Yeni Üyelik
11.
Bölüm

Oğullarım”

@nyazar

11. BÖLÜM “Oğullarım”

“DORUK”

-Sen ne yaptığını sanıyorsun Derya! Delirdin mi? Bütün bunların senin başının altından çıktığını anlamıyor muyum ben?

-Ben hiçbir şey yapmadım, sen neyden bahsediyorsun hiçbir şey anlamıyorum. Gördün işte kalkıp gitti biranda, kızın hiçbir hareketi normal değil. Benimle ne ilgisi var.

-Sen hiçbir şey yapmadın öyle mi? Sen Aylin’i öldürmeye kalktın, sen bu ekipten birini öldürmeyi denedin. Daha ne yapman gereken anlamıyorum. Tamamen kontrolden çıktın sen, bu kadar tehlikeli olabileceğini ben bile düşünmezdim.

-O kız bu ekipten biri değil kabul et artık bunu. Ayrıca birini öldürmek demişken senin çok yabancı olduğunu bir şeymiş gibi abartılı, dramatik tepkiler verme bana.

-O kız sana hiçbir şey yapmadı Derya. O kız masumdu. Bu bir iş değil; aynı şey değil, sen hiçbir sucu olmayan birinin hayatına kastettin. Yanlış şifre verdin, o adamları sen gönderdin değil mi? Hepsi senin planındı.

-Evet, benin planımdı, duydun mu? O kızı hayatımızdan tamamen çıkaracaktım, kurtulacaktım ondan. Oldu mu, rahatladın mı? Ben yaptım her şeyi. Sen de çok korktun değil mi? kıymetli Aylin’ine bir şey olacak diye çok korktun.

-Dünya üstünde masum kime zarar verirsen aynı tepkiyi alırdın. Şimdi kulakların aç beni iyi dinle. Üstüne doğru yürüdüğümde geri geri adım atıyordu, en sonunda sırtını soğuk duvara yasladığında kaçacak yeri kalmamıştı. Birincisi bir daha bu ekipten hiç kimseye zarar vermeyeceksin, hatta masum hiç kimseye zarar vermeyeceksin. İkincisi Aylin’den sonsuza kadar uzak duracaksın. Bir daha ona asla dokunmayacaksın. Ve son olarak bunları asla unutmayacaksın Derya yoksa!

-Yoksa ne? Sende beni mi öldüreceksin? Bu şekilde yaparak canımı yakmadığını mı sanıyorsun!

-Yoksa öyle bir şey yaparım ki senden nefret etmem için bile bana yalvarırsın, duydun mu beni.

Tam gidecektim ki arkamı dönüp gözlerine baktım, yüzümde buz gibi bir gülümseme vardı. Neredeyse duvara yapışmış gibi duruyordu, iyice yaklaşıp kulağını fısıldadım.

-Korktum Derya. Aylin’i kaybetmekten, onun sacının telinin bile incinmesinden öyle korktum ki, korkudan geberdim çünkü aşk böyle bir şey.

-İki gündür tanıdığın o kıza âşık oldun öylemi, sen o kıza âşıksın, bunu mu söylüyorsun bana.

-Bir katile mi âşık olmamı bekliyordun. Arkamı dönüp uzaklaştığımda çarpılmış gibiydi, öfkeden delirmiş halde onu orda bırakıp içeri girdim. Mesai saati bitmiş, herkes odasına çekilmişti. Ortalık çok sessizdi. Sultan Hanım’ın odasının olduğu kata çıktım. Kapıyı çaldığımda masanın başına oturmuş bir şeyler okuyordu. Beni görünce eliyle içeri girmem için işaret etti, içeri geçtim kapıyı arkamdan kapatıp, kilitledim.

-Ne işi vardı o herifin burada? Sesim sandığımdan da keskin çıkmıştı, bu halim onu şaşırttı. Böyle bir tepki vermemi beklemediği belliydi.

- Bu ne öfke böyle! Önce bir sakın ol, geç otur karşıma konuşalım.

-Halit Arslan denen o adam neden buradaydı, nasıl içimize kadar sokarsın o pisliği.

Hala ayaktaydım, kısa süre sessizliğini bozmayınca okuduklarını elinden çekip aldım. İşte bu onun dikkatini çekmişti.

--Bir sakin olsana sen. En başından beri bunu istemiyor muyduk, istediğimiz oluyor işte. Senin derdin ne anlamadım.

