@nusseo_
|
Atış taliminden sonra Miya ve Ian gelmişti. Okları hedefin üzerinde olduğu gibi bırakarak içeriye girmiştik. Ian gelirken yanında kendi yaptığını ima ettiği kuru üzümlü bir ekmek getirmişti. Yeni fırından çıktığı belli olan ekmeğin üzerinden dumanlar tütüyordu. "Bunu senin yaptığına inanmıyorum." Dedi Pierce ekmeği dilimlerken. "Ya da gerçekten sen yaptın ve bizi zehirlemek istiyorsun." Miya tam karşımdaki koltuğa oturuyordu. Bacak bacak üstüne atmıştı. Pierce'e doğru dönerek "İnanmayacaksın ama kendisi yaptı." Dedi. Konuşurken bana bakmıyor ve sanki ben orada yokmuşum gibi davranıyordu. Pierce elindeki ekmeği tamamen dilimdelikten sonra bir tabağa koydu ve masanın üzerine bıraktı. Reçellerin olduğu rafa dönerken "Masaya gelmek için davetiye mi bekliyorsunuz?" Diye sordu. Miya usulca ayağa kalkarak masaya doğru ilerleri. Salonu oturma odasına bağlayan holde dikilen Ian istifini bozmamisti. Öylece bana bakıyordu. Bakışlarımız kesiştiğinde istemsizce ona doğru gülümsedim. Eğer onları biraz daha tanıma fırsatım olaydı Ian'ı Miya'dan daha çok severdim, daha iyi anlaşırdım gibi hissediyordum. Genç adam kafasını eğerek gülümsememe karşılık verdiğinde ayağa kalktım. İstenmiyor olabilirdim ama bu üzümlü ekmek yiyemeyecegim anlamına gelmiyordu. Masaya oturduğumuzda Miya'nın iğneleyici bakışlarının tenimin içine işlediğini hissedebiliyordum. Tek bir kelime etmeden önümde duran ekmeği aldım ve ondan kocaman bir ısırık aldım. Benden nefret ediyor olabilirdi ama ona olan tahammülüm geçiciydi. Yakında buradan gidecektim ve buradaki herkesi ardımda bırakacaktım. Ağzımdaki ekmeği yavaşça çiğnemeye başladım. Üzümlerin tadı tahılla karıştı ve resmen ağzımda eridi. O kadar lezzetliydiki daha önce böyle bir ekmek yememiş oluşumun üzüntüsünü yaşıyordum. Ağzımdaki lokma bitince Ian'a doğru döndüm. "Teşekkür ederim." Yeni bir lokma için hazırlanırken. "Cidden çok güzel olmuş." Genç adam gülümsedi. "Beğenmene sevindim." Dedi Pierce'e doğru bakarak. "Bazıları ikinci dilimini yemesine rağmen tek kelime bile etmedi de." Gerçekten de öyleydi. Pierce elindeki dilimi çoktan bitirmiş ve ikinci dilime başlamıştı fakat ekmek hakkında tek bir kelime etmemisti. Ekmekten koca bir ısırık alırken Ian'ın gözlerine bakmaya devam etti. "Ne olmuş?" Dedi. "Güzel olmasa ikinci dilimi zaten yemezdim." "En azından bir teşekkür etseydin." Pierce omuzlarını silkerek. "Gerek yok." Dedi. "Zaten tarif benim tarifim teşekkür edilmesi gereken biri varsa o da benim ve yetenekli ellerim." "Egoistsin." Genç adam kaşlarını kaldırdı. "Sen çok mu farklısın?" Ian masadaki peçetelerden birini buruşturup Pierce'e doğru attığında Miya'nın onların bu hallerine kıkırdadığını fark ettim. Ekmeğini tabağına bırakıp deli gibi gülmemek için ağzını kapatmıştı. Pierce aynı peçeteyi doğrudan Ian'ın suratına fırlattiginda Miye kendisini daha fazla tutamayarak kahkaha atmaya başladı. Onların bu sıcak hakaretleri bana