Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6. Bölüm | Paylaşılan Bilgiler

@okur.yazarkelebek

Yeni bölümümüzle herkese selamlarrr

Bol bol yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfennn <33

*

Diyarda şu ana kadar en vahşice ölümler listesindeki liderliği,

Mortem’in Celladı lakabını kullanan bir suikastçı oldu.

Hangi krallıktan olduğu bilinmiyor.

Cinsiyeti bilinmiyor.

Gerçek ismi bilinmiyor.

Sahip olunan tek ipucu, kurbanının üzerinde bıraktığı silahları.

(Genç Katiller Listesi, güncel baskı, sayfa 48)

 

Bölüm müziği: Assassin's Creed ||| Main Theme - Lorn Balfe & Asssasin's Creed

6. Bölüm: Paylaşılan Bilgiler Çoğalır

En kötü kabuslar, zihninizi her zaman uyurken dürtükler.

Bunu ilk öğrenen Hava Varisi olmuştu. Sonra Toprak Varisi, küçükken Ateş Varisi ile beraber yaşadığı travmatik bir olay sonucu kabuslar görmeye başlamıştı. Listeyi devam ettirense Brook, başka deyişle olmamaış Su Varisi, devam ettiriyordu.

Olamamış Su Varisi.

Kendine böyle diyordu. Eğer Domain gibi soğukkanlı olsaydı belki de sahip olduğu problemlerin biri azalacaktı. Eğer o kadar şoka girmiş olmasaydı Su Varisi şu an kayıp olmayacaktı.

Gözlerini her kapattığında onu görüyordu. Annesini. Önce onun gülümseyen yüzü düşüyordu zihnine, sonra mutlu görüntünün yerini kanlar içinde yatan ölü beden alıyordu.

Altha kapıyı çalmadan, bir anda odasına daldığında bu yüzden uykusu bölünmedi. Geçen 1 saat boyunca zaten uyku bedenine uğramamıştı.

“Kalk hadi,” Altha üzerindeki kalın yorganı çekiştirdi. “Hadi Brook!”

“Ne var?” diye homurdandı Brook yastığıyla yüzünü kapamaya çalışırken. “Rahat bırak beni.”

“Haberlerim var.”

Haber neyle alakalı olabilirdi? Annesini öldürenle ilgili bir ipucu? Su Varisi’nin kimliği? Hiçbiri şu an Brook’un ilgisini çekmiyordu.

“Duymak istemiyorum.”

“Ama bu balodaki prensle alakalı!”

Altha’nın Blaze’e olan hayranlığını Brook ezelden beri biliyordu. Bu yüzden iç çekip, “Prens değil, varis,” diye düzeltti. “Damga olayı başladığından beri prens kullanılmıyor bile. Ayrıca o hiç de sandığın gibi hayallerinin erkeği değil. İnan, pisliğin teki.”

Altha, dramatik bir tavırla elini kalbine götürdü. “Onun hakkında böyle şeyler söyleme!”

Brook gözlerini devirmekle yetindi. Hiç kimseyle iletişim kurabilecek durumda değildi, bu yüzden en iyisi çabucak haberi duymaktı. “Haber neydi?”

“Ah, tabii ya. Unutmuşum…” Şimdi endişeyle konuşuyordu. “Zehirlenmiş, Brook!”

Bu cümle Brook’un bütün algılarını açmaya yetti. “Ne demek zehirlenmiş?

Şimdi Altha ona göz deviriyordu. “Zehirlenmek, kelimesinin sözlük karşılığını vermemi ister misin?”

Brook yattığı yerden doğruldu. “Ne zaman?”

“Kız kardeşi birkaç dakika önce onu kendi tükürüğünde boğulurken bulmuş,” dedi Altha omuz silkerek. “Revirde şu an.”

“Yanına gitmeli miyim?” diye tereddütle sordu Brook.

“Elbette!” Altha yine Brook’u çekiştirmeye başlamıştı. “Zaten baloda eminim ki kalbini kırmışsındır, bu iyi bir fırsat!”

“O anlamda sormadım,” dedi Brook sitem ederek. “Bir varis olarak. Varis olmadığımın farkındayım. Fakat hala bir veliahtım.” En azından öyle olduğunu ümit ediyordu. “Düşman edinmek istemiyorum.”

“Ah, River mantığında sormuştun.” Umursamazca, “Herhalde o da gitmeni isterdi.” diye ekledi.

