Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@nusseo_

Sonraki ilk yarım saati George’un geldiğinde bana neler söyleyeceğini düşünmekle geçirmiştim ve kafamda elli tane senaryo kurmuştum. Cullen duvara çarptığında Profesör Amber’in bana ulaşmasına izin vermeden hızla oradan ayrılmış ve odama kapanmıştım. Şimdi yatakta öylece oturmuş kapının arkasındaki Mary’nin kapıyı açmam için bana yalvarmasını dinliyordum. “Bea aç şu kapıyı çocukluk ediyorsun.” Kimsenin görmeyeceğini bile bile hayır anlamında kafamı sağa sola salladım. Saçlarımın arasındaki parmaklarım daha derine indi ve kavradığı kökleri sıkıca sıktı.

Cullen’ı ateşimle duvara fırlatmıştım. Ateşi ilk defa bu kadar derinden hissetmiştim ve bu duygu korkunçtu fakat bu duyguyu yeniden tatmak için canımı bile verebilirdim. Diğerlerinden farklı olmadığım düşüncesi ve damarlarımda kaynayan alevin kalbime yaptırdığı çırpıntı beni bir anlığıma çocukluğuma götürmüştü. En son bu tarz bir çarpıntıyı babamın büyüsünü izlerken yaşamıştım ve nasıl hissettirdiğini unuttuğumu bile bilmiyordum.

“Bea bak lüt-“

“Aç şu kapıyı Beatrix hemen.” Parmaklarımın arasındaki saçlarım George’un sesini duyduğumda gevşedi ve bacaklarımın titremeye başladığını hissettim. Dakikalardır parkede olan bakışlarımı sonunda kapıya doğru çevirsem de ayağa kalkacak gücü kendimde bulamayışım biraz daha vakit kazanmayı istememden kaynaklanıyordu. Onu hayal kırıklığına uğratmıştım ve beni azarlayacaktı.

“Beatrix!” Katı sesinin ardından kapıya hızlıca vurdu ve bu hareket ani bir şekilde oturduğum yerden kalkmama neden oldu. Zihnimde geçmişten gelen anılar dolaşıyordu. Derin bir nefes alarak kilitlediğim kapının kilidini açtım önce ve sonra kapı kolunu kendime doğru çevirdim. Gözlerim kapının etrafında gezindiğinde Mary’i elleri arkasında ne yapağını bilmez bir tavırla dikilirken gördüm. Hemen arkasında çitlere yaslanmış Dean vardı. Üzerini değiştirmemişti ve ifadesizce doğrudan bana bakıyordu. Kollarını göğsünde birleştirmişti.

“İçeriye geç.” Bakışlarımı George’a çevirdim. Gözbebeklerinin bu denli küçüldüğüne daha önce hiç şahit olmamıştım. Ciğerlerime çektiğim havanın yoğunluğunu gitgide artarken kapının eşiğinden çekildim ve onu içeriye davet ettim. Zaten başka bir seçeneğim yoktu. Arkamı dönerek odanın içine doğru ilerledim. George içeriye girdiğinde kapıyı arkasından kapattı.

“Bana bak Bea.”

Ellerim parmağımın kenarındaki ölü derileri yoluyordu. Panik tüm hücrelerimi ele geçirirken arkamı döndüm. Gözlerimiz kesiştiğinde kalbim tekledi.

Sevilmek için itaatkâr olmasın.

Değersiz bir ucubenin tekisin.

Hiçbir zaman bir aileye sahip olamayacaksın.

Eski hocalarımın ve Taşra’da çalışan hizmetlilerin sesleri kafamda yankılanıyordu. Bir anlığına dengemi kaybederek yanımda duran çalışma masasına tutunmak zorunda kaldığımda George derin bir nefes aldı. “Bea.” Dedi net bir keskinlikle. Korktuğumu görmüştü ve anlayışlı davranmaya çalışıyordu fakat ben onunla yıllarımı geçirmiştim ve sesindeki o ince tanıyı her şeye rağmen hissedebiliyordum. Orada kırgınlık vardı. Hayal kırıklığına uğramıştı.

