@nusseo_
|
Yeniden onun evine döndüğümde hemen içeriye girmemiştim. Atten indikten sonra evin arka bahçesine gitmiş ve kesilmiş bir ağaç kütüğünün üzerine oturmuştum. Düşünmeliydim. Buradan gitmeliydim. Belki de kaçmalıydım? Hayır anlamında kafamı salladım. Yangın işleri zora sokan tek etken değildi. Sorun yanması değil yanarken işledikleri, ardında bıraktığı kül ve odun kömürüydü. Ateş büyücülerine ördüğü tuzaklardı. Yanmış bir orman diğer büyücüler tarafından arındırılmadan ateş büyücüleri bölgeye giremezdi. En güçlü büyücü için bu neredeyse ölümcül olabilecek bir hataydı. Yüzüme vuran rüzgarla soğuğun içime işlediğini hissettim ve kollarımı bedenime dolayarak bir nebze olsun ısınmaya çalıştım. Beni arıyor olmalılardı. George ve İrene Benim ailem. Cezamın bitmesine daha yedi gün vardı fakat ben şimdiden bir koca asır geçmiş gibi hissediyordum. Onları özlemiştim. O kadar çok özlemiştim ki kelimenin tam anlamıyla burnumda tütüyorlardı. Hayat kısa bir süre önce ceza boyunca onlarla nasıl bir zaman geçireceğimi düşündürürken şimdi de bir yabancının arka bahçesinde onlara nasıl geri döneceğimi düşündürürecek kadar ironikti. Eve döndüğümde ne olacaktı? George yine bana bağıracaktı ve İrene onu sakinleştirmeye çalışacaktı ama tüm o azarlama faslı bittiğinde bana sarılacak ilk kişi yine George olacaktı. Bana kızmakta haklıydı. George bu zamana kadar bana asla haksız yere bağırmamış ya da azarlamamıştı. Az da olsa onların her birini hak ediyordum. Sürekli işleri zora sokmak bir spor dalı olsaydı çoktan üçüncü dünya şampiyonluğumu almıştım herhalde diye geçirdim içimden. Sözcükler kendileri oturuyordu artık. Cümle kurmak için düşünmeme gerek yoktu. Omuzlarıma örtülen bir battaniye ile uzun süredir baktığım ağaç dallarından bakışlarımı çektim ve arkamı döndüm. Bu Pierce'di. Tek bir kelime etmeden üzerinde oturduğum kütüğün diğer ucuna oturdu ve ceketinin cebinden bir sigara paketi çıkarttı. İçinden bir tane aldıktan sonra oaketi bana doğru uzattı. Düşünmeden paketi elinden aldım ve içinden çıkarttığım sigarayı dudaklarıme yerleştirdim. Parmaklarımın ucundan çıkarttığım küçük bir kıvılcımla sigarayı yaktım. Dumanı ciğerlerime çekerken titrediğimi hissediyordum. Normalde sigarayı çok tercih etmezdim fakat kötü zamanlarda düşüncelerimi toparlamama yardımcı olduğu için odamda sakladığım bir paketim vardı. Aylardır bitirememiştim. Şu sıralar günde bir paket bile içsem kafamın içini toparlayamazdım. Dumanı üflerken ağzımdan çıkan dumanların yükselişini izledim bir süre. Dumanın havada dağılışını ve sigaranın üzerimde bıraktığı etkiyi seviyordum. Sanki uçuyormuşun gibi hissettiriyordu. "İyi misin?" Diye sordu Pierce elindeki sigarasının küllerini oturduğu yerin biraz uzağına dökerek. "Hayır." Diye yanıtladım. İçimden bir ses yalan söylemeye gerek olmadığını haykırıp duruyordu. Zaten hiç susmamıştı. "Ailemi düşünüyordum." Kelimeler ağzımdan dökülürken