@ogretmenbiranne
|
Merhaba canlarım.
Okullar açılmadan (1.sinif annesi olacağım) bir bölüm daha atayım dedim. Malum yoğun ve hunili günler beni bekliyor🙃 Satır aralarında yorum yapmayı ve vote vermeyi unutmazsanız sevinirim 💙
Sizi keyifli bir sancakzade mahallesiyle başbaşa bırakıyorum.
Keyifli okumalar diliyorum 🍀💙
Hatalarım varsa affola.
(Instagram: kendihalinde.biranne)
Çalan alarma söve söve yataktan kalkarken bugün yeni işe başlayacak olmanın verdiği stres üzerimdeydi.
Yeni mahalle, yeni arkadaşlıklar, yeni komşular ve yeni iş.. Bunların hepsi Ankara'da okuduğum süreç dışında hep sıkıcıydı.
İş ortamının nasıl olduğunu, ne giymem gerektiğini bilmediğim için gözümün önüne geçen gün gittiğimizde çalışanların nasıl giydiğini getirmeye çalışıyordum.
Hayat kurtaran kombin Jean ve basic bir tişört giyinip çantamı kaptığım gibi aşağıya indim.
Annemin uyanmamış olduğunu görünce mutfağa geçip dün yaptığım keklerden biraz poşete atıp evden çıktım.
Yan evden Selim abininde çıktığını görünce Anıl'ın evinde Cihangirle çok yakın bir şekilde selim abi'ye yakalandığımız geldi aklıma.
Beni farketmesin diye çömelip bağlı olan ayakkabı bağlarımı bağlıyormuş gibi yaptım.
Eğildiğim yerde bir gölge hissettiğimde onun geldiğini bildiğim için başımı yerden kaldırmadan "hay Allah işe geç kalacağım" diye söylendim.
Gölge varlığını korurken sabahın erken saatlerinde esen hafif rüzgarla aşinası olduğum o kokuyu aldım.
Selim abiden ne kadar utanmışsam yürürken çıkardığı adım seslerinden bile tanıdığım adamı kokusu gelmese onun olduğunu anlayamayacaktım bile.
"Günaydın.. İplere eziyet etmeyi bırakacak mısın?"
Sabah sabah bu kadar aksiyona gerek yoktu bence. Başımı usulca kaldırıp "sana da günaydın.. aynı olmak zorundalar takıntım var" diye yalan söyledim.
Bana bakınca gözlerinin içi gülmesiyle bende ona baktım seyirlik bir adamdı.
"Bence eşit duruyorlar, ilk günden daha fazla geç kalma istersen"
Hatırlattığı gerçekle yüzleşince bağlamak için uğraştığım ipe takılıp düştüm.
Cihangir her ne kadar beni tutmaya çalışsa da boş anına gelmiş olmalı ki sadece kolumdan tutabilmişti.
Can havliyle onuda kendimle beraber yere çekerken pozisyonumuz mahalledeki teyzelere dedikodu malzemesi olacak şekildeydi.
Başımın altında duran eli kafamı yere vurmamı engellemişti ama Cihangir bir dizi yerde diğer dizi vücuduna doğru kırılmış bir şekilde üzerimde duruyordu.
"İyi misin?" Sorduğu soruya sadece başımı sallayarak cevap verebildim.
Üstümden kalmayacağını anladığımda "teşekkür ederim, ama artık işe gitmem gerekiyor" dedim.
Bulunduğumuz pozisyonu yeni farkederken gözleri faltaşı gibi açıldı.
Bir eli başımın altında dururken diğer eli düşerken tuttuğu kolumdaydı.
Yerinden doğrulup bana elini uzattığında çevremizde kimse var mı diye göz gezdirdim.
Kimse yoktu ve işin ilginci Selim abide gitmişti.
"Bu kadar çekinmene gerek yok, kimse görmedi merak etme"
Bıçak gibi keskin ve soğuk konuşmasıyla dumura uğradım çekincem yoktu sadece henüz bir şeyler benim tarafımdan met değilken mahallelinin diline düşmek istemiyordum.