“Özür dilerim.” Dedim. Gözlerim yaşlarla doluyordu fakat bu şuan listenin başındaki bir sorun değildi, asıl sorun hata yapmamdı. Bir hata yapmıştım ve kusurlarım yeniden açığa çıkmıştı.

“Tıpkı yetimhanede yangın çıkarttığın o günler gibi.” Diye tamamladı iç sesim ve gözyaşları yanaklarıma döküldü.

“Sen ne yaptığının farkında mısın?” George’un sesi keskin bir hareketle iç sesimi sustururken bakışlarımı yine onun yüzüne doğru çevirdim.

Yetersiz.

Değersiz.

Ürkütücü bir çocuk.

“Çok üzgünüm efendim ben-“ aldığım nefes boğazıma takıldığında boğuluyormuş gibi hissettim. “Sizi hayal kırıklığına uğratmayı istemedim.” Artık gözyaşlarımı tutamıyordum. Sahada yaşadığım aksiyonlu dövüşün ardından hayatımda yaptığın en güçlü büyüyü yapmıştım ve şimdi dünya ayaklarımın altından kayıyor gibi hissetsem de yine de ayakta durmak zorundaydım. Yorulmuştum fakat bunu saklayabildiğim kadar saklamak zorundaydım.

“Çünkü insanlar korkunç büyücülerse zayıf çocukları sevmezler Beatrix.” Diye tamamladı Taşra’daki bakıcım Luna zihnimin bir köşesinden. Diğerlerinin aksine orada bana adam gibi davranan tek kişi oydu. Kalbimin yeniden sıkıştığını hissettim.

“Cullen’ı yaraladın Bea aklın neredeydi senin? Üstelik herkesin içinde çocuğu duvara yapıştırdın ya-“ Dedi ve cümlesini tamamlayamadı. Elini hızlıca masanın üzerine vurduğunda korkuyla titredim. “Bea ya Cullen ölseydi?”

Bu ihtimali hiç düşünmemiştim. O an bunu yapmamın tek nedeni içimde kaynayan öfkeyi daha fazla tutamayışımdı. Mantıksızca davranmıştım. Eğer Cullen orada ölseydi beni bu akademiye soktuğu için başta ondan hesabını soracaklardı. Benim yüzümden akademiden atılabilirdi ve tüm emekleri çöpe giderdi. Ani farkındalıkla içimden bir soğuk hava dalgası geçti.

Yine düşüncesizlik etmiştim.

“Bea ya sen onun büyüsüne karşılık veremeseydin, ya sana bir şey olaydı?”

“Ben-“

“Sen nasıl kendini düşünmezsin Bea! Orada değildim ve seni koruyamazdım. Ellerimin arasından kayar giderdin ve ben hiçbir şey yapamazdım!” Söylediği her bir kelimeden sonra sesi daha da yükseliyordu. İçimdeki bir parçam yer yarılsaydı da içine girseydik diye haykırdı. “Özür dilerim.” İçimdeki ses haykırmaya ve yerin içine girme konusundaki fikirlerini beyan etmeye devam ederken zorla fısıldadım. “Ben, gerçekten çok özür dilerim.”

“Özür dileme.” Ellerini masanın üzerinden kaldırdı ve omuzlarıma koyarak duruşumu dikleştirdi. Gözleri bana utanılacak bir şey yapmadın der gibi baksa da az önce sarf ettiği sözler bunun aksini göstermişti. “Bu yaptığın şey son derecede sorunsuzcaydı ve evet bu hareket için bir ceza hatta yetmez birkaç ceza birden alacaksın fakat aynı zamanda beni oldukça gururlandırdın Bea.” Gülümsedi omuzumdaki kuvvetli elleri usulca dirseklerime kadar indi. Güven verecek fakat canımı yakmayacak bir kuvvetle onlara baskı uyguladı. “İyi bir büyücü olduğunu bana ve oradaki herkese kanıtladın. Sana verdiğim tüm bu derslerin boşuna olmadığını biliyordum fakat bugün görmeyi beklemiyordum yani bu çok inanılmazdı Bea. Odamda oturmuş kahvemi yudumlarken içeriye Profesör Amber daldığında kıyamet koptu sandım fakat o bana senin Cullen’ı yaraladığını söylediğinde içimde garip bir his uyandı.” Bir anlığına nefes almak için durdu ve kollarımda olan baskısını azalttı. “Başta sana çok kızdım çünkü bunu kılıç kullanarak yaptığını düşündüm fakat o bana bunu sihirle yaptığını söylediğinde içtiğim kahve yüzünden neredeyse boğuluyordum.” Sözleriyle yüzümde önce bir gülümseme oluştu ve daha sonra bu gülümseme yavaşça büyüdü ve sonrasında kısık kahkahalara dönüştü. Bir yandan ağlıyor bir yandan kahkaha atıyordum. Eğer dışardan biri bu anı görüyor olsa delirdiğimi düşünebilirdi. “Gülme.” Dedi George fakat yüzünde küçük bir sırıtış vardı. “Gülme. Sana hala çok kızgınım.”

