Yeni Üyelik
18.
Bölüm

10. Bölüm | Sarılan Yara

@okur.yazarkelebek

Selammm

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın lütfen, okuması çok zevkli oluyorrr

 

 

 

Keyfli okumalarrrr <33

 

 

10. Bölüm

Flame’in kalbi göğsünden çıkmak istercesine çarpıyordu. Avuç içini havaya doğru çevirdiğinde ellerinde cılız alevler belirdi. Fazla cılız alevler. Büyü gücü normal standartların çok altındaydı, kısa süre içerisinde tükeneceğinden çok emindi. Tek silahı parmaklarının arasında tuttuğu hançeriydi, bir suikastçıya karşılık epey zayıftı.

 

 

 

Blaze, onu son anda yıkıntıdan çıkarmayı başarmıştı. Abisi yapmıştı bunu. Etrafını çevreleyen kalkan yok olduğuna göre şu an bilinçsizdi. Başka bir zaman olsaydı içi sevgiyle dolardı ancak o, kendisine ümit etmeyi yasaklamıştı.

 

 

 

Arkasından bir çıtırtı duyduğunda hançeri oraya çevirdi. Güçlü kalmalıydı. En azından direnmeliydi lakin bedeni çoktan ona ihanet edip titremeye başlamıştı.

 

 

 

Adım sesleri. Tok, acelesiz yürüyen birinin adım sesleri. Katilinden alabildiği ilk ses buydu.

 

 

 

Koridorun sonunda bulunduğu tarafa yaklaşan gölge şeklindeki bir silueti seçebiliyordu. Elinde metali parlayan bir hançeri vardı. Kavisli, normal hançerlere göre çok daha kısa bir hançer. Mortem’in Celladı’nın o bilindik cinayet arkadaşı. Henüz az önce o suikastçı olmadığını söyleyen adam belki de yalan söylemişti?

 

 

 

Önünde iki seçenek vardı şimdi: direnmek veya kaçmak. Uzun süre direnemezdi, Mortem’in Celladı’na karşı hiç şansı yoktu.

 

 

 

Kaçarsa yakalanırdı. Hele ilk defa ayak bastığı Su Sarayı’nda yeterince uzaklaşamazdı.

 

 

 

Ölmek, diye düşündü içinden. Demek ki ölümüm bu şekilde olacak.

 

 

 

Gözü arkada kalmayacaktı. Yarım kalan hayalleri yoktu. Hiç olmamıştı. Yanlışlıkla gelmiş gibiydi bu dünyaya zaten.

 

 

 

Fakat korkak olarak da göçmeyecekti. Savaşacaktı. Son nefesini verene kadar çaba gösterecekti. Ki Mortem’in Celladı’nın namı düşünüldüğünde kolayca alt edileceği apaçık ortadaydı.

 

 

 

Hançerinin kabzasını kavradı. Günahkarları avlamaya geliyorum, demişti katili. Peki o bunu hak edecek ne yapmıştı?

 

 

 

Cılız bir alev topu, gölgeye doğru yol aldı. Flame’in kendini korumak için verdiği zavallıca bir denemeydi bu.

 

 

 

Daha katiline ulaşamadan su darbesiyle saldırısı bloke edildi.

 

 

 

“Demek Mortem’in Celladı, kurbanlarını neredeyse hep Ateş Krallığı’ndan seçen suikastçı, aslında Su Krallığı’ndanmış.” Neredeyse. Edeline bir istisnaydı. Ayrıca konuşarak zaman kazanabileceğini ümit ediyordu. Blaze uyanırsa kurtulabilirdi. Henüz bu sabah bir daha yardım dilenmeyeceğine yemin ettiği abisi tek ümidiydi şu an, ne kadar da acınası.

 

 

 

Katili güldü. “Ben Mortem’in Celladı değilim.” Sesi tok ve kalındı. Erkek olduğu çok açıktı. Neden kimliğini ele veriyordu? Gerçi onu öldürecekti ya, detaylara takılmamasını normal karşılamalıydı. Ölü bir ruh, senelerdir onlarca kişinin hayatını çalan hırsızı ele veremezdi.