-Aylin, ekiptekiler, herkes o odadaydı. Sen hiç düşünmedin mi o herif elini koluna sallayarak buraya gelirken neler yapabileceğini. Herkesin hayatını nasıl tehlikeye atarsın. Hem bu kayıp kızı bulma meselesi de ne. Dalga geçer gibi Aylin’in gözüne baka baka konuştu adam.

-Yapma Doruk. Sen de biliyorsun, ben buradayken kimse benim çocuklarımın kılına bile dokunamaz. Aylin’e gelince, o bu kapıdan girdiğinde zaten bunların olacağını biliyorduk değil mi? En başında Halit Arslan istediği için getirmedik mi onu. Bulmak için o kadar uğraştık sırf bu adam istediği için.

-Biz kızı bulup ekibe almayı kabul ettik, adam bize kızım gözümün önünde olsun, ne yaptığını biliyim yeter dedi. Sen adamı buranın müşterisi yapıyorsun, böyle bir anlaşma yapmadık biz.

-Doruk adam müşterimiz olmazsa buraya rahat rahat grip çıkamazdı, kızını da göremezdi. Kimsenin şüphelenmemesi için buna mecburdum. Hem sen çaylak mısın? Bu herifin kızı bulup sonrada hiçbir şey yapmadan duracağına inanmadın herhalde. En baştan belliydi bu kadarla yetinmeyeceği. Sende bunu tahmin etmişsindir bu anlaşmayı kabul ederken. Ne değişti şimdi birden bire?

-Bu kız silah çekmiş bu adama, kendi öz babasını öldürmek istemiş. Kim bilir geçmişte ne pislikler yapmaya kalktı kıza. Bunu bile bile eline mi bırakacağız kızı.

-Doruk sen hep demez misin biz paramızı alırız, bizden istenen işi teslim ederiz, gerisine karışmayız diye. Ne bu haller şemdi anlayamıyorum. Bu kadar duygusal davranmazdın sen.

-Kız işinde çok iyi, bırakalım bizle çalışsın, bu pisikten de kurtulalım gitsin.

-Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin? Bu iş o kadar basit mi? Sırdan bir mafya babasından bahsetmiyoruz. Halit Arslan’dan bahsediyoruz. Kendi karısına, kızına acımayan bir adam. Asıl o zaman tüm ekibi tehlikeye atarız. Böyle bir şey olmayacak, biz sözümü tutup anlaşmayı bozmayacağız. Sende çeneni kaplı tutacaksın Aylin’e tek kelime etmek yok.

-Ama o zaman……

-Doruk! Bana kimin patron olduğunu hatırlatmak zorunda bırakma. Git ne diyorsam onu yap. Bana bak bu tuhaf hallerin falan, yoksa sen bu kızdan etkilendin mi? Derya’yı neden terk ettiğini unuttun galiba. Böyle aptal hatalar yapma diye koyduk o yasağı. Koca bir ekip idare ediyorsun sen, kaç kişinin hayatı, geleceği senin avcunda, senin kararlarınla şekilleniyor. O yüzden kendine gel, çocukluk yapmayı da bırak. Sana bu yetkiyi ben verdim ve yine ben alabilirim unutma.

-Benim kimseden etkilendiğin falan yok. Ben sadece kıza acımıştım o kadar. Ben anlaşmaya uyup gerekeni yapacağım. Sende o herifi mümkün olduğunca buradan uzak tutacaksın o kadar. Kapıyı sertçe kapatıp çıktım. Kendimi dışarı atıp ota parka yürüdüm. Arabaya binip, direksiyonun başına oturdum. Arabayı çalıştırmadan önce Derya’ya son söyledim cümle kafamın içinde yankılandı. Sahi neden bu kadar korkuyordum ben. Keşke Aylin, keşke sen söyledikleri gibi iki gündür tanıdığım bir çaylak olsaydın. O zaman her şey daha kolay olurdu. Gözlerim Aylin’in odasını bulduğunda ışığı kapalı odaya baktıkça milyarlarca düşünce beynimin içinde dolanıyordu. Hepsini inkâr etmek ister gibi kafamı sallayıp son sürat evden uzaklaştım.

“AYLİN”

-O buradaydı, tam karşımda oturuyordu. Gözlerini üstümden bir saniye çekmemişti. Kayıp kızını bulmak istediği için geldiğini söyleyen bir şeyler anlatıyordu. Kulaklarım uğulduyordu, konuşulanları tam olarak anlamıyordum bile. Gelmişti sonunda, onca yıldan sonra beni bulmuştu işte. Ne yapacaktı peki? Üstüme atlamıyordu, kafama bir silah doğrultup beni zorla buradan çıkartmaya çalışmıyordu. Kimseye bir şey belli etmiyordu, beni tanıdığını bile çaktırmamıştı. Kesin çok kötü bir planı vardı. Sadece doğru zamanı bekliyordu. Buna izin veremezdim, onca zamandan sonra tekrar o kâbusa dönemezdim. Panikle birden ayağa kalktım, odadaki tüm gözlerde bana döndü haliyle.