Dean ve Maya'yı hatırlatıyordu. Onlarda tıpkı bizim gibiydi. Sanki farklı evrenlerdeki halimizlerdi. Pierce şüphesiz Dean'dı. Gurubun en yetenekli büyücüsüydü. Ian Maya'ydı. Bizim eğlence kaynağımızdı. Bana Miya kalıyordu. Kaşlarımı çalarak genç kıza doğru baktım. Arkadaşlarının güvenliği için herseyi yapmaya hazır, tehlikeli bir kadındı. Pek tehlikeli olduğum söylenemezdi fakat bende Dean ve Maya'yı kurtarmak için herseyi yapardım. Onu bu yandan çok iyi anlıyordum. Haklıydı. Kapının çalındığını duyduğumuzda herkesin gülüşü yarıda kesildi. Pierce Ian'in ona fırlattığı başka bir peçete parçasını havada yakaladı ve peçeteyi usulca masaya koydu. "Birini mi bekliyordun?" Diye sordu Miya masadan kalkarak. Belli ki kapıyı açmaya gidiyordu. Pierce ayağa kalkarak "Dur." Dedi. "Sen açma ben açacağım." Soruya cevap vermemişti fakat yüzünün ifadesinden birini beklemediği aşikardı. Miya hiç sorgulamadan genç adamın önünden çekildiğinde Pierce'in parmakları kapı kolunu kavradi ve kendisine doğru çevirdi. Eski kapı gıcırdayarak açıldığında ardından iyi giyimli bir adam çıktı. Soylulara göre razla iyi giyimli değildi fakat bir köylü olmadığı gömleğinin kol düğmelerinden anlaşıyordu. Gümüşlerdi. Fazla yaşlı değildi. Ellilerinin başlarında ya da kırıklarınin sonunda olmalıydı. "Pierce." Dedi elini pantolonunun cebine sokarak. Oradan ikiye katlanmış bir kağıt çıkarttı. Bu bir mektup olmalıydı. Kağıdı Pierce'e uzattı. "Amcanız bunu size vermemi istedi." Dedi. "Neden buraya geldin?" Pierce kağıdı alma niyetinde olmamalıydı ki ona doğru bir hamle yapmamıştı. "Efendim amcanız bunu size ver-" "Onun mektubunu okumayacağım Kathen bunu sen de biliyorsun. Eğer bana neden geldiğini söylemezsen onun mektubu bir halta yaramayacak." Adının Kathen olduğunu öğrendiğim adam elindeki mektubu tekrardan ikiye katladi ve cebine sokusturdu. "Amcanız." Dedi dudaklarını ısırarak. Pierce'den korkuyor muydu? "Çok yaşlandığını düşünüyor ve bu yüzden bir vasiyetname hazırlattı. Bunun detaylarını sizinle konuşmak için sizi Udok'a çağırıyor." "Udok'a adımımı atmam." Pierce'in sesi bir bıçak kadar keskindi. "Daha önce gelmişsiniz." Dedi Kathen çekingen bir ses tonuyla. "Bu sabah sizi meydanda görenler olmuş." Pierce iç güdüsel olarak bana doğru döndüğünde yanlış bir şey yapmışım gibi dudaklarımı ısırdım. Benim yüzümden gitmemesi gereken bir yere mi gitmişti? "Bu seni ilgilendirmez." Dedi yeniden adama doğru dönerken. "Kimseyi ilgilendirmez, şimdi çık arazimden." Karşsındaki adamın tek bir söz bile söylemesine izin vermeden kapıyı kelimenin tam anlamıyla adamın suratına doğru çarptı. Kapı o kadar büyük bir gürültüyle kapanmıştı sesin yarattığı etki üçümüzünde yerimizde zıplamasına neden olmuştu. Masadaki herkes ciddileşmiş, uğraştıkları işleri bırakmıştı. Olaydan anladığım kadarıyla Pierce'in amcasıyla bir husumeti olmalıydı fakat bu husumetin ne olduğunu bilmediğimden dolayı konunun çok dışında