Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@nusseo_

Büyücülerin gelmesi çok uzun sürmemişti. Sadece on dakika içerisinde evden ayrılmış ve yollara düşmüştük. Üç adet at vardı. Miya ve İan kendi atlarına bindiğinden ben ve Pierce bir atı paylaşmak zorunda kalmıştık. Atın arkasında öylece oturmuş ve onun beline tutunuyordum. Normal şartlarda bu durumu garipserdim fakat şuan en son umursayacağım şey buydu. Yeni doğan güneş ormana düşen sisin arasından sızıyor ve keskin dikenleri olan akasya dallarını yalıyordu. Boş ormanda yankılanan tek ses at nallarının çıkarttığı vurma sesleriydi.

"Ne kadar kaldı?" Diye sordum. İçinde olduğum durum canımı sıkmaya başlamıştı.

"Fazla kalmadı." Diye yanıtladı Pierce duruşunu sağlamlaştırarak Onun dışındakiler beni görmezden geliyordu. Haksız oldukları söylenemezdi. Onların grubu arasında potansiytel bir tehtidten başka bir şey değildim. Eminim benden kurtulacakları anı iple çekiyorlardı. Ağaçların arasından daha derine girdikçe önce ağaçlar seyreldi. Kısa süre sonra küçük küçük evler görüş alanımıza girdiğinde cidden fazla kalmadığını anladım.

Soğuktan donmak üzere olan ellerim Pierce'in bedeninden ayrılmak üzereydi. Bunu fark eden Pierce bir elini ellerimin üzerine kapattı ve tutuşumu sağlamlaştırdı. "Attan düşmek pek tercih edilen bir ölüm şekli değil." Dedi elini ellerimin üzerinden çekmeden. "At seni ezebilir veya kafanı sert bir yere vurabilirsin."

"Biliyordum." Dedim. Güncel hayatımda sürekli at süren biriydim ve bunun tehlikelerini biliyordum. Üstelik daha önce attan düşmüşlüğümde olmuştu fakat bunu tabiki de ona söylemeyecektim. Bu büyücülerin attan düştüğümü bilmesine gerek yoktu.

"Kafanı çarptığın kısmı dinlemek isterdim." Dedi Miya ve ben daha tepki veremeden atının dizginlerini öyle sert çekti ki zavallı hayvan bir anda hızlanarak köye doğru gözden kayboldu. Bir kez daha içinde olduğum durum suratıma bir tokat gibi çarptı. Pierce'in elinden kurtularak bedenimi biraz geriye doğru çektim. Gözlerimi kapatırken içimden kendime bunların da geçeceğine dair sözler veriyordum fakat iç sesim tam tersini söylüyordu. Acı ve ölüm korkusu asla bitmeyecekti.

Köyün girişinden geçtiğimizde Pierce atı Raven'i bulduğumuz bir ağaca bağladı. Eyerine astığı çantasından bir kese çıkarttı ve keseyi hızla cebine sokuşturdu. Bana doğru dönerek "Köyün meydanına ineceğiz." Dedi. Yüzüne esen rüzgar saçlarını havalandırıyordu. Onaylarcasına başımı salladım ve Miya'ya döndüm. Delici bakışlarını hala sırtımda hissediyordum. Buradaki varlığımdan duyduğu rahatsızlığı doğrutan yansıtan tek kişiydi. Atına doğru bir adım attığı sırada Pierce'den kesin bir ses yükseldi.

"Siz gelmiyorsunuz."

Miya bunu sezmiş olmalıydı ki tek bir kelime etmeden bir kenara doğru çekildi. Onu İan ile birlikte geride bıraktıktan sonra Pierce ile birlikte meydana doğru ilerlemeye başladık. Köy derinleştikçe taş evlerin kat sayısı artıyordu. Nüfus meydanda toplanmış olamıydı. Her bir yanda neredeyse sönmek üzere olan meşaleler vardı. Küçük bir orman sayılabilcek kadar sık ağaçları olan düz bir patikaya vardığımızda evler tamamen bitmişti. Ağaçların arasından kocaman bir düzlüğe çıktık. Karşımızda tıpkı diğer evlerden gibi taştan yapılma bir ev vardı fakat daha büyük ve lükstü. Bir kralın kolaylıkla yaptırabileceği bir av köşküne benziyordu. Uzun duvarları kocaman bir tahta kapıyla birleşiyor duvarın bir kenarından akan su şelale algısı yaratıyordu.

Bu büyücüsü olmalı diye düşündüm.

Bahçenin bahçesinde yürürken yeşil taşlardan yapılmış büyük bir süs havuzunun önüne geldik. Kendimi tutamayarak parmaklarımı suyun içerisine soktuğumda suyun içerisinde yüzen küçük balıklar parmaklarımı gıdıkladı. Rengarenk ve çeşit çeşitlerdi. Kendi dünyaları o süs havuzundan ibaretti.

"En azından güvendeler." Diye mırıldandım kendi kendime.Pierce beni duymamış olacak ki beni süs havuzunun yanında bırakıp taş eve doğru ilerledi.

Sende öyle sanıyorsun. Diye yanıtladı iç sesim.

"En azından güvendeyim."