“River mantığı mı?” Brook, tüm olumsuz ruh haline rağmen gülümsedi. “Neymiş o mantık?”

“Diplomatik.” Bıkkınca konuşuyordu, bu tarz konular zerre ilgisini çekmiyordu. “Neyse, ablam yanında şu an. Biz de gitmeliyiz. Diplomatik olarak, senin de ziyaret etmen gerek.”

Yaptığı vurgulamayı görmezden gelmeyi tercih ederek üzerindeki pijamaları değiştirmek için yatağından kalktı.

Bulduğu ilk bluzu ve uzun eteği giyip Altha’yla revire doğru yürümeye başladı. İçerisi beklediğinden çok daha kalabalıktı. Dolu olan tek yatak Blaze’inkiydi. Ateş Kralı ve Kraliçesi, şifacılar, babası. Toprak Krallığı’nın hükümdarları ve varisi. Köşede oturan kızın kim olduğunu bilmiyordu ancak alev rengi gözlerinden kız kardeşi olduğunu çıkardı.

Flame, birkaç saat önce odasına kapandığında zaten içini kemiren bir huzursuzluk vardı.

Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Ne olduğunu bilmiyordu, bu hissin üzerine nereden çöktüğünü de bilmiyordu. Fakat kötü şeylerin olduğunu biliyordu. Abisi babasının yanına gittiğinden beri rahat değildi.

Uyku tutmayınca yataktan kalkıp Blaze’in yanına gitmeye karar verdi. Abisinin onu kovmasını umursamıyordu, sadece zihnini meşgul tutmaya ihtiyacı vardı.

Odasına girdiği anda onu yerde yatar şekilde görmüştü. Koridorda ilk gördüğü kişiden yardım almıştı. Abisine müdahale edilirken ayak altından çekilmişti. Şifacılardan biri ilk müdahaleyi yanlış yapmıştı. Eğer onu görmeseydi, Blaze ölmezdi ama hayatı zehir olurdu. Felç kalabilirdi, Flame bunu engellemişti. Az çok bildiği tıp bilgilere borçlanmıştı.

Brook, şaşırarak Blaze’in bilincinin açık olduğunu gördü.

Dudakları çatlamış, yüzündeki tüm kan çekilmişti. Cildi bembeyazdı, ayrıca kilo mu vermişti o? Hayır, paranoya olmuş olmalıydı.

Şifacılardan birinin, “Damarları simsiyahtı,” dediğini duydu arkadaşına. “Ne yapacağımızı bilemedik.”

Tanrılar adına…

Kim bir varisi zehirlerdi? Hangi aptal yapardı bunu? Ölmüş olsaydı ateş büyüsü zarar görürdü, yok bile olabilirdi.

Altha, sanki düşüncelerini okumuş gibi, “Öldürücü bir zehir değildi,” dedi.

“Sence,” diye fısıldadı Brook. “Bunu yapanla annemi…” Kendinde devam edecek gücü bulamadı.

“Olabilir.” Brook’a sokuldu. “Ben galiba… korkmaya başladım? Yani, bir varisi bile zehirlemeye başarmış bir katilden söz ediyoruz.”

“Beni hedef alacağını düşünmüyorum.” Ancak sesi daha çok kendini ikna etmeye çalışır gibi çıkmıştı. “Sonuçta, isteseydi beni de öldürmez miydi?”

Altha yüzünü buruşturdu. “Düşüncesi bile korkunç.”

Brook kıkırdadı. “Ben de seni seviyorum,” dedi kolunu arkadaşının omzuna atarken.

“Öyle bir şey demedim,” diye homurdandı Altha. Fakat yine de Brook’un omzunu saran elini kavradı.

Blaze’in gözleri Brook’u bulunca gülümsedi. “Beni merak edeceğini biliyordum.”

Brook öğürür gibi bir ses çıkardı. “Sadece diplomasi.”

Altha alttan onu dürttü. Gözleriyle deli gibi Blaze’i işaret ediyordu. Özür dile, hareketiydi bu. Düşman edinme. O lanet gururunu bir saniye olsun düşünme.

Brook iç çekti. “Özür dilerim,” diye mırıldandı, kelimeleri ağzının içinde yuvarlıyordu. “Biraz sert çıkışmış olabilirim. Baloda yani. Zor bir süreçten-”

“Anlıyorum,” dedi Blaze sözünü keserek. “Özrünü kabul ediyorum.”