hiç zorlanmamıştım. Sigaramdan bir nefes daha çektim. Ilık duman ciğerlerimi tamamen doldurunca ökdürmeden edemedim. Ben öksürükler arasında boğulurken Pierce usulca sırtıma vurdu. Garip bir duygu hissettim fakat bu soğuktanmıydı yoksa onun yanımdaki varlığından mıydı bilmiyordum. Kedimi kütüğün en ucuna gitmek için zorladım. Şuan bu duygunun nedenini araştırmak için doğru bir zaman değildi. "Sen beni öldürmekten falan bahsetmiyor mudun?" Elimdeki sigarayı yere attım ve ayakkabımla söndürdüm. "Neden şimdi yanımdasın, kaçacağımdan mı korkuyorsun?" "Hayır." Dedi bakışlarını sigarasından düşen kıvılcımlardan çekmeden. "Kaçmayacağını biliyorum. Zaten kaçmana gerek yok burada esir değilsin." Kaşlarım havalandı. Kütüğü iki bacağımın arasına alarak ona doğru döndüm. "Yalan söylemiyorsun." Elindeki sigarasını uzaktaki bir çamur birikintisinin içerisine attı. "Artık biliyorum." Kumaşın hışırtısını duyduğumda genç adam bana doğru döndü ve kütüğün üzerie tıpkı benim oturduğum gibi oturdu. Artık doğrudan birbirimizin suratına bakıyorduk. Fazla beklemeden. "Ailene ne oldu?" Diye sordu. "Öldüler." Dedim kısaca. "Seninkilere ne oldu?" "Öldüler, yani en azından benim için." Yüzüme buruk bir gülümseme oturdu. "Bazen aileler ölür." Dedim kütüğün üzerindeki çıkıntılarla oynayarak. "Babam bir büyücüydü." Gözlerimin dolduğunu fark ettiğimde artık çok geçti. Bir gözyaşı yanağımdan aşağıya doğru kayarken onu silmeye bile çalışmadım. Yabancıların önünde ağlamak ve güçsüz gözükmek istemezdim fakat buna ihtiyacım vardı. Uzun süredir duygularımı içimde tutuyordum. Bir çöp kovasından farkım yoktu. "Annem güçlü bir kadındı. İnsanlar önce babamı sonra da annemi öldürdüler." "Bu ne zaman oldu?" "Çok uzun zaman önce. Ben daha küçük bir çocukken." Başka bir gözyaşı çeneme doğru yuvarlandı. "Gözlerinin önünde mi öldüler." Onaylarcasına kafamı salladım. Ona bunları neden anlattığımı bile bilmiyordum. Tek bildiğim ağlamanın bana iyi geleceğiydi. "Tıpkı seninkine benzeyen bir orman evimiz vardı. Orada büyüdüm. Annem ekinler ekerdi babam toplardı. İkiside çok yetenekliydi. Babam bana ateşe hükmeymeyi annem de ok atmayı öğretti." "Ok mu atıyorsun?" "Evet." Dedim burnumu çekerek. "Gerçi uzun zamandır atmadım ama annem insan yaptığı işi kolay kolay unutmaz derdi." "Bunu kolayca öğrenebiliriz." "Nasıl?" Diye sorarken yüzümdeki gözyaşlarını siliyordum. "Bir anda arkandan ok takımı falan çıkartmayacaksın değil mi?" "Arkamdan değil ama yatağımın altından çıkartabilirim." Oturduğu yerden kalktı ve benimde kalkmam için bana elini uzattı. "Tabii eğer kaybetmekten korkmuyorsan." Başımı kaldırdım ve hayır anlamında kafamı salladım. Beni çoğu alanda yenebilirdi ama okçuluk kesinlikle bu alanlardan biri değildi. Kısa bir süre sonra ormana yakın, bize uzak olan bir köşeye samandan hedefi yerleştirdik ve küçük çakıl taşlarıyla atış çizgisini belirledik. Belimize sadaklarımızı taktıktan sonra herşey hazırdı. Atış çizgisinin arkasına geçerek ayaklığı üzerinde duran yayı elime aldım. Çizgiyi ortalayarak hedefe doğru döndüm ve yaya bir ok taktım. Kirişi çekerek hedefe girdiğimde yapacak fazla bir şey kalmamıştı. Omuzumu geriye doğru çekerek kirişi bıraktım. Ok havada dönerek doğrudan hedefe saplandı. 