@o_bir_yazar
|
Timi bir araya getirmek için kamp alanına döndüğümüzde, herkes çatışmadan yorgun ama kararlı görünüyordu. Çevredeki sessizliği yalnızca gecenin rüzgarı bozuyordu. Bir süre konuşmadan oturduk. Herkes kendi düşüncelerine dalmış gibiydi; sadece Mert’in hafifçe homurdanan sesi duyuluyordu. “Bu adam bizi resmen oyuna getirdi,” dedi öfkeyle. “Kaç kere daha onun gölgesinde koşacağız?” Baran, sessizce Mert’e baktı ve sert bir tonda cevap verdi. “Bu sadece bir başlangıç, Çelik. Daha hiçbir şey görmedik.” Aylin, bilgisayarının başında dizüstü cihazdan veri kurtarma işlemine odaklanmıştı. “Sinyal izi hâlâ aktif. Ama bir şeyler yanlış. Sanki sinyali başka bir yere yönlendirmek için yeni bir yapı kullanıyorlar.” Efe merakla yanına yaklaşıp ekrana baktı. “Demek istediğin, bu sadece yem miydi? Aylin başını salladı. “Evet. Ama bu yem bize yeni bir rota verdi. Bu iş daha büyük bir şeyin parçası ve biz doğru yerde arama yapıyoruz.” Leyla, Aylin’in açıklamalarını dinlerken içinden geçenleri bastırmaya çalışıyordu. Yorgunluk ve hayal kırıklığı zihnini meşgul ediyordu, ama bu duyguları göstermeye niyeti yoktu. Emre, bir an için bakışlarını Leyla’ya çevirdi ve sessizce yanına geldi. “Bu iş seni çok yoruyor, farkındayım,” dedi alçak bir sesle. “Ama birlikte olduğumuz sürece bunu başarabiliriz.” Leyla, Emre’ye dönüp derin bir nefes aldı. “Yorgunluk bir sorun değil, Emre. Sorun, bu adamın her seferinde bizden bir adım önde olması.” Toplanan veriler, Aziz Kara’nın bir sonraki hamlesine işaret ediyordu. Haritada, bir başka terk edilmiş tesisin işaretlendiği görüldü. Baran, planı hızla açıkladı. “Bu sefer tek bir hata yapma lüksümüz yok. Her şeyin düzgün işlemesi için herkes rolünü eksiksiz yerine getirecek.” Leyla bu sırada haritaya dikkatle bakıyordu. “Aziz Kara bizi doğrudan bu tesise çekmeye çalışıyor olabilir. Ama neden? Orada ne bulmayı umuyoruz?” Efe, sessizce omuz silkerek konuştu. “Belki de bu sefer tuzağa düşmeyecek kadar temkinliyizdir. Baran, Leyla’nın sorusuna cevap verdi. “Ne bulursak bulalım, bu işin sonunu getirmek zorundayız. Yoksa daha fazla kayıp vereceğiz.” Tim yeniden harekete geçti. Terk edilmiş tesisin olduğu bölgeye ulaştıklarında, yerin terk edilmiş bir maden ocağından daha fazlası olduğunu gördüler. Dışarıdan harap gibi görünse de iç kısımlarında gizli bir operasyon merkezi olduğu açıkça belliydi İçeri sızma işlemi sorunsuz ilerlerken, Emre bir kapının kilidini kırmayı başardı. İçeride, bilgisayarlarla dolu bir oda vardı. Aylin ve Efe hemen işe koyulup sistemleri hacklemeye başladılar. Aylin, hızla klavyede çalışırken konuştu. “Buradaki kayıtlar bir mesaj bırakıldığını gösteriyor. Ama bu sistemdeki veri kodları alışılmışın dışında.” Leyla, odanın diğer köşesindeki dosyalara göz atarken, bir ses kaydı açıldı. Aziz Kara’nın sesiydi: “Cesaretinizden etkilenmemek elde değil. Ama cesaret her zaman kazandırmaz, değil mi? Bir sonraki adımda daha dikkatli olmanızı tavsiye ederim. Çünkü bu sefer gerçekten kaybedecek çok şeyiniz olacak.” Timdeki herkes gerildi. Baran, ekranın başında sinirle dişlerini sıkarak konuştu. “Bu adam resmen bizimle dalga geçiyor. Tam o anda tesisin içindeki ışıklar söndü. Leyla, sesleri dinleyerek bir şeylerin ters gittiğini fark etti. “Baran! Bir şeyler yaklaşıyor! Bir anda tesisin her