kalıyordum. Bir süre orada öylece oturduk. Kimse bir kelime bile edemeyince usulca yerimden kalktım. "Nereye?" Soruyu soran Ian'dı. Gözleri sırayla Pierce ile aramızda geziniyordu. "Bahçeye çıkacağım." Dedim masanın üzerinde duran tabağımı alarak. Çıkmadan önce onu tezgaha bırakmayı düşünüyordum. "Atış taliminden sonra bahçeyi öylece bırakmıştık, siz konuşurken bahçe ile ilgileneceğim." Söylediklerime kimse itiraz etmeyince tabağımı tezgahın üzerine bırakarak bahçeye çıktım. Hava kararmaya yakındı. Bahçenin diğer köşesine koyduğumuz hedefin üzerindeki okları topladım önce. Daha sonra hedefin kenarlarına astığımız sadakların içerisine koydum. Bahçeyi toprlamaktan kastım sadece bunları yapmak ve onlar özel konuşmalarını bitirene kadar burada boş boş oturmaktı. Elimdeki sadakları evin arka kapısına dayadıktan sonra yanyarına çöktüm ve beklemeye başladım. Pierce Knight Genç adam masanın üzerindeki tabakları toplarken arkadaşlarınden tek bir çıt bile çıkmıyordu. Kathen geldiğinden beri hepsinin neşesi bir anda küle dönüşmüştü. Sanki biri yanlış bir şey söylese kıvılcım çakılacak ve bütün ev yanacaktı. Pierce tabakları yıkamak üzere musluğu açtığında Miya daha fazla dayanamayarak ayağa kalktı fakat Pierce konuşmasına izin vermeden. "Sakın." Dedi. "Fikrimi değiştirmene izin vermeyeceğim Miya, bu kez olmaz." Fakat genç kadın kararlıydı. Onu dinlemedi. Bedenini genç adamın onun yüzünü görebileceği bir şekilde duvara yasladı. "Haksızsın demeyeceğim çünkü sonuna kadar haklısın. O şerefsizin yapacağı ya da sana vereceği Hiçbir şey sana geçmişi geri vermeyecek." Kollarını kendi bedeninin etrafına doladı ve kendisini desteklemek için omuzlarını sıktı. Bu konu Pierce'in en hassas olduğu konulardan biriydi ve en ufak bir söylemde kaşısındaki kişinin kim olduğunu acımadan aklına geleni söylüyor, onu darmadağın ediyordu. Bu daha önce hiç Miya'ya olmaıştı fakat genç kadın bu ana defalarca kez şahit olmuştu. "Ama o senin amcan." "Umurumda değil." "Bak." Dedi Miya sesindeki çekingenliği bastırmaya çalışarak. "Biz her zaman burada olacağız ama biçindeki yaranın biraz olsun kapanmasını istiyorsan onunla yüzleşmelisin. Sonsuza dek kaçarak yaşayamazsın." "Ben kaçmıyorum." Dedi Pierce yıkamayı bitirdiği tabakları yerlerine yerleştirirken. "Sadece gerekli mesafeyi koruyorum o kadar." "Her ne kadar istemesende o seninle konuşmanın bir yolunu bulacak bunu biliyorsun değil mi?" Miya dikkatli adımlarla arkadaşının yanına geldi ve desteklercesine elini onun omuzuna koydu. "Dinle, şimdi gitmemiz gerekiyor Ian ve ben yangının bıraltığı hasarı temizlemelerine yardımcı olmaya karar verdik. Böylece o kız buradan bir an önce gidebilir ve sen de rahatlarsın. Onunla konuş ne istediğini öğren ve ne istiyorsan onu yap ama onunla konuş. İçindeki yarayı daha fazla kanatmana gerek yok. Bazı cevaplara ihtiyacın var bunu sende biliyorsun." Pierce onaylarcasına kafasını salladığında Miya gülümsedi. Yine