 

 

 

Flame yutkundu. “O halde kimsin?”

 

 

 

“Şu an değil,” dedi fısıldayarak. Git gide ona doğru yaklaşıyordu ancak Flame kaçmak için herhangi bir eylemde bulunmuyordu.

 

 

 

“Kim olduğumu öğreneceksin. Vakti gelince.” Avına nefes kadar yakındı artık.

 

 

 

Flame, az önce büyüsünü savuşturmak için su kullandığını anımsadı. Aklına gelen ihtimalle vücudu kaskatı kesildi.

 

 

 

“Su Varisi?”

 

 

 

Adam daha çok güldü, hastalıklı gibiydi ve bu Flame’i daha çok korkutuyordu.

 

 

 

“Değilim. Su Varisi ya da Mortem’in Celladı. İkisi de değilim.”

 

 

 

Geriye hiçbir seçenek kalmıyordu.

 

 

 

“Kimsin?” diye üsteledi Flame. Ölecekse en azından katilinin kim olduğunu bilmeye hakkı olmalıydı.

 

 

 

“Soruların var. Ve yanıtlarına yalnızca benden ulaşabilirsin.”

 

 

 

Üzerine eğildi. Flame, kendisini gelecek bıçak darbesine hazırlayıp soluğunu tuttu.

 

 

 

Adamın dudağı, kulağını buldu. “Yarın, gece 3, saray avlusu,” dedi sessizce. Ilık nefesini teninde hissetmesi ürkmesine sebep oldu. “Kimseye söyleme. Tam saatinde orada ol.”

 

 

 

Flame afalladı. “Beni öldürmeyecek misin?”

 

 

 

Adam ilk defa sinirlenmiş gözüktü. “Sana asla zarar vermem.”

 

 

 

“Kim olduğunu bile bilmiyorum. Sana öylece güvenip buluşmamı bekleyemezsin.”

 

 

 

Adam, yüzünün yarısını gizleyen peçeyi çıkartıp Flame’e sundu. Solaveria’da kimlik demekti göz renkleri. Eline onu kolayca yakalatabileceği bir koz vermişti.

 

 

 

Koyuydu gözleri. Çok dikkatli bakıldığında lacivertin türlü tonları seçilebiliyordu. Karanlığın içine hapsedilmiş yıldız taneleri misali parıltılar da barındırıyordu içinde. Gece yarısı. Bu rengi tek bir kavramla ifade etse gece yarısı derdi.

 

 

 

Flame konuşmak üzere dudaklarını aralamıştı ki aniden, dizlerinin arkasında keskim bir acı hissetti.

 

 

 

Boğazından kopan tiz çığlıkla beraber kendini yerde buldu. Refleksle elini acının kaynağına götürdüğünde parmak uçlarına ıslaklık değdi.

 

 

 

Kan.

 

 

 

Onun kanı.

 

 

 

Adamın sinirli sözcüklerini işitti. “Ona zarar vermeyeceğine söz vermiştin!”

 

 

 

“Öldürmeyeceğim, dedim. Zarar vermeyeceğim, demedim. Ama ben hala ölmesinden tarafım. Ayrıca yaralama işini de senin yapman gerekiyordu!”

 

 

 

Neler yaşandığını anlayamıyordu, kulaklarında bastıramadığı bir uğultu vardı sadece. Gelen ikinci kişini sesinden cinsiyetini bile seçemiyordu.

 

 

 

“Kızı bu halde bırakamam.”

 

 

 

“Ateş Varisi birazdan burada olur.”

 

 

 

“Anlamıyorsun, onu bu halde bırakmayacağım!”

 

 

 

“Dikkat çekeriz. Az sonra bayılacak zaten, acıyı hissetmeyecek.” Kestiği yerde belli bir sinir ya da öyle bir şey olmalıydı, bedenini esir alan tarif edilemez acının başka açıklamasını düşünemiyordu.