köşesinden silah sesleri yankılandı. Tim, kendilerini savunmak için hızla pozisyon aldı. Mert ve Emre, düşmanları durdurmaya çalışırken, Leyla ve Baran kaçış planı üzerinde çalışıyordu. Aylin, hâlâ bilgisayarla meşguldü. “Birkaç dakika daha verin! Verileri kurtarmak üzereyim.” Baran, sabırsız bir şekilde Aylin’e baktı. “Zamanımız yok! Buradan hemen çıkmalıyız!” Leyla, Emre’ye döndü. “Ona zaman kazandırmalıyız. Eğer verileri alırsak, bu işi bitirme şansımız olabilir.” Emre başını salladı. “O zaman elimizden geleni yapacağız.” Leyla ve Emre, geri çekilen düşmanları püskürtmek için daha güçlü bir savunma hattı oluşturdu. Aylin, sonunda verileri kurtarmayı başardı ve bağırarak duyurdu. “Tamam! Her şey hazır!” Baran, herkesin çıkışa yönelmesini işaret etti. Tim, düşman ateşi altında geri çekilirken, Leyla’nın zihni hâlâ Aziz Kara’nın söylediklerinde takılı kalmıştı. Çıkış yaptıklarında, tim ormanın içinde güvenli bir alana ulaştı. Herkesin yüzünde hem yorgunluk hem de rahatlama vardı. Baran, ekibine dönüp sert ama bir o kadar da gururlu bir şekilde konuştu. “Bugün işimizi yarım bıraktık gibi görünebilir. Ama bu sadece başlangıç. Aziz Kara’nın gölgesi, bizim ışığımızı tamamen yok edemeyecek.” Leyla, Baran’ın sözlerinden etkilenmişti, ama hâlâ aklında cevaplanmamış sorular vardı. Emre, yanına gelip alçak bir sesle konuştu. “Bu savaşı kazanacağız, Leyla. Sana söz veriyorum. Leyla, Emre’nin gözlerindeki kararlılığa baktı ve gülümsedi. “Biliyorum. Çünkü birlikteyiz.” Artık Gölge Timi için yeni bir savaş başlıyordu. Ama bu kez yalnızca düşmanla değil, kendi korkularıyla ve geçmişleriyle de yüzleşmek zorunda kalacaklardı. Gölgenin ardında ne olduğunu bulmak, sadece cesaret değil, aynı zamanda büyük fedakârlıklar gerektirecekti. Gölgenin Peşinde Timin ormanda kamp kurduğu güvenli alan, kısa süreliğine bir nefes alma noktası gibiydi. Ancak kimse tamamen rahatlamış değildi. Aziz Kara’nın son hamlesi, herkesi derinden etkilemişti. Bu adamın her hareketiyle onları bir sonraki adıma itmesi, timin sinirlerini zorluyordu. Leyla, kamp ateşinin başında otururken, kendi düşünceleriyle boğuşuyordu. Aziz Kara’nın mesajındaki tehditkâr ton ve gizem, Leyla’nın zihnini kemiriyordu. O yalnızca bir düşman değil, aynı zamanda timin çözmesi gereken en büyük bilmeceydi. Neden bu kadar organizeydi? Hedefi neydi? Ve neden sürekli olarak onları oyununa dahil ediyordu? “Leyla,” dedi Emre, kamp ateşinin karşısından. Gözleri doğrudan onun gözlerine kitlenmişti. “Ne düşünüyorsun?” Leyla başını kaldırıp kısa bir an sessiz kaldı. “Bu işin sonu nereye varacak, onu düşünüyorum,” diye yanıtladı. “Aziz Kara yalnızca bir düşman değil. O bizi bir şekilde tanıyor. Bizimle oyun oynuyor. Emre, Leyla’nın yanına oturdu ve sessiz bir şekilde ateşe baktı. “Haklısın. Ama bu oyunu bozacak gücümüz var. Şimdiye kadar bu kadar ileri geldiğimize göre, onun planlarını alt üst etmek bizim elimizde.” Tam bu sırada Baran, timin diğer üyelerini bir araya topladı. Sert bir ses tonuyla konuşmaya başladı: “Herkes dikkatle dinlesin. Şimdiye kadar Aziz Kara’nın hamleleri bizi yorup yıpratmayı hedefledi. Ama biz güçlüyüz ve kararlıyız. Buradan sonra kimse tek başına hareket etmeyecek. Her şey planlı ve disiplinli ilerleyecek.” Mert, hafif bir homurdanmayla araya girdi. “Disiplin güzel