@okur.yazarkelebek
|
Diğerlerine göre daha kısa bir bölüm oldu, bol bol yorum yapmayı ve yıldızı parlatmayı unutmayınnn <33
Bölüm 5: Sızlayan Vicdanlar
Wyreni, Genna, varlığını hissetmiş gibi uzun kuyruğunu sallayarak burnunu suyun dışına doğru uzattı. Kim bilir, belki de gerçekten hissetmişti? Wyrenler diyarın en gizemli canlılarından biriydi. Henüz onlarla ilgili tüm gizemler çözülmemişti. Su, insanın dertlerini dinlerdi. Su, insanı yargılamazdı. Su, insanı iyileştirirdi. Ve wyrnler suyun en somut haliydi. Genna’ya ismini kendisi vermişti. Bembeyaz derisiyle “beyaz dalga” anlamına gelen bu adı koymuştu. Yumurta halinden şimdiki koca cüssesine kadar ömrü boyunca her anında yanındaydı. Aralarındaki duygusal bağ bu şekilde oluşmuştu. Elini dikenlerinden kaçındırarak Genna’nın pullarını okşarken arkadan adım sesleri duydu. Normalde korkabilirdi, katilin sıradaki hedefinin o olduğunu bilemezdi. Ne var ki Brook son 2 saat içerisinde yaşananların etkisiyle o kadar hissizleşmişti ki tam şu an boynuna bir bıçak dayansa direnmezdi. “Seni burada bulacağımı biliyordum.” River. Bu yeri bilen sayılı kişiden biri. “Muhafız değil misin sen? Nöbette falan olman gerekmiyor mu?” Sesi durgundu. “Seninle konuşabilmek için kaçtım.” Asıl yapmasa şaşırırdı zaten. River’dı o çünkü. Ezelden beri yakın dostuydu. Altha ve o Brook’un hayatını en şeffaf haliyle paylaştığı tek insanlardı. Asla yüz üstü bırakmayacaklarına güvendiği tek insanlar. “Nasıl hissediyorsun diye sormayacağım,” dedi River yanına yaklaştığında. “İyi olamazsın çünkü.” Hemen sadede gelmesi Brook’u memnun etmişti. “Ne yapacağım ben?” diye fısıldadı. “Annem öldü, River. Hatta öldü bile denemez. Öldürüldü. Su Varisi kayıp. Ateş Varisi peşimi bırakmıyor ve amacının sadece flört olmadığına eminim. Babam muhtemelen dağılmış durumdadır ama benimle görüşmüyor bile.” Elini omzuna koydu. “Karmaşık,” dedi kabul ederek. “Ve inan, ben de ne yapacağını bilmiyorum. Ama bildiğim tek bir şey var, o da şu.” Gözlerinin içine baktı. “Sen, bunların üstesinden gelebilirsin. Durma, istediğin kadar ağla. Yalnız kal. Fakat toparlanacaksın.” Brook, gözlerine ulaşmayan bir tebessüm etti. “Denerim.” River, istediğini almış gibi gülümsedi. Brook’a ihtiyacı olan yalnızlığı tanırken tekrar görev yerine döndü. Brook’un bakışları, duvar motiflerini incelemeye başladı. Ne zaman buraya gelse sıklıkla yaptığı bir şeydi bu. Aynı motifleri o kadar çok kez incelemişti ki anlattığı hikayeyi ezberlemişti. Deniz kızları ve korsanlar. Varlıkları kanıtlanmış ancak uzun yıllar önce diyardan silinmiş iki tür. Su Krallığı’nın alt dalı olarak türemişti korsanlar. Deniz kızları ise nadideydi, nasıl var olduklarını kimse bilmiyordu. İki düşman ırklarmış. Korsanlar senelerce deniz kızlarını avlamış. Lakin bir gün, deniz kızlarından biri kalbini bir korsana açmış. Diğer deniz kızlarının ısrarlarına rağmen hislerine engel