"Çekindiğim bir durum yok, neyse ben işe geç kalmayayım sana da hayırlı işler"
Onun gibi soğuk konuşurken gözlerine bakmamak için çaba verdim.
O hislerini açık açık gösterip dile getirirken benim sürekli kaçmam can sıkıcı olabilir fakat ben sevgiyle büyüyen bir aileden gelmedim.
Herkes, her ilişki ve her evlilikte tabi ki aynı değil ama benim şahit olduğum evlilik birilerine yakın olmama engeldi.
"Ben bıraksaydım seni" az öncekine zıt bir şekilde çıkan sesiyle "teşekkür ederim gerek yok" diyip yerdeki çantamı ve kekleri koyduğum poşeti alarak yürümeye başladım.
"Mihre.." yanımda hissettiğim varlığıyla ona döndüm "hadi gel bırakayım hem geç kalmamış olursun" diyip yandaki arabayı gösterince kolumdaki saate baktım gerçekten ilk günden işe geç kalmak üzereydim.
"Peki" arabanın diğer tarafına dolanıp yolcu koltuğuna doğru yürüdüm.
O da arabaya bindikten sonra yürüyerek bile yakın sayılan cafeye çok geç olmadan varmıştık.
Kemerimi çözerken "teşekkür ederim" diyip aşağıya indim. Tam kapıyı kapatacağım an yanımda getirdiğim kek poşetini hatırlayıp "1 dakika bekler misin?" diyip bir yandan poşetteki keklerden iki tane çıkartıp peceteye koyarak ona uzattım.
Uzattığım peceteyi alırken keklere bakmaya devam ediyordu.
"Kusura bakma tuzlu bir şey yoktu ama" lafımı bitirmeden bir keki alıp tek seferde ağzına attığında şok oldum.
Keki yutamayıp öksürmeye başladığında indiğim koltuğa hızlıca geçip sırtına vurmaya başladım.
Çantamda kalan su kurumu çıkartıp kapağını açarak dudaklarına götürdüğümde rengi iyice kızarmaya başlamıştı.
Krk tuttuktan sonra koca bir yudumla suyuda bitirip geriye yaslandı.
"Öyle birden yemeseydin" tek seferde ağzına atmasına sitem ederken düzene girmiş nefesiyle bana döndü.
"Ondan değil, yani tek seferde yediğim için değil" dedi.
Tek kaşımı havaya kaldırıp "neden?" diye sorduktan sonra panikle "hiç tadına bakma fırsatım olmadı, çok mu kötü.. gerçi kötü olmasaydı böyle boğulmazdın.. çok özür dilerim" ardarda sıraladığım cümlelerde araya girmeye çalışsa bile beni susturamamış en son işaret ve orta parmağını dudağıma dokundurup "nefes al.. tadı güzeldi aksi mümkün değil ama benim tarçına alerjim var" dedi.
Dudaklarıma değen parmaklar sayesinde nefes almayı hepten unutmuş söylediği son cümleyi idrak etmeye çalışıyordum.
"Hihh.. ne yapmamız gerekiyor? Var mı kullandığın bir ilaç.? En iyisi hastaneye gidelim" parmakları dudaklarım üzerinde konuşmamla hareket ederken "ssst sakin ol, ben buradan hastaneye geçer iğnemi yaptırırım" dedi.
Açık olan kapı koluna uzanıp "beraber gidelim o zaman" diyip kapıyı çekmeye çalıştım.
Yüzünü bana dönüp "Sen geç kalma ben geçerim" dedi.
Ne desemde ikna edemeyince arabadan inip kapıyı kapatırken "böyle olmadı ama aklım sende kalacak" ağzımdan çıkanlara ben bile şaşırırken Cihangirin şok olmuş surat ifadesi görülmeye değerdi.
Kendini toparlayarak "kalmasın aklın, çıkışta gelirim" diyip göz kırparak arabayı çalıştırdı.
Kapıyı kapatıp gidişini izlerken arkasından iç çekmeden edemedim. Adını bildiğim ama yabancı olduğum hisler ruhumu sarmak üzereydi.