ama sence bu adam bizi her adımda alt etmiyor mu? Her şeyini planlamış gibi görünüyor. Baran, Mert’e sert bir bakış attı. “Hatalarımızdan ders çıkaracağız. Bu sefer o bizi değil, biz onu şaşırtacağız.” Aylin ve Efe, kurtardıkları verileri incelemeye başladılar. Efe, bilgisayar ekranındaki karmaşık haritaları incelerken hafifçe kaşlarını çattı. “Bunlar sıradan veri değil. Aziz Kara, bir sonraki adımı için büyük bir operasyon planlıyor gibi görünüyor. Aylin, hızlı bir şekilde ekrandaki şifreleri çözmeye çalışıyordu. “Burada bir koordinat var. Eğer bu doğruysa, bir sonraki durağı bir sınır karakolu. Oradaki mühimmat ve kaynakları ele geçirmek istiyor olabilir. Leyla, Aylin’in yanına geldi ve ekrandaki verileri dikkatle inceledi. “Bu karakol, stratejik bir nokta. Eğer burayı ele geçirirse, sadece sınır güvenliğini değil, aynı zamanda yerel halkı da tehlikeye atar.” Baran, verileri gözden geçirdikten sonra konuştu. “O zaman acele etmeliyiz. Bu sefer onun hamlesinden önce davranıp tuzağına düşmeyeceğiz.” Plan, timin bu karakola sızarak Aziz Kara’nın planlarını bozması üzerine kuruluydu. Herkes görev yerini ve rolünü öğrenirken, içlerinde yükselen adrenalin hissediliyordu. Karakola vardıklarında, her şey beklenenden daha sessizdi. Bu sessizlik, Leyla’nın içindeki şüpheleri artırıyordu. Düşman bu kadar sessiz olamazdı. Tim sessizce ilerlerken, Leyla ön saflarda Emre ile yan yana yürüyordu. Emre, çevreyi dikkatlice tararken hafif bir sesle konuştu. “Bu bir tuzak olabilir. Herkes dikkatli olsun.” Leyla, silahını sıkıca tutarak etrafı kontrol etti. İçinde bir his, bu görevin hiç de kolay olmayacağını söylüyordu. Karakola girdiklerinde, terk edilmiş gibi görünen yapının aslında bir depo olarak kullanıldığını fark ettiler. Silahlar, mühimmatlar ve çeşitli askeri malzemeler her yere dağılmıştı Tam bu sırada, bir kapının ardındaki gürültüyü duydu. Leyla, el işaretiyle timin diğer üyelerini uyardı ve sessizce kapıya yaklaştı. Baran, kapıyı işaret ederek sessiz bir şekilde fısıldadı: “Hazır olun. İçeridekiler muhtemelen bizi bekliyor.” Kapı açıldığında, düşman ateşi hemen üzerlerine yağmaya başladı. Tim, hızla pozisyon aldı ve karşılık vermeye başladı. Leyla, Emre’nin yanında durarak düşmanın mevzilerini temizlemeye çalışıyordu. “Bunlar planın sadece bir parçası!” diye bağırdı Emre, mermileri isabet ettirirken. “Büyük oyun burada değil!” Leyla, bu sözlerin anlamını düşünmeden edemedi. Eğer burası dikkat dağıtmak içinse, asıl hedef ne olabilirdi? Uzun bir çatışmanın ardından, tim düşmanı geri püskürtmeyi başardı. Ancak Baran, yüzündeki sert ifadeyle konuştu. “Bu iş burada bitmedi. Hâlâ çözmemiz gereken bir bilmece var.” Leyla, bu sözleri kafasında tekrar ederken, kendi kendine yemin etti. Aziz Kara’nın oyununu bozacaklardı. Bu sadece bir zaman meselesiydi. Tim ormanın içine doğru ilerlerken, Leyla’nın aklında yeni sorular ve cevaplanması gereken bir gizem vardı. Aziz Kara’nın gölgesinde yürümek artık bir seçenek değildi. Gölge Timi, kendi ışığını yaratmalı ve bu savaşı kazanmalıydı. Orman sessizdi, ama bu sessizlik Leyla'nın kulaklarında bir tehdit gibi yankılanıyordu. Gözlerini çevreye odakladı, her hareketi izlemeye çalıştı. Gölge Timi, yavaş ama dikkatli bir şekilde ilerliyordu. Bir sonraki hedefleri, Aziz Kara'nın adamlarından