Brook yüzünü buruşturmamak için tüm gücünü kullandı.

Toprak Varisi, hareketlenerek, “Geçmiş olsun,” dedi. Sonra Brook’a döndü. “Sizin de başınız sağ olsun. Yavaştan müsaade isteyeceğim.”

Misafirlikten kalkar gibi konuşmasını hepsi garipsese de kimse yorum yapmadı.

Brook, “Ben de gideceğim,” diye ayaklandı fırsattan istifade ederek. “Kendimi epey yorgun hissediyorum.”

*

“Lanet olası Ateş Varisi,” dedi Toprak Varisi, Militant’la yattıkları yatakta tavanı izlerken. “Lanet olası katil. Lanet olası taç giyme törenleri. Lanet olası diplomasi-”

“Affedersin ama,” diyerek Domain’in sövme seansını böldü Mil. “Uyumaya çalışıyorum.”

“Nasıl rahat uyuyabilirsin?” dedi Domain sinirle. “Krallığın başında kimse yok şu an.”

“Alfrida ilgilenmez mi?” Alfrida, saray danışmanlarıydı. Yaşlı ama zeki bir kadındı.

“Endişem o değil.” Domain başını iki yana salladı. “Asiler. Hepsi başıboş. Hazır çok sevdikleri (!) hükümdarları da yokken ne yaparlar? Su Kralı tetikte, göndereceğimiz her mektubu inceler.”

“Kahretsin,” dedi Mil doğrularak. “Bu aklıma hiç gelmemişti.”

“Ne yapacağız?” diye sordu Domain endişeyle. “Katil bulunana kadar buradan çıkamayız. Kim bilir, belki katil bulunsa bile Su Varisi’nin de ortaya çıkmasını beklemek zorunda kalacağız.”

“Elimiz kolumuz bağlı,” dedi Mil sesli düşünerek. “Buradan olabildiğince hızlı çıkmamız gerekiyor.”

“Katili biz bulabilir miyiz?” Yalnızca bir fikirdi bu. Ama düşündükçe hiç de mantısız gelmiyordu. “Çok bir şey yapmamıza gerek yok. Küçük bir ipucu sadece. Su Kralı’na söyleriz, o da kalanını halleder.”

“Zaten suikastın gerçekleştiği sırada şu an sarayda olanların pek çoğu zaten olmaları gereken yerdeydi. Yalnızca o anda göz önünde olmayanları bulmalıyız.” Git gide aklına daha çok yatıyordu. “Ne kaybederiz ki?”

“Ya da,” dedi Mil, karamsar bir şekilde. “Katili bulmaya çalışırken kendimizi şüpheli konumuna düşürürüz.”

“Başka bir fikrin var mı?” İstemsizce sesi sinirl çıkmıştı. “Bana gelmiyor çünkü. Oturup Toprak Krallığı’nda çöküş olduğunu yazan lanet haberleri beklemeyeceğim.”

“Sakin,” dedi Mil sırtını sıvazlayarak. “Bu gece her şeye lanet okumana gerek yok.”

“Okutturma o zaman,” diye cevap verdi Domain. “Var mısın?”

“Her zaman. Nereden başlamak istersin?”

Tüm gece konuştular. Olası şüphelileri, dedektif edasıyla tartıştılar. Verdikleri ortak kararsa ertesi gece, kaçmaktı. Anormal davranan, onların haricinde gizlice dolaşan herhangi biri var mı diye bakacaklardı.

Ve evet, gizlice dolan biri olacaktı.

Mortem’in Celladı’nın yemi, Hazel, onları karşılamak için hazır olacaktı.

PART 2 (MORTEM’İN CELLADI)

Mortem’in Celladı, kapının kenarından gizlice Ateş Varisi’ni izlerken gülümsedi. İyi bir iş çıkarmıştı.

Fark edilmeden önce oradan ayrıldı. Su Varisi’yle anlaştıkları üzere sıradaki kurbanı için hazırlanmalıydı.

Sıradaki kurbanını, Toprak Kraliçesi Regina için güzel planları vardı.

Bulduğu saklanma yerlerinden birine giderken duyduğu adım sesleriyle duraksadı. Hedefi karşısındaydı, şansına yalnızdı.

