Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. Bölüm | Mortem'in Celladı

@okur.yazarkelebek

 

 

Bu bölümü silip tekrar yayınlıyorum çünkü metinde bir sıkıntı çıkmış ne yazık ki :,)

 

 

Bir sonraki bölümü bu hafta içerisinde paylaşacağımmm

 

 

Oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayınnn <33

 

*

 

 

 

Birinin kendini damgalaması, bedenine çok büyük bir güç aşılar.

 

 

Bu güçten dolayı delirmek, şu ana dek pek çok kez görülmüştür.

 

 

Bazense beden gücü kaldıramayıp kendini yok eder.

 

 

Varisi öldürür.

 

 

(Varislik Rehberi, sayfa 204)

 

4. Bölüm: Mortem’in Celladı

“Hayır…”

Brook’un son birkaç dakikadır ağzından çıkan tek kelime buydu.

“Hayır, hayır, hayır…”

Tek bir kelime. Tekrar ve tekrar.

Salon çoktan boşalmıştı, Toprak Varisi hariç bir tek kendisi vardı.

Zemin kana bulanmış, avuçlarının içindeki annesinin eli çoktan soğumaya başlamıştı. Gözleri açıktı, cam gibi bomboştu ve doğrudan ileriye bakıyordu.

Salon kapıları gürültüyle açılmasa Brook sonsuza kadar o şekilde kalabilirdi.

Gelen Dylan’dı, babası. Soğukkanlı gözükse de hüzünle bakan gözleri onu ele veriyordu.

Brook, üzerindeki elbisedeki kanları sıçratarak babasının yanına koştu. Kendisini babasının güvenli kollarının arasına bırakırken bir an için her şeyin iyi olduğuna inanmak istedi.

Kanın kokusu bu kadar ağır olmasaydı, kendini gerçekten buna inandırabilirdi de.

Dylan, kızını sakinleştirmedi. Bunun için çaba dahi göstermedi. Kendisi de olanları reddediyordu çünkü, kabullenmek istemiyordu.

Kabullenmeme sebepleri ise apayrıydı.

Kısa süre sonra kızını kendinden uzaklaştırdı. “Odana git,” diye fısıldadı bitkin bir sesle. “Ben burayla ilgileneceğim.” Gözleri bir an için karısının yerde yatan cesedine kaydı. Acıyla yutkundu, gözleri bir an için buğulansa da bu görüntüyü hemen yok etti.

Ardından Toprak Varisi’ne döndü. “Koridorun sonundaki hizmetçiler size kalacak yerinizi gösterecek.”

Bu onun kendince gitmelerini söyleme şekliydi. Karısıyla yalnız kalmak istiyordu, en azından son kez.

Ayrıca sarayın kapılarını da kilitletmişti, kraliçesini öldüren her kimse çok uzağa kaçmış olamazdı. Şu an için tek ipucusu ise hançerdi, aşkının nefesini kesen silah. En kötü ihtimalle yapım şeklinden hangi krallığa ait olduğunu bulurdu.

Brook, odasına giderken bugün yolu ikinci kez, aynı kişi tarafından kesildi.

Lanet olası Ateş Varisi.

Kızıl gözlerinde endişe vardı, lakin Brook bunun gerçek bir üzüntü olduğundan şüpheliydi. Blaze’in kızıllarıyla yarışacak kadar kızarmış gözleriyle ona baktı, ardından hiçbir şey söylemeden yürümeye devam etti. Blaze’in arkasından onu takip eden adımlarını işitse de umursamıyordu.

Ateş Varisi’nin ise tek amacı babasıyla yaptıkları planların temelini atmaktı. Balodaki dans fikri boşa gitmişti. Çoğunlukla bir kızla dans etmek için biraz cazibesini konuşturması yeterli olurdu, Brook’un bu kadar inatçı çıkacağını düşünmemişti. Şimdi de onun duygusal bir anından yararlanmaya çalışıyordu.

Ancak zaman gelecekti, bir gün Brook gözünü bile kırpmadan Blaze’in duygusal anlarından yararlanacaktı.

