Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@nusseo_

Günümüz

 

“Sihir her büyücünün kanında akan bir materyaldir. Bir büyücü büyüsünü kullanırken bu sihri kullanır ve damarlarında dolaşan bu güç onların kaynağıdır fakat sanmayın ki bu güç sınırsızdır, bu gücünde bir kaynağı vardır. Kaynak doğadaki elementlerden gelir ve doğanın kendisi baştan aşağıya bir elementtir işte tam da bu yüzden biz büyücüler doğaya ve onun içerisindekilere zorunda kalmadıkça zarar vermiyoruz.” Önümde duran not defterine büyünün kaynağı ile bazı notlar alırken içimde Profesör George’un dersinde olmanın rahatlığı vardı. O bana yakın olduğundan diğer hocaların aksine bir büyüyü yapmayı beceremediğimde bana kızmıyor anlayışla yaklaşıyordu.

 

“Pişt.” Mary –hemen arkamda oturan ve iyi anlaştığım tek büyücü olan arkadaşım- bana seslendiğinde elimdeki kalemi masaya bırakarak omuzumun üzerinden ona baktım. “Ne oldu.”

 

“Bundan sonraki ders neydi?”

 

Önüme dönerek not defterinin en ön sayfasını açtım. Bu sayfayı ders programlarını yazmak için dönemin en başında yani yaklaşık altı ay kadar öncesinde kullanmıştım ve bir önceki dönem sık sık değişen program şansıma bu senenin yarısına kadar hiç değişmemişti. Parmaklarım kalemin iz bıraktığı yerlerin üzerinden kaydı ve aradığım günün üzerinde durdu. Çarşamba Sihir Olmadan Yakın Dövüş.

 

“Yakın dövüş ama sihir yok.” Diye fısıldadım tekrardan omuzumun üzerinden ve yeniden önüme döndüm. Özellikle sihir ile ilgili olan hiçbir dersi kaçırmak istemiyordum çünkü sihre olan kabiliyetim diğerlerinden çok daha zayıftı. Normal bir alev büyücüsünün bir haftada öğreneceği sihri ben iki haftada anca öğreniyordum ki bu bazen üçe kadar çıkıyordu. Arayı kapatmak diğerlerinden daha çok çalışmam anlamına geliyordu ve ilk sene bunu aksatmadan yapmıştım. Hatta dönemi okul üçüncülüğü ile bitirmiştim ve Efendi George’un karısı İrina bunu kutlamak için bana kocaman bir meyveli kek yapmıştı. İrina’yı seviyordum. O etrafımdayken güvende olduğumu biliyordum ve sanki annemle dolaşmak gibi bir hissiyat veriyordu.

 

Mary yanımdaki boş sandalyeye oturduğunda düşüncelerimi zihnimden sıyırıp bir kenara koydum. O benim en yakın arkadaşımdı ve bu aralar tek konuştuğumuz benim geçmişimdi. Sürekli ikinci planda kalıyordu ve artık bunu yapmak istemiyordum bu yüzden de o yanımdayken olabildiğinde geçmişten kendimi arındırmaya çalışıyor, ona sürekli onun hayatı ile ilgili sorular soruyordum.

 

“Sıra arkadaşın neden gelmedi?”

 

Gözüm Mary’nin oturduğu sandalyeye kaydığında Dean’in yokluğunu yeni fark ettim. Normalde her ders saati benden çok önce sırada olur, defterleriyle işgal edebildiği yeri işgal eder ve beni beklerdi. Sadece Profesör George’un sihir derslerinde değil diğer profesörlerin sihir derslerinde de yanımda oturuyordu ve uygulamalı bir ders olduğunda diğerlerinin aksine iyi bir büyücü ile değil de bir melezle eşleşiyordu. Profesör Angela ilk dersimize girdiğimizde benim melez olduğumu öğrenmiş ve her uygulama dersinde eşleşeceğim kişiyi sırayla seçmemiz gerektiğini söylemişti böylece diğer öğrencilere haksızlık olmayacağını düşünüyordu fakat bu masum gözüken canice bir hareketti. Ben kendimi kabul ettirmek için uğraşırken o tüm sınıfın beni bir kusur olarak görmesine neden olmak üzereydi ki Dean benimle eş olabileceğini söyledi.