Su Varisi’yle konuştukları gibi, onu birkaç saat sonra öldürmeliydi. Ama… Şu an yalnızdı. Bu fırsatı kaçırmak yazık olurdu. Biraz daha kendine hakim olmak istemiyordu.

Kendini tutabilirdi, sadece bunu istemiyordu.

Bir yırtıcı hayvan edasıyla sessizce peşine düştü. Kraliçe odasına gidiyordu, Toprak Kralı Elrod ortalıkta yoktu. Güzel.

Toprak Kraliçesi o kadar dertsiz, o kadar rahat görünüyordu ki… Mortem’in Celladı ona günahlarını hatırlatacaktı. Tek tek. Toprak Varisi’nd böyle bir anneye sahip olduğu için acıyordu. Tabii, o henüz annesinin gerçek yüzünü bilmiyordu.

Gerçekler, gerçekler, gerçekler… Yalanların ardına sığınan korkak bir terimdi sadece. O ise hepsini ortaya çıkaracaktı. Kurbanlarının pek çoğunun ona bir zararı olmamıştı. Regina gibi. Aslında o kraliçeyi öldürmesi gereken kişi Toprak Varisi, bizzat kızıydı. Ancak o bunu yapmazdı. Varisin gizlice asilerle çalışabilecek kadar cesur olduğunu biliyordu lakin eğer öz ailesini öldürebilecek, nefesini kesebilecek güce sahip olsaydı çoktan yapması gerekirdi. Yapmamıştı. Yapmayacaktı da. O, Mortem’in Celladı kimliğiyle yalnızca adaleti sağlıyordu. Kendi adaleti değildi bu, var olmayı hak eden adaletti. Doğru olan. En azından kendisi için öyleydi, bu yüzden kendi savaşını veriyordu. Su Varisi olmasa, müttefikleri olmasa tek başına da devam ederdi.

Duyulan tek ses kraliçenin aldığı sesli nefeslerdi. Nefes alsın, dedi Mortem’in Celladı içinden. Son nefeslerinin tadını çıkarsın. Gerçi bunu da hak etmiyordu da, neyse.

O yürüdükçe dalgalanan siyah pelerini sayesinde duvarla neredeyse bir olmuştu. Görülmüyordu, ses çıkarmıyordu. Tek başınaydı. Suç arkadaşları olan kendi yapımı hançerleri yanındaydı. Öldürmek için her şey olması gerektiği gibiydi. Bu gece tanrılar bile kurbanını kurtaramazdı.

Kraliçe odasına girdi, kapıyı arkasından kapattı. Mortem’İn Celladı birkaç dakika kapıyı dinledi, müstakbel ölünün yalnız olduğuna emin oldu.

Sonra kilitli kapıyı açmak için hançerini anahtar deliğinden içeri soktu. Tıkırtılar eşliğinde kapı açıldı.

Mortem’in Celladı, içeriye adım attı.

“K-kim var orada?”

Yazık, şimdiden kekelemeye başlamıştı. Hançerinin soğuk metali teninin üzerinde dans ederken iyice konuşamaz duruma gelecekti demek ki.

Korkusunu arttırmak için adım seslerini duyurdu. Hançerin kabzasını duvara sürtüyordu.

“U-uyarıyorum. S-silahım v-var.”

“Öyle mi?” Ses tonunu değiştirmeye gerek görmemişti. Zaten sesinin kız gibi olduğunu birine söyleyemeyecekti. “Ne güzel. Benim de var, hatta elimde şu an. Görmek ister misin?”

“Kraliçeyim ben. Bana dokunamazsın. İdam edilirsin.” Biraz daha özgüvenli konuşuyordu şimdi. O güveni zevkle, ortaya çıktığı kadar hızlı söndürecekti.

“Madem tanışıyoruz, ben de Mortem’in Celladı. Memnun oldum.”

Regina’nın nefesini tuttuğunu hissedince peçesinin ardından gülümsedi. “Dokunulmaz mısın? Pek sanmıyorum. Müstakbel Su Kraliçesi de benim hançerimle can verdi. Gerçekten dokunulmaz olduğuna emin misin? Fakat için rahatlayacaksa sana dokunmayacağıma söz veriyorum.” Kıkırdadıktan sonra devam etti. “İdam konusuna gelirsek… Cellat olan benim. Kimin idam edileceğini ikinci kez düşünmeye ne dersin?”