-Ne oldu Aylin nereye gidiyordun? Diye soran Nazlı’ydı.

-Ben, ben şey dışarı çıkıp bir hava alayım. Kekeliyordum, belli etmemeye çalışsam da kırk metreden bir gariplik olduğu anlaşılır gibiydim.

-İyi misin sen? Yüzünün rengi de bembeyaz olmuş.

-Biraz başım ağrıyor galiba dinlemem gerek. Bu seferlik bensiz devam edin, ben sonra katılırım. İzninizle Sultan Hanım, kusura bakmayın. Son cümlemi otaya söylemiştim. Sultan Hanım

-Sorun değil Aylin. Sen yukarı çıkıp biraz dinlen.

-Evet, Aylin Hanım, siz dinlenin lütfen nasıl olsa daha çok görüşeceğiz.

Bu cümleyi kuran oydu, babam. .Bakışlarımdaki iğrenmeyi saklamak istediğimden hızla odadan çıktım. Akamdan ayak sesleri duyduğumda önce irkilsem de sonra başımı çevirdiğimde Doruğu gördüm.

-Aylin sen gerçekten iyi misin? Merak ettim.

-Titreyen bacaklarım, bembeyaz olmuş yüzüm, zor zor kelimeleri birleştirip kurduğum cümlelerime rağmen, iyiyim merak edilecek bir şey yok yoruldum sadece diyebildim.

-İstersen seninle gelebilirim. Son zamanlarda üst üste pek çok kötü şey yaşadın. Ben…

Cümlesini yarıda kestim.

-Doruk gerçekten bu gün hiç alışık olmadığım kadar iyisin, şaşırsam da bu duruma teşekkür ederim. Ama sorun yok ben iyiyim, sen içeri dön. Duyduğu cümleme rağmen öylece karşımda dikiliyordu. Her zaman meydan okur gibi gözlerimin içine diktiği öfkeli bakışlarından da eser yoktu bu gün. Suçlu çocuklar gibi bakışlarını kaçırıyordu aksine. Demek ki Doruk’un bile üzüleceği kadar kötü görünüyorum diye düşündüm.

-Hadi, dikilme, içeri dön sonra görüşürüz. Arkamı dönüp hızla asansöre doğru yürüdüm. Tekrar tekrar düğmesine bastığım asansör bir türlü gelmiyordu. Aslında bir dakika, benim için ise bir asır geçmiş gibiydi. Kafamda türlü düşünceler dolanıyordu. Ne yapmalıydım, hemen buradan koşarak kaçmalı mıydım? O zaman peşime düşürmeydi, bir kere bulmuş bir daha izimi kaybetmemek için kesin takip ederdi beni. Birilerine anlatmalı mıydım? O zaman ya gitmeme izin vermezlerse, ya bana inanmazlarsa. Sonuçta Halit Arslan her zaman bende daha inandırıcıydı. Aslında aşağılık bir yalancı. Bu düşünceler arasında asansörün kapısı açıldı. Binip odamın olduğu kata çıktım. İçeri girip kapıyı kapattım, odadaki çalışma masasını kapıya yaslayıp kapıyı kilitledim. Çalışma masamın üzerinde duran telefonu elime aldım. Onca korkunç ihtimalin arasında yapabileceğim tek şeyli yapıp Batu’yu aradım. Kısa bir süre çaldıktan sonra hemen açtı.

-Aylin, ne güzel sürpriz bu böyle.

Sesi sıcacık ve neşe dolu geliyordu. Yüzüne tam şu an koca bir gülümsemeye yerleştiğini gözleriminim öne getirebiliyordum.

-Batu, o geldi. Burada, bulmuş beni. Sakin bir giriş yapıcam diye bir saniye önce kendime söz vermiştim ama hiç de tutmuş gibi değildim.

-Aylin kim geldi, kim bulmuş seni sakin sakin anlat, anlamıyorum hiçbir şey.

-Babam. Batu, babam gelmiş o burada.

-Ne! Aylin sen ne dediğinin farkında mısın? Senin baban ölmemiş miydi yani sen onu, nasıl gelmiş olabilir ben.

