemek için gelmiş. Bilirsin, senin iyiliğin için.” Rahibe, iyilik yaptığını düşünürken aslında bana ne kadar büyük bir kötülük yaptığının farkında mıydı, acaba?

Hemen etrafıma bakıp bizi dinleyen biri var mı diye kontrol ettim. Eğer Zonan’ın odası bu kattaysa Via’nın fütursuzca söylediği şeyleri duysun istemezdim. Neyse ki iki muhafız dışında yalnızdık ve onlar da mesafelerini koruyordu.

“Çeneni kapat ve normal bir abla gibi davran. Beni anlıyor musun?”

Uzanıp kolumu tuttu. “Sorun yok, bebeğim. Benden utanmaman gerektiğini biliyorsun.”

Bugün üçüncü kez kolunu ittirdim. “Utandığım falan yok benim! Ayrıca onu gördüğümde taş da kesilmedim.” Bu sefer dudağım titremişti. Via’dan yalan söyleme dersleri alsam çok iyi olurdu.

Yalanımın kokusunu aldığı için “Seni bunun için yadırgamıyorum, tatlım,” diyerek teselli etmeye çalıştı. Kendince! “Bilirsin, Zonan bu dünyaya ait olamayacak kadar yakışıklı. Ve sen dün bu adamın kocan olacağını öğrendin. Birden karşında görünce nutkunun tutulması normal.”

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes verdim. Bedenim gittikçe daha da ısınıyordu ve Via biraz daha zorlarsa etrafıma ateşler saçmaktan korkuyordum. “Nutkum tutulmadı, Via! Sadece onu orada görünce şaşırdım, hepsi bu!”

Bir müddet yüzümü inceledikten sonra “Arabada her ne konuştuysanız, Zonan sana prenses olduğunu hatırlatmışa benziyor,” dedi, muzip bir sesle.

Kaşlarım çatıldı. “Ne?”

“Diyorum ki makyaj yapmışsın!”

Periler adına! Biraz daha bağırmaya devam ederse sonuçlarını düşünmediğim şeyler yapacaktım. “Sabrımı taşırıyorsun, Via. Bağırma diyorum.”

“Neden makyaj yaptın?” Beni duymuyordu.

Merdivenlere yönelecekken kolumu tutup beni durdurdu. Cevap almadan da rahat bırakacağa benzemiyordu. “Seni duyan da balo makyajı falan yaptığımı düşünür.”

Dudağını büktü. “Senin için değişen bir şey yok.”

Derin bir nefes daha verdim. Zonan tam da senin söylediğin gibi üstün derecede yakışıklı ve beni dört yıldır sevdiğini söyledi. Yani benim onu aklımdan atamadığım günden beri. Ve onu görür görmez hislerini durduramayan bir geri zekâlı olduğum için karşısında çirkin görünmek istemedim. Ki ben çirkin değilimdir ama Zonan’ın standartları çok yüksek gibi görünüyor.

Elbette bunları söylemedim.

“Dün gece çok ağladığım için gözlerimin altı kötü bir durumdaydı ve ben de bunu kamufle ettim. Oldu mu?”

Sinir bozucu bilmiş bir ifadeyle beni güzelce süzdü. Sonunda yüz hatları yumuşadığında kurtulduğumu düşünecektim ama devamı hiç de sandığım gibi gelmedi. “Yani Zonan’a güzel görünmek istiyorsun?”

“Öyle bir şey yok!”

Bana doğru eğilip derin bir nefes çekti. “Hımm. Birileri en sevdiği kokudan da sürünmüş.”

“Via!”

“Seni etkiledi değil mi?”

“Livivia rica ediyorum, sus.”

“Arabada ne konuştunuz? Çünkü odana girdiğimden beri yanakların üzerine salça sürülmüş gibi görünüyor.”

Sonunda dayanamayıp kükredim: “Şeytan Üçgeni’ne düşeyim! Çeneni kap-“

“Şeytan Üçgeni’ne düşmenizi isteyeceğimi sanmıyorum, prenses. Lütfen, sözünüzü geri alın.”

Ah! Harika! Mükemmel!

Kalbim o kadar hızlı bir atağa geçti ki bir an için başım döndü. Aslına bakılırsa şu anda tam olarak istediğim şey Şeytan Üçgeni’ne düşmekti.

“Ah! Günaydın, Kral Zonan. İmparatorluğa hoş geldiniz!” Via, benim aksime oldukça rahat ve hatta az öncekine göre daha neşeli görünüyordu. Başımı eğdi. Yanaklarım daha da kızarırken Zonan’ın bunu görmesini istemiyordum.

“Günaydın, leydim.” Zonan, Via’nın uzattığı eli, dudaklarına götürdü. Dün gece templuanın önünde benim elimi de öpmüştü ve hâlâ bunun etkisinden de sıyrılmaya çalışıyordum.

“Sanırım çok önemli bir konuşmayı böldüm.”

Via’nın dudaklarını araladığı anda atağa geçerek “Hayır,” dedim. Aslında bağırdım, hatta kükredim desek daha doğru olurdu. Zonan’ın gözleri, gözlerimle buluştuğunda bu sefer gerçekten bayılacağımı sandım. Ama neyse ki kendimi tutup boğazımı temizledim. Sesimi biraz daha alçaltarak “Yani bir şey konuşmuyorduk,” diye düzelttim. “Via her zamanki Via’lığını yapıyordu.”