Toprak Kraliçesi, nihayet çığlık atmayı başardı. Kulakları sağır edecek gürlükte çığlık atarken Mortem’in Celladı göz devirdi.

“Eğer biri içeri girerse,” dedi sesini bastırarak. “Onun da boğazını keserim. Yan odada eşin vardı, değil mi? Bence bağırtını ilk o duyar.”

Bu Regina’nın sesini kesti.

Kesilen tek şey o olmayacaktı.

Nihayet Regina görüş açısına girdiğinde elindeki hançerini kaldırdı. “Bak, benim de silahım var. Demiştim. Ben yalan söylemem.” Fakat kraliçenin elinde silah yoktu. Muhtemelen onu korkutmak için söylemişti bunu. “Görünen o ki sen pek dürüst değilsin. Ama tabii, ben bunu zaten biliyorum.”

Regina bir adım geri çekilince ellerini havaya kaldırdı. “Dediğim gibi, ben sözümü tutarım. Sana dokunmayacağım. Sadece konuşmak istiyorum.”

Regina sessiz kaldı, nefes aldığından şüpheliydi.

“Dürüst değilsin.” Ayıplar gibi dilini şaklattı. “Bunu sen de biliyorsun. Haksız mıyım? Yalancı pisliğin tekisin.”

“N-neyden bahsediyorsun?” Eğer şu an aklı başında olsaydı konuşmazdı. Ancak korku, insanların dilini en kolay çözme şekliydi.

“Bence neyden bahsettiğimi çok iyi biliyorsun,” diye mırıldandı. Blöf yapmıyordu. Sadece günahlarını onun ağzından duymak istiyordu.

“B-bilmiyorum. Sana b-bir şey y-yapmadım ben. Bırak g-gideyim.”

“Evet, bana bir şey yapmadın. Fakat ona yaptın. Kendi kızına yaptın. Kabul et artık da işimiz kısa sürsün.”

Regina’nın gözleri kısıldı. “Sen… sen bunu nasıl biliyor olabilirsin?”

“Senin bilmediğin pek çok şey biliyorum. Bilgi paylaşımı yapmamı ister misin? Sonuç olarak paylaşılan şeyler çoğalır. Ben bilgileri paylaşayım, sen de seninkileri.” Bir adım yaklaştı. Regina iyice duvara yaslandı. “Kızın asilerle çalışıyor.” Regina’nın yüzünde oluşan şaşkınlık ifadesini hazla izledi. “Uzun zamandır hem de. Sadece o da değil, çok güvendiğin Baş Muhafızın da asilerle iş birliği yapıyor.”

“Yapmaz,” dedi Regina fısıldayarak. “Bana, bize ihanet etmez.”

“İhanet eden tarafın kim olduğundan emin misin?”

Bir adım daha attı, Toprak Kraliçesi artık neredeyse duvarla bir olmak üzereydi.

“Sakinleş,” diye mırıldandı Mortem’in Celladı yatıştırıcı bir sesle. “Söz verdiğim gibi, sana dokunmayacağım. Rica etsem ayağa kalkar mısın?” Belki Regina farkında bile değildi ama dizleri öyle şiddetle titriyordu ki birkaç dakika önce yere çökmüştü.

Korku, dili çözmenin yanı sıra itaat da ettirirdi. Koskoca Toprak Kraliçesi, bir krallığın hükümdarı sözünü dinleyip ayağa kalktı. Korkuyordu, hem de deliler gibi. Her türlü öleceğini biliyordu. Sadece korkuyordu.

Mortem’in Celladı, sanılanın aksine, aklını kaçırmış manyak bir katil değildi. Lakin öyleymiş gibi davranmayı seviyordu. Mortem’in Celladı ve kendi kimliği apayrıydı. Hayır, kişilik bölünmesi yaşamıyordu. Ama öyle davranmak işini kolaylaştırıyordu.

Elindeki hançeri kaldırdı, Regina’nın kendini korumak için kaldırdığı bileğine sapladı. Kraliçenin dudakları, çığlık atmakk için aralanınca bir diğer hançerinin kabzasını ağzına soktu. “Sesszilik, unuttun mu?” Sesi fazlaca yumuşak çıkıyordu. “Bu ikinci oldu. Üçüncüde bence birileri seni merak eder. Senin yüzünden birilerinin ölmesini istemezsin. Öyle değil mi? Senin emrinle ölen kendi halkın, belki yüzlercesi belki de binlercesi. Zaten pek çok kişinin katilisin, bari şu an sevdiğine zarar gelmesine engel ol.”