Garip bir histi. Güvende olmak için yaşadığım ülkenin bakşentine ble gidememek. Okuduğun okulun duvarları ve evimin bahçesinden dışarıya çıkamamak, hayattan koparılmak. Kendi çevrende gelişen hayattan dışlanmak. Ceza gibi geliyordu. Güvende olacağımı sanarak hayatımın çoğunu kaçarak ve saklanarak geçirmiştim ama ormana gittiğimde bile insanlar tarafından çevreleniyordum. Adım her yerde olmasa da namım herkesin dilindeydi. Yüzbaşı Carol'un yasak aşından doğma bir melez. Diyorlardı.

Dünya sandığım kadar küçük ve güvenli değildi. Sadece kafamı eşikten çıkartmamıştım.

Yüzüme vuran rüzgarla kendime geldim. Yanaklarım soğuktan kurumuş ve dudaklarım çatlamıştı. Üzerimdeki pelerinimin eteklerini kaldırarak taş zeminde ilerledim ve Pierce'in yanına geldim. Açıkta kalan kafasını pelerininin şapkasıyla örttü ve kapıyı çaldı.

"Gözlerine bakma."

"Ne?"

"Sadece dediğimi yap. Daha fazlasını bilmene gerek yok."

Taş evin kapısı açıldığında ev sahibi yaşlı kadın ile kısa bir süre gözgöze geldim ve hemen gözlerimi yere diktim. İçimde bir şeyle rona güvenmemin zararı olmayacağını söylüyordu. En azından hala hayattaydım değil mi?

Evin içi dün gece kaldığım evden çok farklıydı. Bahçedeki süs havuzunun varlığını resmen burada da hissediyordum. Her yer yeşilin farklı bir tonuydu. Üzerinde yürüdüğümüz zemin süs havuzunda kullanılan taşlarla aynıydı. Her adımımızda altımızda gıcırdanıyorlardı.

"Hoşgeldiniz." Dedi yaşlı kadın. Onu çok kısa bir süre gördüğüm için neye benzediğini bilmiyordum. Tek hatırladığım sarıya çalan gözleriydi. Kıyafetlerimin içini görebiliyor gibi hissettiren bakışında fazla mana vardı.

"Siz iki genci buraya atan rüzgar nedir?" Sandalyenin zemine sürtme sesini işittigimde yaşlı kadın oturmuştu.

"Öğrenmek istediğim bir şeyler var." Pierce konuşurken sesi tok çıkmıştı. Kendinden emindi. "Onun hakkında."

Yeşil zeminde gezdirdiğim bakışlarımı yeniden Pierce'e çevirdim. O da doğrudan bana bakıyordu. Kırmızı gözleri ateş gibi parlarken kafasını salladı. Bir şey olamayacak der gibiydi.

Bakışlarımı tekrardan yere eğdim. İskelet gibi ince bir el önce suratımdaki pelerini açtı ve sonra uzun parmaklar suratıma dolandı. Geri çekilmek istedim fakat yaşlı kadının elleri o kadar sıkıydı ki eğer bunu yaparsam kafam kopabilirmis gibi hissetmiştim.

Derin bir nefes alarak gözlerimi kapattım ve kendimi rahatlatmaya çalıştım.

Bir şey olamayacaktı.

"Bir yol var." Dedi kafin parmaklarını suratımdan çekerek. "Oldukça uzun ve dikenli bir yol. Üzeri kanla ve tuzaklarla kaplı fakat bu tanrıların bir oyunudur, eğer bu imtihanları başarıyla geçerseniz yolun sonunda güneş açacak." Gözlerinden kaçırarak yaşlı kadına doğru baktım. Uzun ve kemikli bir yüze sahipti. Saçları bembeyazdı fakat bu beyazlığın onun su büyücüsü olmasıyla fazla bir alakası olduğunu sanmıyordum. Bariz yaşlanmışdı.

"Tehlikeli değilsin." Dedi ve koltuğunda kıpırdandı. "En azından şimdilik." Bakışlarını Pierce'e çevirdi. "Senin için de tehdit unsuru değil." Diye devam etti. "Korumak istediğin bir şey var. Onu canından çok seviyorsun fakat sakındığın bu tehlike ona bu kızdan gelmeyecek." Devam etmeden önce dudaklarını ıslattı. "Yani sana yalan söylemiyor. Tüm insanlar canavar değildir belki de yeni birine güvenme zamanı gelmiştir?"

Pierce'in ayağa kalktı ve pelerinindeki keseyi yaşlı kadına uzattı. Yaşlı kadın keseyi usulca eline alırken gülümsemeyi ihmal etmemişti.

Evden dışarıya çıktığımızda kadının söylediklerini düşündüm. Pierce'in garip davrandığını biliyordum fakat canından çok sevdiği bir şeyini herkesten koruduğunu bilmiyordum. Demekki beni bu yüzden evine getirmişti. Amacı kurtarmak değildi, işini garantiye almak istemişti.

Benden üç adım ilerde yürüyen adama baktım. Siyah saçları yüzüne vuran rüzgar yüzünden bir oraya bir buraya saçılıyordu. Kaşlarım çatıldı. Bu kadar önemli ne saklıyor olabilirdi?

Loading...
0%