Normal insanlar kesinlikle bundan alınırdı. Ama Via normal bir insan olmadığı için alınmak gibi özellikleri yoktu. “Bilirsiniz, lordum. Doğru söyleyeni sekiz krallıktan kovarlarmış. Nix’e asla yaranamıyorum.”

Ölümcül bakışlarımı Via’ya yönelttim. Dişlerimin arasından “Kahvaltıya geç kalıyoruz, leydim,” diye tısladım. “Eminim Kral Zonan da epey acıkmıştır. Dün gece uzun bir yoldan geldi.”

Zonan açlıktan ölüyor gibi görünmese de “Evet,” dedi. Dikkatle bana bakıyordu ve muhtemelen fenalık geçirmek üzere olduğumu anlamıştı. “Dünden beri hiçbir şey yemiyorum.”

Yalan söylediğini anlamak için yüzüne üç saniye bakmak yeterliydi.

Bunu beni kurtarmak için yapmıştı. Ve kalbim tekrar tekrar tekledi. Gülümsemeye çalıştım ama onu da beceremedim. Yine, dünkü gibi, templuanın önünde olduğu gibi kalakaldım.

Zonan bir adım bana yaklaştığında ani bir refleksle bir adım geri kaçtım.

Yok artık, Nix. Ne yapıyorsun?

Zonan’ın kaşları bir anlığına çatıldı ama hemen kendini düzeltti. “İyi misiniz, prenses?”

Konuşabilmek için derin iki nefes almak zorunda kaldım. Işık adına! Bana ne oluyordu, böyle? O cesur prenses nereye gitmişti? Annemin olmamı söylediği güçlü kadın? Kendisinin farkında olan ve az önce Via’nın söylediği despot prenses neredeydi?

“Gayet iyiyim,” demeyi başardım. Ama sesim o kadar kısık çıkmıştı ki duymamış olması muhtemeldi.

Zonan dudaklarını aralayıp bir şey söyleyecekken merdivenlerde babam göründü. “Kral Zonan!” Yüzünde bir gülümseme belirdi. Müstakbel damadını doğum günümden dört gün önce burada görmek onu mutlu etmiş gibiydi. Demek hâlâ bu evliliğin bir hata olduğunu düşünmüyordu.

En azından kızı için üzgünmüş rolü yapabilirdi.

Zonan hızla arkasını dönüp imparatoruna reverans yaptı. “İmparator Miranris.”

Zonan’ın önünde durup elini uzattı. “Erken geldiğin için teşekkür ederim, Zonan.”

Zonan da onun elini sıktı ve gülümsemesine aynı gülümseyişle cevap verdi. Saçlarını tepesinde topladığı için yüzünün her bir hattı, açık kalmış bir pencereden görünen manzaraya benziyordu. “Planlarımıza göre yarın burada olmamız gerekiyordu, majesteleri, fakat atlarımız sandığımdan da hızlıymış.”

Babam “O halde o atlara gözümüz gibi bakacağız, kral,” dedi. Gülümsüyordu. Sevgiyle gülümsüyor ve müstakbel damadını süzüyordu. “Kahvaltıya inelim de bana şu yolculuğundan bahset.”

“Elbette.”

Zonan, hafifçe bana döndü. Gözlerimiz buluştuğunda tekrar geriye doğru kaçacağımı sanmıştım ama şükürler olsun ki bu sefer ayaklarım bana ihanet etmedi. Zonan’ın koluna girmemek için yanından hızla geçip babamın koluna girdim. “Dün akşam bir şey yemedim, açlıktan ölüyorum,” derken herkesi şaşırtarak onu merdivenlere doğru sürüklemeye başladım.

Neyse ki arkamızda Via vardı ve o her zaman durumu kurtarırdı. “Sanırım siz de bana eşlik edeceksiniz, lordum,” dedi, tahmin ettiğim gibi. Bana ne olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktu ama sesinden bunun hesabını en yakın zamanda soracağı anlaşılıyordu.

“Seve seve, leydim,” Zonan’ın ses tonundan bu hareketime bozulup bozulmadığı anlaşılmıyordu. Ve bu işime gelmişti.

“Solgun görünüyorsun, iyi misin?” Babamın beni düşüneceğini hatta konuşacağını bile düşünmemiştim. Ona doğru yan bir bakış attım. Yemek salonuna Zonan’ın kolunda gitmemek için bunu yapıyordu. Yoksa aramız düzelmiş falan değildi.

Doğruca karşıya bakarak mırıldandım. “Umurunda mı?”

Derin bir nefes verdi. Uzun zamandır ilk defa kaybettiğim babam gibi göründü. Ama dün herkesin içinde gürledikten, evlilik haberini sanki normal bir şeymiş gibi o insanların içinde söyledikten – hatta durun bir dakika babam bile değil, Pia söylemişti – sonra tamamen eskiye dönse bile kalbimin ona karşı uzun bir süre onarılacağını hiç sanmıyordum.

“Nix-“

Ona konuşma fırsatı vermeden biraz daha çekiştirdim. “Lütfen majesteleri, biraz hızlı olun. Açlıktan bayılacağım.”

Loading...
0%