Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@nusseo_

Bilincimi yeniden kazandığımda yabancısı olduğum bir tavana bakıyordum. Bedenimin uzandığı yatak yumuşacıktı. Ayağa kalkmam gerekiyordu fakat bu hareketi yapacak gücü kendimde bulamıyordum. Gözlerimle odayı incelediğimde fazla büyük olmayan bir odada olduğumu fark ettim. Bir köy evine benziyordu. Bulunduğum alanı aydınlatması için iki adet gaz lambası karşılıklı olarak odanın duvarlarına asılmıştı ve alevlerin gölgeleri duvarda dans ediyordu.


Zihnimi yokladığımda hatırlayabildiğim en son detay bir insanın bana saldırışıydı. Sonrasında olanlar ise çok net değildi. Bir alev topunun yükselişini anımsıyordum. Üzerimdeki adamı yere devirişini ve vücuduma yapışan kül tabakası yüzünden ayağa kalkmaktan aciz olduğumu.
Anneni öldürdükleri gibi seni de öldürecekler.


Zihnimde yankılanan yabancının sesi ile hızla yatakta doğruldum. Bu hareketim üzerimdeli yorganın yere düşmesine neden olurken kıyafetlerimin üzerimde olmadığını fark ettim. Neyse ki çıplak değildim fakat üzerimde başka birinin kıyafetleri vardı. Bir kadına ait olmayacak kadar büyüklerdi. Her şeyin renksiz olduğu bu odada tek renkli şey üzerinde yattığım nevresim takımıydı. Ayaklarımı yataktan yere uzatırken içimdeki panik duygusunun büyümesiyle kapıya baktım. Ya evin sahibi bir anda içeriye girip uyandığımı görseydi. O zaman ne olurdu? Bana saldırır mıydı?

Ayaklarım soğuk zemine temas ettiğinde bedenim titredi. Ölüm korkusu daha önce hiç bu kadar yakın değildi. Dengemi kaybetmemek için yatağın başlığına tutundum bir süre. Yine de yardımcı olmadı ve dengemi toparlayamayarak sendeledim. Tekrardan yatağa oturduğumda kaçamayacağım gerçeği yüzüme bir tokat gibi çarptı ama pes etmek lugatımda yoktu. Tekrardan ayağa kalkıp duvarlara tutunarak ilerlemeye başladım. Duvarlarla aynı renkte olan kahverengi kapıya geldiğimde biraz tereddütle odanın kapı koluna uzandım.
Kapı açıldığında ufak bir gıcırtı kulağıma doldu. Odadan çıktığımda evin koridorunun fazla uzun olmadığını fark ettim. Duvarlar gaz lambaları ile doluydu ve hepsi alev alevdi. Duvarlara tutunarak koridorda ilerlemeye başladım. Yanyana dizili tablolara ulaştığımda onları inceleyecek bir vaktim yoktu. Koridorun bitimine yaklaşmıştım. Bir adım daha atmak üzereydim ki köşede hareket eden bir gölge ile bedenimi duvara bastırmam bir oldu ve o bir takım sesler duydum. Bir adamın sesiydi bu.


"Hayır, henüz uyanmadı fazla yorgun, uyanması zaman alacaktır." Yabancının sesi oldukça bitkin geliyordu. Bir süre duraksadıktan sonra kısa bir iç çekişle devam etti. "Uyandığında buraya neden geldiğini öğreneceğim."


"Bunu nasıl yapacaksın?" Bu sefer duyduğum bir kadın sesiydi ve öfkesi duvarları aşıyordu. "Onu buraya getirerek zaten başımıza yeterince dert açtın Pierce." Başka bir yabancının cümlesiyle kadının söyledikleride yarım kalmıştı. "Bence onu öldürmeliydin." Diyordu.
"Hayır." Diye yanıtladı adının Pierce olduğunu öğrendiğim adam. "Bir melez olmasıyla ilgilenmiyorum. Onda hala büyücü kanı var bunu yapamam." Derin bir nefes aldı. "Fikirleriniz benim için çok değerli fakat biraz fazla acımasız." Bir bardağın sert bir yüzeye konma sesi kulaklarıma doldu. "Bence artık gitmelisiniz."


"Seni burada bırakamayız. Bir melezle olmaz." Aynı kadın konuşuyordu, sesinde endişe vardı. "Bir melez beni öldüremez Miya." Kumaşın sürtünme sesi. "Peki o halde." Miya oturduğu yerden kalmış olmalıydı. "Ama onu fazla hafife alıyorsun. Evet, iyi bir büyücü olabilirsin fakat insanların neler yapabileceğinin farkına varmalısın hepsi Lin kadar masum değil."