Regina sustu. Gözlerinden yaşlar akıyordu, yine de sustu.

“Tek bir soru soracağım,” diye buyurgan bir tonla kraliçenin iniltilerini kesti. “Onları sen mi öldürdün? Senin emrinle mi öldürüldüler?” İsim söylemekten kaçındı. Şimdi halktan birinden değil, belli isimlerden bahsediyordu. Ancak Regina kimden bahsettiğini anlamıştı.

Cevap vermeyince, “Unuttun mu?” dedi suikastçı. “Paylaşılan bilgiler çoğalır. Şimdi sıra sende, oyun bozancılık etme.”

Mortem’in Celladı yeni bir hançer çıkardı. Bu sefer sol bileğine sapladığında Regina, atamadığı çığlıkların acısını çıkarmak istercesine tekmeledi. Bunun üzerine aldığı bir sonraki darbe ayak bileklerine oldu. İkisine de. Aynı anda. Şimdi dört bir yanından çivilenmişti. Yırtılan tendonun sesi duvarlarda yankılanıyordu. Biraz daha dikkatli bakıldığında kemik ilmiği bile seçilebilirdi.

“Evet!” dedi en son. “Ben öldürmedim. Fakat benim emrimle öldürüldüler.”

Başmuhafızın ailesi. Toprak Varisi'nin en yakın dostunun ailesi. Katil kraliyet tarafından hiçbir zaman bulunanamaıştı çünkü kraliyet tarafından öldürülmüşlerdi.

Regina, en yakın arkadaşını öldürmüştü.

“Kralın bundan haberi var mı?”

“E-evet.”

İstediği buydu. Beklediği itiraf, sonunda önündeydi.

“Söz verdiğim gibi,” dedi keyiflice. “Sana dokunmadım.” Teknik olarak doğruydu, ona elini sürmemişti. Hançerleri içinse hiçbir söz vermemişti.

Kraliçe, muhtemelen acının etkisiyle, nihayet gücünü kullanmayı akıl edebildi. Suikastçının bacaklarına dolanmaya çalışan sarmaşığı aleviyle kül ettikten sonra gülümsedi.

Peçesini çıkardı. Göreceği son yüzün kendisininki olmasını istiyordu.

Regina’nın gözleri artık bomboş bakıyordu, yüzünde herhangi bir şaşkınlık emaresi yoktu. Artık tepki veremeyecek kadar acı çekiyordu.

“Hepinizi öldüreceğim. Öldüreceğiz. Tek tek.” Kraliçe, hepinizi, kısmında kimlerden bahsettiğini biliyordu.

“Su Varisi’nin sana selamı var.”

Kulağına eğilip Su Varisi’nin adını fısıldığında Regina gözlerini fal taşı gibi açtı.

Verdiği son tepki bu oldu.

Mortem’in Celladı, kalan hançerlerinden biriyle Toprak Kraliçesi’nin boğazını kesti.

Azıcık. Onu hızlıca öldürmeyecek, gırtlağını kendi kanıyla doldurup boğularak ölmesini sağlayacak kadar. Acı çekerek.

O işkencesini çekerken masanın üzerinden bir kağıt aldı, notunu yazıp Regina’nın alnının ortasına iğneledi.

Birkaç dakikanın ardından çırpınmalar durdu.

Kraliçenin başı kenara düştü.

Mortem’in Celladı, cinayet mahallinden ayrılırken içi kocaman bir rahatlamayla boşaldı. Onu öldürmeyi senelerdir bekliyordu. Başarmıştı işte.

Tıpkı, diğer kurbanları gibi.

Tıpkı, öldüreceği yeni kurbanları gibi.

Tıpkı, kısa süre içinde öldürmeyi planladığı yeni kurbanı gibi.

-BÖLÜM SONU-

 

Ehem... şey... kabul ediyorum, diğer bölümlere oranla biraz daha vahşet bir bölüm oldu bu dmdmdm

O halde hemen sorulara geçelimm

- Mil'in ailesinin aslında Regina'nın emriyle ölldürülmüş olması hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Sizce sıradaki kurban kim?

Loading...
0%