 

Birkaç yaptığımız başarısız uygulama dersinden sonra bir fırsatını yakalayıp ona neden benimle eşleştin diye sormuştum. Bir nedeni yok diyerek kestirip atmıştı. Bunu yaparak diploma notuna zarar veriyordu ve benim yüzünden sınıfta kalacağından endişeleniyordum. Fakat şükürler oldun ki dönemin sonlarına doğru yaptığımız projeyle ikimizin de notlarını uçuşa geçmişti ve o okul ikincisi olmuştu.

 

“Bilmiyorum.” Dedim omuzlarımı silkerek. “Bir işi vardır herhalde.”

 

“Sanman.” Mary elinde tuttuğu kalemini çevirerek konuştu. “Bir iş için dersi ekmezdi Bea sende biliyorsun.”

 

“Sessizlik!” George’un katı sesiyle karışmış bir tahtaya vurma sesi sınıfın duvarlarında yankılandığında oturduğum yerde silkelendim. Onu hiçbir zaman bağırırken görmemiştim. Bu ilk oluyordu ve ilk kez bağırdığı kişi bendim. “İsterseniz bitirmenizi bekleyeyim.” George kollarını göğsünde birleştirmiş bir şekilde bize bakarken boğazıma bir yumru oturdu ve avuç içlerime ter bastı. Tüm kanın utançtan yüzüme doğru hareketlendiğini hissedebiliyordum. Mary’e doğru öfke dolu bir bakış attım ve hızla bakışlarımı tekrardan bizi bekleyen George’a çevirdim.

 

“Özür dileriz efendim.” Dedim öncesinde kısaca boğazımı temizleyerek. “Düşüncesizlik ettik bir daha olmayacak.”

 

“İyi.” George’dan yükselen sesi tahtaya sürtünen tebeşirin sesi takip etti. “En azından hatanızı biliyorsunuz.”

 

Dersin bittiğini gösteren duvar saatindeki küçük mavi kuş ortaya çıkana kadar bir daha ağzımı açmadık ve sadece derse odaklandık. Şansıma bu ders uygulamalı değildi. Ders bittiğinde ise Mary ile tek kelime söylemeden hızlı adımlarla salondan ayrıldık ve odamızın bulunduğu ek binaya gitmek için avluya çıktık. Hava güneşliydi ve yakın dövüş için idealdi.

 

“Ne giysem acaba?” Dedi Mary hızlı adımlarıma yetişmek için neredeyse uçacaktı. “Mavi olanı mı yoksa kırmız olanı mı ha ne dersin?” Dövüş derslerine girmeden önce her ihtimale karşı üzerimize koruyucu zırhlarımızı giyiyorduk. Mary’nin birden fazla zırhı olduğu için aralarında seçme şansı oluyordu. Her zaman ve he konuda seçme şansı vardı fakat benim yoktu fakat artık bunu umursamıyordum. Bu okulu bitirdiğimde diğerleri gibi olacaktım ve aralarında seçim yapmam gereken bolca kıyafetim olacaktı.

 

“Beyaz olan.” Dedim elimdeki anahtarla odamızın kapısını açmaya çalışırken. Okul döneminde hafta içleri kampüste kalma zorunluluğu olduğundan burada onunla okulda kalıyor hafta sonları ve tatillerde ise Efendi George’un evinde kalıyordum. “Eğer yaralanırsan kanı kolayca fark edebiliriz.” İnatçı kapı sonunda açıldığında elimdeki defterleri çalışma masasının üzerine koydum ve yatağıma oturdum. Buradaki yatağım George’un evindeki yatağım kadar rahat değildi ama en azından bana büyücülere yük oluyormuşum hissiyatı yaşatmadığından ondan daha çok seviyordum bu yatağı.