-Batu bilmiyorum. Ben gözlerimle gördüm hatta biraz önce benimle konuştu. O ölmemiş. Bu nasıl olabilir bende bilmiyorum ama o hayatta ve beni buldu.

-Aylin korkma tamam mı, sakin ol. O herif sana bir daha hiçbir şey yapamaz. Güvenli bir odaya geç kapıyı kilitle. Hemen oraya geliyorum, seni oradan alacağım tamamı güzelim.

-Batu dur, eğer şimdi buraya gelirsen çok fazla dikkat çeker. Kimse bir şey öğrenmeden çıkmam lazım buradan.

-Aylin saçmalama hemen oraya geliyorum ve seni oradan alıyorum o kadar. Başka hiçbir şey umurumda değil.

- Batu dur, dinle bir beni. Bak eğer onun kim olduğunu öğrenirlerse bir daha izimi kaybettiremem. Herkes onu saygın bir iş adama sanıyor, ben zaten odadayım, kapı kilitli, burası güvenli merak etme. Önce o gitsin, sonra ben kimseye belli etmeden dışarı çıkacağım, sende gelip beni al tamamı.

-Tamam, ama gittiğine emin ol, o gidene kadar sakın odadan çıkma. Ben şimdi yola çıkıyorum seni evin yakınlarında bekliyor olacağım.

-Tamam, da sen buranın adresini biliyor musun?

-Gecen sefer öğrenmiştim diyelim. Dikkatli ol telefonunu acık tut.

-Merak etme, arabayı dikkatli sür olur mu? Ben iyiyim en azından şuan için korkulacak bir şey yok.

-Tamam, sen beni düşünme birazdan görüşürüz.

Telefonu kaptım. Gelirken zaten yanımda eşya getirmediğimden toparlanmam fazla uzun sürmedi. Siyah bir sırt çantasına cüzdanımı, telefonumu ve Batu’nun annesinin fotoğrafının olduğu sarı zarfı koydum. Üzerime gelirken giydiğim siyah kotumu giymiştim. Yanımda buraya ait bir şey götürmek istemiyordum. Zaten kimseye bir açıklama yapmadan çekip gitmek, söz verdiğim insanları yarı yolda bırakmak gibi hissettirip ben huzursuz ediyordu. Birde attığım imza vardı tabi. 3 ay dolmadan kaçar Gibi gitmemin illaki bir bedeli olacaktı. Âmâ bunların hiç biri önemli değil. Bu cümleyi kendimi ikna etmek ister gibi yüksek sesle söylemiştim. Şimdi düşünmem gereken tek şey kimseye yakalanmadan, sağ salim buradan çıkmaktı. Kotumun üstüne yaralandığı gece Doruğun bana verdiği siyah tişörtü giydim. Büyük ihtimalle bir daha hiç görüşmeyecektik ama hayatımı kurtaran ve hayatını kurtardığım adamdan küçük bir iz kalsın istedim.

O sırada bir araba sesi duyuldu. Bu Halit’ti, evden gidiyordu. O gittikten sonra ortalığın yatışması, herkesin dağılıp odasını çekilmesi için bir süre daha bekledim. Ortalık sessizleştiğinde ise odanın ışıklarını kapatıp sessizce çıktım. Güvenlik kulübesi yine boştu, isminin Arda olduğunu duyduğum çocuk işine o kadar sadıktı ki bir kere daha görev yerinde rastlaşıp tanışmamıştım. Ama bu sefer bu durum benim işime geliyordu. Demir kapıyı açıp dışarı çıktığımda gözüme son takılan görüntü otoparktaki kırmızı araba olmuştu. Sokağa çıktığımda evden bir an önce uzaklaşmak istediğimden koşmaya başladım. Karanlık gecede, boş sokaktan koşarak geçerken bir an gözlerimin önünde küçük Aylin canlandı. Yine arkamda kocaman, ışıl ışıl bir ev, o evden nefes nefese koşan ben. Tıpkı yıllar öncesindeki hikâyem başladığı gün gibiydi. Bütün gücümle sokağın ucunda beni bekleyen adama, Batu’ya doğru koştum.