. .
"4 numaralı masanın siparişi"
Benim gibi part-time çalışan Sudenin hazırladığı siparişleri alıp acele ama dikkatli bir şekilde masaya yöneldim.
"Buyrun siparişleriniz" masaya siparişleri yerleştirirken müşterilerden kız olan burun kıvırıp "ben elma suyu istemiştim" dediğinde elimdeki adisyona bakma ihtiyacı duydum.
"Hanımefendi vişne suyu istemişsiniz" bardağı önüme ittirip "ben ne istediğimi bilmiyor muyum?" sert çıkışmasına sakin kalmaya çalıştım.
Yanındaki sevgilisi olaya müdahil olarak "hayatım tamam bunu ben içeyim sana da elma suyu gelir" diyip ortamı yumuşatmaya çalıştı.
"Böylelerine ne diye yüz veriyorsun" kızın ukala çıkışmasına "sorun değil beyefendi ben hemen değiştireyim" bardağı alıp mutfak kısmına geçerken sabır çektim.
İlk günden başım ağrımasın derken karşılaştığım durum canımı sıkmıştı.
Sudeyi diğer siparişleri hazırlarken görünce bir kutu su alıp " bir elma suyu hazırlar mısın?" dedim.
Sude bana dönüp "ne oldu?" diye sorduğunda müşterinin kıllık yaptığını söyleyip hazır olan elma suyunu alıp çıktım.
Masaya siparişi bırakırken kız afiyet olsun dememi beklemeden "iyi bari bu sefer doğru getirmişsin" dediğinde cevap vermeyip oradan uzaklaştım.
Aklıma Cihangir gelince mesaj atmak için önlüğün cebinden telefonumu çıkarıp mesaj attım.
Durumunu soran mesajıma cevap gelmezken cafenin yoğunlaşmasıyla tekrar işe koyuldum.
Bütün gün koşturmaktan canım çıkmıştı resmen, yemek yemeye bile fırsat bulamamıştım.
Saatimin dolduğunu farkettiğimde elimdeki son işi de bitirip üstümdeki önlüğü çıkararak "ben çıkıyorum yarın görüşürüz" Sude ve ismaile haber verip çantamı alarak cafeden çıktım.
Caddeyi geçip otobüs durağına yürürken arkamdan çalan korna sesiyle irkildim.
Yabancı araba yanımda durunca çıkışta geleceğini söyleyen Cihangir yerine poyraz abi gelmişti.
"Eve mi?"
Yorgunluktan ve açlıktan dönmeye dilim yerine kafamı sallayarak cevap verdim.
Bu halime gülümseyip "hadi gel bırakayım, sürünme otobüslerde" dedi.
Teklifine hayır diyemeyecek kadar bitkindim. Yolcu koltuğuna kurulup kemerimi taktıktan sonra yola koyulduk.
Arada poyraz abinin konuşturma çabalarına kısa kısa cümleler verince o da pes etmişti.
Cihangirin arabasını evin önünde görünce bozuldum. Ya geleceğini söyleyip unutmuştu ya da iyi hissetmediği için eve erken gelmişti.
Poyraz abi bizim evin önünde durunca samimi bir gülümsemeyle teşekkür edip arabadan indim.
Evin kapısını çalmadan karşı evin kapısı açılınca görüş alanıma önce gayet alımlı ve bakımlı bir kadın sonra ise ceketini giyerek dışarıya çıkan Cihangir girince elim havada kaldı.
Kız Cihangir'e sarılıp vedalaştıktan sonra arkasını döndüğünde göz göze geldik. Boğazımdaki yumruyla yutkunmaya çalışıp hemen yanındaki Cihangir'e döndüm.
Beni gören Cihangir kapıdan çıkıp iki adım atarken buraya doğru geleceğini düşünüp çantamdan hızlıca anahtarı çıkartıp eve girdim.
Bu kadar yorgunluğun üstüne haklı yada haksız açıklama dinlemek istemiyordum.