biri olan ve operasyonları yöneten kilit bir ismi ele geçirmekti. Emre, Leyla'nın yanına sokulup fısıldadı: "Aziz Kara'nın bizi beklediğini biliyoruz, değil mi?" Leyla, gözlerini ormanın derinliklerine dikerken hafifçe başını salladı. "Bunu bildiğimiz için bir adım öndeyiz," dedi. "Ama bu, daha az tehlikeli olduğu anlamına gelmez." Efe'nin telsizden gelen sesi, bu sessizliği böldü. "Bir kilometre ileride bir devriye tespit ettik. Sayıları üç ya da dört. Baran hemen yanıtladı. "Sessizce halledin. Bu devriye, muhtemelen asıl grubun güvenliğini sağlıyor." Aylin, keskin nişancı tüfeğiyle pozisyon almıştı. Leyla'nın görüş alanından kayboldu ama telsizden gelen soğukkanlı sesi, onun iş başında olduğunu gösteriyordu. "Pozisyon aldım. Emir bekliyorum." Leyla, Baran’a dönüp kısık bir sesle sordu. "Aylin'in işi bitirmesine izin mi vereceğiz, yoksa daha yakına mı gideceğiz? Baran bir an düşündü, sonra kesin bir kararlılıkla, "Sessiz kalmalıyız. Şimdi fazla risk alamayız. Aylin halledebilir," dedi. Aylin, nefesini kontrol ederek dürbünün merceğinden devriyeyi izliyordu. Bir hedefi nişan aldı ve soğukkanlı bir şekilde tetiği çekti. Sessizlik bozulmadı, ancak hedef yere yığıldı. Diğerleri bunu fark etmeden ikinci kişiyi de indirdi. Tam üçüncüsüne nişan alıyordu ki... "HEPİNİZ YERE!" diye bağıran bir ses, ormanın derinliklerinden yankılandı. Tim irkilmişti. Leyla, hızla yere yatarak etrafı taradı. Çalılıkların arasından çıkan adamlar, Gölge Timi’ni çevrelemişti. Aziz Kara’nın tuzağına düştüklerini hemen anlamışlardı. "Silahlarınızı bırakın!" diye bağırdı grubun lideri olduğu belli olan iri yarı bir adam. Yüzünde küstah bir sırıtış vardı. Leyla, Baran’a baktı. Baran ise sakin kalmaya çalışarak ellerini havaya kaldırdı. "Bizi yakaladığınızı sanıyorsunuz, değil mi?" dedi alaycı bir tonla. Adam, Baran’a yaklaşıp silahını onun kafasına doğrulttu. "Aziz Kara sizi bekliyor," dedi. Tam o sırada, Mert’in sesi telsizden fısıldadı: "Ben pozisyon aldım. Hadi sinyal verin." Leyla, göz ucuyla Emre’ye baktı. Emre’nin yüzünde hafif bir tebessüm belirmişti. Planları hâlâ işlemekteydi. Leyla, göz kırparak sinyali verdi. Bir anda orman susturuculu silah sesleriyle yankılandı. Aylin ve Mert, çalıların arasında gizlendikleri yerden devreye girmişlerdi. Leyla, bu fırsatı değerlendirerek yerden hızla kalktı ve en yakın düşmana doğru atıldı. Birkaç saniye içinde bir çatışma başlamıştı. Leyla’nın hareketleri hızla reflekslere dönüştü. Bir düşmanın silahını tekmeleyerek yere fırlattı ve ardından kendi silahıyla onu etkisiz hale getirdi. Emre, hemen yanında belirmiş, birkaç düşmanı yere sermişti bile. "Bu iş burada bitmeyecek, Karaca!" diye bağırdı liderleri, çatışmanın ortasında. Leyla, bu sesin derinliğini ve tehdidini asla unutmayacaktı. Baran, lideri etkisiz hale getirip ellerini bağlarken, "Aziz Kara'ya selamımızı söyle," dedi. "Ama bunu kendi ağzınla yapamayacaksın.” Timi bir araya toplayan Baran, liderden aldıkları bilgileri paylaşmaya başladı. "Aziz Kara, sınırda bir geçiş noktası kurmuş. Burada büyük bir sevkiyat yapmayı planlıyor. Bu sevkiyatı engellemezsek, işler daha da kötüye gidecek." Leyla, haritayı inceleyerek sordu: "Peki, sevkiyat tam olarak ne zaman?" Efe, ellerindeki şifreli belgeleri çözmeye çalışıyordu. "48 saat içinde," dedi sonunda.