olamamış. Gerçek aşk, demiş. Gerçek aşk bu. Gerçek aşk zarar vermez. Ancak korsan; kendisine bile yabancı olan bu duygulardan korkmuş ve ayrılık, ihaneti getirmiş. Detaylar bilinmese de rivayete göre söz konusu bahsi geçen korsan, saf deniz kızının kalbini eline aldığı bir oyuncak gibi kırıp paramparça etmiş. Ve üzerinden hiç acımadan basıp geçmiş. Deniz kızı, kaybettiklerinin intikamını almış. Nasıl olduğu bilinmez. Korsanların soyu kurumuş ve deniz kızları başka diyarlara göç etmiş. Bu hikaye Su Krallığı tarihinin en büyük aşk ve intikam hikayesi olarak bilinirdi. Brook, hep ilham verici bulmuştu bunu. İnanmıyordu ama ona göre biraz daha hakkını savunmak ve almak konusunda ders veriyordu. O an karar aldı. Daha sonra bozucağını bilmedği bir söz verdi kendine. "İntikam," diye fısıldadı. "Bunu anneme yapamdan öç alacağım. Onu bulduğum anda, gerekeni ellerinle yapacağım." * “Bu planda yoktu,” dedi Kral Scrum, oğluna. “Ama lehimize oldu.” Dylan’ın Scrum için ayarladığı odada günün analizini yapıyorlardı. “Kızın adı neydi Brice mı?” “Brook,” diye düzeltti Blaze. “Neyse,” dedi Scrum, bir elini umursamazca havada sallayarak. “Şu an hassas bir dönemde olmalı, bunu kendi tarafımıza-” “Faydası yok,” diye araya girdi Blaze. Normalde babasının lafını kesmekten epey korkardı ama şu an bunun için kendisini fazlasıyla yorgun hissediyordu. “Denedim. Su Krallığı’nın kapıları bize kapalı, özellikle de Brook’un.” “O zaman o kapıları açtıracaksın.” Emir veriyordu. Yeni emirler. “Ne olursa olsun, planı başarıya ulaştıracaksın.” “Anladım,” dedi Blaze mırıldanarak. Babasıyla zıtlaşması faydasızdı. Scrum, çenesiyle kapıyı işaret etti. “O halde çekilebilirsin.” Sanki onun sarayındalardı da huzurundan çekilmesini istiyordu. Blaze yine de sesini çıkarmayıp odadan çıktı. Kendi odası hemen yandaydı, içten içe buna seviniyordu da. Bacaklarında ağırlığını çok uzun süre taşıyabilecek derman kalmamıştı. Günün yorgunluğunu atmak için soluğu duşta aldı. Bir misafir odası olduğu belliydi. Raflar şampuan, tonik ve Blaze’in ismini dahi bilmediği sıvılarla kapladı. O duş alırken eline geçirdiği ilk şampuan kullanıyordu. Şimdiyse hanigisini saçına, hangisini vücuduna sürmesi gerekiğinden emin bile değildi. Omuz silkip sırf şişe hoşuna gittiği için bir tanesini başından aşağı boca etti. Yosun aroması yüzünden kusacak gibi olsa da eldekiyle yetinmeye çalıştı. Bu sarayda her istediği o an olsun diye gözlerinin içine bakılan varis olamazdı. Sıcak su tenini haşlarken günü düşündü. Artık Su Krallığı’nın üzerinde bir çeşit lanet olduğunu düşünmeye başlamıştı. Son yirmi dört saat içerisinde bir değil iki kraliçeleri ölmüştü! Üzgün müydü? Açıkçası Brook’a ve Dylan’a üzülüyordu. Onlar için yakın olan iki kişiyi kaybetmişlerdi. Bunun acısının ne kadar dayanılmaz olduğunu o bilemezdi. Brook’un bu anını kullanıyor olmak içten içe canını sıkıyordu. Vicdanı sızlamadan