onun, duygularıyla oynamasına engel olamamıştı. Miya kişiliği gereği herkesi anında ikna edebilme kabiliyetine sahipti ve Pierce'i neredeyse çocukluğundan beri tanıdığından bu onun için kolay lokmaydı. Sadece sınırlarını aşmamalıydı. Genç kadın yavaşça arkadaşından uzaklatı ve Ian ile evden ayrıldılar. Ne yapacağını bilemeyen genç adam bir süreliğine orada öylece dikildi ve elindeki yıkanmış tabağı seyretti. Düşünüyordu. Verdiği kararın doğruluğunu tartıyordu. Miya haklıydı. Ne olursa olsun cevaplara ihtiyacı vardı. Elindeki tabağı tekrardan lavabonun içine bıraktı ve derin bir nefes aldı. Dirseklerini tezgaha yaslayarak parmaklarını şakaklarına götürdü. "Bir kez." Dedi kendisine kabul ettirmeye çalışırken. "Son bir kez." Beatrix Winn Bahçenin kapısı açılana kadar orada öylece oturmuş ve etrafı seyretmiştim. Pierce gereksiz gergindi. Ne olduğunu bilmediğimden ağzımı bıçak açmıyordu. Bana kendi dolabından siyah bir pelerin verip dışarıda onu beklememi söyledi. İkiletmedim. Raven'in yanında dikiliyordum şimdi. Koyu kahverengi atın bağlı durduğu ahırın önündeydim. Raven'in burnu sırtıma dokunduğunda ona doğru döndüm. Bu atı sadece bir kez görmüştüm ama dünyanın en tatlı hayvanı olabilirdi. Eira bile bana bu kadar yaklaşmıyordu. "Ne oldu?" Diye söylendim atın yelelerini okşarken. "Senin acımasız sahibin sana bakmıyor mu?" Boynunun altını kaşımaya başladığımda Raven kafasını biraz daha uzattı ve gözlerini kapattı. "Seni taramıyor mu, seni sevmiyor mu?" Evin kapısının açıldığını duyduğumda Raven'den uzaklaştım. Pierce tıpkı benim üzerimdeki gibi siyah bir pelerin giymişti. Şapkası yüzünü kapatıyordu. Raven'in bağlı olduğu ipi çözdü önce. Sonra usulca atını eyerledi. "Gömlek ve siyah pelerinden başka bir şey giymez misin?" Diye sordum ortamı yumuşatmak için. Atın sırtına çıkarken kısa bir bakış attı. Tamamen yerleştiğinde yardımcı olmak için elini bana doğru uzattı. Fazla düşünmeden elini tuttum. Beni yukarıya doğru çekerken. "Pek tercih etmiyorum." Dedi. "Ama geceliklerimin renkleri farklı." "Yaa." Derken ata yerleşmeye çalışıyordum. Onu pijamalar içinde hayal edemiyordum. Sanki gömlegini hiç çıkartmıyordu. "Hemen heveslenme." Diye söylendi atın eyerlerine asılırken. "Beni asla pijamayla göremeyeceksin." Onun bu tavrına karşı yüzümü buruşturup ona tutundum. Ortamı biraz olsun yumuşatma planım başarılı olmuştu. En azından artık depresif bir şekilde oturmuyordu. Udok'a varana kadar konuşmasak da ortamın eskisi kadar gergin olmadığının farkındaydım. Atı köyün girişine bağladıktan sonra ellerimi onun üzerinden çektim ve dikkatlice atın sırtından indim. Onunda inmesiyle yürümeye başladık. Akşam saatleri olduğu için kasabadaki tüm insanlar dışarıdaydı. Onların garip bakışları altında daha önce geldiğimizde saptığımız yolun solundaki yola saptık. Her döndüğümüz köşe başında meraklı göz sayısı artıyordu. Pelerinimin şapkasını kapattım. "İyi misin?" Onun sorusunu sadece