Bu bilgi, Leyla’nın omuzlarına büyük bir ağırlık yüklemişti. Zaman daralıyordu ve bu görevi başarıyla tamamlamak için artık hiçbir hataya yer yoktu. Baran, herkesin yüzüne bakarak sözlerini bitirdi: "Bu bizim en büyük sınavımız olacak. Ya bu işi bitiririz, ya da bu gölgenin içinde kayboluruz." Leyla, derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Gölge Timi olarak buraya kadar gelmişlerdi. Artık geri dönüş yoktu. Emre'nin yanında olduğunu bilmek, ona güç veriyordu. Ama aynı zamanda timin üzerindeki sorumluluk, omuzlarında birer ağırlık gibiydi. "Kazanmamız lazım," diye fısıldadı kendi kendine. "Her ne pahasına olursa olsun." Leyla, bir yudum su alarak nefesini düzene koymaya çalıştı. Planlar karmaşıklaşmıştı, ancak kararlılığı her geçen dakika daha da güçleniyordu. Her adım, her strateji, her an tüm ekibin kaderini belirleyecek kadar önemliydi. Artık bu iş sadece operasyonu tamamlamak değil, aynı zamanda Aziz Kara'ya karşı bir zafer kazanmakla ilgiliydi. Baran’ın sesi, tekrar dikkatini toplamasını sağladı. “Herkes hazır mı?” dedi. “Bu görev, hem bizim için hem de onlara karşı bizim üstünlüğümüzü kanıtlayacak bir fırsat.” Leyla, başını sallayarak ekip arkadaşlarına baktı. Mert, dikkatli ve soğukkanlı bir şekilde silahını kontrol ediyordu. Aylin, dürbününe odaklanmış, etrafı izlemeye devam ediyordu. Efe ve Berk, haritayı tekrar gözden geçiriyor, olası tuzaklara karşı hazırlıklı olmayı amaçlıyordu. Emre, yakınındaki ağaçların arasında ilerlemeye başlamıştı, sanki her hareketiyle çevresine güven veriyordu. Leyla, adımlarını hızlandırarak Emre’nin yanına yaklaştı. “Bu kadar kolay olacağına inanmıyorum, Emre,” dedi, sesinde bir belirsizlik vardı. “Aziz Kara bir adım önde olmalı, bir şeyler hissediyorum…” Emre, ona bakarak hafif bir gülümseme takındı. “Her zaman bir adım öndeyiz, Leyla. Sadece doğru zamanı bekliyoruz.” Bir an sessizlik oldu. Bu tür görevlerde, sessizlik her zaman bir uyarıydı. Aniden, Aylin’in sesi telsizden geldi: “Yaralı bir asker var. Küçük bir grup, yaklaşmakta. Yolda.” Baran, komutayı hemen aldı. “Ekip, pozisyon alın. Hiçbir şey kaybetmemeliyiz. Efe, Berk—yolun iki tarafından yaklaşın. Aylin, sen üst katlardan yönlendir. Leyla, Emre—benimle kalın.” Leyla, planı kafasında hızla kurarak hareket etti. Ekip, profesyonelce pozisyon alırken, Leyla ve Emre’nin birlikte ilerlemeleri gerekti. Birbirlerinin arkasında olmaları, çok şey ifade ediyordu. İleriye doğru hareket ederken, ikisi de çevreyi tarıyordu. Bazen birbirlerine bakmadan bile, birbirlerinin hareketlerini anlayabiliyorlardı. Bu bağ, savaşın zorlukları içinde bile güçlenmişti. Bir süre sonra, Aylin’in sesi geldi. “Düşman grup yaklaşık 300 metre ileride. Sessiz kalın. Berk’in ve Efe’nin pozisyon almasıyla birlikte, Leyla ve Emre arasındaki iletişim de hızlandı. Bu, birlikte hareket etmenin verdiği güvenin bir başka örneğiydi. Emre, sesini kısarak konuştu: “Gölge Timi’ne olan güvenim bir başka, Leyla. Ne olursa olsun, buradayız. Hepimiz buradayız.” Leyla, hafifçe gülümsedi, ama yüzündeki gülümseme, içindeki gerginliğin izlerini örtmüyordu. Düşmanla olan mesafe daralmıştı, ancak bir şey daha vardı: Ekip, Aziz Kara'nın adamlarına karşı ne kadar hazırlıklıydı? Sonunda, bu akşam tüm sorular yanıtını bulacaktı.