 

Oturduğum yerden kalkmadan dolabımın kapağını araladım. İçerideki boşluk ve kıyafet azlığı beni eskisi kadar etkilemiyordu. Ayağa kalkıp zırhımı askılıktan çıkarttım ve dolabın kapağına astım. Kahverengi bir göğüslüğü vardı ve aşağıya doğru inen beyaz bir pantolon onunla birleşmişti. Mary’nin göğüslüğü gibi kabartmaları yoktu ya da pantolonu satenden değildi ama iş görüyordu. Bir de saçlarımı bağlamak için ek olarak bir şapkası vardı fakat kafama gereğinden fazla büyük geldiğinden onu kullanamıyordum. Yoksa kahverengi deri gözümün önüne iniyor ve görüşümü kısıtlıyordu.

 

Üzerimdeki kıyafetleri yavaşça çıkartmaya başladım ve çıkarttıklarımı dolabın içerisine fırlattım. Banyo odanın üst katındaydı ve şuan sırf iki parça kumaşı o kirli sepetine atmak için merdiven çıkamazdım. En sonunda zırhı üzerime giydiğimde göğüs kısmındaki bölmeye takmak için çekmeceye sakladığım hançerimi elime aldım. Bu hançer sahip olduğum diğer eşyalardan çok daha farklıydı. Sapındaki taşlar sahte değildi, tamamen gerçek kristallerden oluşuyordu ve bana muazzam bir enerji veriyorlardı ve bana ailemden kalan son şeydi. Zamanında babam bu hançeri kullanmıştı ve alet büyücüsü olduğundan hançerin sapı onun sihrini besleyecek kristallerden yapılmaydı. Daha sonra onu anneme hediye etmişti. Pahalıydı ve oldukça ihtişamlı görünüşü buradan geliyordu. Her hangi bir ateş büyücüsünün sahip olmak için birini öldürebileceği türdendi. Çoğu zaman sırf dikkat çekmemek için onu kullanmıyordum fakat içimden bir ses onu yakınımda taşımamın benim için iyi olacağını söylüyordu.

 

“Babanın hançeri mi?” Mary çoktan zırhını giymişti ve şimdi de inatçı saçlarını saklamak için zırhın şapkasını kullanıyordu. Onaylarcasına kafa sallayarak hançeri göğüslüğümdeki o bölmeye yerleştirdim ve bileğimdeki tokayla saçlarımı toplamaya koyuldum. İkimizin de işi bittiğinde evden çıkmak için hazırdık.

 

Mary benden birkaç santim daha kısaydı. Hava büyücüsü olduğundan dolayı sahip olduğu beyaz saçları kafasına geçirdiği şapkanın kenarlılarından az biraz taşıyordu. Beyaza çok yakın mavi gözleri vardı ve beyaz teni oldukça sağlıklı duruyordu. Her erkeğin sahip olmak isteyeceği tarzdan bir kadındı. Yetenekli bir büyücüydü ve ipleri nasıl eline alması gerektiğini iyi biliyordu. Onu inceledikten sonra içgüdüsel olarak arkamdaki aynaya doğru döndüm ve kendimi incelemeye koyuldum. Babamdan aldığım siyah saçlarımı sıkıca topuz yapmıştım. Üzerime giydiğim zırh fena görünmüyordu. Beyaz tenim son günlerde yaşadığım uykusuzluk sorunlarından dolayı daha bir solgun duruyordu ve gözlerim.

 

Gözlerim daha önce hiçbir büyücüde görmediğim kadar güzeldiler ve bunun pekâlâ farkındaydım. Annemden aldığım yeşil renk sol gözbebeğimde kendisini gösterirken babamdan gelen kırmızı kendisini sağ gözbebeğimde göstermişti. Melez olmak bunu mu gerektirirdi bilmiyordum ama her aynaya baktığımda sanki onların bana baktığını hissediyordum ve tanrıya bunun için minnettardım.

 

“Geç kalacağız Bea.”

 

“Hadi çıkalım.”