Ardımdan adımı seslendiğinde kız "geçmiş olsun, dinlen ve bol su iç" diyip yanımdan geçerken bana ters ters bakmayı da ihmal etmemişti.
"Seni almaya geliyordum"
Cihangirin sesiyle kızda olan bakışlarımı ona çevirip "neden" diye sordum.
"Geleceğimi söylemiştim.. özür dilerim birazcık geciktim ama-''
"Öyle bir zorunluluğun yok ki neden özür diliyorsun?" yüzü solgun gözükse bile neyi olduğunu sorgulamak istemedim.
Büyük ihtimalle alerjiden dolayı eve gelmiş ve mesajıma cevap verememiştir.
"Zorunlu olduğum için değil, seni beklettiğim için özür diliyorum"
"Beklemedim zaten poyrazla geldim"
Yüz ifadesinin an be an değiştiğini görünce az önceki kızın bana bakışlarını hatırlayınca düzeltme gereksinimi duymadım.
"Betin benzin atmış, eve geçip dinlen istersen" bana kırılmış bir şekilde bakıp "tamam" diyerek arkasını dönüp gitti.
Eve girdiğimde kadınların bizde toplandığını görünce çantamı vestiyere asıp yanlarına geçtim.
Nehir koşarak kucağıma ağladığında dengemi sağlayıp kollarımı beline sararak tekli koltuğa oturdum.
"Anneannem rahat bırak mihre ablanı, hoşgeldin kızım" sevgi teyzeyle beraber diğerleri de hoşgeldin dedikten sonra karşılık verip sevgi teyzeye döndüm "önemli değil kaç gündür göremiyorum nehir'i bende özlemiştim" diyerek saçlarını koklayarak öptüm.
Bu yaptığım hareket Cihangirin bana yaptığını hatırlatınca acaba çok mu üzüldü diye düşünmeden edemedim.
Annemlerin konuşmasına kulak misafiri olduğumda sevgi teyzenin laf arasında Cihangirin hastaneye gittiğini kuzenininde serum taktıktan sonra eve getirdiğini öğrenmiştim.
Gözüm ceylan ablayı ararken "ceylan abla yok mu?" diye sordum.
"Yok kızım Cihangir evde yatınca kuzeniyle beraber kaldı o da" dedi
Demek ki kapıda gördüğüm kuzeniydi.
İşe gidemeyecek kadar rahatsızlanması ve dolaylı yoldan buna benim sebep olmam vicdan yaptırdı bana.
Bir de üstüne adama trip atar gibi konuşup kırmıştım.
Acemesi olduğum duygular saçma sapan davranmama sebep oluyordu. Belki birazcıkta bugün yaşadığım gerginlik etki etmiş olabilirdi.
"Annem ben bir şeyler yiyip Betül'ün yanına geçeyim" diyip yerimden kalkıp mutfağa yönelirken, sevgi teyze " kızım geçerken nehir'i bırakır mısın?" diye sordu.
Sanki yorgun olan ben değilmişim gibi şen bir sesle "tabi ki bırakırım" ağzım kulaklarımda mutfağa girdiğimde alelacele yemek yiyip odama çıktım.
Üstüme rahat bir şeyler giyinip indikten sonra Cihangirin zaafı olduğunu düşündüğüm saç bantlarımdan birini takarak salona indim.
Nehir'in koltukta uyuyor olduğunu görünce usulca kucağıma alıp terliklerimi giyinerek evden çıkıp karşı evin zilini çaldım.
Ceylan abla kapıyı açınca "ayy uyudu mu kuzum? Sana zahmet olmazsa yukarıya bırakır mısın?" ellerinin hamurunu gösterip tebessüm ettiğinde "ne zahmeti abla, ben bırakırım hadi sen işine dön" dedim.
Merdivenleri çıktıkça kalbim ağzımda atıyordu.
Yukarıdaki 3 odadan birinin kapısında nehirin fotoğrafını görünce odası olduğunu düşünüp dirseğimle kapıyı açıp içeriye girdim.
Nehir'i yatağa yatırdıktan sonra odamın karşısına denk gelen odayı hesaplayıp sessiz adımlarla o odaya doğru yürüdüm.