 

 

 

“Ama ben hissedeceğim.”

 

 

 

Karanlık, Flame’i çekip almadan önce duyduğu son cümle bu oldu.

 

 

 

*

 

 

 

“Flame…”

 

 

 

“Flame? Kahretsin, neden her yer kan?”

 

 

 

“Flame! Lütfen bana ölmediğini söyle!” Flame gözlerini henüz aralayamasa da abisinin nihayet yardımına geldiğini cümlelerinden anlamıştı. Biraz daha mantıklı düşünmeliydi, ölseydi Blaze’e nasıl söyleyebilirdi ki?

 

 

 

“Ah…” Ağzından bir inilti çıktı. Ellerini yere bastırıp doğrulmaya çalışırken sırtında geniş bir el hissetti. Blaze.

 

 

 

“Neren yaralı?” İki saniye önce kalkması için ona destek olan eli şimdi çıldırmış gibi etrafında geziniyordu. Yarayı bulmaya uğraşıyordu.

 

 

 

Anılar, tek tek zihnine düşmeye başlayınca, “Dizlerim,” demeyi başardı. “Arkadan.”

 

 

 

Blaze yarayı incelemek için eğildi. “Flame…”

 

 

 

Konuşma şeklinden kaşlarını çattığını anlamıştı.

 

 

 

“Ne oldu?”

 

 

 

“Bu yara sarılmış.”

 

 

 

Dili bir süreliğine işlevini yitirdi. “Ne demek sarılmış?”

 

 

 

“Taze yara olduğu bariz ama sargı bezi yeni.”

 

 

 

Flame, çok kısa bir an için abisine söylemeyi düşündü. Aslında Mortem’in Celladı olmayan gizemli adamı, buluşma teklifini. Ancak direktifler açıktı, kimseye bahsetmemesi gerekiyordu. Ne kadar akıl karıydı yaptığı? Blaze’e söylemesi pek çok açıdan daha güvenli olurdu.

 

 

 

Fakat… Adam ona göz rengini göstermişti. Flame’e güveniyordu. Ve güvenini dışa vurmaktan çekinmemişti. Ya kendisi? Hiç olmazsa buluşmalıydı gece yarısı gözlüyle. Cevaplarını almalıydı. Kendisi için değil, sevdiği insanları korumak için. Su Kraliçesi ölmüştü. Toprak Kraliçesi ölmüştü. Sırada annesinin olmadığı ne malumdu? Her şeye razıydı ama annesini kaybedemezdi. Hayatını çekilir kılan tek şeyi yitirirse bir daha kalkamamak üzere düşerdi. Toparlanamazdı.

 

 

 

Üstelik yarasını sarmıştı. Hatırasında kalan son konuşmadan çıkarmıştı bunu. O yaralandı diye, o acı çekti diye sinirlenmişti. Zarar vermek isteseydi fırsatı varken yapardı. Bir şans verecekti, yapabileceği tek şey pişman olmamasını ümit etmekti.

 

 

 

“Bilmiyorum, hatırlamıyorum,” dedi abisine ilk defa yalan söyleyerek. Son olmayacağını bilmeyerek.

 

 

 

Neyse ki Blaze üstelemedi ve Flame’in şimdiden içinde beliren vicdan azabını körükledi. “Yürüyebilir misin?”

 

 

 

Adım atmaya çalışınca dizinden itibaren yayılan acı dalgası suratını buruşturmasına neden oldu. “Hayır.”

 

 

 

Blaze, Flame’i şaşırtan bir şey yaptı. Flame’e abisinin böyle bir şey yapacağını tüm olanlardan önce söyleseler kahkaha atardı.

 

 

 

Blaze, kız kardeşini kucağına aldı. Kollarının birini sırtından, diğerini de yarasından dolayı dizinin biraz altından kavrayarak. Flame’in başı istemsizce Blaze’in göğsüne yaslandığında hayatı boyunca ilk kez, o abi sıcaklığını hissetti.