Yeryüzünde mavinin sayısız tonu var. Gökyüzünün mavisi var mesela, bir temmuz sabahı denizinin mavisi var birde. Ama hiç biri şuan gözlerimin içine bakan gözlerin mavisi kadar huzurlu hissettirmiyor. Tam karşımda duruyordu Batu. Siyah arabasının tüm ışıklarını söndürmüş, karanlık sokakta bir ileri bir geri gidiyordu. Ne kadar endişeli olduğu yüzüne yansımış, uzun zamandır burada beni beklediği her halinde beli oluyordu. Ona yaklaştığımda koşturan ayak seslerimi fark etti. Beni görünce gamzelerini ele veren kocaman bir gülümse yerleşti yüzüne. Kollarını açıp bana doğru gelmeye başladığında koşup boynuna atladım hemen. Sımsıkı ve sıcacık bir sarılmayla karşılık verirken bir taraftandı bir sürü soru soruyordu.

-Aylin iyi misin? Bak seni buraya kadar kimse takip etmedi değil mi, sahi niye koşuyordun sen? Evden çımana izin vermediler mi? Biri sorun mu çıkardı şu gecen seferki ukala herif mi yoksa?

Bu sevimli, telaş yapan hallerini özlediğimi fark ettim. Hata benim için korkan hallerini, gülümsemesini, sarılmasını ben evimi, Batu’yu ne kadar çok özlediğimi şimdi daha iyi anlıyordum.

-İstediğimiz sorudan başlayabiliyor muyuz acaba hocam?

-Aylin bu durumda bile hala espri yapabiliyorsun ya pes artık sana.

-Ne yapıyım şu haline bak, yüzün bembeyaz olmuş. Sen ikimizin yerine de panik yapmışsın zaten. Bende seni biraz güldüreyim dedim. Hem ben bu gamzeleri çok özledim.

-Korktum tabi ki nasıl korkmayayım. Sen biraz önce bana babam geldi dedin farkında mısın? Asıl sen nasıl bu kadar sakinsin, O herif ya sana bir şey yapsaydı.

-Batu tamam, en kötüsünü düşünmeyelim hemen. Bak ben gayet iyiyim ve bana kimse bir şey yapmadı. Şimdilik sana bu kadarı yetmez mi?

Beni kendine doğru çekip bir kez daha sarıldı. Bir adım uzaklaştığında alnın alnıma dayayıp fısıldadı.

-Buradasın, yanımdasın ve iyisin bu bana sonsuza kadar yeter. Kötü bir şey olmadı ve ben kötü bir şey olmasına asla izin vermeyeceğim. Sana söz veriyorum. Şimdi hemen buradan gidiyoruz tamam mı?

Bu cümleye zorda olsa gülümsemeye çalışarak kafa sallamakla yetindim. Yan koltuğa geçip oturdum. O da arabayı çalıştırdı. Sanki bizi kovalayan bütün kötülük ve tehlikeleri arkamızdan bırakmak istercesine mümkün olan en hızlı şekilde sürüyordu. Bir kaç gündür yaşanan onca şeyden sonra çok yorgundum. Üst üste gördüğüm kâbuslar yüzünden de uzun zamandır uykusuzdum. Dakikalar sonra gözlerim kapandı.

Sert bir frenle durduğumuzda gözlerimi yeniden araladım. Neredeyse hava aydınlanmak üzereydi, saatin sabahın dördü beşi arası olduğunu tahmin ediyordum.

-Batu neresi burası niye eve gitmedik, hem bu saate kadar yolda olduğumuza göre çok uzaklaşmış olmalıyız şehirden. Niye uyandırmadın beni?

-Yorgun görünüyordun biraz dinlen istedim. Evi de mahalleyi de avcunun içi gibi biliyordur senin ekip. Sonuçta seni orda bulup, iş teklif etmemişler miydi? Bir süre ortalıkta olmasak daha iyi olur.

-Peki, neresi burası böyle?

-Burası ananemin kulübesi. Eskiden yazın annemle gelip kalırlarmış burada. Ben küçükken de annem getirirdi beni buraya. Şehirden uzak, sakin bir yer daha güvenli olur şimdilik.

Ağaçların arsında yemyeşil ve küçük görünen kulübe gözüme sevimli gelmişti. Âmâ çokta şaşırmıştım Batu’nun benden saklı böyle bir yeri olduğunu bilmiyordum.

-Bana bak, sen sık sık geliyor musun yoksa buraya hem de benden gizli?

-Arada, daha çok annemi hatırlamak istediğim zamanlarda diyelim. Hadi akşama kadar arabanın içinde oturmayacağız herhalde değil mi inelim.