Yarı çıplak yatan Cihangiri gördüğümde zihnimin bana oyun oynamasına müsade etmeden derin bir nefes alarak yanına yaklaştım.
Bir eli yastığın altında diğer eli yataktan sarkmış dudakları yastıktan dolayı büzüşmüş bir şekilde yüzüstü yatıyordu.
Alnına düşen bir tutam saçı parmak uçlarımla düzeltirken saçına dokunan elimi bileğimden tutup beni kendine çekti.
Aniden çekmesiyle yüzlerimiz birbirine çok yakın durdu.
Benim olduğumu anlayıp yerinden doğrularak sırtını yatak başlığına yaslayıp başını iki yana salladı kendine gelmeye çalışıyordu "serumun etkisi olamaz, hiç bir rüya bu kadar gercekçi değildi "
Geriye doğru kayıp yatağın yanındaki berjere otururken jendi kendine söylenmesine sırıtıp "rüya mı?" diye sordum.
Sesimi duymasıyla kısık sesli "siktir" diyerek elini yüzüme uzatıp yanaklarıma dokundu.
"Sen gerçeksin ve şu an benim odamda yanımdasın" dedi.
Yanağımdaki elini tutup indirirken gözüm komodinin üzerinde duran fotoğrafa kaydı.
Arkadaşlarıyla çekindiği resimde bana tanıdık gelen şey bulundukları mekandı.
Elimi elinden çekip çerçeveye uzattığımda gözlerinde gördüğüm korkuyla bu fotoğrafta görmemi istemeyeceği bir şey olduğunu anladım.
İzinsiz almak istemediğim için "müsaden varsa fotoğrafa bakabilir miyim?"
Sorduğum soruyla gözlerini açıp kapayarak daha ben almadan kendisi bana uzattı.
Fotoğraftakilerin arkadaşı olduğunu söylese bile ben kimlerin olduğuyla ilgilenmeyip cafenin bana hatırlattığı şeye odaklandım.
Burası benim Ankara'da okurken çalıştığım yerdi.
Daha ayrıntılı baktığımda Cihangirin hemen karşısında oturan çocuk ise bana iddia üzerine bana ahlaksızca teklifte bulunan kişiydi.
Fotoğrafı Cihangir'e çevirip "Şu karşında oturan kişiyle arkadaş mıydın?" diye sordum.
Cihangirinde o teklifte parmağı olduğunu düşünmek bile istemiyordum.
Derin bir iç çekip "hayır o şerefsiz bizim koğuştan birinin arkadaşıydı"
Söylediklerini anlamaya çalışırken yüz ifadem nasıl bir hâl aldıysa " kötü bir şey mi oldu?" diye sordu.
"O iddia mevzusunu biliyor muydun?" Aklımdan geçenler dilimden bir bir dökülürken kaşlarını çatıp "ne iddiası?" dedi.
Bakışlarından bilmediğini anlayıp "neyse boşver önemli bir şey değil." diyerek konuyu kapatmak istedim.
"Seninle ilgili olan herşey önemli, şimdi bana ne olduğunu söyler misin?"
Yataktan kalkıp oturduğum berjerin önünde diz çöküp çerçeveyi tutan ellerimi tuttu.
Şu anda gergin bir konuşmanın içinde olmasak baklavalarına ağzımın suyu akacaktı.
"Madem pek haz etmediğin biri neden olduğu fotoğrafı başucunda tutuyorsun?"
Gözlerinden o kadar çok ifade geçti ki ne açıklama yapacağını deli gibi merak ettim.
"Herşeyi açıklayacağım güzelim ama önce sen bana şu iddia mevzusunu anlatır mısın?"
Derin bir nefes alıp o gün yaşadığım olayı anlatırken boynundaki damarın belirginleşip seyirdiğine şahit oldum.
Yerden kalkıp odanın içinde volta atarken ağzının içinden ettiği küfürler pekte sessiz sayılmazdı.