Omuzlarımı bıraktığında yüzümdeki yaşları sildim. George odamın kapısını açtı. Mary hala orada dikiliyordu. “Mary sana yardım etsin.” Dedi kapının önünden çekilerek. “Eşyalarını topla Beatrix on günlük uzaklaştırma cezan kurula göre bugün başlıyor.”

***

Sonraki on dakika içerisinde Mary ile odamızda yere koyduğumuz küçük bir çantanın içerisinde dolabımdan çıkan eşyaları yerleştiriyorduk. Üç elbisem vardı. Birkaç da gömlek. Hepsiyle birlikte giyebileceğim bir pantolon. Çantanın içerisine yerleştirdiğimiz eşyalara bakarken gözlerimi kıstım. Evet, az giysim vardı fakat bir şey eksikti.

“Geceliğin nerede?”

Mary’nin sorusuyla eksik olanın geceliğim olduğunu anladım ve onu bulmak için ayağa kalkmak üzereydim ki Mary hızlı bir hareketle beni bileğimden yakalayarak kalkmamı engelledi. “Bea.” Dedi belli belirsiz. Ne söyleyeceğini bilemiyor gibi bir hali vardı. “Sana benim geceliklerimden birini vereceğim.”

“Hayır, Mary buna gerek yok.”

“Gerek olup olmadığını sormadım Bea. Şimdi çeneni kes, yerine otur ve sana vereceğim geceliği sessizce çantaya yerleştir. Zaten seni on gün göremeyeceğim gerçeği nefesimi kesiyor.”

“Mary.” Boşta kalan elimi onun elinin üzerine koyarak hafifçe sıktım ve gülümsedim. “Dünyanın diğer ucuna gitmiyorum seni görmeye gelebilirim.”

“Hayır gelemezsin uzaklaştırma alan öğrenciler okula yaklaşamaz. Bu kural kitabında yazılıydı.”

Kural kitabı akademiye katılmak isteyen öğrencilere okutulan bir kitaptı. Sizden bu kitabı sular seller gibi ezberlemeniz ve kurallara uyarak yaşamanız beklenirdi fakat bu kitaptaki maddelerin yarısını çoktan unutmuştum. Benim için sadece göze batacak hareketler yapmamak yetiyordu fakat Mary bu işi biraz fazla ciddiye alıyordu. Arada sırada unuttuğu sayfaları bana uzatıyor ve kuralları ezberlemesine yardım etmemi söylüyordu.

Hiçbir zaman onun bu tarz isteklerini geri çevirmemiştim çünkü mükemmeliyetçi bir babası vardı. Benim aksime onun ailesi oldukça iyi bir statüye sahipti. Babası Mateng’in sayılı burjuvalarındandı ve oldukça mükemmel, kültürlü bir adamdı. Kızı da onun gibi mükemmel olsun isterdi ve Mary bunu sağlamak için elinden geleni yapıyordu.

“Kural kitabını en son ne için kullandım biliyor musun?”

Mary kaşlarını kaldırdı.

“Odadan atmamı istediğin örümceği öldürmek için.”

“Ama onu attığını söylemiştin! Seni yalancı. O hayvan sadece yanlış zamanda yanlış yerdeydi ve ölmesine gerek yoktu.”