Blaze, nihayet ona yetiştiğinde “Üzgünüm,” dedi. “Aynı gün içerisinde iki kayıp seni zorlamış olmalı.”

“Siz,” diye düzeltti Brook, gözlerinden firar etmek isteyen yaşları yok ederek. “Teklifsiz konuşmayın benimle.”

“Sen benimle öyle konuşabilirsin,” dedi Blaze omuz silkerek. “Sonuçta ben bir varisim. Fakat sanıyorum ki -bileğinde damga olmadığına göre- sen değilsin.”

Brook duraksadı, henüz fark ettiği yüzüne tokat çarpmış gibi bir etki oluşturmuştu üzerinde. Varis değildi, asıl Su Varisi kayıptı. Bulunması gerekilen iki kişi vardı: annesinin katili ve Su Varisi. Kim bilir, belki ikisi de aynı kişiydi.

Başına saplanan ağrıyla iç geçirdi. Blaze’e yanıt vermekten ziyade adımlarını hızlandırdı, odasına girdi ve kapısını çarparak kapattı. Nihayet azat edebildiği yaşlar, göz pınarlarından süzülürken yere çöktü.

Blaze, çarpan kapının arkasından hıçkırık seslerini duymuştu. Kalbi ona yardım etmek istiyordu, Brook’u o halde gören herhangi biri yardım ederdi zaten. Ancak zihni, babasını bulmasını söylüyordu. Ateş Kralı’nı. Yeni bir hamle planı oluşturmak için.

Ona yardım etme isteğinin hoşlantıdan gelmemesini umdu. Onu kendine aşık edecekti, kendisi âşık olsa bu fazlasıyla klişe olurdu.

Haklıydı da. Ona hiçbir zaman âşık olmayacaktı. Yeri gelecek, kendisini onun için tehlikenin göbeğine atacaktı fakat asla ona karşı büyük duygular beslemeyecekti.

Zihnini dinlemekte karar kıldı. Tanımadığı koridorlarda dolaşırken bilindik karşılalştığı tek kişi kardeşi olmuştu.

“Seni arıyordum,” dedi Flame yanına yaklaşarak. Yüzü gerçekten rahatlamış gözüküyordu, onun için endişelenmiş miydi?

“Neden?” diye sordu Blaze umursamazca. Hayır, herkese olduğu gibi kardeşine de ördüğü yıkılmaz bir duvar vardı. Onu merak etmesi için bir sebebi yoktu.

Flame, istemsizce hayal kırıklığına uğramış olsa da, “Babam çağırdı,” dedi asıl arama sebebini söylemekten kaçınarak.

Blaze başıyla onayladı, odaya girerken kardeşine dönüp bir kere daha bakmadı.

*

Dylan, eşinin ölü bedeninden hançeri çekip çıkarırken çıkan sese yüzünü buruşturdu.

Klasik, alışagelinmiş hançerlerden değildi. Öncelikle meta kısmı garipti. İlk beş santimden sonra garip bir kavisle kıvrılıyor, yuvarlak bir açıyla yükselirken işlemeli demir inceliyordu. Kabzasında genelde mahkumlar için kullanılan, büyülerini engellemeye yarayan cevherlerden vardı. Parlak taşları fark edince kaşlarını çattı. Kim, neden ellerinin değdiği noktaya koyardı ki bunları?

Kabzaya sonra kafa yormaya karar vererek metaldeki işlemeleri inceledi. Eski Solaveria dilindeki sözcükleri çevirirken mırıldandı. “Mortem’in Celladı.”

İsmi biliyordu, Ateş Krallığı’nın senelerdir kimliği tespit edilememiş bir suikastçısı vardı. Asıl sorun şuydu ki, Mortem’in Celladı hep Ateş Krallığı’nda öldürmüştü. Şimdiye dek. Halk üzerinde öyle bir korku salgılamayı başarmıştı ki bazıları onun gerçekten bizzat Ölüm Tanrıçası tarafından gönderildiğini düşünmüş, kendisine böyle bir isim takmışlardı.

