@nusseo_
|
Bilincimi yeniden kazandığımda yabancısı olduğum bir tavana bakıyordum. Bedenimin uzandığı yatak yumuşacıktı. Ayağa kalkmam gerekiyordu fakat bu hareketi yapacak gücü kendimde bulamıyordum. Gözlerimle odayı incelediğimde fazla büyük olmayan bir odada olduğumu fark ettim. Bir köy evine benziyordu. Bulunduğum alanı aydınlatması için iki adet gaz lambası karşılıklı olarak odanın duvarlarına asılmıştı ve alevlerin gölgeleri duvarda dans ediyordu.
Ayaklarım soğuk zemine temas ettiğinde bedenim titredi. Ölüm korkusu daha önce hiç bu kadar yakın değildi. Dengemi kaybetmemek için yatağın başlığına tutundum bir süre. Yine de yardımcı olmadı ve dengemi toparlayamayarak sendeledim. Tekrardan yatağa oturduğumda kaçamayacağım gerçeği yüzüme bir tokat gibi çarptı ama pes etmek lugatımda yoktu. Tekrardan ayağa kalkıp duvarlara tutunarak ilerlemeye başladım. Duvarlarla aynı renkte olan kahverengi kapıya geldiğimde biraz tereddütle odanın kapı koluna uzandım.
Hayır, sadece korkuyorsun ve beynin sana oyun oynuyor Bea.
"Yalnız mıydın?" Hayır anlamında kafamı salladım. "Kiminleydin?" "Üvey annemle." Bir gözyaşı daha yanağıma düştü. Neden yaşlarımı durduramıyordum? "At biniyorduk." "Güneş daha yeni doğarken mi?" Zeminde tuttuğum bakışlarımı yeniden ona doğru çevirdim. Doğruyu söylediğime inanmamış mıydı? "İnsanların bundan daha zeki olduğunu düşünürdüm. "Yalan söylemiyorum." Bunnu söylerken sesim normal olduğundan daha tiz çıkmıştı. Titrediğimi fark ettim. Korkuyordum çünkü o tüm güce sahipti ve tek yanlış hareketim ölmüme sebep olabilirdi. "Bir meleze kolay kolay güvenemem." Derin bir nefes aldım. "İnsan kanı taşıdığım kadar büyücü kanı da taşıyorum." "Biliyorum." Dedi tereddüt etmeden. "Ama ilgilenmiyorum." Oturduğu yerden kalktı ve pencereye doğru ilerledi. Dışarıyı seyrediyordu. İstemsizce bakışlarımı pencereye doğru çevirdim. Yangının devam ettiğini açık bir şekilde anlayabiliyorduk. Üstelik daha da büyümüş neredeyse bütün tepenin sırtını sarmış olmalıydı. Her ne kadar alevleri göremiyor olsamda tepenin arkasından yükselen siyah dumanlar yangının kanıtıydı. "Biliyorum." Dedi bana doğru dönmeden. "Ama seni şuan bırakamam." "Neden?" Diye sorduğumda kendimi aptal gibi hissettim. Nedeni yangından başka bir şey değildi. Belki bana güvenmiyor oluşunu da ekleyebilirdik ama asıl neden kesinlikle yangın olmalıydı. Harıl harıl yanan tepe bizi diğer büyücülerin yaşadığı alana götüren araziler bunu sağlayan tek yollar değildi. Fakat tek güvenli olanlar onlardı.