"Kimse Lin kadar masum değildi." Pierce konuştuğunda ses tonu değişmişti. "Artık gitmelisiniz."


Ortalığın sakinleşmesini bekledim bir süre. Bedenimi olabildiğince duvara yasladım. Geldiğim odaya geri dönmeliydim ve bir kaçış planı düşünmeliydim. Geriye doğru bir adım attığımda oturma odasında hareketliliğin durduğunu hissettim. Omuzun üzerinden baktığımda bana doğru bakan bir çift kırmızı göz korkudan yerimden sıçramama neden olduğunda dengemi duvara tutunarak koruyabildim. "Amacım sizi dinlemek değildi." Dedim geriye doğru bir adım daha atarak. "Sadece buradan gitmek istiyorum."


"Biliyorum." Kafasını yukarıya doğru kaldırdı ve o an yüz hatlarını gördüm. Geniş alnı ve hafifçe geriye çekilmiş saç çizgisi kendisine olgun bir hava katıyor, çekik gözlerinin içerisinde parlayan kırmızı gözleri ve başında topuz olarak toplanmış uzun siyah saçları onun bir ateş büyücüsü olduğunu haykırıyordu. Yüzü fazla kusursuzdu fakat başka birinde olsa kusur olarak değerlendirebileceğim bir yara izi vardı. Sol kaşının üzerinde oldukça derin fakat küçük bir yara izi ona kusurdan çok daha başka özellikler katmıştı fakat bu özelliklerin ne olduğunu kestiremiyordum. Çekici miydi?

Hayır, sadece korkuyorsun ve beynin sana oyun oynuyor Bea.


"Korkma." Yabancı adam konuştuğunda düşüncelerimden sıyrıldım ve bir adım daha geri gittim. "Korkmuyorum." Her ne kadar korkmuyorum desem de gözlerimle kaçacak bir delik ya da saldıracak eşya aramaktan kendimi alamıyordum. "Güzel." Yabancı bir adım uzaklaşarak doğrudan gözlerime baktı. Gözleri daha önce hiç bir büyücüde görmediğim kadar koyu bir kırmızıydı ve bu sanki bana baktığında beni okuyabiliyormuş gibi hissetmeme neden oluyordu. "Adımı biliyorsun ama ben senin adını bilmiyorum."


"Beatrix."


Adımı bir süre sessiz bir şekilde tekrar etti ve en sonunda duvara yaslanarak bana yeşil renkteki koltuğu işaret etti. "Senin yerinde olsaydım o halde ayakta durmazdım."


Kendimi salondaki koltuklardan birine bıraktığım an gözlerimle etrafı taradım. Buradan kaçacak olursam hatırlayacaklarım bana avantaj sağlayabilirdi. El oyması desenlerle süslenmiş tahta kapıdan bakışlarımı ayırdığımda yabancının karşımdaki koltukta öylece oturduğunu gördüm. Kaslarım gerildi. Etrafı süzdüğüm gibi o da beni süzüyordu.


"Ee." Dedi en sonunda sessizliğini bozarak. "Burada öylece oturacak mıyız?"


Kaşlarım çatıldı. "Ne yapmamı istiyorsun?" Diye sorarken buldum kendimi.


"Anlatmanı istiyorum." Hafifçe öne doğru eğildi. Derin bir nefes aldı. "Sabahın ilk ışıklarında benim ormanımda ne aradığından başlarsan çok güzel olurdu ama burada misafir olduğun için başlangıç noktasını sana bırakacağım."


Yaşadığım şeyler tekrardan gözümün önüne geldiğinde titrediğimi hissettim. İrene geride kalmıştı. Ormandan çıkmayı başarmış mıydı? George'u bulup yangını söndürmek için döndüklerinde ne hissetmişlerdi? Yokluğumu fark etmişler miydi? Fark ettilerse ne yapmışlardı? Beni arıyorlar mıydı?


Bilmiyoruz. Dedi iç sesim acımasızlıkla dolu bir fısıltıyla. Hiç birini bilmiyoruz.


O an her şey tekrarlandı. Boğazıma sarılan ve saçlarımı çeken o insanın ellerini tekrardan bedenimde hissettim. Bir gözyaşı yanağımdan aşağıya doğru aktığında derin bir nefes aldım.


"Geziniyordum." Dedim sakinliğimi korumaya çalışarak. "Özel mülkün olduğunu bilmiyordum bilseydim gelmezdim."

"Yalnız mıydın?"

Hayır anlamında kafamı salladım.

"Kiminleydin?"

"Üvey annemle." Bir gözyaşı daha yanağıma düştü. Neden yaşlarımı durduramıyordum? "At biniyorduk."

"Güneş daha yeni doğarken mi?" Zeminde tuttuğum bakışlarımı yeniden ona doğru çevirdim. Doğruyu söylediğime inanmamış mıydı? "İnsanların bundan daha zeki olduğunu düşünürdüm.