Dylan, çömeldiği yerden kalkıp üstünü düzeltti. Eşinin cesedine bir daha bakmadan Ateş Kralı’yla konuşmaya gitti. Onun öldürme stilini, neden Edeline’ı öldürmüş olabileceğini en iyi o bilebilirdi. Onunla muhatap olmayı düşünmek canını sıksa da başka çaresi yoktu.

PART 2 (HAVA VARİSİ)

(2 GÜN ÖNCE)

Su Lordu, haftalar sonra ilk defa özgürlüğün tadını alabiliyordu. Özgürlüğü hissedebiliyordu. Uzun zaman sonra güneşin tenini kavurması fazlasıyla güzel bir histi.

Son kez arkasına baktı. Hapishanesi olmuş evden ayrılırken onu kimse durdurmadı. Berbat bir halde olduğunu biliyordu, gitmeden önce aniden bastıran bir deli cesaretiyle aynaya bakmıştı. Bir lorddan ziyade evsiz gibiydi. Nereye gideceğini, ne yapacağını bilmiyordu. Onu tekrar görmek istiyordu. Hava Varisi’nin konuğunu. Hala içerdeydi, sonra kendisiyle konuşmamıştı ama oradaydı işte.

Sonra, dedi kendine içinden. Sonra, onunla da aramı düzelteceğim.

Bu sırada Hava Varisi ve konuğu, planı konuşuyorlardı.

“Anlamıyorum,” dedi Varis’e dönerek. “Bana kızgın değil misin?”

“Ben dünyaya kızgınım.” Sesi düz çıksa da içinde fırtınalar kopuyordu. “Sen de o dünyanın içindesin. Bunu geç fark ettim.” Kendine kızıyordu çünkü. Birine güvenecek kadar aptal olduğu için öfkeden kuduruyordu.

“Ama o dünyanın içinde sen de yok musun?”

Omuz silkti. “Ben zaten kendimden senelerdir nefret ediyorum.” Ardından konuyu değiştirdi. “Onu öldürmek için ne yapmak istiyorsun? Akciğerlerindeki havayı mı sökeyim? Yıldırımımla küle mi döndüreyim? Dondurayım mı?” Alaylı bir şekilde ekledi. “Seç beğen al. Müessesemizde seçenekler bol.”

Hava gücü, Hava Krallığı varlığını sürdürürken de hep küçümsenirdi. Akciğerlerindeki havayı sökmek, hava halkından herkesin yapabileceği bir numaraydı. Bileğindeki damga ise hava durumlarına erişimini sağlıyordu. En çok tercih ettiği öldürme şekli genelde yıldırımla küle çevirmek oluyordu. Şimşeğin beyaz ışığı kurbanının yüzünü son kez aydınlatırken yüzünün aldığı şekli izlemek ona hastalıklı bir zevk veriyordu. Dondurmayıysa işkencelerinde sıklıkla kullanıyordu. Birini dondurduğunda karşısındakinin komaya girer gibi olduğunu, çözüldüğünde aradan bir saniye geçmiş sandığını keşfetmişti. Mahkumunun zaman ayrımını elinden almak için birebirdi. Asla ne kadar uzun süredir orada olduklarını bilmiyorlardı. Su Lordu’nun üzerinde az kullanmamıştı bu gücünü. Onun sandığının aksine burada yıllardır değil, sadece iki ay kaldığını söylesemek isterdi. Yüzünün alacağı şekli epey merak ediyordu.

Konuğu başını iki yana salladı. “O işi bir tanıdığımız halledecek.”

Hava Varisi kimden bahsettiğini anlamıştı. “Şeyden mi bahsediyorsun? Neydi ona taktıkları isim… Mortem’in Celladı?”

Onu onayladıktan sonra, “Edeline nasıl öleceğini biliyor,” diye devam etti. “Sadece kızını yarı yolda bırakacağı için üzgün.”

Kendi ölümünü planlamak… Hava Varisi içten içe kadını takdir etti. Cesaret isteyen bir şeydi yaptığı.