“Zehirliydi Mary, eğer seni soksaydı muhtemelen sekizer görmeye başlardın.”

Bütün eşyalarımı çantama yerleştirdikten sonra onu elime aldım. Beklediğimden hafif olması yürümemi kolaylaştıracak gibi görünüyordu. “Neden itiraz etmedin?” Mary dolabın kapağını kapatırken konuştu. “Uzaklaştırma kararı hak ettiğin bir ceza değil neden kışkırtıldığını söylemiyorsun?”

“Sen kışkırtıldığımı nereden biliyorsun? Orada değildin.” Bana doğru döndü ve yüzüne düşen saç tutamlarını topladı. “Dean söyledi.” Dedi koluma girerek. “Profesör geldiğinde onunla kapıda bekledik o da bana olanları anlattı. Eğer senin yerinde olsaydım sadece duvara vurmakla kalmazdım.” Odanın kapısını açtığında ikimizde dışarıya çıktık ve tahta kapıyı ardımızdan kapatarak avluya doğru ilerlemeye başladık. Uzaklaştırma cezasını aldığımı öğrendiğimde şaşırmamıştım. Daha da fazlasını bekliyordum çünkü bu okulda istenmeyen bir parazit gibiydim. Çoğu hocalarım beni yetersiz görüyordu ve diğerlerinin aksine Müdire Engel bunu doğrudan yüzüme söylemeyi ihmal etmiyordu.

Yani kısaca onun fırsatını bulmuşken akademinin kapılarını benim için sonsuza kadar kapatacağını düşünmüştüm fakat bunu yapmamıştı.

Daha doğrusu muhtemelen yapamamıştı.

Avlunun ortasına geldiğimizde gözlerimi çevrede gezdirdim. Öğrenciler etrafta koşuşturuyor, bazıları yaptıkları küçük büyülerle gelecekteki derslere hazırlanıyorlardı. Bakışlarım kütüphanenin bağlı olduğu sütuna doğru kayarken gözlerim keskin gözlerle birleşti. İsabella Ruthen, Cullen Ruthen’in ikizi.

Uzun sütuna sırtını yaslamış ve kollarını göğsünde birleştirmişti. Mavi gözleri alev alevdi ve kesinlikle beni öldürecek gibi bakıyordu. Yaslandığı duvardan bize doğru ilerlemeye başladığını gördüğümde midem takla attı. Çok değil sadece birkaç saat öncesinde erkek kardeşini duvara yapıştırmıştım ve eğer okuldan tamamen uzaklaşmak istemiyorsam beladan uzak durmalıydım. Fakat bela üzerime yürüyorken bu biraz imkânsızdı.

“Sen!” dedi üzerimdeki zırhın deri şapkasını çeliştirerek. “Sen bundan kurtulabileceğini mi sanıyorsun?” Çekişi sertleştiğinde zırhıma zarar gelmesini istemediğim için onu ittirmek zorunda kaldım. Tökezleyen genç kız beklediğimin aksine yere düşmekten son anda kurtuldu ve yeniden bana doğru bir hamle yaptığında hedefi bu sefer bileklerimdi.

“Bıraksana kızım senin derdin ne?” Mary İsabella’nın bileklerimi tuttuğu elini çekiştiriyor ve beni ondan kurtarmaya çalışıyordu. İkimizde daha fazla ceza almamı istemediğimizden sihir kullanamıyorduk ve onun bu tavırları çevredeki öğrencilerin dikkatini çekiyordu.

Kontrol edemediğim bir şekilde avuçlarımın ısındığını hissettiğimde kendisini geriye doğru çekti ve tam o an küçük bir kıvılcım kendisini göstererek havaya doğru süzüldü. “Sen.” Diye inledi bir elimden çıkan kıvılcıma bir bana bakarak. “Sen bizi öldürmek mi istiyorsun?”