Baran’ın komutasıyla, herkes yerinden sıçradı. Aniden hızla ilerlemeye başladılar. Leyla, hızla adımlarını atarken, çevresindeki her sesin farkındaydı. Bir yandan düşman grubunu izlerken, diğer yandan timinin ilerlemesini de gözlüyor, en ufak bir hata yapmak istemiyordu. Bir yanda Aylin, dürbününü kullanarak hedeflere odaklanmışken, diğer yanda Mert ve Efe, patikalarda ilerliyordu. İlerleyen her adım, onları hedefe yaklaştırıyordu. Leyla, her an tetikteydi. Ve tam o anda, Emre’nin uyarısı duyuldu: “Biri yaklaşıyor. Yavaş olun.” Leyla, tam arkasındaki adımı duyduğunda, hızla vücut dilini değiştirdi. Hemen Emre’yi işaret ederek, bir kayanın arkasına saklandı. Bu hızla karar almak, artık bir refleks haline gelmişti. Bir anlık duraksama, düşmanın dikkatini çekmişti. Onlar farkına varmadan, Leyla hızla ileri atıldı. Ekip hızlıca çevreyi sardı, her biri doğru pozisyonda, doğru anda harekete geçti. Mert’in sesini duydu: “Başlıyoruz!” Ve işte o an, Leyla ve Emre birlikte ilerleyerek, her adımı büyük bir dikkatle atarak düşmanlarını etkisiz hale getirmeye başladılar. Timi tek tek hareketlere yönlendiren Baran’ın net komutasıyla, savaş başladı. Savaş devam ederken, Leyla her bir düşmanı düşürürken içindeki gücü yeniden keşfetmişti. Sonunda, ne kadar da kayıplar olsa da, ne kadar zor olsa da, bu savaşın sonunda kazananın onlar olacağına olan inancı daha da pekişti. Baran, çatışma bittikten sonra grubu toplayarak bir araya getirdi. “Herkes iyi mi?” diye sordu. Leyla, başını sallayarak cevapladı. “Hepimiz iyiyiz. Ama daha uzun bir yolumuz var.” Emre, Leyla’nın yanına yaklaşarak ona sırtını vurdu. “Bunu seninle başardık,” dedi, sesi bir kez daha içten. Leyla, o an hissettiği şeyin tam olarak ne olduğunu çözmeye çalıştı. Güç, kararlılık, birlikte verilen mücadele… Bu, artık sadece bir görev değil, bir aidiyet duygusuydu. Gölge Timi bir aileydi ve Leyla burada, bu ailenin bir parçasıydı. Her şeyin önündeydi ve bu savaş, sadece zaferi değil, aynı zamanda geleceği de şekillendirecekti. Leyla, Emre'nin söylediklerini duyduktan sonra bir an için içindeki tüm duyguları bastırarak çevresine odaklandı. Evet, bu savaşı birlikte kazanmışlardı, ancak ne kadar zafer kazanmış olsalar da, yeni bir hedef her zaman ufukta belirecekti. Aziz Kara hala özgürdü, hala tehdit oluşturuyordu. Ve bu tehdit, sadece timi değil, tüm ülkeleri etkileyecek kadar büyük bir tehlike taşıyordu. Baran’ın sesi tekrar yankılandı. “Herkes yerinde, tamam. Ama bu sadece ilk adım. Şimdi hedefimiz Aziz Kara. Kimse rehavete kapılmasın. Düşmanın her an bir hamle yapabileceğini unutmamalıyız.” Leyla, Baran’ın komutalarını dinlerken, aklında başka bir şey vardı. Gölge Timi’ni hep birlikte bir aile gibi hissetse de, bir o kadar da yalnızdı. Savaş, ona sadece dış dünyadaki tehditleri değil, aynı zamanda kendi içindeki boşluğu da gösteriyordu. Yalnızlık… Bazı geceler, kimseyle konuşmadığı anlarda, içini kavuruyordu. Evet, Emre vardı, ama onunla da ilişkiyi karmaşık hale getiren çok fazla engel vardı. Baran’ın her hareketi, her tavrı ona mesafeyi hissettiriyordu. Her ne kadar bu timin lideri olmayı hak etse de, bazı şeyler daha zor oluyordu.