 

Birkaç dakika içerisinde dövüş antrenmanlarının yapıldığı arka bahçedeydik. Bütün sınıf üzerine zırhlarını geçirip buraya doluşmuştu ve hatta bazıları şimdiden kendilerini ısıtmak için samandan yapılma mankenlere kılıç ya da yumruk sallıyorlardı. “Evet çocuklar.” Etrafımızdaki bitkiler Profesör Amber’in sesini duyduklarında adata şarkı söylemeye başlamışlardı. Zemindeki en solgun papatya bile kafasını kaldırmış ve efendisini selamlamak için yeniden güçlenmişti.

 

Profesör Amber toprak elementini kontrol ediyordu ve bunu kahve gözleriyle harmanlanmış yeşil saçları ile bize gösteriyordu. Elinde tuttuğu cam küre birazdan bize dövüş partnerlerimizin kim olduğunu söyleyecekti. Sihir derslerinde herkes sadece bir partner ile çalışabiliyordu ve seçtiği bu partneri olağan dışı bir durum olmadığı taktirde dönem sonuna kadar değiştiremiyordu fakat bunu dövüş derslerinde yapmıyorduk çünkü süreli aynı kişi ile dövüşmek bir süre sonra bizi köreltirdi. Akademi bunun önüne geçmek için kura yöntemine başvuruyordu.

 

Kuralar çekilmeye başladığında bahçede Dean’ı aradım fakat yine ortalarda gözükmüyordu. Gerçi onu bu kadar öğrencinin arasından ayırt etmem neredeyse imkânsıza yakındı ama yine de aramaktan kendimi alamamıştım. Çünkü Mary haklıydı. Dean dersleri aksatan bir öğrenci değildi ve mutlaka bir sorun çıkmış olmalıydı. Nedenini bilmediğim bir endişe duygusu ruhumu kemiriyordu. “Beatrix Winn.” İsmimi işittiğimde düşünce âleminden sıyrıldım ve Profesöre kulak kabarttım. “Cullen Ruthen ile eşleşeceksin.” Dehşet içinde Cullen’a döndüğümde aynı bakışlarla bana baktığını gördüm ve kanım çekildi. Cullen akademideki en güçlü su büyücülerindendi ve açık bir şekilde benden tiksiniyordu. Bu belki melez olduğumdan ya da bir melez olarak, onun dördüncülükle tamamladığı dönemi üçüncülükle tamamladığım ve yılların derece öğrencisine fark attığımdandı. Ondan benim arkamdan konuştuğuna şahit olana kadar nefret etmiyordum fakat şimdi sadece onu görmek bile kafasını kopartmayı istememe neden oluyordu.

 

Nedeni önemli değildi. İkimizde birbirimizden nefret ediyorduk ve bugün onu bu toprağa gömmek için elimden geleni ardıma koymayacaktım.

 

***

 

Dakikalar sonra göğsümdeki hançeri çıkartmış Cullen’ın tam karşısında dikiliyordum. Pozisyonumuzu aldığımızdan beri onun üzerinden gözlerimi ayırmıyordum. Henüz başladığımızı gösteren düdük çalmamıştı fakat ona güvenmiyordum ve onun da benim üzerimden ayırmadığı gözlerine göre aynı şekilde o da bana güvenmiyordu. Aman ne harika, diye düşündüm kendi kendime. Düdük çaldığı an etrafımızda kılıçların birbirine çarpma sesleri yankılandı. Herkes eşleştikleri kişi ile dövüşmeye başlamıştı fakat biz henüz hareket bile etmemiştik. İmalı bir şekilde kaşlarımı çattığımda Cullen oldukça yapmacık bir ifadeyle “Bayanlar önden.” Diye söylendi ağzının içinden ve aldığı pozisyonu değiştirerek saldırmamı bekledi.

 

Gözlerimi devirdim.