kafamı sallayarak yanıtladım. Onun suratına baktığımda okuyabildiğim tek bir duygu vardı. Bu endişeydi. Burada olmaktan hoşlanmıyordu ve bunu sabah anlayamadığım için kendimi gerizekali gibi hissediyordum. Benim yüzümden buraya gelmek zorunda kalmıştı. Senin yüzünden değil. Dedi iç sesim Sana güvenmediği için. Pierce'in adımları durduğunda etrafıma baktım. Tahta bir evin önüne gelmiştik gerçi buna ev demek haksızlık olurdu. Bu ev o yaşlı büyücünün evinden de genişti. İşlenmiş tahtaları binanın alt katında kullanmışlardı. Üst kat taşlardan örmeydi. Evin çatısı göğe kadar uzanıyordu desem yeriydi. Bahçede iki beyaz at vardı. Hayretle kaşlarımı çattım. Belli ki amcası varlıklı biriydi. Dikkatlice pelerinimin şapkasını cikarttigimda onun da aynısı yaptığını gördüm. Pierce'in elinden kapının tokmağına uzandı. Bir süre tereddüt etse de en sonunda kapıya üç kere vurdu. Kısa süre sonra tahta kapı açıldı. Ciğerlerime yoğun bir çikolata kokusu doldu. Kapıyı açan kadın usulca geriye doğru çekilerek bizi içeriye davet etti. Pierce ona kısa bir selam vererek içeriye girdi. Pelerinini orta yaşlı kadına doğru verirken. "Merhaba Marta." Dedi. "Beni görmeyi beklemiyordun sanırım?" "Geleceğinizi düşünmemiştim." Dedi Marta dürüst bir şekilde. Benim üzerindeki pelerini almak için uyandığında Pierce'e doğru baktım. Onay verircesine kafasını salladı. Pelerini Marta'ya verdim. Kadının meraklı bakışları ikimizin arasında gezerken benim bir melez olduğumu anlamış olmalıydı. "Amcanız bundan hoslanmayacak." Dedi ikimizinde pelerinlerini kapının arkasındaki dolaba asarken. "Bir melezle buraya gelmemeliydiniz." "Buraya kiminle geleceğimi o seçemez. Beni görmek istedi, geldim. O buna bile şükür etmeli." Kadın bize yolu gösterdikten sonra başka bir odaya çekildi ve bir daha yüzünü görmedik. Şimdi üst katta önünde iki tane adamın dikildigi bir kapının önündeydik. Pierce içeriye girmek için kapı kolunu kendisine doğru çektiğinde. Onu durdurdum. "Belki de benim gelmemem gerekiyor." Dedim kapıyı açmaya uzanan kolunu tutarak. "Nasılsa bu senin özelin ve benim burada olmamam gerekiyor yani ne bileyim buraya gelmem bile bir hataydı." Açtığı kapıyı tekrar kapattı ve bana doğru döndü. "Değildi." Dedi. "Beni bıraktıktan sonra hiçbir şeyin değişmediğini ona göstermek istedim." Kaşlarım çatıldı. Beni bir melez olduğum için mi buraya getirmişti? "Bak." Dedi ellerini omuzlarıma koyarak. Doğrudan gözüme bakıyordu. "Ondan hoşlanmıyorum ve bunu anladığını sanıyorum." Kafamı salladım. "Güzel. Sen bana aileni anlattın ve bende sana benimkini anlatacağım. Tek yapman gereken biz buradan çıkana kadar sabretmek." Ellerini omuzlarımdan çekti ve yeniden kapıya doğru döndü. "Ama o zamana kadar bir şey sormayacaksın. Anlaştık mı?" "Anlaştık." İçeride kasvetli bir hava hakimdi. Bariz bir şekilde yatak odası olduğunu anladığım odanın ortasında iki kisilik kocaman bir yatak, yatağın karısında bir makyaj aynası vardı. Makyaj