Emre, Leyla’nın yanına yaklaşarak düşük sesle konuştu. “Sana güveniyorum, Leyla. Tüm bu yolların sonunda kazanan biz olacağız.” Leyla, gözlerini Emre’nin gözlerinden ayırmadan yanıt verdi. “Hep birlikte kazandık, Emre. Bu sadece bir adım, daha fazla adım atmamız gerek. Ve ben, bir adım daha atacağım. Hep birlikte.” Emre, gülümseyerek başını salladı. “Bunu bildiğimden eminim. Bir süre sessiz kaldılar. Savaşın gerginliği hâlâ havada asılıydı, ancak Leyla, Gölge Timi ile bir şekilde daha fazla bağ kurmaya başladığını hissediyordu. Hepsi, her biri farklı bir geçmişe, farklı bir savaşa sahipti, ancak bir araya geldiklerinde, tek bir amaca hizmet ediyorlardı: Zafer. Gecenin ilerleyen saatlerinde, timin geri çekilme planı hazırlandı. Herkes, olduğu yerde dinlenmek üzere konumunu aldı. Ancak Leyla, bir köşeye çekilip tek başına düşündü. İçindeki sorular, düşünceler, bu görevin ve diğerlerinin ne kadar derin etkiler bırakacağı üzerine kafa yordu. Ne kadar ilerlemiş olsalar da, geriye kalan her şeyin bedeli ağır olacaktı. Gece boyunca, Leyla birçok kez uyanarak, düşüncelerini temizlemeye çalıştı. Emre’nin söyledikleri kulağında çınlıyordu. Bize her şeyden çok sen lazımsın. Bu sözlerin, ona olan güvenin bir simgesi olduğunu bilse de, bazı anlarda kendini aşmak istiyordu. Herkesin umudu, ona bağlı gibi hissediyordu ve bu baskıyı omuzlarında taşımanın ağırlığı giderek daha fazla artıyordu. Ertesi gün, saatler sabah ışıklarıyla aydınlanmadan önce, Gölge Timi’ni yeni bir görev bekliyordu. Plan, son derece kritik ve karmaşıktı. Aziz Kara’nın bulunduğu yer, şimdiye kadar tespit edilen en son noktaydı. Ancak, düşman hareketliliği arttıkça, timin de daha dikkatli olması gerekiyordu. Baran, tüm timi topladı. “Bugün, yeni bir başlangıç olacak. Tüm ekip hazır mı?” Herkes sessizce başını salladı. Herkesin yüzünde belirgin bir kararlılık vardı. Leyla, duruşundan, gözlerindeki ateşten emin olabilirdi. Artık, sadece savaşmakla kalmıyor, aynı zamanda bir gelecek inşa ediyorlardı. Bu, sadece bir görev değil, aynı zamanda onlara kim olduklarını, neyi savunduklarını, neyi korumaya çalıştıklarını da gösterecekti. Tim, yavaşça harekete geçti. Leyla, adımlarını hafifçe hızlandırarak, Emre’nin yanına geldi. Onunla konuşmaya başladığında, sesi yine kararlıydı ama bu kez biraz daha içsel bir sakinlik vardı. “Bu sefer farklı olacak, Emre,” dedi Leyla. “Bu sefer, hedefi tam olarak biliyoruz.” Emre, başını hafifçe eğerek ona baktı. “Evet, Leyla. Ve seninle olmaktan başka hiçbir şey istemem.” Leyla, gülümsedi ama içinde hala bir hüzün vardı. “Bazen, ‘sadece bir adım’ yeterli olmuyor. Ama bu kez, bu adımın ardında bir şey var, değil mi?” Emre, kararlı bir şekilde ona baktı. “Bizi bekleyen yol, zor olsa da birlikte yürümek… tek bildiğimiz şey bu.” Ve bu sözler, Leyla’nın içinde yeni bir umut yeşertti. Yavaşça ilerlemeye devam ederken, her adımda daha da yakınlaştıklarını, birbirlerine, timlerine, amaca doğru ilerlediklerini hissedebiliyordu. Gölge Timi, sadece bir grup asker değil, artık bir aileydiler. Ve bu aile, Aziz Kara'ya karşı zafer kazanana kadar yolculuğuna devam edecekti. Leyla, Emre ile birlikte ilerlerken, kalbindeki karışık duygulara odaklanmaya çalıştı. Bir yandan ekibin geri kalanı dağılmadan planlarını tartışıyor, bir yandan da her an her şeyin değişebileceğini biliyorlardı. Bu savaş, sadece bir grup insanın değil, tüm bir sistemin çöküşüne neden olabilecek kadar büyük ve karmaşıktı. Timin, gittikçe birbirine daha çok bağlı olduğunu hissetmek Leyla’yı hem güçlü hem de kırılgan hissettiriyordu. İçindeki yalnızlık, zaman zaman