“Abartma İsabella sadece küçük bir kıvılcımdı.” Daha fazlasına engel olmak istediğimden yumruklarımı sıkmak zorunda kalmıştım zira nedenini anlamadığım bir şekilde sihrim bana itaat etmiyordu. “Bu uzaklaştırmayla kalmayacak.” Dedi benden bir adım uzaklaşarak. “Bu okula döndüğünde burada barınamayacağından emin ol melez kız çünkü seni burada istemiyorum. Kimse istemiyor.”

“Eminim öyledir.” Öyle olduğunu bende iliklerime kadar hissediyordum fakat şuan onunla uğraşmak bana gereksiz bir zevk veriyordu. Başta korku vardı fakat şimdi karşımda köpürdüğünü görmek beni mutlu ediyordu. Yüzüme bir gülümseme yayıldığını hissettim. “Elinden geleni ardına koyma İsabella, ne seninle ne de kardeşinle ilgilenmiyorum.”

“Bir sorun mu var?” George’un sesi gerilimin arasına bir bıçak gibi girdiğinde İseballa kafasını hayır anlamında sağa sola sallarken Mary işaret parmağını kafasının orasında birkaç tur döndürerek yapmak istediğim imayı yaptı. Ruthen’ler deliydi ve acilen tedaviye ihtiyaçları vardı. George bana doğru bakıp elimdeki valizi aldığında artık gitme zamanı geldiğini fark etmiş ve hızlıca Mary ile vedalaşmıştım. Ona sadece on gün görüşemeyeceğimizi söylesem de inatla bunun çok fazla olduğunu söyleyip sızlanıyordu. Ona sıkıca sarılmış ve çenesini kapatmasını rica etmiştim. Bu onu güldürmüştü. Mary diğer tanıdıklarıma göre olması gerektiğinden çok daha kolay mutlu oluyordu ve bu onun en sevdiğim özelliklerinden biriydi. Hatta belki de favorimdi.

 

**

George’un taş evi akademiden çok uzaktaydı ve oraya yürüyerek gidemezdik. Atların bulunduğu ahırın kapısına geldiğimizde büyük ve ağır gözüken kapıyı zorlanmadan tek bir hareketle açtı ve içeriden gelen çamura karışmış tezek kokusu midemi bulandırdı. Yüzümü kırıştırdığımda bana döndüğünü gördüm. “Başta iğrendiriyor ama sonrasında alışıyorsun.” Dedi yeniden önüne dönerek. İçeriye girdiğinde ahırın kapısının önündeki sürgüyü görmeyerek ona takıldım. Dudaklarımdan tiz bir çığlık koptuğunda neredeyse yere düşüyordum. Son anda dengemi toparladığımda çıkardığım ses atların bazılarını çoktan ürkütmeye yetmişti. Zavallı hayvanlar kendilerini bir oraya bir buraya sallamış ve bağlı oldukları kayışlar sayesinde oldukları yerde kalmışlardı.

Kayışlar olmasaydı ne olacağını düşünmek bile istemiyordum.

George bana döndüğünde elimde gülümsemekten başka bir kozum yoktu. Mahcup bir ifadeyle gülümseyişime gözlerini devirerek karşılık verdiğinde iç çektim ve ellerimi havaya kaldırdım. “Seni uyarmalı mıydım Bea?” Diye sordu diğer atların aksine oldukça sakin bir ifadeyle ona bakmaya devam eden atan doğru yaklaşarak. Onun yanına geldiğimde hiç düşünmeden “Evet.” Dedim. “Kendimi bildim bileli seninle yaşıyorum ve sakarlıklarımı ayrıca onların yol açtığı tüm sorunları gördün yani bu teknik olarak senin hatan.”

Küçük kahkahası ahırın duvarlarında yankılandığında bende gülmeden edemedim. Kısa süre içerisinde George’un atı Eira’nın üzerine binmiş ve akademiden ayrılmıştık. Uzun ağaçların olduğu patikalara girdiğimizde ormanın büyüsüne kapıldım. Biz ateş büyücüleri güçlerini doğadan alırdı fakat kaynağı net değildi. Yanan şeylerden net bir şekilde güç alkıyorduk fakat bu asıl kaynak olmadığından büyücüler kendi aralarında bu konu hakkında çeşitli teoriler üretmişlerdi. Bazı büyücüler doğrudan dünyanın merkezinden aldığımızı bazıları da yanardağlar aracılığı ile bunu sağladığımızı savunurken nadiren bazı büyücüler güneşi seçiyordu. Diğer büyücülerin güçlerin aldığı şeyler belliydi. Bir toprak büyücüsü gücünü ağaçlardan ve bitkilerden alırken hava büyücüsü ise doğrudan havadan en çok da buluttan alıyordu. Bunu bilen her kimse havanın bulutlu olduğu bir gün havacılara bulaşmayı pek tercih etmezdi.