"Yalan söylemiyorum." Bunnu söylerken sesim normal olduğundan daha tiz çıkmıştı. Titrediğimi fark ettim. Korkuyordum çünkü o tüm güce sahipti ve tek yanlış hareketim ölmüme sebep olabilirdi.

"Bir meleze kolay kolay güvenemem."

Derin bir nefes aldım.

"İnsan kanı taşıdığım kadar büyücü kanı da taşıyorum."

"Biliyorum." Dedi tereddüt etmeden. "Ama ilgilenmiyorum." Oturduğu yerden kalktı ve pencereye doğru ilerledi. Dışarıyı seyrediyordu. İstemsizce bakışlarımı pencereye doğru çevirdim. Yangının devam ettiğini açık bir şekilde anlayabiliyorduk. Üstelik daha da büyümüş neredeyse bütün tepenin sırtını sarmış olmalıydı. Her ne kadar alevleri göremiyor olsamda tepenin arkasından yükselen siyah dumanlar yangının kanıtıydı.
"Yangını ben çıkartmadım." Dedim. Pencereden bakmaya devam ediyordum. "Eğer gitmeme izin verirsen bir daha yüzümü görmeyeceksin."

"Biliyorum." Dedi bana doğru dönmeden. "Ama seni şuan bırakamam."

"Neden?" Diye sorduğumda kendimi aptal gibi hissettim. Nedeni yangından başka bir şey değildi. Belki bana güvenmiyor oluşunu da ekleyebilirdik ama asıl neden kesinlikle yangın olmalıydı. Harıl harıl yanan tepe bizi diğer büyücülerin yaşadığı alana götüren araziler bunu sağlayan tek yollar değildi. Fakat tek güvenli olanlar onlardı.


Usulca ayağa kalktım. "Yorgunum." dedim ayakta durmak sandalyeden destek alarak. Dinlenmeliydim ve onun yorgun bir kadını zorla sorguya çekmeyeceğinden emindim fakat bu kesinliğin nereden kaynaklandığını bilmiyordum. Arkasını dönmeden kafasını salladı ve gitmeme izin verdi. Bu bana güvendiği anlamına mı geliyordu? Hiç sanmıyordum. Usulca daha az önce uyandığım odaya doğru ilerledim. Tahta kapıyı araladım ve içeriye girdim. Kapıyı tam arkamdan kapatak üzereydim ki tekrardan onun yüzün gördüm. "Yarın seni kasabaya götüreceğim." Dedi kapıyı bir eliyle tutarak. Kapıyı kapatmama engel olacak kadar sıkı tutmamıştı çünkü bunu yapamayacağımı biliyordu. Benim durumumda olan biri bunu kolay kolay yapamazdı. Ne kadar az tehtidkar görünsem işime gelirdi. Onaylarcasına kafamı salladım.


"Orada bir büyücü var. Bana anlattıklarını ona da anlatacaksın. Eğer doğruyu söylüyorsan sana yardım ederim fakat söylediklerinin bir kelimesi bile yalansa sana acımam." Elini kapının üzerinden çekti. "Büyücü tarafın umurumda bile olmaz."

                                                                                                      ***

O gece uyuyamamıştım. Bütün gece boyunca o küçük odanın içerisinde bir ileri bir geri yürümüş ve zamanınım çoğunu yatakta uzanarak geçirmiştim. Penceresi bile olmayan bu odada geçirdiğim saatlerin ardından sabah olduğunu Pierce'in çıkarttığı seslerden anlamış ve usulca kapıyı aralayıp onu kontrol etmiştim. Uzun saçları bu sefer dağınıktı ve üzerinde beyaz bir önlük vardı. Onu daha iyi görebilmek için koridorda ilerledim. Mutfakta bir şeyler pişiriyordu. Onu dikizlemem yanlıştı. Tekrardan odaya dönemek için hareketlendiğimde duvara asılmış tablolardan birine çarptım ve yere düşmek üzere olan tabloyu son anda havada yakaladım. Tabloyu yerine geri astım ve koridordan salona girdim. Artık saklanmanın bir anlamı kalmamıştı.

"Günaydın." Dedi tezgahtan ayrılmayarak. Önünde duran tencerenin içerisinden çıkan dumanları gördüğümde ne kadar acıktığımı fark ettim. Yemek yemeyeli çok olmamıştı fakat yorgunluk acıktırmıştı.