"Allahta benim belamı versin, her hafta gelip o gün son haftam olduğu için nehire birkaç parça hediye almak için alışverişe gitmiştim. Ertesi gün geldiğimde seni de görememiştim zaten"
Evet dediği gibi olmuştu o günden sonra sınavlarda bittiği için memlekete dönmüştüm.
Ama atladığım bir yer vardı o da Cihangirin beni daha önceden tanıyor olması.
Gözlerim kafama dank eden şeyle faltaşı gibi açılırken "sen beni tanıyordun yani?" diye sordum.
Bu sefer ben yerimden kalkıp karşısına dikildim.
Yanımdan geçip az önce komodine geri bıraktığım çerçeveyi alıp yanıma geldi.
"Tanıyor demeyelim biz ona.. aslında görmüştüm hatta aptal cesaretimi toplayıp yanına gelebilseydim o şerefsiz böyle bir şeye cüret bile edemeyecekti"
Ne olduğunu anlayamıyordum "ne demek istiyorsun lütfen açık açık söyler misin?"
"Ankara'da kaldığım süreçte bizim arkadaşlar senin çalıştığın yeri övüp durduklarında bende onlarla gelmeye karar verdim. Geldiğim ilk gün sen siparişlerimizi alıp giderken yanına gelen iş arkadaşına gülümsediğini görünce " elini kalbine koyup "deli gibi atmaya başladı.. her haftasonu seni görmek için geldim, yanlış anlama sakın takıntılı değildim sadece asker olduğum için memleketime dönünce ardımda bırakmak istemedim."
Bir adım daha atıp iyice bana yaklaşırken "o gün herşeyi konuşamasam bile bir kez sesinden adımı duymak için yanına gelmeye niyetlendim ama memleketine döndüğünü duyduğumda koskoca Ankara üstüme yıkıldı sandım."
Elindeki çerçeveyi görüş alanıma sokup bakmadan parmağıyla bir yeri okşayarak "işte aslında bu fotoğrafı saklamamdaki tek amaç uzaktan da olsa senin bu karede yer alıyor olman"
Parmağını kaldırdığında gördüğüm ayrıntı nefesimi kesti az önce bakarken hiç dikkat etmemiştim çünkü en son o yaz saçlarım sarı renkti.
İki koca yıl geçmişti.
Bugün yaşadığım şoklar bana yetmiyordu ne yani Cihangirin iki yıldır sevdiği kız ben miydim?
"Ne yani iki yıldır sevdiğin kız ben miyim? Seni kendimle mi paylaşamıyordum?"
Dilimi tutamamakta bir numaraydım.
Adam daha bir şey demeden aptal gibi sevmekten bahsediyordum. Üstüne bir de utanmadan kıskandığımı itiraf etmiştim.
Gözlerinin içi gülerken "bizim dedikodu kazanı kızlar mı anlattı?" diye sordu.
Utancımdan başımı kaldıramazken sorduğu soruyu "hıhı" diye cevapladım.
Baş parmağı çenemi oksarken işaret parmağıyla alttan destek vererek ona bakmamı sağladı.
"Sende başka bir kız sanıp sana yakın davranmamdan rahatsız oldun öyle mi?"
Aynen öyle olmuştu. Gözlerimi odanın içinde gezdirip beni dipsiz kuyu gibi içine çeken gözlerinden kaçırdım.
"Kaçırma benden gözlerini.. evet o kız sensin ama sevmek az kalır uğruna ölümü göze alacağım kişi de sensin"
Gözlerine korkmadan bakarken yüreğim kanat çırpıp yüreğine konmak istiyordu.
"Sarılabilir miyim? "
Sorusuna cevap vermeyip ellerimi çıplak beline sararken o ise kollarını omuzlarımın etrafına koyup saçlarımı koklayarak minik öpücükler kondurdu.
Her öpücüğünde "çok şükür" demesi içimde kanat çırpan kuşların uçmasına sebep oluyordu.
"Az önceki cümlem yarım kaldı aslında" dediğinde yüzüm göğsündeyken başımı kaldırıp alttan alttan ona baktım.
"Asıl sorum hep sarılabilir miyim? olacaktı"
Masum sorusuna gülüp "fırsatçı mısın?" diye sordum.