Su büyücüleri güçlerini herhangi bir su damlasından alabilirdi. Bazen tehlikeli olmaları için havanın nemli olması bile yeterken bazen birinin gözyaşlarını da kullanabiliyordu. Bir de kan vardı. Kanın yüzde yetmişi su olduğundan bir yerinizi keserseniz su büyücüleri kanınıza kolaylıkla hükmedebilirdi. O yarayı kapatabilir ya da daha da kanamasına neden olarak ölümünüze de sebep olabilirlerdi. Fakat bu yetenekleri bir tek ateş büyücüleri üzerinde bir işe yaramıyordu. Çünkü onların damarlarında akan su damlacıkları bu büyücülere itaat etmiyordu. Ruh biliyordu ki ateş suya dokunursa tıslayarak sönerdi.

“Bir şey sorabilir miyim?” Konuştuğumda ortamın ne kadar sessiz olduğunu fark ettim. Atın ayak sesleri dışında tek bir ses bile çıkmıyordu. George, eyerin üzerinde kıpırdanarak söylendi, “Sorma desem de sormayacak mısın?” Ona doladığım kollarımı daha da sıkılaştırdım. “Evet soracağım.”

Hafif bir kahkaha attı. “Sor o zaman.” Dediğinde içinde yol aldığımız ormanın sıklığı azalmaya başlamıştı. “Babam ve sen nasıl tanıştınız?” Onların fazla yakın olduklarını zaten biliyordum fakat asla ne zaman ya da nasıl tanıştıklarını sormamıştım fakat bugün olanlardan sonra babam hakkında iyi şeyler duymak istiyordum çünkü adının yanına eklenen böylesine kötü cümlelerin tek başına zihnime kazınması beni deli ediyordu. Ne annem ne de babam kötü değillerdi. Aralarındaki ilişki çıkar ilişkisinden fazlasıydı.

“Hayatımı kurtardı.” Dediğinde sesinin titrediğini duydum. Belki de yüzümüze doğru esen kuvvetli rüzgârın bir oyunuydu bu. Belki de babamı özlüyordu. “Daha çok küçüktüm ve suyun hâkimi değildim fakat bunu bile bile okyanusa atlamıştım. Neredeyse boğuluyordum ama tıpkı benim gibi küçük bir çocuk o azgın dalgaların arasına atlayarak beni karaya çıkardı. Kolay değildi, sürekli kafasından tuttuğum için az daha onu da boğuyordum.”

“Hayal edebiliyorum.” Derken yüzümdeki gülümsemeye engel olamıyordum. Kırgın ve buruk bir gülümseme değildi bu sefer cidden eğleniyordum.

“Daha sonra akademide karşılaştık ve derslerimde bana yardımcı oldu.”

Bütün yolu babam ve onun arkadaşlığı hakkında konuşarak geçirdik ve bu kalbimi şefkatle doldururken baştan aşağıya ürpermeme neden olmuştu. Onun adını duymak varlığını iliklerime kadar hissetmek bana güç veriyordu ve eğer bugün hala buradaysam bunu onun için yapıyordum. Annemde vardı elbette fakat daha çok babam için çabalarken buluyordum kendimi. Annemi sevmediğim anlamına gelmezdi bu. Babamla bizi çeken mutlak şey sihrin ta kendisiydi ve bunu inkâr etmek aptallık olurdu. Hala göğsümde duran hançer bana manevi bir ağırlık yaşatırken at usulca durdu. Etrafa baktığımda aşina olduğum o taş evi gördüm. Eve gelmiştik

Loading...
0%