Kapının önüne yürüdüğümde saksılardan birinin altında büyükçe bir anahtar aldı. Tahta kapı bir asma kilitle bağlıydı. Kilidi açıp, eliyle içeri girmem için işaret etti. İçeri adım attığımda ilk gözüme çarpan duvardaki kocaman taş şömineydi. Etrafında bolca odun vardı. Elektrik olmadığında etraf mumlar ve gaz lambaları ile doluydu. Ahşap bir masa ve sandalye, şöminenin karşısında el yapımı döşekler ve köşedeki küçük yatak ile en az dışı kadar içerisinde sevimli bir orman evini andırıyordu. Ben gözlerimle film izler gibi etrafı seyrederken Batu üstündeki hırkasını çıkarıp üzerime giydirmişti bile. Önüme geçmiş fermuarımı kapatırken bir taraftan da konuşuyordu.

-Biraz soğuk ama şimdi şömineyi yakınca ısınır merak etme. Otursana ayakta dikilme öyle.

-Gizemli kulübeniz oldukça şirinmiş beyefendi. Niye daha önce beni hiç buraya getirmedin, hiç bahsetmedin de

-Annemle ilgili konuşmayı fazla sevmediğimi biliyorsun, ondan özel bir sebebi yok. Ayrıca seni hiçbir sebep yokken niye ormana getireyim Aylin?

-şimdilik bu meseleyi daha fazla kurcalamıyorum ama burada kapanmadı haberin olsun. Ben mumları yakayım sende şömineyi hadi sallandık yeterince, dondum.

Yerde duran kibriti alıp etrafta duran mumları ve gaz lambalarını yakmaya başladım. Batu da odunları şömineye yerleştiriyordu. Kısa süre sonra yanan şömine, küçük kulübeyi hem ısıtmış hem de ateşi ile aydınlatmıştı. Yerdeki minderde oturmuş, karşımda yanan odunları izliyordum. Ne düşünmem, ne hissetmem gerektiğini bilemeyecek kadar karışık bir haldeydim. Batu da gelip yanıma oturdu. Başımı göğsüne yasladığım sırda sordu

-Artık anlatacaksın değil mi Aylin, bu işi, neden orda olduğunu, kabul ettiğini teklifi ya da sakladığın her neyse onu.

Yavaşça yanından kalkıp, köşeye bıraktığım sırt çantamdan sarı zarfı alıp geldim. Ne yaptığımdan hiçbir şey anlamamıştı. Şaşkın şakın bakıyordu. Tam karşılıklı oturduğumuzda anlatmaya başladım.

-Sultan denen bu kadın gerçekten de bir anda karşıma çıktı. Ve bana bu işi teklif etti. Buraya kadar senden sakladığım bir şey yok aslında.

-Sende hiç tanımadığın bir kadının, birden karşına çıkan teklifini kabul ettin öyle mi?

-İşte tamda buradan başlıyor bilmediğin şey. Batu bak, ben bu işi para için ya da bilgisayar konusunda kendimi geliştirmek için falan kabul etmedim. Yani ben öyle olsa, böyle bir işi asla kabul etmem. Bir kere seni bırakıp gitmem gereken bir işi asla kabul etmem ama

-Ama ne Aylin, karşılığında ne verdi bu kadın sana da kabul ettin o zaman.

-Anneni Batu! Senin anneni!

-Annemi mi?

-Karşıma çıktığı ilk gün, teklifini reddettiğimde bana senin annenin yerini bildiğin söyledi. Eğer 3 ay onunla çalışırsam onu bulmamızı sağlayacaktı, anlaşmamız böyleydi.

-Aylin sen ne dediğinin farkında mısın? Biz seninle yıllarca aramadık mı annemi, sen böyle bir yalana nasıl inanırsın? O kadın seni kandırmış olmaz mı, belki de en başından beri baban için çalışıyordu.

Elimdeki zarfı ona uzattım.

-Aç bak Batu. Hadi aç. Bu kanıtı görmeseydim söylediklerine belki inanabilirdim ama yalan değildi. O gerçekten anneni yerini biliyordu.

Yavaşça uzanıp zarfı açtı, önce içindeki notu okudu. Sonrada fotoğrafa baktı. Kendisinin kopyası olan kadının fotoğrafına, annesine uzun uzun baktı.

-Şimdi gözlerinin nasıl bu kadar güzel olabildiğini biliyorum çünkü annene çekmişler. İkimizde yanaklarımızı ıslatan gözyaşlarını aldırmadan gülümsedik.

-Aylin bu, bu fotoğraftaki gerçekten annem. Âmâ bu nasıl olur. O kadın, onun yerini biliyor muydu gerçekten.