10 Yüzüme bir gülümseme oturdu ve tatmin olmuş bir tavırla sadağını düzeltmeye çalışan adama döndüm. Ne olduğunu anlamaya çalışırcasına kaşlarını çattı başta. Sonra hedefe saplanmış okumu görünce dudaklarını ısırdı. "Demekki kızdırılmaması gereken birisin." Omuzlarımı silktim ve onun atış çizgisine yerleşmesini bekledim. Atış sırası ondaydı. Genç adam önce omuzlarını gevşeltti ve sonra yere doğru eğilerek yayını eline aldı. Sadağından çıkarttığı bir oku yayın ucuna yerleştirdi. Uzun parmakları nazikçe kirişi kavradı. Dikkatliydi. Önce yavaşça kirişi kendine doğru çekti ve hedefe girdi. Sonra kirişi serbest bırakarak okun gitmesine izin verdi. Tam merkezde bir 10. Benim atışımdan çok daha iyi bir atış. Dudaklarımı aralayarak ona doğru döndüğümde sırıttığını gördüm. Bu zor bir zafer olacaktı. ♤ George Winn Öğle güneşinin kavurucu sıcağı zavallı adamın yüzüne vuruyor, gözlerini yakıyordu. Beatrix kaybolalı tam iki gün olmuştu fakat ondan tek bir iz yoktu. George iki gün boyunca ormanın yanan kısımları da dahil her yanı karış karış aramış hiç bir şey bulamamıştı. Tüm izlerin silinmiş olacağından korkuyordu. Onu bir daha bulamamaktan. George ormandaki yangını söndürmekle görevli olan öğrencilerin talimatlarından sorumluydu onlara ne yapmaları gerektiğini söylüyor işi bitince ormanı aramaya çıkıyordu. İşte yine aynı noktadaydı. Uzun, çoktan kömüre dönmüş ağaçların yanından geçerken her yanı didik didik ediyordu. Beatrix'in kayboluşu İrene'yi de mahvetmişti. Zavallı kadın sürekli kabuslar görüyor ve ormandaki hasarın ona hasar vereceğini bilse bile ormana gitmek istiyordu. Hatta bunu bir kez yapmış fakat Profesör Amber tarafından daha yolda yakalanmış ve apar topar eve getirilmişti. George'un da durumu pek farklı degildi. O da iki gündür rüyasında Lucas'ı görüyordu. Kana bulanmış adam tam onun karşısına geçip ondan hesap soruyordu. "Söz vermiştin." diyordu. "Kızımı koruyacağına söz vermiştin." Sonra ölüyordu. Ona bunları suratına tükürürcesine haykırdıktan sonra ölüyordu. Haklıydı. Kızını koruyamamıştı. George ormandaki adımlarını hızlandırdı. Hızlıca çizilen bedenini umursamadan yanmış ağaçların arasından sıyrıldı. Boş bir araziye vardığında etrafını inceledi. Orman burada bitiyordu. Uzun olmayan arazinin ardında başka bir tepe vardı. Udok Kasabası diye fısıldadı. Udok kasabası Udok dağının tepesine kurulmuştu. Beatrix orada olabilir mi diye düşündü. Fakat tepeye çıkan patika alev alev yanıyordu. Oraya gidemezdi. Bu ihtimali zihnine kazıdıktan sonra sessizce ormana geri döndü. Belkide beklemekten başka bir seçeneği yoktu? |
0% |