“Sonra da kendini damgalayacaksın?” dedi teyit etmek için. “Ya kızı kendini senden önce damgalarsa?”

“Burada sen devreye gireceksin. Salondaki herkesi dondurmanı istiyorum. Herkesi. Ben hariç. Kendimi damgalıyıp ortadan kaybolduktan sonra görevin bitecek.”

Hava Varisi sırıttı. “Sevdim.”

“Suikastçımızın kendine hâkim olması gerekiyor,” diye devam etti konuğu. “Onun da intikamı derin. Bu yüzden büyüsünü tutabilmek için cevher kullanacak.”

“İntikam isteyenlerin listesini versene,” dedi Hava Varisi homurdanarak. “Hepsini aklımda tutmak zor oluyor.”

“Hedefimiz ortak. Sadece onlar tarafından mahvedilen hayat sayısı çok fazla.” Kapıya yöneldi. “Daha da gecikmeden gitmeliyim.”

ŞİMDİ

Konuğu, Hava Varisi’yle önceden anlaştıkları yerde buluştu.

“Nasıl bir his?” diye sordu sesindeki zafer edasını gizleme gereği görmeyerek.

Konuğu yüzünde bir gülümsemeyle kapıyı kapattı. Vücudunun salgıladığı adrenalin etkisiyle yere çöktü. “Çok… çok iyi. Fazla iyi,” dedi kahkasına engel olamayarak. Kendini sarhoş gibi hissediyordu. “Epey güçlü. Sanki tüm diyarı tek bir düşüncemle sular altında bırakabilecek gibiyim. Üzerindeki tişörtü sıyırıp kendini damgaladığı yere baktı. Görülme riskini göze alamayıp bileği yerine belinin yanını, boşluğunu tercih etmişti. Elinin tersiyle su damlasını okşadı. “Onu hissedebiliyorum. Kanımda harlanan sihri.”

Hava Varisi, “Çok kaptırma. Kontrolünü kaybetme riskine girme,” diye uyardı. Tıpkı benim gibi. Fakat bunu sesli dile getirmekten sakındı.

“Rahatla,” dedi konuğu umursamaz bir tavırla. “Ben senin gibi deli değilim.”

Mecazi söylemiyordu. Hava Varisi delirmişti, hayatın ona vurduğu darbeler gücünü rayından çıkarmıştı. Bedeni bu kadarını kaldıramamıştı. Sürekli kontrolünü kaybetmesinin sebebi buydu, öyle ki akıl sağlığını ilk ne zaman kaybettiğini o bile bilmiyordu.

Yorum yapmamayı tercih etti. “Saraya dön. Yokluğun anlaşılmasın.”

Sonra gitti. Evine dönüş yolunda içten içe konuğunun sonunun onun gibi olmamasını ümit ediyordu.

Belki de ümidini tanrılar duymuştu. Sonu onun gibi olmayacaktı hiçbir zaman. Delirmenin pek çok kez eşiğinden dönecekti ama akıl sağlığını hiç kaybetmeyecekti.

Ancak tanrılar, Su Varisi’ni başka bir yolla sınayacaklardı.

-BÖLÜM SONU-

 

Evett bölümümüz bu kadardı. Romatizm seviyorsanız diğer kurgum Yitip Giden Aşk'a da göz atabilirsinizz

 

Fark ettiğiniz üzere aslında aralarda gelecek sahnelerden çok spoiler veriyorum. Bu bölüm itabiriyle ama artık aksiyon sahnelerimiz başlıyorrr

 

Ve evet, son bölümlerde okuduğunuz şeyler sadece gelecekte okuyacaklarınızın fragmanıydı ;)

 

O halde daha fazla uzatmadan sorulara geçiyorum:

 

-Sizce part 1, part 2 olarak ayırdığım yerlerden hangisi daha güzel?

 

-Mortem'in Celladı veya Su Varisi'yle ilgili aklınızda herhangi bir fikir oluştu mu?

 

Bir sonraki bölüme kadar görüşmek üzere, hala oy vermediyseniz vermeyi unutmayınnn <3

Loading...
0%