"Konu sen olunca hiç bir fırsatı kaçırmak istemem" dedi.
"Olur.. sarılabilirsin" dedim.
Şu anda ensesine vur ekmeğini al modundaydım.
Başım çıplak göğsüne gelirken teninden gelen koku ciğerlerimde bayram etkisi yaratıyordu bu da mantıklı düşünmeme engel oluyordu.
Sanırım bu his, bu koku, bu duygular için mantığım devre dışı kalabilirdi.
Kapı aniden açılıp "eee yok artık" diye tanıdık gelen sesle iyice Cihangirin göğsüne saklandım.
"Çık lan dışarıya..!"
Cihangirin sert sesiyle Selim abi "hayırlı işler" diyip odadan çıktı.
" kuzen misin düşman mı belli değil," selim abinin ardından saydırmaya devam eden Cihangirden uzaklaşmak isterken beni daha çok kendine çekip "dur bi güzelim günlük dozumu alayım bari" diyip tekrar saçlarımdan öptü.
Cihangirin ayrılmayacağını anlayıp "ben artık gideyim anneme betül'e uğrayacağımı söyledim" kollarımı istemeye istemeye belinden çekip son kez kokusunu soluyup ayrıldım.
"Tamam sen geç bende birazdan Furkan'ı görmeye gelirim" göz kırparak söylediği şeye tebessüm edip kapıya doğru yürüdüm.
Aniden durup "bunu senin için getirmiştim" saçımdaki bandanayı çıkarıp ona uzattığımda elimin üstünü okşayarak alıp "gerçeğinin kokusunu aldıktan sonra bu beni kesmez ama idare edeceğiz artık" diyip siyah bandanami bileğine sardı.
Odadan çıkıp aşağıya indiğimde yanaklarımın kızardığına emindim.
Ceylan abla Selma ve Selim abi oturmuş çay içerken selmanın bakışları beni bulduğunda hinlikle gülümseyip "Bizde hasta ziyaretine gelmiştik, meğerse hastamızın ilacı çoktan gelmiş" dedi. Yalnız olsak selmanın sözlerine utanmazdım ama Selim abi buradayken başımı önüme eğip Ceylan ablanın yanına oturdum.
"Sus kız utandırma gelinimizi" ceylan ablanın sözleriyle tükürüğüm boğazıma kaçtı.
Selma mutfağa koşup su getirirken merdivenden gelen ayak seslerine ıslık sesi eşlik ediyordu.
Bardağı kafaya dikip karşımda duran adamı açık açık süzdüm.
Bana göz kırpıp selim abinin yanına oturduğunda kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.
"Ben artık kalkayım abla betül'e uğrayacağım" diyip yerimden kalktığımda Selma kolumdan tutup "hiç boşuna gitme çünkü onlar Göktuğ abiyle çıktılar" dedi.
"Furkan nasıl izin verdi ki acaba?" Cihangirin selma'ya bakarak sorduğu soruya Selim abi cevap verdi "vermeyip ne yapacak kaç yaşına gelmiş insanlar, hem tanıdığı güvendiği biri" dedi.
Cihangir geriye yaslanıp "orası öyle tabi gerçi ben o kadar büyük tepki vermesini de anlamadım"
Selma olan biteni sessizce dinlerken göz göze geldik. Benim bakışlarımdan bir şeyler anladığımı düşünüp gözlerini halıya dikti.
Furkan abiye olan aşkı adı geçtiğinde patlayan gözlerinden belliydi.
"Ee böyle oturmaya devam mı edeceğiz? Hadi kalkın bir şeyler yapalım" ceylan ablanın teklifine hayır demek istesemde işin ucunda Cihangiri görmek ve biraz daha zaman geçirmek olduğu için itiraz etmedim.
"ben anneme burada olduğumu haber vereyim o zaman" yerimden kalkıp mutfağa geçerken cebimden telefonu çıkartıp annemi aradım. Haber verdikten sonra arkamı döndüğümde Cihangirin kapı pervazına yaslanmış bir şekilde beni izlediğini gördüm.
içeridekilere ayıp olmasın ve bir kez daha basılmayalım diye yanından geçmeye çalıştığımda elini kapının diğer tarafına koyup kaçmamı engellemiş oldu.