edemiyordu. Lakin babasına karşı çıkmayı aklından geçirmeye cüret bile etmedi. Kurulanmayı es geçip üzerine eşofman geçirdi. Küçük bir seyahat bavulu olmadan hiçbir yere adımını atmazdı, bir sonraki sefer için içine duş malzemelerin de koymayı zihnine not etti. Banyodan çıkarken gözüne lavaboda duran diş macununa ilişti. Yanında macunu vardı, yine de beleşini kullanmak varken kendisininkini neden kullanacaktı ki? Bu sefer nane aroması -neyse ki- ağzına yayıldı. Nihayet işini bitirdikten sonra damağında kalan acı tadı atmak için bir bardak su aldı. Titrediğini fark etmediği ellerinden bardağı düştü. Kırılan camların sesi kulağına dolarken dizleri de onu taşımaz oldu. Şimdi bileklerinin üzerindeydi. Ağzından köpükler fışkırmaya başlayınca “yorgunluk” teorisi de çürümüş oldu. Bilinci bedenini terk ederken gördüğü son şey cam kırıkları oldu. PART 2 (SU VARİSİ) (1 saat önce) “Zehirlemek mi?” Su Varisi kaşlarını çattı. “Hem de Ateş Varisi’ni? Neden?” “Dikkat dağıtmaya ihtiyacımız var.” Dolunay yukarıdaydı, saray halkının çoğunluğu çoktan yataklarındaydı. Su Varisi, Mortem’in Celladı’yla Su Sarayı’nda epey önce keşfettiği gizli saklanma yerlerinden birinde konuşuyorlardı. “Zehri nereye koyacaksın?” “Diş macunu.” “Onu kullanacağına nasıl bu kadar eminsin peki?” Mortem’in Celladı sırıttı. “Onu tanıyorum. Beleş bir şey, herhangi bir şey, gördü mü saldırır.” Su Varisi suratını buruşturdu. “O kahrolası bir varis.” “Ama aynı zamanda hala küçük bir çocuk gibi.” “Sen nerede kalacaksın?” Sarayda giriş-çıkışlar yasaklanınca Mortem’in Celladı da içeride kalmıştı. Her halükârda gitmeye çok da niyeti yoktu zaten. “Sokakta yattığım günlerden şimdiye geldim ben,” diye takıldı suikastçı. “Beni merak etme.” “Yemimiz ne zaman aktif olacak?” dedi sonra merakla. “Hazel mı?” diye sordu Su Varisi. “Çok sürmez. Esrarlı girişleri gereksiz seviyor.” Mortem’in Celladı, kimliğini gizlemekte şu zamana kadar hiç sorun yaşamamıştı. Fakat şimdi kapalı bir alandaydı, bazen insan içine çıkması gerekecekti. Hazel onun yemi olacaktı, yakalanma ihtimaline karşı Mortem’in Celladı kendisiymiş gibi davranacaktı. “Brook nasıl?” Genç suikastçı kızı gerçekten merak ediyordu. İçten içe suçluluk hissetmiyor da değildi. “Toparlar.” Başka bir şey söylemedi, dürüst olması gerekirse o da Brook’un toparlayabileceğinden emin değildi. Sadece umut edebilirdi. “Bir sonraki kurbanımı ne zaman öldürmemi istersin?” Mortem’in Celladı olmak böyle bir şeydi işte, her daim listesinde öldürülecek biri vardı. “Yarın,” dedi Su Varisi. “Belki Ateş Varisi’nin zehirlendiği öğrenildikten birkaç saat sonra? Normalde beklemek istiyordum ama tahammülüm kalmadı.” “Bu konuda patron sensin,” diyerek omuz silkti suikastçı. “Ben zaten o kadını öldürmek için dünden hazır bekliyorum.” “Bu yüzden hançerinde zorla cevher kullandırdım,” dedi Su Varisi homurdanarak. “Şu an güçlüsün,” dedi Mortem’in Celladı, damgasına