"Orada öylece dikileceğine oturmaya ne dersin?" Dedi ve bana doğru döndü, elinde iki adet kupa tutuyordu. Birini masadaki bir sandalyenin önüne koyduktan sonra hemen karşısındaki sandalyeyi çekti ve bardağını dökmemeye dikkat ederek oturdu. Bardağından dolu bir yudum aldı. Tek kelime etmeden sandalyeye oturdum. Önümdeki bardağın içinden oldukça iştah açıcı kokular yükselsede yemek konusunda emin olamamıştım. Bardağı parmaklarımın arasına alarak kaşlarımı çattım. Yeniden ona döndüğümde bana bakıyordu. Tereddütümü sezmiş miydi?

"Canım istemiyor." Dediğimde açıklamayı neden yaptığımı bilmiyordum.

"Bence bana güvenmiyorsun." Dedi bir yudum daha alarak. "Yanlış anlama ama bir şey belirtmek istiyorum." Diye devam etti.

Onaylarcasına kafamı salladım.

"Seni benim ormanımda bir insanlar buldum, öldürmek veya ölüme terk etmek yerine hayatını kurtardım. Çuğu büyücünün yerini bilmediği evime getirdim ve sana bir oda verdim." Elinde tuttuğu bardağı usulca masaya bıraktı. "Burada güven sorunu olacak biri varsa o kişi ben olmalıyım."

"Bana acımayacağını söyleyen sendin?" Dedim bir kaşımı kaldırarak. "Bende sana güvenemem." önümdeki bardağı ona doğru ittirdim. Bardağı bana geri doğru ittirdi. "Yalan mı söylüyorsun?"

Tereddütsüz "Hayır." Dedim.

"O halde endişelenmeye gerek yok."

Bir süre daha inat etmeyi çok isterdim fakat middemden gelen uğultular katlanılamayacak kadar yükseldiğinde üç yudumda kasemdeki çorbayı bitirdim. Belkide bu kadar hızlı yemek yediğimden Pierce beni bir hayvan olarak değerlendirmişti? Gerçi bana neydi. Yakında buradan gidecektim ve burası ile ilgili sahip olacağım tek şey kötü anılarım olacaktı.

Kısa süre sonra Pierce masanın üzerindeki bardakları aldı ve tezgaha yöneldi. Bardakları hızlıca yıkarak raflara yerleştirdi. Düşünmekten kendimi alı koyamadım. Yemek yapmayı becerebilen pek fazla erkek yoktu etrafımda. George bile acıktığında ya bir sandeviç yapar ya da yumurta kırardı -genelde onları yakmaktan ya da aşırı çiğ bırakmaktan basşa bir şey yapamıyordu- Bu yüzden yemek işini ya irene ya ben aramızda hallediyorduk. Fakat o öyle değildi. Bu kadar iyi pişirebildiğine göre yalnız yaşıyor olmalı diye düşündüm.

"Ne zaman ayrılacağız?" Diye sordum onun üzerindeki önlüğü çıkartmasını izlerken. Sessizlik sinirlerimi bozmaya ve düşüncelerimle oynamaa başlamıştı. "Miya ve İan geldiğinde çıkacağız."

"İan?"

"Bizi dinlediğin sırada duyduğun erkek sesinin sahibi."

Oturduğum yerde huysuzlandım. Beni öldürmekten bahseden büyücülerle bir yola çıkmak korkutucu bir his uyandırıyordu. Tepeden tırnağa ürperdiğimi hissettim. Bir melez olarak bir büyücüyü belki hallederdim ama iki büyücüyü halletmek imkanız olurdu.

"Hey." Dediğini duyduğumda düşüncelere dalıp gittiğimi fark ettim. Belkide adımı on kere söylemişti. Düşüncelere daldığım zaman dış dünyayı duymazdım. Tepkilerime dikkat ederek ona doğru döndüm. Bir elini omuzuma yerleştirmişti. "Ben söylemeden sana zarar vermezler."

Elini omuzumdan uzaklaştırmak amacıyla biraz geriye doğru çekildim. Bu hareketimle benden tamamen uzaklaştı. "İçim rahatladı ya çokk sağol." Diye söylendim. Sesimde alaycı bir ton vardı ve o bunu anlamıştı. Bir anlığına gülümsedi ve elindeki önlüğü sandalyenin üzerine astıtan sonra koridordaki odalardan birine girdi. Derin bir of çektim. Yalan söylemiyordum ve beni öldürmek için hiç bir nedeni yoktu. Ölmeyecektim.

Ailenin katilini bulmadan olmaz.

Diye yannıtladı iç sesim. Kendime yakın zamanda edindiğim bir gayeydi bu. Ormanda saldırıya uğradığım zaman duyduklarım bu düşünceleri zihnime adeta bir nakış gibi ilmek ilmek işlemişti.

Hayır.

Daha çok bir tümör gibiydi.

Zihnimi içten içe kemiren kötü huydu bir tümör.

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%