için kullanılmadığını üzerindeki erkek eşyalarından anlayabilirdiniz. İki adet taraf ve çeşitli parfümlerden başka bir şey yoktu. Yatağın hemen solunda kalan büyük bir balkon vardı. Odayla olan bağını sürgülü camlar ayırmıyordu. Camlar yeşil ve maviydi. İçeriye vuran mesalelerin renkli ışıkları tavanda dans ediyordu. Camın önünde yaşlı bir adam duruyordu. Yaşlı olmasına rağmen oldukça uzun boylu bir adamdı. Beyaz uzun saçları geniş omuzlarından dökülüyordu. Bize doğru döndüğünde yüzünü gördüm. Keskin yüz hatlarını yaşına rağmen kaybetmemişti. Tıpkı Pierce'e benziyordu. "Pierce." Dedi kollarını iki yana doğru açarak. Bunu ona sarılmak istediği için yapmadığı o kadar barizdi ki gözlerimi devirmemek için kendimi zorlamam gerekmişti. Pierce cevap vermedi. Bir süre öylece birbirlerine bakmaya devam ettiler. Yaşlı adam en sonunda bana doğru döndü. "Bu güzel hanımda kim?" Bir şey söylemek için ağzımı açmıştım ki Pierce'den yükselen ani ses tüm kelimelerimi boğazıma dizdi. "Seni ilgilendirmez." Diyordu. Yaşlı adam sendeleyerek güldüğünde Pierce onu yakalamak için bir hamle yapmadı. Zavallı adam duvara tutunarak dengesini son anda sagladiginda artık gülmüyordu. "Hiç değişmemişsin." Dedi doğrudan. Lafı uzatmayı sevmiyor gibi görünüyordu. "Ama benim tek vasimsin ve fark ettiysen kasabayı devredecek başka kimsem yok." "İlgilenmiyorum. Bunu sana daha önce de söyledim." Yaşlı adamın kasları çatıldı. "Ailenin zorla aldığı bu topraklar bir yabancıya mi kalsın istiyorsun?" Udok'un toprakları Pierce'e mi aitti? İç güdüsel olarak ona doğru döndüğümde amcasına baktığını gördüm. Ona baktığımın bile farkında değildi. Aralarındaki bu çekişme ortamı iyice gererken toz olup uçmayı diledim. Odaya girmem, Pierce'e tamam demem baştan aşağıya bir hataydı. Buraya hiç gelmemeliydim. "Senin kanlı paranı istemiyorum." Dedi Pierce olduğu yerde dikilmeye devam ederek. "Ölecek olman da bu toprakların başkasının hakimiyetine girecek olması da umurumda değil." Diye devam etti. Daha önce hiç duymadığım bir tonda konuşuyordu. Bu onun bana göstermediği yüzüydü. "Bu sen değilsin." Dedi adam makyaj aynasına doğru ilerleyerek. Aynanın önündeki sandalyeyi usulca çekti ve masanın çekmecesini açtı. İlaç kutusu olduğunu tahmin ettiğim küçük metal bir kutuyu oradan çıkarttı. Kutunun kapağını açarak. "Bu insanları terk etmeyeceğini biliyorum." Diye devam etti. "Yanlış düşünüyorsun. Ben Udok'u terk edeli yıllar oldu." "Ama içindekileri tek etmedin." Pierce'in kaslari çatıldı. Yaşlı adam kutudan çıkarttığı bir hapı susuz bir şekilde yutarken yüzünü buuşturmuştu. Biz doğru dönmedi fakat aynanın üzerinden yansıyan gözlerini görebiliyordum. "Miya ve Ian halen çevrendeler. "Onlar benim arkadaşlarım." Dedi Pierce yaşlı adama doğru bir adım atarak. "Bende senin ailenim." "Sen benim hiçbir şeyim değilsin. Asla da olmayacaksın." Pierce derin bir nefes aldı ve bir saniye duraksadı. Söyleyeceklerini tartıyor