itham da bulunup. “Burayı sular altında bırakabilirsin. Neyi bekliyorsun?” “Onları içten çürüteceğim.” Varisin sesi nefretle dolup taşıyordu. “Tek tek, hepsi ölecek. Kimisi acı çekerek, kimi hızlı. Ama hepsi ölürken ölümlerinin sebebini bilecek.” Mortem’in Celladı, ona o gün, bu yola ilk girdikleri zamandan beri sormak istediği soruyu nihayet sordu. “Neye bu kadar kızgınsın? Aşağılanmana mı? O lordun ihaneti mi? Yoksa olacakları bilmene rağmen durduramamış olmak mı?” Su Varisi soruyu yadırgamadı. Kendisi de çok uzun süre bu soruyu sormuştu çünkü. “Hepsi. Ama söz konusu o ihanet olmasaydı da savaşırdım. Sadece bu şekilde değil” Doğru kelimeleri seçmeye çalıştı. “Aşağılandım, olduğum kişiden dolayı hor görüldüm. Zapt edemediğim bir şeyden dolayı. Ve bunun için beni kullanmaya çalıştılar. Beni yıkmaya çalıştılar. O lordla…” -ismini söylemekten özellikle kaçınıyordu- “…bunu yapmaya çalıştıkları için. Dostumla bunu yapmaya çalıştıkları için. Bunu başardıkları için.” Boğazını temizledi. “Yıkılmadığımı göstermek istiyorum. Ayakta olduğumu. Bana bunu yapamazlar, bir daha yapamayacaklar da. Bunu sağlayacağım.” Bu, Su Varisi’nin intikamı olacaktı. Herkesin intikamı vardı, herkes hak istiyordu ama en büyük intikam onun olacaktı. Bu yolda en uç noktalara gidenlerden olacaktı. Hem de Hava Varisi gibi delirmediği halde. Hepsini kasıtlı yapacaktı. Zaman gelecekti, bir seçimi olacaktı. Ya onları bağışlayacaktı ya da gözlerinin yaşına dahi bakmayacaktı. Ya belli bir noktadan sonra durmayı bilecekti ya da vicdanını kenara koyacaktı. Tabii o ana dek bir vicdanı kalırsa. PART 3 (SU LORDU) Su Lordu, saatlerdir gittiği yolun ardından sonunda insan yaşamının olduğu bir yer bulmuştu. Tek isteği hangi zamanda olduğunu öğrenmekti. Hala tarihi bilmiyordu. Yaşını bile bilmiyordu. Eh, o henüz yaş almadığının farkında değildi. Hava Varisi’nin işkenceleri başarıya ulaşmıştı. Şimdi sıra kendi planındaydı. Ve ilk planı, eski nişanlısını geri kazanmaktan geçiyordu. Şu anki Su Varisi’nin, eski nişanlısının, aşkının güvenini kazanmakla. Kaybettiği şeyleri teker teker almak vakti gelmişti. Su Varisi, belki de aralarında bir zamanlar var olan nişanın zorunluluktan kaynaklandığını iddia edebilirdi. Sadece çok yakın dost olduklarını. Hiçbir zaman büyük duygular beslemediğini. Ancak gerçeği Su Lordu biliyordu. İkisi de birbirine aşıktı, gençken sahip oldukları yanıltıcı, gelip geçici bir his de değildi bu. Su Lordu ve Su Varisi’nin kalpleri, diyarı sırf öteki sular altında bırakabilecek kadar bağlıydı. Su Krallığı’nın aşkları, diğer herkesi yok edebilecek kadar güçlüydü. En son böyle bir aşk yaşandığında diyar bir kez hasar almıştı. Deniz kızlarının hikayesinin başka versiyonu gibiydi onlarınki. Su Lordu’nun tek ümidi ise Su Varisi’nin kalbini tekrar paramparça etmemekti. Tabii, aşık olduğu kadından geriye paramparça edebilecek bir kalp kalmışsa… |
0% |