-Sana söz veriyorum hiçbir şey bitmedi. Artık annenin hayatta olduğunu biliyoruz. Önemli olanda bu. Ne yapıp edip onu bulacağız. Daha ona ödemem gereken kocaman bir teşekkür borcum var.

-Ne teşekkürüymüş o?

-Minik Aylin’in minik kahramanı olan, bu maviş gözleri dünyaya getirmeseydi şuan gülümsüyor olmayacaktım ben. Onun teşekkürü.

-Demek her şeyi en başından beri benim için yaptın öyle mi? Gel buraya, birbirimize sımsıkı sarıldığımızda beni azarlamayı da ihmal etmedi.

-Bir daha benim için bile olsa böyle bir şey yapmak yok, hata gözümün önünde ayrılmak bile yok anlaştık mı?

-Anlaştık. Artık uyuyalım mı biraz günlerdir doğru düzgün uyumadım.

-Olur, bak şu karşıdaki yatağa geç orda uyuyabilirsin.

Üstümdeki hırkayı çıkarıp mindere doğru uzandığımda ne yaptığımı anlaşmış şekilde bana bakıyordu.

-Aylin yerde mi yatacaksın, burada uyursan her yerin tutulur söyleyeyim. Kalk, yatağa geç hadi.

-Burası gayet rahat. Öyle bakmayı bırak ta yanıma gel hadi, yalnız uyumak istemiyorum bu gece.

Söylene söylene yanıma uzandığında başımı göğsüne yaslayıp gözlerimi yumdum.

-Aylin uyudun mu?

-Konuşmazsan uyumaya çalışıyorum.

-Son bir şey sorabilir miyim peki.

-Sorma desem, sanki sormayacaksın. Hadi sor, ne oldu?

-Sen parfümünü mü değiştirdin?

Alakasız sorusunu duyunca, gözlerimi açtım.

-Hayır, ne alakası var şimdi.

-Bilmem sanki üzerine her zamankinden farklı bir koku sinmiş gibi.

O an üzerimdeki tişörtün Doruğun olduğunu hatırladım.

-Parfüm falan sıkmadım ben. Sana öyle gelmiştir. Şimdi başka sorun yoksa izninle uyuyacağım.

-Tamam sustum.

Gözlerimi yumduğumda istemesem de kafam, üstümdeki tişörtün sahibi olan adama, Doruğa takılmıştı. Acaba ortadan kaybolduğumu fark etmişler miydi? Beklide beni arıyordu sonuçta o imzayı boşuna attırmıyorlar. Kesin ona açıklama yapmadım diye öfkeden delirmiştir. Belki de benden kurtulduğuna seviniyordur. Nasıl olsa işe yaramaz bir çaylak olduğumu düşünüyordu. Kaşlarımı mı çatmıştım ben, yok daha neler. Hem ne düşünürsen düşünsün artık beni ilgilendirmez.

Doruğu düşünürken farkında olmadan parmaklarımı dudaklarımı değdirmiştim. Dünyanın en uyuz patronu, aynı zamanda beni öpen ilk ve tek adamdı. Sahteydi, öylesine yani iş icabı. Zaten bu ilk öpüşmeden bile sayılmazdı. İç sesimle tartıştığım bunca düşünce içinde hava artık iyice aydınlanmıştı. Yanan ateşin çıtırtıları arasında derin bir uykuya teslim oldum.

Uyandığımda saat öylen bire geliyordu. Batu çoktan uyanmış, kendini dışarı atmış, odun kesiyordu.

-Günaydın, sabah sabah çok çalışkanız bakıyorum.

-Günaydın, biz ona öylen diyelim istersen Aylin Sen uyana kadar oyalanacak bir şey bulayım dedim. Evde yiyecek hiçbir şey yok, yakınlarda bir benzinlik var. Marketinden bir şeyler alıp geleyim sonrada kahvaltı edelim olur mu?

-Olur, bende kurt gibi acıktım, en son ne zaman yemek yediğimi bile hatırlamıyorum. Hem sesin yemeklerini de baya özledim. Kim bilir ben yokken ne tarifler denedin.

-Tamam, o zaman hemen gidip gelirim ben, ama yalnız kalmak istemsen sen de gel

-yok ya. Bende biraz dolaşırım sen gelene kadar, kimsede bilmiyor burada olduğumuzu sen git gel.

-Tamam, fazla uzak değil zaten hızlıca dönerim.

-acele etmene gerek yok, hadi git.