Kolunun altından geçmeye çalıştığımda hızlıca kolunu aşağıya indirip "benden mi kaçıyorsun?" munzurca sorduğu soruya " ne münasebet sadece selim abiye iki kez yakalanmışken ceylan ablaya da rezil olmak istemiyorum" dedim.
Kaşlarını çatıp "ne rezilliği, rezil olacak bir şey yapmadın, yapmadık.. üstelik ben seni zor durumda bırakacak bir şey yapmam" diyip kapıdaki elini indirdi.
"Tabi ki yapmadık ama yine de utandım işte" dudak büzerek konuşmama "büzme şu dudaklarını asıl o zaman dillerine düşeriz" dedi.
İma ettiği şeyle yutkunup "çok kötüsün, sana da guvenemeyeceksem.. yazık çok yazık" söylene söylene yanından geçip odaya girdiğimde kimsenin bana bakmadığını görünce rahat bir nefes alıp kalktığım yere oturdum.
Ceylan abla elindeki telefonu bırakıp "gençleri de çağırdım bugün bizde toplanıyoruz, ben yiyecek bir şeyler hazırlayayım" diyerek mutfağa geçti.
Cihangir içeriye girip selim abiyle sohbete daldığında bizde selmayla beraber ceylan ablaya yardım için mutfağa geçtik.
El birliğiyle hazırladığımız gün tabağı menüsünden hallice olan yiyecekleri alıp salondaki masaya yerleştirdik.
Çok geçmeden ekibin geri kalanı da gelince bol sohbetli eğlenceli geçen gecenin sonunda iremin evden getirdiği tabuyu oynamaya karar verdik.
Zuhal abla Umay'ı annemlere bırakıp geldiği için huzursuz hissetsede ortam onuda açmıştı.
İkişerli gruplara ayrıldığımızda; ben Cihangir Selim abi Selma ve Zuhal abla olurken Diğer takımda Furkan abi Betül Göktuğ abi İrem ve Ceylan abla vardı.
Oyuna karşı takım başlarken başbaşa giden skorda en son Betül'ün anlatımıyla zar zor iki doğru bilmişlerdi.
Sıra bize geldiğinde anlatan kişi bendim.
İlk kartta gördüğüm kelimeyle mutlu olmuştum. Bugünkü konuşmanın üzerine bunun gelmesi iyi olmuştu.
Cihangir'e bakıp "Başlıyorum!" dediğimde İrem hemen kum saatini çevirdi.
"Ankara'da çalıştığım kafenin adı?
Cihangir tereddütsüz bir şekilde,
"Mısır" dedi .
Diğer soruya geçtiğimde bugün şansın bizden yana olduğunu düşünmeden edemedim.
"Şampuanımın kokusu?"
Takımdakiler yuh, yok artık, nerden bilelim deselerde Cihangir sırıtıp "manolya" dedi.
Son kelimeyi de anlatabilirsem oyunu alacaktık ve karşı takım tatlı yemeye götürecekti.
Elime geçen son karta baktığımda çok fazla tabu olacak kelime vardı. Bugün Cihangirle Ankara hakkında konuştuğumuzda zihnime düşen gerçeklere bende şaşırmıştım.
Şimdi ise şaşırma sırası cihangirdeydi.
"Mısır'da en çok sipariş ettigin şey?"
Sorumla gözleri fal taşı gibi açılırken, onunda benim dikkatimi çektiğini anladı.
Dudakları iki yana kıvrılıp halinden memnun bir şekilde geriye yaslanıp kum saatine bakarak son saniyeleri bekledi.
Ardından cevabı verdi ama bomba etkisi yaratmıştı cevabı. "Osmanlı kahvesi, ama bundan sonra içeceğim kahve tuzlu olursa sevinirim."
Bölümü nasıl buldunuz? 🍀💙
|
0% |