 

 

 

Bu gece pek çoğu için de ilkler yaşanmıştı. Kimisi ilk yalanını söylemiş, kimisi göğsünde atan bir kalbin varlığını anımsamıştı.

 

 

 

Kimisi ise ilk kez bir yaralıyı isteyerek sarmıştı…

 

 

 

PART 2

 

 

 

(Mortem’in Celladı ve Gizemli Adam)

 

 

 

“Yapmaya karar verdiğin şey yanlıştı,” dedi Mortem’in Celladı, bir süredir içinde tuttuğu öfkesini nihayet dışa vurarak. “Göz dağı vermemiz gerekiyordu. Sen kızın yarasını sardın.”

 

 

 

“Onu o halde bırakamazdım,” diye tekrar etti, kim bilir kaçıncı kez.

 

 

 

“Ateş Varisi’nin kardeşi konusunda fazla hassassın,” dedi Mortem’in Celladı. Kelimelerini dikkatli seçmeye çalışıyordu.

 

 

 

“Flame.”

 

 

 

“Anlamadım?”

 

 

 

Ateş Varisi’nin kardeşinin bir ismi var.” Bu konu onun can damarıydı. Kimse, başkasının bir şeyi olarak tanınmamalıydı. Tıpkı kendisi gibi.

 

 

 

“Neyse ne,” dedi suikastçı, üzerinde durmamıştı. “Neden ona bu kadar değer veriyorsun?”

 

 

 

“Vermiyorum.”

 

 

 

Mortem’in Celladı, inanmadığını belli eden bir bakış atsa da adam oralı olmadı.

 

 

 

Yarasını sarmıştı Flame’in. Ancak uyandığında canının ne kadar yanacağını az çok tahmin edebiliyordu adam.

 

 

 

“Bıktım!” Aslında Mortem’in Celladı ile buluşmak istemesinin sebebi buydu, bir süredir içinde biriktirdiği şeyler vardı. “Gün içerisinde rol yapmaktan bıktım. Yıllardır aynı oyunu oynuyorum.”

 

 

 

“Görevin önemli,” dedi Mortem’in Celladı. Her ne olursa olsun adam görevinden ayrılmamalı ya da planı bozacak bir eylemde bulunmamalıydı. Yoksa her şey, hepsi boşa giderdi.

 

 

 

“Bir görevim yok benim,” diye soludu adam öfkeyle. “Casusluk. Sizin için. Ben hiçbir zaman tüm bunların parçası olmadım.” Ötekileştirilmişti o,

 

 

 

Mortem’in Celladı ile Su Varisi’nin gölgesinden ibaretti yalnızca. Fakat herkesin bir tahammül sınırı vardı ve onunki aşılalı çok olmuştu.

 

 

 

“İtiraz istemiyorum.” Mortem’in Celladı tehditkar adımlarla yanına yaklaştı, adam ondan çok daha uzun olmasına rağmen suikastçının bakışları altında küçülmeden edemiyordu.

 

 

 

“Tek bir hatanla her şey mahvolur. Göze alamayacağımız kadar büyük rolün var, şu an bulunduğumuz noktadan sonra artık vazgeçemezsin.”

 

 

 

Adama cevap verme fırsatı tanımadan uzaklaşmaya başlayınca siyah pelerini dalgalandı.

 

 

 

Adam da kendi yoluna giderken üzgün değildi. Yarın Flame ile buluşacaktı, sırrına ortak biri daha olacaktı. Nasıl üzgün olabilirdi ki?

 

 

 

PART 3

 

 

 

(SU VARİSİ & SU LORDU)

 

 

 

Su Lordu, Su Sarayı’na sızmış; Su Varisi’nin kapısının önünde dikiliyordu. Bir saraya sızmak kolay değildi, geçmişlerinde pek çok kez bunu yaptıkları için zorlanmamıştı.