bu bağlılıkla siliniyor gibi oluyordu ama yine de geçmişin yaraları, bir şekilde hep orada, tam göğsünün ortasında duruyordu. Baran, liderlik kararlılığını her zamanki gibi taşıyor, ancak Leyla, onun içsel bir savaşı olduğunun farkındaydı. Gölge Timi’ne liderlik etmek, çoğu zaman ekip içindeki en sert kişiliği bile yumuşatabiliyor. Fakat Baran, hala her fırsatta durumu sert tutmaya çalışıyordu, her ne kadar Leyla’yı tebrik etse de, onun yerini alması konusunda bir türlü rahat olamıyordu. Baran’ın tavrı bir yandan güven veriyor, ama diğer yandan bir engel gibi hissediliyordu. Leyla, timin başında olmak istiyordu; Gölge Timi’nin lideri olarak herkese öncülük etmek, ama Baran’ın sürekli varlığı, bu isteğini kısıtlıyordu. Bu ikilemde kaybolmuştu. Zihninde sürekli bir gerilim vardı. Bir tarafta gerçek bir lider olma arzusu, diğer tarafta ise barışçıl bir şekilde onun yerini almak isteyen bir ekip üyesi olma isteği. Mert, biraz önceki gerginliği unutarak Leyla’ya yaklaştı ve komik bir şekilde, “Bazen Baran’ın sertliği insana ters gelebiliyor, değil mi?” dedi. “Ama ona dikkat et, aslında senin gibi, sadece bunu dışa vurma biçimi farklı.” Leyla, Mert’in sözlerine hafifçe gülümsedi. Mert, her zaman ortamı yumuşatan, gergin anları komik bir şekilde çözmeye çalışan biriydi. Bu, ona güven veriyordu. Gölge Timi, bir aileyse, Mert de timin neşesiydi. Ekip yola çıktığında, az sonra buluşacakları alanda belirgin bir sessizlik vardı. Herkes, biraz önceki şakalaşmaları geride bırakıp, görev için odaklanmaya başlamıştı. Plan netti: Aziz Kara’nın adamları, şehrin dışında terkedilmiş bir fabrikada saklanıyordu. Gölge Timi, çevreyi izleyerek, sızma görevini yerine getirecek, teröristlerin bulunduğu noktaya sızıp, onları etkisiz hale getirecekti. Yavaşça ilerlerken, her adımda etrafındaki sessizlik, Leyla'nın kalbini daha hızlı çarptırıyordu. Çatışmaya girmeleri an meselesiydi. Savaşın yakınlığı her zaman bir gerilim oluşturuyor, planın ne kadar iyi olursa olsun, her şey bir anda değişebiliyordu. Geceyi beklerken, Leyla kendisini hazırladı. İçindeki korkulara rağmen, geçmişin ve şu anın birbirine karıştığı bu an, ona kendisini yeniden bulma fırsatı veriyordu. Emre’nin sesi Leyla’nın kulağında tekrar yankılandı. “Bu kez başaracağız. Birlikte.” Bu söz, Leyla’nın kafasında bir kıvılcım gibi parladı. Evet, bu kez başaracaklardı. Geçmişin gölgesine, düşmanlarının korkusuna, her birinin içinde taşıdığı ağırlığa rağmen, bu savaş onların olacaktı. Bir süre sonra, ekip hedeflerine çok yaklaştı. Tüm hazırlıklar yapılmış, gizlilik tamamen sağlanmıştı. Baran, geri planda sessizce talimat verirken, Leyla da dikkatle çevresini izliyordu. Bu tip görevlerde, en küçük hata bile felakete yol açabilirdi. Savaşın başlangıcı, sadece bir çığlık ve ardından gelen hızla yankılanan silah sesleriyle oldu. Ancak, bir gariplik vardı. Aziz Kara’nın adamları, tam bekledikleri şekilde hazırlıklıydılar. Gerçekten de her şey hazır gibi görünüyordu. Biri bir tuzak kurmuştu, ve bu tuzak, Gölge Timi’nin üzerinde odaklandığı her şeyin testiydi.
Her şey hızla değişmeye başladı. Savaşın tam ortasında, Leyla bir an için durakladı. Az önce düşündüğü gibi, her şey birbirine karıştı. Bir yanlış anlama, bir yanıt, bir hamle daha fazlasını getirecekti. O anda, Emre’nin sesi ona tekrar geldi, bu kez daha yakındı. “Leyla, dikkatli ol.” Tüm bu karmaşa içinde, zaman sanki yavaşlamıştı. Başına gelen her şeyin acısı, bir anlık bir kayıp bile tüm bu yolculuğu sorgulatıyordu. Ama Leyla, durmayacaktı. Her bir adımı, her bir kararı, Gölge Timi için, zafer için atılıyordu. |
0% |