 

Hançerin tutuşunu elimde daha da sağlamlaştırarak baskın olan ayağımı geriye doğru sağlamca bastım ve öne doğru sıçradım. Hançerimi doğrudan düşmanın göğsüne doğru tutuyordum fakat saldırmayı düşündüğüm nokta orası değildi. Bu antrenmanda kazanmak için rakibinizin sırtının yere değmesini sağlamalıydınız, dolayısıyla göğsünden önce dizlerine ya da ayaklarına saldırmam gerekiyordu onu yere düşürmeliydim. Cullen’de benimle aynı şeyi düşünmüş olacak ki sağa doğru açılarak hançerimden kurtuldu ve bana bir çelme taktı. Tökezlesem de yere düşmedim. Yeniden karşı karşıya gelmiştik.

 

“Paslanmışsın.” Dedi halen kınında tuttuğu kılıcına uzanarak. Gözlerim açıldı. Bir kılıca hançerle karşılık veremezdim. Aile yadigârı hançerimi değersiz bir hançer gibi bir kenara da atamazdım. “Birkaç yara alabilirsin ama korkma ölümcül olmazlar.” Kılıcıyla bana doğru bir hamle yaptığında geriye doğru sıçrayarak kaçtım fakat daha toparlanmama fırsat vermeden ikinci saldırıyı sol tarafımdan hızla yaptığında son anda eğildim ve kılıç özenle yaptığım topuzumun bir kısmını kesti. Eğildiğimde Cullen’in benden uzaklaşmadığını fark ettim ve bunu fırsat bilerek diz kapağına bir tekme savurdum tökezlediğinde ondan beş adım kadar uzaklaşarak hançerimi tekrardan göğsüme yerleştirdim. Elim belimdeki kına gittiğinde karşılaştığım boşluk kanımı dondurdu. Öfke dolu bakışlarımı Cullen’a çevirdiğimde elinde iki kılıç olduğunu gördüm.

 

Darbeden bilerek kaçmamış ve ona yaklaşmamı istemişti.

 

Beni silahsız bırakmıştı.

 

“Her zaman haklıyımdır.” Elindeki kılıcımı alamayacağım kadar uzağa fırlatırken konuştu. “Birkaç yara alacaksın.” Kılıç ile tekrardan bir hamle yaptığında büyü yapmak için ellerimi öne doğru uzattım fakat bunu yapmanın yasak olduğunu hatırlamam ellerimi uzatmamla bir oldu ve son anda onun darbesinden kaçabildim. Elindeki kılıç arkamdaki samandan figürü ikiye ayırdığında var gücümle haykırdım. “Beni öldürmek mi istiyorsun?”

 

Cevap vermeden tekrar saldırdığında bu sefer sağa doğru kaçmam gerekmişti. Ardından sola ve geriye. Kalbim noksan atıyordu. Korku ve dehşeti uzun süre sonra ilk kez iliklerime kadar hissediyordum. “Silahı olmayan bir kadına saldırmak tam sana yakışır bir hareket.” Sözüme yeni bir darbe ile karşılık verdi. “İnsanlar silahlı ya da silahsız olduğunu umursamayacak.” Katı sesi kulaklarıma dolarken bana doğru gelen darbeden kaçmak için geriye doğru sıçradığımda köprücük kemiğimde bir sızı hissettim. Cullen’ın kılıcı fazla derin olmayan bir kesik bırakmış olmalıydı. En sonunda fazla bir seçeneğim olmadığından hançerimi yeniden almak üzereydim ki önüme nereden geldiğini bilmediğim bir kılıç düştü. Kimden geldiğini veya birinin ona ihtiyacı olup olmayacağını düşünmeden hızla onu elime aldım ve duruşumu sağlamlaştırdım.

 

Cullen artık bir kılıcım olduğunu gördüğünde bana doğru bir adım atmakta tereddüt etti ve ben bu anı kullandım. Elimdeki kılıç ile doğrudan göğsüne doğru bir hamle yaptım ve bu hamleyi kılıcıyla durdurduğunda kolu darbeme karşın sağa doğru açıldı ve göğsü açıkta kaldı.