*** O gece uyuyamamıştım. Bütün gece boyunca o küçük odanın içerisinde bir ileri bir geri yürümüş ve zamanınım çoğunu yatakta uzanarak geçirmiştim. Penceresi bile olmayan bu odada geçirdiğim saatlerin ardından sabah olduğunu Pierce'in çıkarttığı seslerden anlamış ve usulca kapıyı aralayıp onu kontrol etmiştim. Uzun saçları bu sefer dağınıktı ve üzerinde beyaz bir önlük vardı. Onu daha iyi görebilmek için koridorda ilerledim. Mutfakta bir şeyler pişiriyordu. Onu dikizlemem yanlıştı. Tekrardan odaya dönemek için hareketlendiğimde duvara asılmış tablolardan birine çarptım ve yere düşmek üzere olan tabloyu son anda havada yakaladım. Tabloyu yerine geri astım ve koridordan salona girdim. Artık saklanmanın bir anlamı kalmamıştı. "Günaydın." Dedi tezgahtan ayrılmayarak. Önünde duran tencerenin içerisinden çıkan dumanları gördüğümde ne kadar acıktığımı fark ettim. Yemek yemeyeli çok olmamıştı fakat yorgunluk acıktırmıştı. "Orada öylece dikileceğine oturmaya ne dersin?" Dedi ve bana doğru döndü, elinde iki adet kupa tutuyordu. Birini masadaki bir sandalyenin önüne koyduktan sonra hemen karşısındaki sandalyeyi çekti ve bardağını dökmemeye dikkat ederek oturdu. Bardağından dolu bir yudum aldı. Tek kelime etmeden sandalyeye oturdum. Önümdeki bardağın içinden oldukça iştah açıcı kokular yükselsede yemek konusunda emin olamamıştım. Bardağı parmaklarımın arasına alarak kaşlarımı çattım. Yeniden ona döndüğümde bana bakıyordu. Tereddütümü sezmiş miydi? "Canım istemiyor." Dediğimde açıklamayı neden yaptığımı bilmiyordum. "Bence bana güvenmiyorsun." Dedi bir yudum daha alarak. "Yanlış anlama ama bir şey belirtmek istiyorum." Diye devam etti. Onaylarcasına kafamı salladım. "Seni benim ormanımda bir insanlar buldum, öldürmek veya ölüme terk etmek yerine hayatını kurtardım. Çuğu büyücünün yerini bilmediği evime getirdim ve sana bir oda verdim." Elinde tuttuğu bardağı usulca masaya bıraktı. "Burada güven sorunu olacak biri varsa o kişi ben olmalıyım." "Bana acımayacağını söyleyen sendin?" Dedim bir kaşımı kaldırarak. "Bende sana güvenemem." önümdeki bardağı ona doğru ittirdim. Bardağı bana geri doğru ittirdi. "Yalan mı söylüyorsun?" Tereddütsüz "Hayır." Dedim. "O halde endişelenmeye gerek yok." Bir süre daha inat etmeyi çok isterdim fakat middemden gelen uğultular katlanılamayacak kadar yükseldiğinde üç yudumda kasemdeki çorbayı bitirdim. Belkide bu kadar hızlı yemek yediğimden Pierce beni bir hayvan olarak değerlendirmişti? Gerçi bana neydi. Yakında buradan gidecektim ve burası ile ilgili sahip olacağım tek şey kötü anılarım olacaktı. Kısa süre sonra Pierce masanın üzerindeki bardakları aldı ve tezgaha yöneldi. Bardakları hızlıca yıkarak raflara yerleştirdi. Düşünmekten kendimi alı koyamadım. Yemek yapmayı becerebilen pek fazla erkek yoktu etrafımda. George bile acıktığında ya bir sandeviç yapar ya da yumurta kırardı -genelde onları yakmaktan ya da aşırı çiğ bırakmaktan basşa bir şey yapamıyordu- Bu yüzden yemek işini ya irene ya ben aramızda hallediyorduk. Fakat o öyle değildi. Bu kadar iyi pişirebildiğine göre yalnız yaşıyor olmalı diye düşündüm. "Ne zaman ayrılacağız?" Diye sordum onun üzerindeki önlüğü çıkartmasını izlerken. Sessizlik sinirlerimi bozmaya ve düşüncelerimle oynamaa başlamıştı. "Miya ve İan geldiğinde çıkacağız." "İan?" "Bizi dinlediğin sırada duyduğun erkek sesinin sahibi." Oturduğum yerde huysuzlandım. Beni öldürmekten bahseden büyücülerle bir yola çıkmak korkutucu bir his uyandırıyordu. Tepeden tırnağa ürperdiğimi hissettim. Bir melez olarak bir büyücüyü belki hallederdim ama iki büyücüyü halletmek imkanız olurdu. "Hey." Dediğini duyduğumda düşüncelere dalıp gittiğimi fark ettim. Belkide adımı on kere söylemişti. Düşüncelere daldığım zaman dış dünyayı duymazdım. Tepkilerime dikkat ederek ona doğru döndüm. Bir elini omuzuma yerleştirmişti. "Ben söylemeden sana zarar vermezler." Elini omuzumdan uzaklaştırmak amacıyla biraz geriye doğru çekildim. Bu hareketimle benden tamamen uzaklaştı. "İçim rahatladı ya çokk sağol." Diye söylendim. Sesimde alaycı bir ton vardı ve o bunu anlamıştı. Bir anlığına gülümsedi ve elindeki önlüğü sandalyenin üzerine astıtan sonra koridordaki odalardan birine girdi. Derin bir of çektim. Yalan söylemiyordum ve beni öldürmek için hiç bir nedeni yoktu. Ölmeyecektim. Ailenin katilini bulmadan olmaz. Diye yannıtladı iç sesim. Kendime yakın zamanda edindiğim bir gayeydi bu. Ormanda saldırıya uğradığım zaman duyduklarım bu düşünceleri zihnime adeta bir nakış gibi ilmek ilmek işlemişti. Hayır. Daha çok bir tümör gibiydi. Zihnimi içten içe kemiren kötü huydu bir tümör.
|
0% |