 

 

 

Her an yakalanabilirdi, açıktaydı. Gündemde oratadan kaybolmuş soylu olarak tanınıyordu. Rastladığı herhangi bir kişiye aylardır nerede olduğunu veya neden evsiz gibi gözüktüğünü açıklayamazdı.

 

 

 

Tüm cesaretini toplayabilmek için ciğerlerine derin nefesler doldurdu ve kapıyı tıklattı.

 

 

 

Su Varisi, kısa sürede kapıyı açtı. Su Lordu’nun yüzünde istemsizce bir tebessüm peyda olmuştu, Su Varisi’nin uyku sorunları yaşadığını biliyordu. Nişanlılarken de böyleydi. Bazı şeyler hiç değişmiyordu.

 

 

 

Su Varisi, karşısında Su Lordu’nu görünce sertçe yutkundu. En son Hava Varisi’nin işkenceleri yüzünden dağılmış halde gördüğü adamdı karşısındaki. Onu en iyi tanıyan insan. Onu en iyi tanıyan ve bu yüzden en çok kalbini yaralama olanağına sahip olmuş insan. Son karşılaşmalarından bu yana toparlanmış sayılmazdı ama tamamen dağıldığı da söylenemezdi. En azından yaraları biraz daha iyileşmiş görünüyordu.

 

 

 

İlk afallamanın etkisinden kurtulduktan sonra Su Lordu’nun yakasından çekerek odaya aldı ve kapıyı kapadı. Ne yapıyordu bu lanet olasıca aptal? İhanetler ile yüreğini yaralayıp bir anda kapısında beliremezdi. Ruhuna attığı dikişlerin izi henüz geçmemişken hele yapamazdı bunu.

 

“Sana, eğer fırsatım olursa intikamımı canınla alırım demiştim.” Vücudu da sesi de sabitti lakin gözlerinde mavi hareler belirmişti. Kısa kollu pijamasının çıplak bıraktığı kollarından su damlaları akmaya başlamıştı. Tehdit ediyor, gözdağı veriyordu. Artık sırtından bıçaklanırken bileklerine prangalanan kelepçelere karşı susan o genç kız değildi.

 

 

 

Su Lordu’nun bakışları su damlaları üzerinde oyalandı. Gururlanmıştı, âşık olduğu kadının güçlendiğini görmek mutlu olmasına yetmişti. Âşık olduğu kadın ondan bütün kalbiyle nefret etse bile.

 

 

 

“Öldürebilirsin,” dedi adam sakince. “Ölümüm senin elinden olacaksa sesimi çıkarmam.”

 

 

 

Su Varisi, düşüncelerine hâkim olmaya çalıştı. Kendini damgaladığından beri büyü gücü içinde çalkalanıp duruyordu. Taşmasından korkuyordu. Tek bir kontrol kaybı sevdiği birinin yaşamına mal olabilirdi. Hava Varisi, buna en büyük örnekti.

 

 

 

Sevdiği birinin yaşamına mal olmak.

 

 

 

Su Lordu’nun kazara ölümüne sebep olsa üzülür müydü? Evet, üzülürdü. Eski nişanlısının ruhunu Mortem’in diyarına gönderdiği için değil, kazara olacağı için. İntikamını alacaksa eğer bilinçliyken yapmak isterdi.

 

 

 

“Neden buradasın, diye sordum.” İntikam, tıpkı bir ipi sökmek gibi alınmalıydı. Yavaş yavaş tüm ilmekler çözülmeliydi. Giderek daha da hızlı sökülmeliydi ama. İhanetin karşılığı en çok bu şekilde tatmin ederdi.

 

 

 

“Seni özledim.”

 

 

 

Su Varisi dişlerini sinirle alt dudağına geçirdi. Su damlaları elinde toplanıp büyürken, “Açıklama yap,” dedi buyurgan bir sesle. Eskiden olsaydı belki gerçekten onu özlediğine inanabilirdi. Eskiden.