Batu markete gidince bende biraz etrafta gezindim. Telefonda tam çekmiyordu. Zaman geçirmek için Batu’nun kestiği odunları içeri taşımaya karar verdim. Kulübenin yan tarafında küçük bir odunluk vardı, kesilenleri orada saklıyor olmalılar diye düşündüm. Yerdeki odunları kucaklayıp içeri taşıdım. Üst üstü yığılmış odunların üzerine yerleştirdim tam dışarı çıkıyordum ayağım bir odun parçasına takıldı, dengemi kaybedip yere düştüm. Bu sabah yine sakarlığım üstümdeydi, yavaşça kalkıp üstümdeki tozları süpürüyordum ki odunların arasında ahşap bir sandık gördüm.

Birisi özelikle odunların arsına gizlemiş gibi duruyordu. Etrafına sıkıştırılan odunları çekip, çıkardım kutuyu. Orta boyda, küçük bir asma kilitle kilitlenmiş, eski bir kutuydu. Elimde sallayıp içindekinin ne olduğunu anlamaya çalıştım ama hiç ses gelmiyordu. Batu’nun olabileceğini düşündüm. Daha önce yatağının altında annesi için yazdığı günlüğü saklıyordu. Bu da onun gibi bir şey olabilirdi. Belki de ananesinin hata annesinin bile olabilirdi. Sonuçta eskiden onlarda buraya gelmişlerdi. Acaba Batu’nun bu kutunun burada olduğundan haberi var mıydı? En sonunda merakıma yenilip açmaya karar verdim. Kutudaki asma kilitten kurtulmam yalnızca birkaç dakikamı almıştı, bu güne bu gün bir hackerdim sonuçta. Sanki çok büyü bir şey başarmış gibi sırıtırken kutun kapağını kaldırıp açtım.

Gördüğüm manzara beni çok şaşırtmıştı. Kutun içinde yalnızca bir fotoğraf albümü vardı. Toz içinde kalmış albümü üfleyip, ilk sayfasını açtım. Genç bir kadın ve kucağında bir erkek çocuğu ile çekilmiş bir fotoğraftı bu. Biraz daha dikkatli bakınca Fotoğraftaki kadının Batu’nun annesi olduğunu anladım, kucağındaki mavi gözlü, sevimli çocukta Batu olmalıydı. Sayfaları çevirmeye devam ettikçe, ikisin birlikte çekilmiş bir sürü çocukluk resmini gördüm. Bir salıncakta, eski bir kanepede ve hatta dondurma yerken. Resimlerin bazılarında kadının yüzünde morluklar vardı ama hepsinde kocaman gülümsüyordu. Sayfaları çevirmeye devam ettim. Bu kez de aynı kadının başka bir çocukla çekilmiş fotoğrafları vardı. Resimlerden anlaşıldığı kadarı ile kadın bu fotoğraflarda biraz daha yaşlanmıştı. Siyah saçları, siyah gözleri ile yine bir erkek çocuğuydu resimlerdeki. Sanki bir yerlerden tanıyormuşum gibi hissettiren bakışları vardı. Sonraki sayfalarda ise Batu’nun şimdiki halinin resimleri vardı. Hata bazı fotoğraflarda ben bile vardım, bazılarında evde yemek yapıyordu, bazılarında barda şarkı söylüyordu. Resimlere baktıkça şaşkınlıktan dilim tutulmuştu nasıl olmuştu da her anımız fotoğraflanırken hiç fark etmemiştik. Peki, ama kim çekmişti bu resimleri. Batu’nun annesi olabilir miydi? Ne yani, yıllarca gizli gizli oğlunu izledi hatta resimlerini çekti ama bir kez bile karşısına çıkmamış mıydı? Niye yapar ki bir insan bunu. Gördüklerimden hiçbir şey anlamamışken, son sayfada gördüğüm resim beni tam anlamıyla şok etmişti. Bu resimdeki kişiyi tanıyordum, gece gibi insanın içine işleyen bakışlarını artık nerde olsa tanırdım. Bu, bu Doruktu. Birbirinden alakasız iki ayrı fotoğraftan kesilmiş resmin bir tarafında Doruk diğerin tarafında Batu vardı. Ve altında el yazısı ile oğullarım yazılmıştı. Şok içinde elimdeki albüme bakarken, sert bir araba freni ile irkildim. Panikle albümü elime alıp, dışarı çıktım. Gelen kişi Batu olmalıydı. Gördüklerimi ona göstermek istedim. Ama karşımda duran kırmızı araba, bütün düşüncelerimi tepe taklak etti.

11.bölüm sonu.

Loading...
0%