 

Açıkta kalan göğsüne bir darbe savurdum. Yere düştü fakat henüz sırtı zemine değmemişti. Kalkmaya yeltendiği an kılıcımı ona zarar vermeyeceğinden emin olduğum fakat tehlikede hissettirecek bir açıyla boynuna bastırdım. İnce deri usulca çizildi. “Ayağa kalkmayı dene ve kafanı bedeninden ayırayım.”

 

Bir hamle yapmak için hareketlendi fakat tereddütte düşmüş gibi aniden durdu. Gözleri baştan aşağıya beni turlarken ayağıma yediğim bir çelmeyle dengemi kaybettim fakat yere düşmedim. Bu afallamasına neden olurken göğsüne ikinci bir tekme savurdum. Elindeki kılıcıyla beni engellemek istemiş ve bunu yaparken kılıcı dizimi çizmişti fakat sırtının seminle buluşmasına engel olamamıştı.

 

Güzüme bir gülümseme oturdu “Evet, söylediğin gibi ufak yaralar aldım.” Dedim Elimdeki kime ait olduğunu bilmediğim kılıcı kınıma sokarak. “En azından rezil olmadım Cullen.” Profesör Amber’i bulmak için arkamı döndüğümde yerden kalktığını işittim. “Sana acıyorum.” Cullen’ın kendinden emin sesiyle donakaldım. “Annen zamanında kendini bir büyücüye satmasaymış bir hiç olarak kalacakmışsın.” Yumruklarımı sıktım. Tırnaklarım usulca tenime battı ve avuç içerimden başlayan bir yanma hissi yavaşça tüm vücudumu turladı. Hızla arkamı döndüm.

 

“Lafını geri al Cullen.” Bu sefer araya giren Dean’dı. Üzerindeki deri zırh bir parça hasar almıştı ve ateş büyücüsü olduğunu gösteren siyah saçları dağılmıştı. Cullen omuzumun üzerinden gülümsedi. “Yalan söylemedim.” Dedi pişkin pişkin ve bu kanımın daha da kaynamasına neden oldu.

 

“Kaybetmenin acısını onun zayıf noktasıyla oynayarak çıkartamazsın.” Dean yeniden konuştuğunda bakışlarımı tekrardan ona çevirdim. Benim aksime oldukça sakin gözüküyordu. “O yüzden lafını geri al.”

 

“Neden onu savunuyorsun?”

 

“Sana ne bundan?” Dean ona doğru bir adım attığında Cullen geriye doğru çekildi fakat keskin bakışlarını halen üzerimde hissediyordum. “Melez kız.” Dedi e harflerini uzatarak. “Demek annenin yolundan gidiyorsun.”

 

Beni kışkırtmak istiyordu. Ona zarar vermemi sağlamak istiyordu ve bunu başarmak üzereydi. Bütün hücrelerim ona saldırmak isterken kendimle savaşıyor ve arzularımı bastırmaya çalışıyordum. “Annemin adını ağzına alma Cullen yoksa seni parçalara ayırırım ve bunu yaparken melez bir büyücü olduğumun farkına bile varmazsın.”

 

“Neden ısrarla büyücü olduğunu söylüyorsun, yoksa insanlığından utandığın için mi?”

 

Bu bardağı taşıran son damla oldu ve hiç düşünmeden parmaklarımı ona doğru doğrulttum. Alevler ona doğru ilerledi ve onu doğrudan göğsünden vurdu. Cullen acı içinde sendeleyerek bana var gücüyle karşılılık verdiğinde o kadar güçlü alevler yarattım ki bana doğru gönderdiği galonlarca su tek bir hamlede buhar olup uçtu. Durmam gerekiyordu yoksa ceza alacaktım fakat duramıyordum. Ateşi kullanmanın hazzı bütün hücrelerime yayılmıştı. Ona tekrardan saldırdığımda buna karşılık veremedi ve bu sefer büyüm onu bir kenara fırlattı. Diğer öğrenciler korkuyla çığlık attıklarında titreyen avuç içlerimi kendime doğru çevirdim.

 

Cullen’a zarar vermiştim ve yargılanacaktım.

 

Okuldan bile atilabilirdim

Loading...
0%