olmalıydı. "Sen." Dedi bir kez daha zorlanarak. "Sen benim gözümde bir katilden başkası değilsin. Buraya bunu söylemek için geldim. Kanlı toprakların için başka bir sahip bulmak zorunda kalacaksın çünkü ben senin lanet planının bir parçası olmayacağım." *** Pelerinlerimizi alıp dışarıya çıktığımızda derin bir nefes aldım. İçerideki gergin ortam dizlerimin titremesine neden olmuştu. Sırtımı önünden geçtiğimiz bir evin duvarına yasladım ve Pierce' baktım. Hiçbir şey olmamış gibi öylece dikiliyordu fakat titreyen ellerini görebiliyordum. O da gerilmişti, sadece saklama konusunda benden çok daha iyiydi. "Anlatacak mısın?" Dedim nefes nefese. "Daha fazla dayanamıyorum." "Anlatıcam." Dedi Pierce etrafını kolaçan ederek. "Sadece Raven'i bulup buradan çıkalım olur mu?" Onayladım. Yapacak başka bir işim yoktu. Atın yanına gelmemiz fazla uzun sürmedi. Ormandan uzaklaştığımızda hava artık tamamiyle kararmıştı. Nereye gittiğimizi göremiyordum fakat Pierce yolları ezbere biliyor olmalıydı ki tereddüt etmeden atını sürüyordu. Ahırın yanına geldiğimizde atın üzerinden indim. Evin ışıkları yanıyordu. Ian ve Miya içeride olmalıydı. Ahırın kapısına sırtımı yasladım ve kollarımı göğsümde birleştirdim. "Evet." Dedim onun dikkatini üzerime çekmek için. "Dinliyorum." "Hayatımı dinlemek için fazla mı heveslisin?" "Prensip diyelim." Pierce atın eyerini çıkartıp onu duvara astı ve bana doğru döndü. Artık anlatma zamanıydı. Yaslandığım duvardan uzaklaştım. "Lin'i biliyorsun." Dedi emin olmak istercesine. "Sadece adını duydum." Dedim omuz silkerek. "Bilmekten kastın buysa evet biliyorum." Dudaklarını ısırarak kafasını salladı. "Bir insandı." Dedi bir an duraksayarak. Sanki onun hakkında konuşmak onu zorluyordu. "Biliyorum." "Benim nişanlımdı." Kaşlarım havalandı. İstemsizce bazı kaslarımın kasıldığını hissettim. "Ne?" Dedim tekrardan duvara doğru yaslanarak. "Bunu bilmiyordum işte." Bu bilmediğim bir detaydı ve beni baştan aşağıya şoke etmişti. Gerçi neden beni bu kadar şaşırtıyordu? Bu onun hayatıydı. Derin bir nefes aldım. İkimizde bir süre öylece durduk. "Başına ne geldiğini tahmin ediyorum." Dedim ortamdaki sessizliği bitirmek amacıyla. Birde onu tüm her detayı anlatmaya zorlamak istemiyordum. "Bak." Ona doğru bir adım attım. "Zorlandığını görüyorum anlatmak zorunda değilsin." "Hayır zorundayım." Dedi kafasını iki yane sallayarak. "Amcamla tüm o atışmamıza şahit ettim seni." Pelerininin şapkasını çıkarttı. Terlemiş perçemleri yüzüne düştü. "Onunla beraber Udok'da yaşıyorduk. O ailesini bir savaşta kaybetmişti. Çok aşıktım. O çok güzeldi, yetenekliydi, diğer insanlardan çok farklıydı." Durdu ve dudaklarını ıslattı. Elini çenesinde gezdirdi. "Amcam benim tek ailemdi, Lin insan olduğu için onu asla onaylamamıştı. Bir gün insanların Udok'a yaptığı bir saldırı oldu. Çok aniydi. Hiçbirimiz buna hazır değildik. Bütün büyücüler kasabayı korumak için meydana iniyordu. Lin'i emanet