 

 

 

“Güçlerimizi birleştirmeliyiz.” Su Lordu, Varis’e doğru yaklaştı. “Bana olan öfken ne zaman geçecek?”

 

 

 

“Geçmeyecek,” dedi Su Varisi kararlı bir tavırla. “Geçeceğini düşünmen bile saçmalık.”

 

 

 

Su Lordu’na yaklaşıp işaret parmağını salladı. “Senin ihanet ettiğin tek kişi ben değilim. Tarafını seçmen bir savaş başlatmışken şimdi düşmanla iş birliği yapamazsın.”

 

 

 

“Biz artık düşman mıyız, Su Mercanı?"

 

 

 

Bir zamanlar, Su Varisi’nin tek sığınağının Su Lordu olduğu bir zaman diliminde, Su Mercanı lakabını duymak onu mutlu edebilirdi. İkisinin de birbirlerine taktıkları lakapları vardı, Su Mercanı’nın anlamını ise hiçbir zaman sormamıştı.

 

 

 

“Anlamını hiç söylemedin.”

 

 

 

“Hiç sormadın.”

 

 

 

“Bir gün anlatacağını söylemiştin.”

 

 

 

“Bir güne, daha çok var.”

 

 

 

“Her neyse.” Anlamını artık merak etmemesi gerekirdi. Su Lordu devri onun için kapanalı çok oluyordu. “İş birliği teklifini reddediyorum. Ve evet, biz artık düşmanız.”

 

 

 

Su Varisi, gözlerini Su Lordu’nun gözlerine dikti. Çelik mavisi sandığı gözlerine. Su Lordu kalbini paramparça ettiği gün âşık olduğu gözlere çelik mavisi demeyi bırakmıştı. Buz mavisiydi ona göre gözleri, çıkarları için herkesi ve her şeyi arkasında bırakabilecek kadar soğuk. Kalbine, ruhuna kadar ulaşmış bir soğukluk.

 

 

 

“Aramızda yaşananlar bitti, belki de artık bittiğini kabullenmen gerekiyordur.”

 

 

 

“Belki de senin suçun aslında bende olmadığını anlaman gerekiyordur.”

 

 

 

“Öyle mi?” Öfkesi hareketlerine de yansımaya başlamıştı; su damlaları tamamen yere akmış, elleri yumruk halini almıştı. “Kim söyle o halde.”

 

 

 

“Bildiğin cevapların sorularını sürekli yöneltmek seni yormuyor mu Su Mercanı?”

 

 

 

Dişlerini sıktı. “Kes şunu.”

 

 

 

“Neyi?”

 

 

 

“Kafamı karıştırmayı.”

 

 

 

Su Lordu’nun dudağının tek tarafı yukarı doğru kıvrıldı. “Amacıma ulaşmışım demek ki.”

 

 

 

“Çık dışarı.” Su Varisi onu kapıya doğru çekiştirmeye çalıştı.

 

 

 

“Söyleyeceklerim bitmedi.”

 

 

 

“Duymak istemiyorum.”

 

 

 

“Dinlemezsen ve söylediklerimi yapmazsan küçük sırrını ifşa ederim, Su Mercanı.”

 

 

 

Varis olduğunu herkese söylemekle tehdit ediyordu. Neden şaşırıyordu ki? Bu aşağılığı ondan beklemesi gerekirdi.

 

 

 

Kollarını göğsünde kavuşturup tek kaşını kaldırarak dinleyeceğini belli edince Su Lordu sırıttı.

 

 

 

“İşte şimdi başlıyoruz.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

-BÖLÜM SONU-

 

 

 

Hepinize merhabaaa

 

 

 

Bu bölüm nihayet karakterler arasındaki romantizmi görmeye başladık. Seri içerinde toplam 3 çiftimiz olacak. Sizin tahminleriniz var mı?

 

 

 

Bir sonraki bölüme kadar görüşmek üzere, seviliyorsunuz <33

Loading...
0%