edebileceğim tek kişi amcamdı. Onu ona emanet ettim ve meydana indim. Geri döndüğümde Lin yoktu." Sesinin titrediğini hissedebiliyordum. Üzülüyordu. Onu halen aşamamıştı. "Sonra meydandaki cesetlerin arasında gördüm onu. Sarı saçları kan kırmızısı olmuştu. Defalarca kez bıçaklanmıştı ve bu insanların işiydi. Sonradan öğrendim. Amcam ben onu bıraktıktan kısa süre sonra onu kapı dışarı etmiş. Lin ben oradan ayrıldıkdan dakikalar sonra öldürülmüş." Gözlerimin dolduğunu hissettim. Bu çok acımasızdı. Hayat kimmseye yeteri kadar adil davranmıyordu. Gözümden bir damla yaş süzüldü. Ailemin öldürüldüğü o güne gittim adeta. Hissettiklerimi bir daha hissettim. Kalbimin ortasına bir ateş saplandı. "Pierce ben," Kelimeler boğazıma diziliyordu. Bu acıyı tanıyordum. Ne söylersen söyle telafisi yoktu. "Çok üzgünüm." Diyebildim sadece. Ailemi kaybettiğimde onlarca insanın bana yaptığı gibi. Üzgünüm. Asla içten olmayan söylendiğinde de canı çok yakan o söz. Bir kelime ne kadar can acıtırdı? Bu kelime insanın kalbini yerinden söküyordu. "Bende." Dedi Pierce yeniden dudaklarını ısrarak. "Bende üzgünüm." Bana ne yapılmasını istediğimi hatırladım. İçten bir hüzün ya da söylemiş olmak için söylenen üzgünümler değildi asıl ihtiyacım olan. Gerçek bir temastı. Çünkü kanayan yaraları içten temaslar iyileştirirdi. Tepkisini ölçerek kollarımı Pierce'in bedenine doladım. Beni engellemedi. Sıkıca ona sarıldım. "Üzgünüm." Dedim tekrardan. "Gerçekten çok üzgünüm." "Biliyorum." Dedi beni telkin ederek. Kısa süre sonra onun da kollarını bedenimde hissettim. Bana sarılıyordu. Pierce Knight gece gibi kokuyordu. "iyi misin?" Diye sordum ondan usulca ayrılarak. Sarılmamız uzun sürmedi fakat bunun ağırlığını hala üzerimde hissediyordum. Onaylarcasına kafasını salladı. "Sen içeri gir ben biraz daha burada kalacağım." Kafamı salladım ve bir şey söylemeden eve doğru yürümeye başladım. Biraz yalnız kalmayı hak ediyordu. Evin balkonuna çıkan kısa merdivenleri tırmandım. Kapıyı çalmak için elimi havaya kaldırdığımda kapı anıdan açıldı ve Miya sıkıca kolumu kavrayarak beni içeriye doğru çekti. "Hey." Diye çıkıştım sıktığı kolumu tutarak. "Neler oluyor?" Miya evin kapısını kapattı ve hızlıca bana doğru döndü. "Pekala." Dedi öfkeyle. "Gitmek mi istiyorsun?" "Evet." Diye yanıtladım kolumu ovalarken. "Tabiki de buradan gitmek istiyorum." "Güzel." Dedi kendi kendine odanın içerisinde bir ileri bir geri yürürken. "O zaman beni iyi dinle. Yarın güneş yeni doğarken benimle ahırın önünde buluş, seni eski ticaret yolundan akademiye götüreceğim." "Bunu nasıl yapacaksın?" "Ne oldu Beatrix, korkuyor musun?" "Hayır." Diye yanıtladım hemen. Korkuyordum aslında ama burada harcadığım vakit canıma tak etmişti. Eve dönmeliydim. Yangının bizi ilgilendiren bölümü sönmüş olabilirdi fakat küller bizi bir süre ormandan uzak tutacaktı. Daha fazla bekleyemezdim. "Tamam." Dedim dudaklarımı ısırarak. "Ahırın önünde buluşalım." |
0% |